AKP aslında geçen hafta Ergenekon Savcılarının coşmasıyla inanılmaz bir zoru başardı: Özgür basına yapılan taciz operasyonları ve gözaltılara tepki öyle boyutlara vardı ki, yalnız bir günlük hazırlıktan sonra Taksim’den Galatasaray’a, en ödünsüz ulusalcılarla, en samimi Hrantçılar hatta “Yetmez ama Evet”(!)çiler kol kola olmasa bile, peş peşe yürüdüler. Bunu başaracak kadar vicdanları donduran iktidarı vallahi tebrik etmek lazım, insan rüyasında görse inanmaz! Gerçekten tepkinin hızı ve kapsama alanı, topluma umut verecek boyutlardaydı, binlerce insan İstiklal Caddesi’ndeydi… Bu son baskı ve tutuklamalar, Ergenekon davalarına hep mesafeli ve soğuk duran, büyük haksızlıkları ve kurulan mantıksız senaryoları görmezden gelen farklı bir kesimin de herhalde artık gözlerini açabilmiştir!
Hani o 15-20 gazeteci var ya? Uyguladıkları psikolojik harekatla Atatürkçülüğü ve Cumhuriyet tarihimizi, yeni kuşaklara “baskıcı-statükocu-faşist-darbeci” olarak tanıtan… TSK’yı işgal ordusu gibi afişe edip, kendi halkıyla sıcak duygusal ilişkilerini yok etmek için sabah akşam çalışan, yalanlar, sahte belgeler, demagojik yorumları koruma “görevi”ni başarmak (!) için gecesini gündüzüne katan ekip… Hani şu “Kemalizm diye bir şey yoktur, Mustafa Kemal demokrat değildi, bu atanmışların baskıcı rejimi, Türk bayrağı asmak ırkçı milliyetçilerin, kafatasçıların işidir” palavralarını kafası karışık gençlere her gün zehir olarak akıtanlar… Tanıyorsunuz onları, “misyoner” gazeteciler… Bir kısmı direkt tarikat ürünü, bir kısmı sözde ulusalcılık/Atatürkçülük karşıtları…
İşte son on günde basına karşı üst üste yapılan baskılar, küçük düşürmeler, hücre tecritleri ve yeni tutuklamalar geliverince, bunların yarısı… ya timsah gözyaşı döktü, ya “yahu o kadar da demedik” tespiti verdi, ya da… son alternatif, bu son faşist uygulamalardan sonra nihayet gözleri şokla açılıverdi ve gerçekleri görüverdiler!
Biliyorum, saydığım bu son alternatif… hayli zor! Çünkü normalde kafalarına tuğla düşse, bu oportünist kış uykusundan çıkacakları yok… Ama “velev ki” çıktılar, o zaman şunu bilsinler: Öyle altı ayda bir iki yarım makaleyle kendinizi aklayıp, suçlarınızı unutturamazsınız! Bu faşist yükselişi yıllardır desteklemiş, korumuş olmak öyle eğreti bir ılık suda yıkayarak çıkarılabilir bir kir değil. Sizler, 12 Eylül Referandumu’nda, ya bu sahte demokrasi vaatleriyle kandırılarak, ya da inanarak, bu “ileri demokrasi” (!) masalına alet oldunuz; şimdi pişmansanız, bunu yüksek sesle söyleyin, toplumdan özür dileyin, “bizi aldatmışlar, ‘ileri demokrasi’ şekeriyle kandırıldık” deyin… Ve o iktidara yamanmış gazetelerden derhal istifa edin… Artık bu suçlara daha fazla ortak olmayın. Tarihte bazı lekeler çıkmaz… Şayet meslektaşlarınıza reva görülen ortaçağ muamelesinden gerçekten utandıysanız, istifanızı yazın ve demokratların saflarına geçin, halk affetmeyi bilir…
OdaTV operasyonunun devamından hemen önce, hınç alır gibi 28 Şubat’ta Balbay ve Özkan’ın gece yarılarına kadar süren bir operasyonla birbirlerinden koparılıp ayrı hücrelerde tecrit edilmeleri, belki asırlar sonra bu karanlık günler anlaşıldığında gündeme gelecek olan dramatik bir tiyatrovari kurgu! Herhalde ancak et ve tırnak gibi birbirine kenetlenerek “Zulümhane”ye dayanabilen bu iki kahraman aydınımızın moralli güler yüzleri, birilerine battı ki, bu utanç verici sahneler yaşanabildi.
İşte size film karesi: Mustafa ve Tuncay “bu gayri hukukidir” deyip ayrılmayı reddediyorlar ve karşılığında “50” gardiyanın doluştuğu odada “Gerekirse zor kullanırız” diye tehdit ediliyorlar. İşte o ortamda dahi, iki canımız sabahın köründe esprilere devam ediyorlar: “Sen buzdolabının kapısını al, ben motorunu” şeklinde! Merak etmeyin sevgili arkadaşlarım siz tarihin altın sayfalarına yazılırken, size bu muameleleri insafsızca yapanlar, aynı tarihin başka bir yerine gidecekler!
Ulusa ve dünyaya soruyoruz: bu tehdit, taciz ve tutuklamalarla muhalefetin ana ses telleri kısılırsa, bu nasıl bir “seçim” süreci olabilecek? Kiminle “dalga geçiyorlar”?! Böyle bir “demokratik” seçim, olamayacağını bizim “malum” kökten demokrat yandaşlar bilmezler mi? O zaman hadi sıkıysa çevirin sayfayı, geçin duvarın özgür tarafına…
Bedri Baykam
Bir yanıt yazın