NEOCON’LAR YUSUF AKÇURA’YI
OKUMUŞ OLABİLİR Mİ?
Hüseyin MÜMTAZ
Yahut Kaddafi?
Yaşamakta
olduğumuz milenyumun miladı “11 Eylül” (2001) dür.
10
yıl ne çabuk geçmiş, değil mi?
İkiz
Kuleler’e “saldırılınca” Bush ne yapmıştı?
Önce
“Crusade-Haçlı Seferi” ilan etmiş, hemen arkasından “Ya bizden yanasınız, ya
teröristlerden” demişti. Ortası yoktu, gri yoktu, ya siyahtınız, ya beyaz..
“Ne
senden, ne teröristlerden yanayım” deme şansı vermemişti.
Peki,
ama siz o tarihte gerçekte kimden yanaydınız bu denklemde?
Terörist
olamazdınız.. Devlete, millete, hukuka ve geçerli düzene saygılı bireydiniz.. Ama
öte yandan “müktesebatınız icabı” Haçlılara karşı olmalıydınız. Ki o zaman da
“küresel partneriniz”le ayrışıyordunuz..
İşte
Türk aydını, 2001-11 arasındaki on yılı bu çok bilinmeyenli denklemi çözmeye
çalışmakla geçirdi.
“Türk
aydını” bu denklemde “fevkalade müsaadeye mazhar” bir çarpan rolündedir.
“Türk
aydını”nın kim ve ne olduğu ile ilgili kimlik problemlerini katiyen göz ardı
etmiyoruz, fakat “şimdilik” kaydıyla bir kenara bırakarak Condeleeza Rice’a
geçiyoruz.
Bush’un
“Haçlı-terörist” dubleksini Rice 7.8.2003 Washington Post gazetesinde
yayınlanan “Transforming The Middle East
– Ortadoğu’yu Dönüştürmek” başlıklı makalesiyle “fâş” etti ve “Fas’tan Basra körfezine kadar Ortadoğu’da
bulunan 22 devletin rejiminin, sınır ve haritalarının değiştirileceğini”
açıkladı.
Kaynak
meraklılarının merakını gidermek için lâfın orijinalini aşağıya aldık;
“Today America and our friends and allies
must commit ourselves to a long-term transformation in another part of the
world: the Middle East. A region of 22 countries with a combined population of
300 million, the Middle East has a combined GDP less than that of Spain,
population 40 million.
…From Morocco to the Persian Gulf, nations
are taking genuine steps toward political and economic openness. The United
States supports these steps, and we will work with our friends and allies in
the region for more”.
Dil
bilmeyen meraklı turşucular İngilizce metinde geçen “22” ve “Morocco-Persian
Gulf (Fas-Fars Körfezi” kavramlarını akıllarında tutup, sonra da Fas ile Basra
Körfezi arasına “sığan” 22 adet ülkeyi parmak hesabıyla saymaya
başlayabilirler..
Ama
önce bir nefes alın..
Bu
coğrafyanın tam ortasında “Türkiye Cumhuriyeti” vardır.
Ankara’da
durup yüzünüzü “Fars Körfezinden” itibaren doğuya dönerseniz “Türk ülkeleri”ni;
batı ve güneye dönerseniz “Osmanlı ülkeleri”ni görürsünüz.
Basra
Körfezi’nin ötesindeki Türk bölgelerinden gerçi Rice’ın makalesinde söz
edilmemektedir ama yıkılan Sovyet İmparatorluğunun çarpma etkisini kontrol
edilebilir sınırlar içinde tutmak için Afganistan bağlamında orası da ilgi
alanları içindedir. İçindedir ki “dünyaya nizamat vermekle görevli ağır abi”
(Bakınız; Manifest Destiny) o zamandan beri ve halen Afganistan’dadır.
Bush’un
işaret fişeğinden sonra Rice’ın dillendirdiği yukarıdaki “proce” uyarınca adı
geçen coğrafyada kısa sürede “devrim-devinim”ler başladı. Ama asıl gürültünün
kopması da zaman aldı..
Zaman
aldı, çünkü “ağır abi” hem Afganistan’da idi, hem Irak’ı(n petrol kaynaklarını)
şekillendirmekle fazlasıyla meşguldü.
Irak
10 yılda “kontrol altına alındı”.
Ve
ne zaman ki “US Army” Irak’ı tahliye edip orada kurduğu merkezi ve bölgesel
kukla devletçiklerin güvenliğini “özel şirket-ordulara” verdi; sıra Tunus’a
geliverdi..
Tunus,
Bahreyn, Libya, Lübnan, Yemen, Mısır…
Sıradaki
gelsin..
İşte
tam burada kadraja Kaddafi giriyor..
Önce
oğlu, “Libya’yı İtalyanlara ve Türklere
bırakmayız” gibi boyundan büyük bir lâf etti.
Sonra
kendisi, “Libya’ya bulaşırsanız Akdeniz’de
yeni Barbaros’lar yaratırsınız” dedi..
Ve
bombayı, hem de TRT’ye verdiği mülakatta patlatıverdi; 1) “Türkiye’de hak isteyen Kürtler var, bağımsız bir devlet kurmak
istiyorlar. Senelerdir Türk ordusu Kürtlerle savaşıyor. Niye Türkiye’nin askeri
hava sahası kapatılmıyor. Ne ABD ne de Avrupa bununla ilgili karar çıkarıyor.
Neden?” diye sordu.
Sonra
da 2) “Türkler kardeşimiz. Tarihimiz
bir. Yüzlerce yıl birlikte yaşamışız. Hepimiz Osmanlı’yız, tarihimiz bu, bundan
kurtulamayız” deyiverdi.
Bush’un
ve Rice’ın (Neoconların) tam on yıldır ağızlarında geveleyip durdukları ama tam
olarak bir türlü adını telaffuz edemedikleri noktanın altını çizivermişti..,
Amerika’nın;
bölgede, bölgesel bir “allies”-partnere şiddetle ihtiyacı vardı. Bu partner
İsrail olamazdı, çünkü “taraf”tı.
Ne
demiştik, Ankara’nın bahse konu coğrafyada güneyi ve batısı “Osmanlı
ülkeleri”dir.
Cumhuriyet,
Osmanlı’nın “ardılı”dır.
Öyleyse
ve o halde “Osmanlı” yüzyıllarca bu bölgeyi kontrol edebildiyse acaba onun
mirasçısı “Cumhuriyet” de aynı misyonu yüklenebilecek bir rol model olabilir
miydi?
Neoconlar
acaba dünyanın ve bölgenin tarihini iyi okudular mı? Okuyup da bu kavramın her
çarptığı yerde iz bırakan çoklu bir değnek olduğunun ayırdına vardılar mı?
Osmanlı
derseniz yeniden İttihat ve Terakki, yeniden Mondros, yeniden Sevr….
Yeniden
Lozan’ı, Montrö’yü, “mübadele”yi çağırmış olursunuz.
Yoksa
ve zaten hiç gitmemişler miydi?
İşte
şimdi tam o noktaya geldik..
Neoconlar
acaba Yusuf Akçura’yı okumuşlar mıydı?
Ya
lafı dönüp dolaştırıp Osmanlı’ya getiren Kaddafi?
Yıllar
önce Saddam’ın, “Amerika’nın müdahalesinin yolunu açacak” Kuveyt saldırısını,
zamanın Amerikan Büyükelçisinin gaza getirmesiyle gerçekleştirdiğini öğrenmemiş
miydik?
Yoksa
Kaddafi de mi;
Amerika’nın
Libya’ya müdahalesinin bahanesini teşkil edecek bir figüran?
Amerika,
Nato’nun müdahalesini gündeme getirmeye çalışırken, İngiltere dahil müttefikler
fazla masraflı olacağı gerekçesiyle bir “Çekiç Güç” çözümünü teklif ediyorlarmış..
“Çekiç
Güç”ü bir yerlerden hatırlıyor musunuz?
Bahse
konu coğrafyayı bir arada tutabilmek için Akçura’nın yüzyıl önce, 1904’te
yazdığı makalenin adı; “ÜÇ TARZ-I
SİYASET” idi.
Osmanlıcılık-İslamcılık-Türkçülük..
2011’de
yine-yeni ve yeniden mi Osmanlıcılık?
57’NCİ ALAY HER YERDE
HEPİMİZ
57’İNCİ ALAY’IN NEFERLERİYİZ
Bir yanıt yazın