İlk defa 2006 yılında İtalya’da NATO’ya bağlı Savunma Koleji’nde ABD’li bir Albay tarafından ortaya çıkarılan BOP haritasını mutlaka hatırlarsınız. Harita, büyük ölçüde Ortadoğu ve Asya’daki İslam ülkelerinin muhtemel ya da arzulanan sınırlarını belirliyordu.
Türkiye, Irak, Suriye ve İran’dan koparılan topraklarla bağımsız Kürdistan şeklinde yeni bir devlet kurulması öngörülen haritaya göre; Kürdistan’a kaptıracağı topraklara ilave olarak Irak, iki ayrı devlete daha bölünüyor, Pakistan ve İran’dan bölünecek topraklarla Belucistan ismiyle yeni bir devlet kuruluyordu. Ayrıca Afganistan, Pakistan’dan koparılan topraklarla çok daha büyüyor, Suudi Arabistan ise Ürdün, Yemen ve Irak’ın güneyinde Basra merkezli olarak kurulacak Şii İslam Devleti’ne kaptıracağı topraklarla bir hayli küçülüyordu. Bunlara ilave olarak Mekke ve Medine bölgesi de Suudi Arabistan’dan koparılarak bu bölgede “Kutsal İslam Devleti” adıyla yeni bir devletin kurulması öngörülüyordu.
Bu harita, ilk ortaya çıktığı tarihlerde ABD yetkililerince yalanlansa da, haritanın doğru olduğunu sonraki gelişmeler ortaya koymuş bulunmaktadır. Örneğin haritanın Irak ayağı fiilen hayata geçirilmiş durumdadır. Bana kalırsa Büyük Afganistan da gerçekleşmek üzeredir. Zira Pakistan İslam Cumhuriyeti, şu anda Afganistan sınırındaki topraklarına tam olarak egemen değildir. Bu bölge, fiilen Afganistan merkezli Taliban güçlerinin kontrolü altındadır. Ülkesinde meydana gelen tabi afetlerle boğuşan Asif Ali Zerdari yönetiminin ise sınırlarına hâkim olacak gücü yoktur. Geçtiğimiz Ocak ayında Pakistan’da, ülkenin en büyük eyaleti olan Pencap eyaletinin valisi Selman Tasir’in, arkasından da geçtiğimiz günlerde Hıristiyan dinine mensup, Azınlıklar Bakanı Şahbaz Batti’in öldürülmesi aslında her şeyi anlatmaktadır.
Sıra Suudi Arabistan’da mı?
Dünya kamuoyunun, Tunus, Mısır ve Libya gibi bazı Kuzey Afrika ülkelerinde olan bitenlere yoğunlaştığı bugünlerde gözlerden kaçırılan bir olay var aslında. Bu olay, Bahreyn’deki gelişmelerdir. Bilindiği gibi; Basra Körfezinde bir ada ülkesi olan ve 1971 yılında bağımsızlığını kazanan Bahreyn, küçük ama petrol zengini bir ülkedir. Nüfusun çoğunluğu Şii olmakla birlikte, kuruluşundan beri Sünni azınlığa mensup Emir (kral) ailesi tarafından yönetilmektedir. Görünüşe göre; Şiiler yönetime karşı ayaklanmış durumdadır.
Kanaatimizce Şii nüfusun ayaklanması, Kuzey Afrika ülkelerinde meydana gelenlerden biraz farklıdır ve planlı bir harekettir. Bu plan, BOP çerçevesinde ABD tarafından yapılan bir plandır ve Suudi Arabistan’ın bölünmesini ve Güney Irak’ta kurulan Şii İslam Devleti’nin hayata geçirilmesini amaçlamaktadır. Yani Irak’tan sonra BOP’un ikinci önemli ayağıdır.
Yukarıda dedik ki; haritaya göre Suudi Arabistan, Güney Irak’ta Basra merkezli olarak kurulacak Şii İslam Devleti’ne de önemli ölçüde toprak kaptırmaktadır. Haritaya göre Şii İslam Devleti’ne kaptırılacak bu topraklar, Kuveyt ve Katar’ı dışarıda bırakacak şekilde Suudi Arabistan’ın Basra Körfezi sahil şeridi boyunca uzanarak ta Birleşik Arap Emirlikleri’ne kadar uzanıyor. Muhtemelen Şii nüfusun yoğunlukta olduğu Bahreyn Emirliği de Basra merkezli Şii İslam Devleti’nin sınırları içinde kalıyor.
Suudi Arabistan yönetimi bunun farkında olacak ki; Bahreyn’deki halk ayaklanmasına müdahale etme gereği duymuştur. Medyaya yansıyan haberlere göre; Suudi Arabistan, Bahreyn’deki Şii ayaklanmasının bastırılmasında Sünni Emir ailesine yardımcı olmak maksadıyla bu küçük ülkeye 1000 civarında asker, 150 adet zırhlı personel taşıyıcı, 50 ambulans, su tankeri ve cipler göndermiştir. Anlaşılan Sünni Vahhabi öğretisine mensup Suud Yönetimi, Basra Körfezi’nin Şiilerin etki alanına girmesinden çekiniyor. Hele hele karşı kıyıdaki düşman kardeş Şii İran’ı da dikkate alırsak, Suudi Yönetimi, bu durumdan korkuyor. Onun için de görünüşte Bahreyn Emiri’ni ayakta tutmak ve bu küçük ülkenin normale dönmesini sağlamak amacıyla bu ülkeye çıkarma yapmıştır(1).
İşte asıl tehlike de budur. Hatırlanacağı gibi, Saddam Hüseyin de aynı hatayı yaparak Kuveyt’i işgale kalkışmış, ancak karşısında ABD ve İngiltere’nin öncülüğündeki Batılı güçleri bulmuş, sonra da ülkesinin parçalanmasına sebep olmuştu. Galiba şu anda aynı hatayı Suudi Kralı Abdullah yapmak üzeredir. Anlaşılan ABD, tıpkı Saddam Hüseyin’i pohpohlayıp şişirdiği gibi, Kral Abdullah’ı da şişirmiş bulunmaktadır. Kral Abdullah’ın daha geçenlerde, uzun süreli bir tedaviden sonra ABD’den döndüğü unutulmamalıdır. Anlaşılan Kral Abdullah, sadece hastalığını tedavi ettirmemiş ABD’de. Şişirme faaliyetlerine de muhatap olmuştur. Bu sebeple olacak; vücut sağlığına kavuşayım derken akıl sağlığını yetirmiştir Kral Abdullah!
Bana kalırsa, dünya ikinci bir Saddam ve ikinci bir Irak hadisesi ile karşı karşıyadır. Çünkü batılı ülkeler için petrol, her şeydir ve onlar için esas olan petrolün kontrolünü ellerinde tutmaktır. Eğer öyle olmasaydı, hiç Muammer Kaddafi bu kadar direnebilir miydi? Kaddafi’nin Libya’da yönetimde kalması batılı devletlerin işlerine geliyor ki; Tunus ve Mısır’da başarıya ulaşan halk hareketi Libya’da bir türlü başarıya ulaşamıyor. En azından şimdilik…
Muhammed Essahaf ve Seyfülislam Kaddafi
Bilmem hatırlar mısınız; Irak’ın işgali sırasında Irak Enformasyon Bakanlığı yapan Muhammed Essahaf diye bir adam vardı. Televizyon ve gazete muhabirlerine yapmış olduğu açıklamalarla, ABD liderliğindeki batılı güçlerle adeta tek başına savaşıyordu. Bir ara Iraklı köylüler tarafından av tüfekleriyle düşürülmüş(!) bir ABD savaş uçağını bile propagandasına malzeme yapmış, bu uçağı ve çölde bozulan tankları, Allah’ın Irak halkına bir lütfu, ihsanı ve yardımı olarak açıklamıştı.
Hatta Türkiye’deki İslamcı basın, Irak’ta Muhammed Essahaf’ın propaganda malzemesi olarak kullandığı bu olaylardan hareketle Irak’ta yaşananları Mekke’yi işgale yeltenen ve Kur’an’da da anlatılan(2) Fil Ordusu’na benzetmişlerdi. Onlara göre, Irak’ı işgale kalkışan ABD güçlerinin kumandanı General Tommy Franks ile Fil Ordusu’nun Kumandanı Ebrehe arasında hiçbir fark yoktu.
Her şey bir yana, Irak Enformasyon Bakanı M.Essahaf’ın bizlere öğrettiği bir şey vardı; o da dezenformasyon ve karşı propagandanın ne kadar önemli ve etkin olduğuydu. Hele de savaş ve tabi afetler gibi büyük olaylarda. M. Assahaf’ın Irak savaşında üstlenmiş olduğu rolü, Libya’daki mücadelede Muammer Kaddafi’nin oğlu Süyfülislam Kaddafi üstlenmiş gibidir. Ancak oğul Kaddafi, bu konuda çok başarısız. Çünkü geçenlerde gazetelerde, Kaddafilerin propagandalarına alet etmek maksadıyla çağırmış olduğu bazı batılı gazetecilerin, her götürüldükleri yerde Kaddafilerin aleyhine olan manzaralarla karşılaştıklarına ve gazetecilerin Kaddafilerin isteklerine karşı çıkarak ülkelerine döndüklerine ilişkin haberler vardı.
Kuzey Afrika’daki Olaylar BOP’un Eseri mi?
Kuzey Afrika ülkelerinde yaşanan olayların kendiliğinden gelişen halk ayaklanması mı, yoksa BOP’un bir sonucumu olduğu konusunda elimizde kesin veri yoktur. İspanya Başbakanı Zapatero ile birlikte “Medeniyetler İttifakı” çalışmalarının (kimilerine göre de Büyük Orta Doğu Projesi Çalışmalarının) Eş Başkanı olan bizim Başbakan’a bakarsanız, bu olayların BOP’la alakası yoktur. Libya’daki vatandaşlarımızı kısa zamanda tahliye etmekle övünen Başbakanımız, bir yandan Libya’ya askeri müdahaleye karşı çıkıyor, bir yandan da Kaddafi’yi çekilmeye ve görevini halk desteği olan birisine devretmeye çağırıyor. Öte yandan gazete sayfalarına yansıyan bazı resimler, Libya’daki olayların da BOP’un bir parçası olabileceği yönünde kafalarda çok büyük soru işaretleri yaratıyor.
Örneğin 1 Mart 2011 tarihli Milliyet’te yer alan bir fotoğraf bu konudaki kuşkuları tetikler niteliktedir. Fotoğraf, Bingazi’deki isyancılar arasında bulunan bir diplomata ait! Gazete, haberin başlığını “Başkonsolosun en zor görevi” şeklinde atmış. Habere göre, Başkonsolos, Bingazi Havaalanında isyancıların elinde mahzur kalan kendi vatandaşlarını kurtarmak için isyancılarla pazarlık yapmaya gitmiş! Ancak görüntü, hiç de öyle değil. Çünkü bahsi geçen Başkonsolos, bırakın zor görevde olmayı, tam aksine, sözüm ona isyancılarla birlikte gösteri yapıyor gibidir. Hem de kahkahalar eşliğinde. Üstelik bu başkonsolos, ülkesindeki muhalefet tarafından BOP Eş başkanı olmakla itham edilen bir liderin ülkesine mensuptur…
BOP ve Sıcak Takip Meselesi
Terörle mücadele ile başarıda “Sıcak Takip” kavramı oldukça önemlidir. Sıcak takip kavramı, daha çok, sınırdan sızarak içeride eylem yaptıktan sonra tekrar sınır ötesine kaçan teröristlerin, güvenlik güçlerince sınır ötesinde de takip edilerek etkisizleştirilmesi anlamına gelmektedir. Bu kavram, sınır ihlali iddialarını ortadan kaldıran bir kavramdır. Saddam Hüseyin döneminde imzalanan bir anlaşma ile Türkiye böyle bir hak elde etmiş ve bu hakka dayanarak PKK’nın, Irak topraklarında bulunan kamplarına zaman zaman etkili operasyonlar düzenlemiştir.
Saddam Hüseyin döneminde imzalanan bu anlaşmanın, yeni Irak yönetimiyle de yapılması lazım geldiğinden bu anlaşma 15 Ekim 2009 tarihinde Bağdat’ta imzalanmış, ancak Barzani yönetimi, “Sıcak Takip” maddesine karşı çıktığı için anlaşma metninde bu madde yer almamıştır. Bu anlaşma geçenlerde Meclis Dış İlişkiler Komisyonu’na gelmiş ve AKP’nin oylarıyla komisyondan geçmiştir. Umarım, TBMM Genel Kurulu’nda kabul edilmez(3).
Bu anlaşmanın TBMM Genel Kurulu’nda kabul edilip yasalaşması demek, BOP gereğince kurulması planlanan Bağımsız Kürdistan’ın egemenliğinin bir anlamda Türkiye Cumhuriyeti tarafından da tanınması demektir. BOP Eş Başkanı olduğunu en azından reddetmeyen(4) Sayın Başbakan’ın buna izin vermemesini umuyorum. Üstelik genel seçimlere giderken…
15 Mart 2011
Ömer Sağlam
____________
1- Bkz. Milliyet, “Suudiler Bahreyn’e asker gönderdi” başlıklı haber, 15.03.2011.
2-Bkz. Kur’ân-ı Kerim, Fîl Suresi,
3- ükrü Elekdağ’ın konuya ilişkin görüşleri için bkz. Hasan Pulur, “İklim hanımın masalları” başlıklı makalesi, Milliyet, 13.083.2011.
4-Şu sözler Başbakan’a aittir:“Büyük Orta Doğu Projesi’nin (BOP) amaçları ve bu amaçlar içinde Türkiye’nin üstlendiği görev bellidir. BOP, Ortadoğu barışına yönelik olarak kurulmuştur. Bunun yanında bölgenin ekonomik kalkınmasına, özgürlüğüne, kadın haklarına yönelik kurulmuş, eğitim özgürlüğünü daha ileri safhalara taşımak için atılmış bir adımdır. BOP çerçevesinde Türkiye’ye de görev verilmiştir ve Türkiye de bu görevi üstlenmiştir…”(bkz.
Bir yanıt yazın