Kıbrıs’ın Stratejik Önemi ve Sorunun Başlangıcı

Türkiye'nin müzminleşen bir sorunu olan Kıbrıs sorununu anlamak için elbette Kıbrıs'ı salt stratejik açıdan değerlendirmek sağlıklı olmaz. Aynı şekilde Kıbrıs'ın stratejik önemini ele almadan Kıbrıs sorununu anlamak da bir o kadar yanlış olur. - kibrisTürkiye’nin müzminleşen bir sorunu olan Kıbrıs sorununu anlamak için elbette Kıbrıs’ı salt stratejik açıdan değerlendirmek sağlıklı olmaz. Aynı şekilde Kıbrıs’ın stratejik önemini ele almadan Kıbrıs sorununu anlamak da bir o kadar yanlış olur.

Doğu Akdeniz’in en büyük, Akdeniz’in ise üçüncü büyük adası olan Kıbrıs; Türkiye, Suriye, Lübnan, İsrail, Filistin, Mısır, Yunanistan ve Libya’nın ortasındadır. Kıbrıs adasına komşu ülkelerden en yakın ülke yalnızca 65 km ile Türkiye, Kıbrıs adasına en uzak ülke ise 965 km ile Yunanistan’dır(1). Kıbrıs, Avrupa haritasında gösterilmesine rağmen coğrafi olarak Orta Doğu’da kabul edilmektedir(2). Bunun yanında Asya, Afrika ve Avrupa’nın merkezi bir konumunda olan Kıbrıs, Girit ile birlikte su geçiş yollarının kesiştiği bir hattadır. Kıbrıs adasının konumu Anadolu ve Ortadoğu arasında bir durak noktası gibidir. Osmanlı Devleti’nin de adayı fetih nedeni bu olmuş, geçen gemilere yapılan korsanların verdiği zararlar üzerine Kıbrıs II. Selim döneminde 1571’de fethedilmiştir. Adanın bu merkezi konumundan ötürü İngiltere başta sömürge yollarının güvenliğini sağlamak amacıyla Kırım Savaşı sonrası yaptığı bir antlaşma ile 1878’den itibaren geçici olarak Kıbrıs’ın yönetimini devralmıştır(3). İkinci Dünya Savaşı sonrası dekolonizasyon döneminde ise İngiltere dünyanın birçok yerinde olduğu gibi adadan çekilmek zorunda kalmışsa bile halen üs bulundurmaktadır. Kıbrıs’ın dünyanın en yoğun ve gündemde çatışma alanı olan Filistin bölgesine yakın olması da Kıbrıs’ın stratejik önemini artıran faktörlerdendir. Ayrıca Kıbrıs özellikle son zamanlarda yapılan Ortadoğu açılımları ile bulunduğu bölgede ticaret ve turizm için bir cazibe merkezi olabilecek bir konuma ve coğrafyaya sahiptir.

Kıbrıs, Soğuk Savaş döneminin en sıcak bunalım alanlarından birisi ve Türk Dış Politikası’nın özellikle 1960-80 döneminde öne çıkan bir sorunudur. Soğuk Savaş’ta ABD’nin Avrupa’daki ortağı olan İngiltere tarafından SSCB’ye karşı bir üs olarak kullanılan Kıbrıs, İngiltere’nin Ortadoğu’ya nüfuzu için de önemli stratejik bir mevzidir(3). Soğuk Savaş döneminde iki kutuplu bir dünyada iki NATO devletinin karşı karşıya gelmesine neden olması Kıbrıs’ın stratejik açıdan ne denli önemli olduğunun güçlü bir kanıtıdır. Ayrıca; 6 Eylül olayları, Kıbrıs Barış Harekatı, Türkiye ile ABD ilişkilerini derinden etkileyen Johnson mektubunun nedenlerine baktığımızda bu olayların Kıbrıs’ın stratejik açıdan Türkiye, bölge ve dünya için arz ettiği önem ile doğrudan ilintili olduğunu görürüz. Özellikle, Türkiye’nin bulunduğu coğrafyada şu kesindir ki “Kıbrıs’ı ihmal eden bir ülkenin küresel ve bölgesel politikalarda etkin olabilmesi mümkün değildir”(4). Ortadoğu petrol havzası, Bakü-Ceyhan hattı ve Nabucco projesi hesaba katıldığında özellikle ilerleyen yıllarda adanın bu geçiş konumundan ötürü önemini daha da artıracağı anlaşılacaktır. Hatta Güney Kıbrıs’ın AB üyeliği sayesinde AB de Ortadoğu’ya müdahil bir konum kazanmıştır ve bunu yaparken gelecekte bu bölgenin enerji hatlarının merkezi olabileceği hesaba katılmıştır. Böylesi bir ortamda Türkiye’nin Kıbrıs’ı göz ardı ederek oluşturacağı bir dış politika stratejisinin yürümeyeceği kesindir. Ancak, Türkiye’nin dünyaya açılma ve bölge gücü olmasının önünde Kıbrıs sorununun çözülmeyen ve çözülmesine pek olası bakılmayan bir sorun olarak durması elbette ciddi bir handikaptır. Şunu belirtmek isterim ki gerek iç gerek dış siyasette birçok alanda revizyona giden Türkiye’nin Kıbrıs sorununu olduğu gibi bırakarak yoluna devam etmesi uzun vadede önemli sorunlara neden olacaktır.

Türkiye’nin Kıbrıs sorununun başlangıcından itibaren izlediği politika ile ilgili olarak idare-i maslahat, yani durumun gereklerine göre hareket etmekte olduğu değerlendirmesi yanlış olmaz. Bu değerlendirmedeki en büyük neden sorunun başlangıcından itibaren Türkiye’nin takındığı tutumun değişkenliğinden ziyade Türkiye’nin Kıbrıs sorununa müdahil oluşunun kendi inisiyatifinde olmadan, İngiltere’nin teşvik ve desteği ile olması nedeniyledir. Cumhuriyet’in ilk yıllarında farkında bile olunmayan Kıbrıs’ın bundan sonraki dönemde Türkiye’nin belli başlı dış politika konusu olması sorunun asıl Kıbrıs’ta değil, Türkiye’de olduğunu anlamak için yeterlidir. Türkiye ise harcadığı kaynaklarının yanı sıra aldığı sonuç neticesinde Kıbrıs’ın Enosis ile Yunanistan’a dahil olmasını önlemiştir ama adada uluslararası alanda haksız duruma düşerek “işgalci güç” olarak tanınmaktadır ve KKTC’nin statüsü sorunu halen çözülememiş bir sorundur.

İngiltere, çekilme sürecinde üslerini sağlama almak amacıyla ürettiği politikalarla arabulucu rolünü üstlenerek gerek siyasi gücüyle, gerek stratejisini iyi kullanarak adada bulunan varlığını askeri üs olarak bugüne kadar taşıma başarısını göstermiştir. İngiltere’nin lojistik, istihbarat ve hava desteği gibi konularda Ortadoğu’da ve Akdeniz’deki gücünü korumak için ve özellikle Ortadoğu’dan petrolün akışının güvenliğini sağlamak için Kıbrıs’a ihtiyacı vardır.(5)
Yunanistan ise başından beri hatta Osmanlı Devleti’ne karşı Yunan isyanının başladığı 1821 yılından beri bu hayallerini gerçekleştirmenin peşindedirler. Hayalini kurdukları Kıbrıs’ı kendi topraklarına dahil etme (Enosis) idealini resmi olarak hayata geçirememişse bile Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin 2002 yılında AB’ye girişi ile Yunanistan’ın Enosis hayali neredeyse gerçek olmuş gibidir. Üstelik bu şekilde Güney Kıbrıs konusunda siyasi ve ekonomik olarak arkasına AB desteğini alan Yunanistan, mevcut durumda en avantajlı olan taraftır. Bunu tutarlı stratejisi, haklılığına olan inancı ve adadaki iç dengeleri gözetmesine borçludur.

Birinci Dünya Savaşı ile İngiltere 5 Kasım 1914’te Kıbrıs’ı resmen ilhak etmiş ve Türkiye de içinde bulunduğu şartlar nedeniyle Lozan Antlaşması ile ilhakı tanımıştır(6). Gerçi İngiltere egemenliğini ilan ettikten bir sene sonra Kıbrıs adasını Yunanistan’a Sırplara karşı yardım karşılığı vermeyi vaad etmişse de tarihin garip bir cilvesi olarak Yunanistan bunu kabul etmemiştir.(7) Bundan sonra adadaki Türk nüfusu hem Türkiye’nin ilgisizliği hem İngiliz idaresi nedeniyle büyük oranda göç etmiştir. Yunanistan ise bunun tam tersini yaparak adadaki Rum nüfusunu azaltmak yerine artırmıştır. Yunanistan’ın 1878’de İngiltere’nin Kıbrıs adasının yönetimini üstlenmesinden itibaren her fırsatta enosis taleplerini dile getiren Kıbrıslı Rumların bu doğrultudaki çabaları İkinci Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında yoğunlaşmıştır. Kıbrıs’taki Rum hareketi ise iki liderliğe sahiptir. Bunlardan birisi komünist eğilimleri olan AKEL, diğeri Kıbrıs Rumlarının yüzyıllardır yöneticisi konumunda olan kilisedir(8). Yunanistan, enosisi amaçlayan bir strateji izleyerek İkinci Dünya Savaşı sonrası Kıbrıs politikasında ilk olarak BM’ye başvuru yaptığı 1954’e kadar bu sorunu sadece İngiltere ile çözmeye çalışarak self-determinasyon görüntüsü vermeye çalışılmıştır. BM Genel Kurulu’ndan Kıbrıslı Rumların arzuladığı bir sonuç çıkmayınca da Yunan hükümetinin isteği üzerine EOKA kurularak silahlı eylemler yapılmaya başlanmıştır.(9)

Türkiye Lozan antlaşmasıyla Kıbrıs’ta İngiliz yönetimini kabul ettikten sonra Kıbrıs’la ilgili herhangi bir politika üretmemiştir. Bu dönemde Kıbrıs’ı adeta yok saymış, Kıbrıs sorunu diye bir sorununun olmadığını söyleyerek, Yunanistan ile iyi olan ilişkilerin bozulmaması arzusu ve İngiltere’nin Kıbrıs’ı bırakmayacağına olan güvenle 1950’de Necmettin Sadak “Kıbrıs meselesi diye bir mesele yoktur. İngiltere hükümeti Kıbrıs adasını bir başka devlete terk etmeyecektir.” demiştir ve aynı görüşü DP’li selefi Fuat Köprülü de tekrarlamıştır(10). Yunanistan’ın BM’ye self-determinasyon için başvurusunun ardından İngiltere’nin teşvik ve desteğiyle Türkiye Kıbrıs’ı gündemine alma ihtiyacı duymuştur. Kıbrıs’ı birkaç sene öncesine kadar umursamayan, Kıbrıs konusunu CHP ve DP’nin parti programlarına dahi almadığı Türkiye Kıbrıs’taki Türklerin siyasal örgütlenmeleri ve bu heyetlerin Ankara ziyaretleri ile sorun gündeme gelerek konuyla ilgilenmek durumunda kalınmıştır. 1950’de DP iktidarıyla ilk etapta sorunun Yunanistan ile dostluk çerçevesinde çözümlenmesini amaçlanmış ve İngiltere’nin adadaki egemenliği bu noktada desteklenmekle yetinilmiştir.

Papagos liderliğindeki Yunanistan’ın BM’ye self-determinasyon için başvurusu, Kıbrıs doğumlu ve gerilla savaşında tecrübeli Yunan Albay Georgios Grivas’ın(11) desteği ile Makarios’un ortaya çıkarak Rumlara liderlik ederek Kıbrıs’ta İngilizlerden bağımsız bir yönetim için başkaldırması üzerine Yunanistan’ın Kıbrıs’ı ihlak edeceği endişesi ve oradaki Türklerin siyasi faaliyetlerinin Türkiye kamuoyunda oluşturduğu baskılarla bu dönemde Türkiye’de “Kıbrıs Türk’tür” söylemi benimsenmiştir. Türkiye ise sorunun çıktığı bu ilk dönemlerde İngiltere ile birlikte hareket ederek BM Genel Kurulu’nda ortak tutum benimsemiştir. Kıbrıs’taki olaylar ve Selanik’te Atatürk’ün evinin bombalanması üzerine Türkiye’de örtülmek istenen sorun açığa çıkmış, bunun hazin bir sonucu olan 6 Eylül olayları nedeniyle Türkiye ve Yunanistan arasındaki o zamana dek sürdürülen iyi ilişkiler derinden yaralanmış ve Türkiye’nin uluslararası prestiji zarar görmüştür. Bu olayın ardından Türkiye tepkilerden de çekinerek İngiltere’nin önerisi ile gündeme gelen teklifleri olumlu karşılamıştır. Ardından, Ankara tarafından adaya yönelik ikinci kez bir politika oluşturularak taksim tezi savunulmaya başlanmıştır(12). Londra Antlaşması ile bu olumsuz havada 1959 yılında resmen kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti; özellikle ada halkının isteklerine cevap vermeyen anayasası ve bağımsız gibi görünmesine rağmen uluslararası antlaşmayla kurulan, garantörlü bir devlet olarak apaçık dışa bağımlılığı nedeniyle siyasi olarak tam bir istikrara kavuşamamıştır. Kurulan devlet ve yapılan anayasa ada halkının, özellikle Türk halkının taleplerine tam olarak cevap verememiştir.

Türkiye; tarihsel, ekonomik ve kültürel bağlara sahip olduğu Kıbrıs’ın enosis ile Yunanistan’a ilhakı durumunda batısından sonra güneyinden de çevrelenmesi sonucunu doğuracağının farkında olarak çevrelenme korkusu ile politikalar üretmek ve yer yer kamuoyunun baskısı ile hareket etmek durumunda kalmıştır. Türkiye’nin taraflardan biri olması ise İngiltere’nin girişimi ile olmuştur. İngiltere, yönetiminden vazgeçtiği tüm ülkeler gibi Kıbrıs’ta da böl ve yönet politikası uygulamış, Türk ve Yunan taraflarını karşı karşıya getirerek Rum-İngiliz karşıtlığını Rum-Türk karşıtlığına çevirmiştir. Yunanistan ise adada Rum nüfusun fazlalığının etkisiyle adada egemenlik iddiasında bulunmuş ve bunu her fırsatta yinelemiştir. Bu amaçla EOKA örgütünü kurdurarak adada kendi denetiminde bir bağımsızlık hareketine önayak olmuştur.

Kıbrıs’ın bir sorun olarak ortaya çıkması tarihsel olarak her ne kadar Osmanlı dönemine kadar dayandırılabilse de Türkiye’nin dış politikada tek taraflılığı ve Yunanistan’ın terör hareketlerine destek vermesi, İngiltere’nin adadan çekilmemek adına entrikalarla tarafları karşı karşıya getirmesi sorunun siyasi kökenini oluşturmaktadır. Ancak, Kıbrıs konusunda adanın kendi iç dinamiklerini hesaba katmayan devletlerin bu tutumu halklar arasındaki sorunu daha da derinleştirecek ve anlaşma gitgide zorlaşacaktır.

Kaynaklar:
1-www.kibris.gen.tr/kibris
2-https://www.cia.gov/library/publications/the-world-factbook/geos/cy.html
3- Melek Fırat, Türk Dış Politikası, Ed. Baskın Oran, Cilt I, 15. Baskı, 2009, İstanbul, İletişim Yayıncılık, sy 596
3-Brendan O’malley, Ian Craig; The Cyprus Conspiracy, New York, I. B. Publications, 2002, sy 3
4- Ahmet Davutoğlu, Stratejik Derinlik, sy 176
5- Brendan O’malley, Ian Craig; The Cyprus Conspiracy, New York, I. B. Publications, 2002, sy 7
6-Tahsin Demiray, Tarihin Işığı Altında Kıbrıs, sy 19
7- Brendan O’malley, Ian Craig; The Cyprus Conspiracy, New York, I. B. Publications, 2002, sy 8
8-Melek Fırat, Türk Dış Politikası, Ed. Baskın Oran, Cilt I, 15. Baskı, 2009, İstanbul, İletişim Yayıncılık, sy 596
9-age, 600
10-age, 598
11- Brendan O’malley, Ian Craig; The Cyprus Conspiracy, New York, I. B. Publications, 2002, sy 10
12- Melek Fırat, Türk Dış Politikası, Ed. Baskın Oran, Cilt I, 15. Baskı, 2009, İstanbul, İletişim Yayıncılık, 604

Çağrı Koşak, Ekopolitik, Uluslararası İlişkiler Masası

22 Şubat 2011


Yazıları posta kutunda oku


Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir