İlahiyat profesörü Orhan Çeker’i şahsen tanımam. Ancak yaklaşık on yıldır ismen tanıyorum kendisini. Yıl 2001 veya 2002 idi. Türkiye Diyanet Vakfı Eğitim Kültür ve Sosyal Hizmetler Müdürü sıfatımla, her sene olduğu gibi o sene de yine vakıf tarafından organize edilen Kutlu Doğum Haftası’nın hazırlık çalışmalarını yürütüyordum. Hafta münasebetiyle düzenlenecek ilmi panelin katılımcılarını tespit ediyorduk. Genel Müdürlükten verilen talimatta, Konya Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Orhan Çeker ile de görüşmem ve adı geçenin konuya ilişkin görüşünü de almam isteniyordu.
Çaresizce aradım Prof. Orhan Çeker’i. Hay aramaz olsaydım! Adam telefonda tam iki saat bana nutuk çekip, kafasına göre isimler önerdi. Anladığım kadarıyla daha önce kendisinden bu konuda bir çalışma yapması istenmiş, o da panele katılacak isimleri tek tek belirlemişti. Orhan Çeker, tespit ettiği isim listesini vakıf merkezine fakslamak yerine, bana telefonda tek tek söyleyip yazdırdı. Abartmıyorum bu konuşma galiba iki saat sürdü. Yüzlerce isim yazdırdı adam. Bu arada hem elimi yordu hem de kulağımın tözüne etti tabi. Onun için hiç unutmuyorum bu ismi.
“Bülbülün çektiği dili belasıdır” hesabı, Prof. Dr. Orhan Çeker, öyle bir laf etti ki; Türkiye’de taraflı tarafsız herkesin tepkisi çekti. Galiba bu konuda sadece Saadet Partisi Konya İl Teşkilatı destek çıktı kendisine. Orhan Çeker’in, hafif yollu kıvırtarak avukatı aracılığı ile yapmış olduğu açıklama ise evlere şenlik türünden. Şöyle diyor hoca; “Ben İslam Hukuku öğretim üyesiyim. Bu sebeple ifadelerimin adli açıdan değil, dini açıdan yorumlanması bir zorunluluktur”(1). Anlaşılan Orhan Çeker, Türkiye Cumhuriyeti’nin, yaklaşık bir asırdır modern hukukla yönetilen bir ülke olduğunun henüz farkında değil. O, Türkiye’nin halen şer’i kanunlarla yönetilmekte olduğunu sanıyor!
“Ajda Pekkan: Kadın Araba Gibidir (Dikkatli Sürülmelidir!)” başlıklı yazımızın “Zekâsından Zoru Olan Çirkin Bir İlahiyatçı Orhan Çeker” ara başlıklı bölümünde de yer verdiğimiz üzere; Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Orhan Çeker, TBMM’ye sunulan ve muarızları tarafından “Hadım Yasası” olarak nitelendirilen yasa hakkındaki görüşlerini açıklarken şöyle demiş:
“Sorunun odağında kim var? Kadın var. Kardeşim sen dekolte giyinirsen bu tür çirkinliklerle karşılaşman sürpriz olmayacaktır. Tahrik ettikten sonra sonucundan şikâyet etmen makul değildir. Bu konuda suçu işleyenleri savunduğum anlaşılmasın. Elbette işlenen suç son derece iğrençtir. Lakin bu suçun işlenmesinde dekolte ve tahrik edici kıyafetler giyinen kadının da etkisi küçümsenmeyecek kadar büyüktür. Bu konuda tabii ki erkek suçludur, ama kadının da suçu göz ardı edilirse meseleyi çözümde yanlış adım atmış oluruz. Bu olayda her iki taraf da suçludur”(2).
Yukarıda bahsi geçen yazımızda olduğu gibi(3) önemine binaen tekrar edelim ki; İlahiyatçı Orhan Çeker’in “Sorunun odağında kim var? Kadın var. Kardeşim sen dekolte giyinirsen bu tür çirkinliklerle karşılaşman sürpriz olmayacaktır. Tahrik ettikten sonra sonucundan şikâyet etmen makul değildir…” biçimindeki açıklamaları, adı geçenin, taciz ve tecavüz suçlarında asıl etkenin kadınların giyim tarzları olduğuna inandığını göstermesi bakımından kayda değerdir. Bu sözleriyle adı geçen profesör, dekolte giyinen kadınlara yönelik cinsel taciz ve tecavüzlerin, tesettürlü kadınlara yönelik taciz ve tecavüzlere nispetle meşru olmasa bile en azından “Hafifletici sebep”e dayanması gerektiğini savunuyor gibidir. Yani adı geçene göre dekolte giyim, taciz ve tecavüze davetiye çıkarmaktadır, onun için bu tür giyim tarzı ceza kanunları karşısında hafifletici sebep veya tahrik unsuru sayılmalıdır. Doğrusu dekolte giyinenlerin gözlerini korkutmak için iyi bir taktik! Oysa ben eminim ki; Sayın Profesör de biliyor ki; cinsel taciz ve tecavüzün en galiz şekilde yaşandığı yerlerden birisi de kırsal kesimlerdir. Yani tesettürün, şehirlere göre çok daha yaygın olduğu yerleşim yerleri demek istiyorum. Üstelik kırsalda, insanlar bırakın karşı cinsleri taciz etmeyi, hayvanları hedef alan cinsel taciz hatta tecavüzlerde bile bulunmaktadırlar…
***
Aynı zamanda bir hadis profesörü de olan çiçeği burnunda Diyanet İşleri Başkanımız Sayın Mehmet Görmez, ’’İslam dininde hem kadına hem de erkeğe kendi cinsiyetini insanlığın önüne geçecek şekilde teşhir etmede eleştiriler, yasaklar söz konusudur. Ama bunlar hiç bir zaman ne taciz ne de tecavüze mazeret olarak gösterilemez’’(4) diyerek, İslam Hukuku Profesörü Orhan Çeker ile aynı kanıda olmadığını açıklamış bulunmaktadır. Bu görüş, Diyanet’in kurumsal görüşü müdür, yoksa Sayın Görmez’in şahsi görüşü müdür emin değiliz! “Emin değiliz” lafını özellikle kullanıyorum. Çünkü Diyanet İşleri Başkanlığı’nda Müftü, Vaiz ve İmam-Hatip unvanlarıyla çalışan bazı din adamlarının Orhan Çeker’in görüşleriyle birebir örtüşen görüşleri vardır.
Öte yandan Diyanet’te çeşitli unvanlarda çalışan personel arasında muhtemelen hem Orhan Çeker’in yakın arkadaşı olan bazı kişiler ve hem de onun yetiştirdiği birçok öğrenci de çalışmaktadır. Çünkü adı geçen, 1977’den beri, yani S.Ü.İlahiyat Fakültesi’nin Konya Yüksek İslam Enstitüsü olduğu yıllardan beri aynı okulda görev yapmaktadır. 1980 yılında Bağdat’ta Mustansıriye Arap Dili Enstitüsü’nü de bitirdiği anlaşılan Orhan Çeker, 1996 yılından beri aynı fakültede profesör olmakla(5), herhalde Diyanet’e binlerce din adamı yetiştirmiş olmalıdır. Böyle olmasa bile, Diyanet İşleri Başkanlığı’nda çalışan bazı din adamlarının, Orhan Çeker’in görüşleriyle de örtüşen öyle görüşleri vardır ki; işte bu tür görüşler, Sayın Görmez’in açıklamalarını, en azından Diyanet çalışanlarının ortak görüşleri değil, Sayın Başkan’ın şahsi görüşü gibi algılamamıza sebep olmaktadır. Ayrıca aynı konuda Fıkıhçı Orhan Çeker ile Hadisçi Mehmet Görmez’in birbirine zıt düşünceler açıklamaları, fıkıhçılarla hadisçilerin diğer birçok konuda olduğu gibi tesettür konusunda da çatışma içinde olduklarını göstermesi bakımından oldukça önemlidir.
Peki, şimdi yazının başlığında sorduğumuz “Orhan Çeker Aslında Diyanet’in Görüşünü Açıklamış Olabilir mi?” sorusunun cevabını öğrenmeye ne dersiniz? Buyurun o zaman:
Müftü Osman Şener, 2007 yılında Bolu’nun Mudurnu İlçesi’nde Müftü olarak görev yaptığı sırada yapmış olduğu Cuma vaazında şunları söylemiştir;
“Dayımın kızı elimi öptü, komşu teyzenin elini öptüm, yok böyle şeyler. Nikâh düşer. Nikâh düşen kişinin elini öpemezsin. Bazıları diyor ki, ’Benim kalbim temiz’. Senin kalbin ne kadar temiz olabilir ki? Senin kalbin Hazreti Peygamber’in kalbinden daha mı temiz? Peygamberimiz hiç kadınların elini öpmedi. Yanlış işler bunlar… El öpme konusunda genç oluyor, nikâh düşüyor. Ya da ’uzaktan geldiler’ diye öpüşüyorlar. Fitneye meydan vermemek için dikkat edilmesi gerekir…”(6).
Müftü Osman Şener’in yukarıdaki sözleri, aklı, şeyinin ucunda olan erkekler açısından düşünüldüğünde bir nebze de olsa sindirilebilir cinstendir. Ancak İstanbul’da Fatih Sultan Mehmet Camii’nde İmam-Hatip olarak görev yapan Hasan Hakyemez’in sözleri, tam da Orhan Çeker’in tartışma yaratan sözlerini tamamlar niteliktedir. 2007 yılında yapmış olduğu bir vaazda şöyle demiştir Hasan Hakyemez:
“Eşini çalıştıran adamın biri gelerek, karısının kendisini patronu ile aldattığını söyledi. Bakın, karılarınızı çalıştırmayın, günaha girersiniz. Çünkü kadının 9 nefsi var. Hangisine hâkim olsun. Erkeğin tek nefsi var ve buna hâkim olabiliyor. Bunları kendim uydurmuyorum. İslam’ın emrini tebliğ ediyorum”(7). Soyadı Hakyemez olan bu Diyanet çalışanının, özellikle çalışan kadınlar ile onların eş ve çocuklarının haklarını yediği kesindir.
Bu türden enteresan söz ve davranışlarda bulunan diğer bir Diyanet çalışanı da Abdullah Cihangir’dir. Pamukova ve Zeytinburnu gibi ilçelerde müftülük yaparken şahsen tanıma fırsatı bulduğum, ayrıca uzun süre İstanbul İl Müftü Yardımcılığı da yapan Abdullah Cihangir, 2008 yılında Isparta’da düşen Atlasjet uçağında hayatını kaybeden hostes Mümine Bulut’un cenaze namazını kıldırırken, günahtır diye merhumenin tabuta dayalı fotoğrafını kaldırtmış ve cemaatin yakalarındaki fotoğrafları söktürtmüştür(8). Müftü efendi bu kadarıyla yetinse yine iyi. Cenazenin başında namaz için saf tutan cemaate dönüp şunları söylemiştir:
“Yüksek sesle ağlamak, yüzünü gözünü yırtmak bizim dinimizin yasak ettiği cahiliye âdetidir. Kadınların sesi dört duvar arasından dışarıya asla çıkmayacak. Kadın sesi dört duvar arasından çıktı mı bu hayâ perdesinin yırtılmasıdır, Allah korusun…”(9).
İşte size Diyanet’in üç ayrı çalışanından sadır olmuş üç ayrı açıklama. Bu üç açıklamanın ortak paydası ise şudur: Kadınlar, birer cinsel objedir. Bu sebeple kadınlardan uzak durulmalıdır! Bırakın çalışma hayatına atılmayı, sokağa çıkıp namahremlerinin yanında konuşan kadınların bile ar damarı çatlamış, hayâ perdesi yırtılmış demektir. Eşlerini çalıştıran erkekler, aldatılmayı peşinen kabul etmişler demektir! İki müftü ve bir imamın konuşmalarından çıkan sonuç bence budur.
Şimdi bu kabil görüşleri; “Bu sözler, sahiplerine aittir. Diyanet’in görüşü değildir. O sebeple Diyanet’i değil, sadece kendilerini bağlar” deyip görmezden gelmek mümkün müdür? Bana göre; bu sözler ne kadar şahsi ve Diyanet’i bağlamaz ise, Sayın Görmez’in “Dekolte tecavüze mazeret değildir” şeklindeki sözü de o derece şahsidir ve Diyanet’in kurumsal görüşünü yansıtmamaktadır. Netice de, Sayın Görmez de devlet memurudur, diğerleri de. Öte yandan Osman Şener, Hasan Hakyemez ve Abdullah Cihangir, bahse konu düşüncelerini, resmi kimlikleriyle ve üstelik de Mehmet Görmez’in Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı olduğu bir zaman diliminde dile getirmişlerdir(10).
Şu halde, Diyanet’in görüşü hangisidir? Sayın Görmez’in, kurumun en yetkili kişisi sıfatıyla yapmış olduğu açıklamalar, bu açıklamaların “Diyanetin görüşü” olması noktasında tek başına yeterli midir bilmem! Unutulmasın ki; Diyanet İşleri Başkanı Ankara’da ne ise en azından müftüler de bulundukları yerde odur. Başkanın Ankara’da söylediği sözler hangi anlama geliyorsa, müftülerin taşrada söylediği sözler de aynı anlama gelmektedir. Değerlendirme ve kıyaslama yapılırken, bu husus mutlaka dikkate alınmalıdır. En azından dini açıdan…
20 Şubat 2011
Ömer Sağlam
Dipnotlar:
1- Bkz. Milliyet, “Avukatından Dekolte Savunması: Dini Açıdan Yorumlayın” başlıklı haber, s, 17, 19 Şubat 2011.
2- bkz. 16.2.2011 tarihli Habertürk Gazetesi “Dekolte giyene tecavüz ederler” başlıklı haber. Ayrıca bk.
3-bk. Ömer Sağlam, “Ajda Pekkan: Kadın Araba Gibidir (Dikkatli Sürülmelidir!)” başlıklı makalesi,
4- bk.http://www.haber7.com/haber/20110217/Diyanet-Dekolte-tecavuze-neden-degil.php
5- bk.
6– 19.12.2007 tarihli Milliyet Gazetesinde bulunan “Müftüden ’Kadın eli öpmeyin’ vaazı” başlıklı haber.
7– 30.12.2007 tarihli Akşam Gazetesi, “İmamdan Çıldırtan Vaaz: Kadını Çalıştırmayın” başlıklı ve Ercan Öztürk imzalı haber, s. 4.
8- http://www.haberturk.com internet adresinde bulunan 03.12.2007 tarihli ve “Cenazede Fotoğraf Günahmış” başlıklı, http://www.atv.com.tr internet adresinde bulunan 03.12.2007 tarihli ve “İmamın Taassubu” başlıklı, ayrıca internet adresinde bulunan 04.12.2007 tarihli ve “Cenazede Fotoğraf Günahmış” başlıklı haberler.
9- bk. internet adresinde bulunan 25.03.2008 tarihli ve “Yine o imam” başlıklı, internet adresinde bulunan 26.03.2008 tarihli ve “Kadının sesi 4 duvar arasından çıkmayacak” başlıklı ve internet adresinde bulunan 26.03.2008 tarihli ve “İmam, babayla vedalaştırmadı!” başlıklı haberler.
10-Eski bir Diyanet çalışanı olarak, kurumuma fazla haksızlık yapmak istemem. Ancak, yukarıda bazı görüşleri zikredilen din görevlileri hakkında ne gibi bir işlem yapıldığını da doğrusu bilmek isterim. Yani, “Dekolte tecavüze mazeret değildir” diyerek en azından gönü kurtana Sayın Görmez’in adı geçen personel hakkında hangi cezai işlemi yaptığını öğrenmek istiyorum. Şu kadarını da belirmek isterim ki; özellikle İmam-Hatip Hasan Hakyemez hakkında muhtemelen bazı işlemler yapılmış olmalıdır. Çünkü o tarihlerde konu ile ilgili olarak yayınlan bir başka haberde şöyle deniliyordu: TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı Zafer Üskül, “Çalışan kadınlar aldatır” diye vaaz verdiği için hakkında soruşturma başlatılan Fatih Sultan Mehmet Camii İmamı Hasan Hakyemez’e en ağır cezanın verilmesini istedi. Üskül, İstanbul Müftüsü Mustafa Çağrıcı’yı telefonla arayarak, “O imam artık o görevde kalmamalı” dedi. Üskül, Hakyemez’in 21 Aralık’ta Cuma namazı öncesindeki vaazında “çalışan kadınların kocalarını aldatacağına” ilişkin sözlerinin kabul edilemez olduğunu vurguladı. “Kadınlar adına öfkelendim” diyen Üskül, eşinin de 40 yıldır çalıştığını ve bu sözlerin en ağır hakaret olduğunu belirterek, “Bu anlayıştaki bir kişinin hala devlet memuru olabilmesi büyük bir çelişkidir. Bizim politikalarımıza tamamen ters” dedi. Üskül, İstanbul Müftüsü Çağrıcı’nın, kendisine imam hakkında soruşturma başlatıldığını söylediğini ve gereken işlemin kamuoyunda tartışma yaratmayacak şekilde yapılacağı sözünü verdiğini vurguladı” (bkz. 04.01.2008 tarihli Milliyet Gazetesi, “-Çalışan kadın aldatır- diyen imama ceza talebi” başlıklı ve Önder Yılmaz imzalı haber).