Dr. Ali Sak
Federal eğitim ve bilim bakanı Anette Schavan 05.11.2010 tarihinde WAZ gazetesine vermiş olduğu demecinde göçmen çocukların anadilindeki başarılarının karnede yer alması gerektiğinin altını çizerek „tüm okullarda göçmen çocukların anadili derslerindeki yeterliliklerini kanıtlayacak imkanı sağlamalıyız“ dedi.
Alman toplumunun göçmen kökenli ve bilhassa da Türk-İslam bağında olan tüm yabancılara nasıl baktığına son aylarda nihayet hepimiz şahit olduk. Alman siyasileri Sarrazin adında bir Don Kişot sürdüler meydana ve Alman halkının yaklaşık 70%nin düşündüğünü, fakat bir türlü söyleyemediğini açıkça söylettiler ona. Türklerin ve müslümanların ne aşırı doğurganlığı, ne suçluluğu, ne tembelliği, ne de aptallığı kaldı. Sarrazin’in başlatmış olduğu uyum tartışmalarından sonra, cumhurbaşkanı Wulff’un çıkışından daha önemli olarak belki de ilk defa bakan düzeyinde bir siyasetçinin göçmenlerin sahip olduğu yeteneklerin tanınmasını ve desteklenmesini vurgulaması doğrusu bizi umutlandırdı.
İlk defa bir siyasetçi oy kaygısı gözetmeksizin popülizmi ve oportunizmi değil bilimin ve zamanın koşullarını ve gerekçelerini dikkate alarak bir demeç verdi. Sayın bakana göre Almanya’nın yüksek düzeyde eğitimli göçmenlere ihtiyacı var ve bu uzun süre de böyle devam edecek. Bu nedenle yeni bir göç yasasıyla kontrollü bir göç sürecinin önü açılması gerekiyor. Bu yolda tüm bürokratik işlemlerin kolaylaştırılmasını, göçmenlerin yeteneklerinin kabulu ve desteklenmesi gerektiğinin altı çiziliyor. Bu bağlamda ülkede bulunan göçmen gençlerin büyük bir potansiyel teşkil ettiğini ve onların eğitimine çok daha fazla önem vererek faydalanılması gerektiğini söylüyor. Zira sayın bakan iyi bir eğitimin, başarı ve uyumun anahtarı olduğunun bilincinde. Fakat bunun için sadece talep etmek değil toplumun verici olmasını vurgulayarak göçmen gençlere özel olanakların sunulması gerektiğini de özellikle vurguluyor.
Pekala ne gibi olanaklar sunulması gerekiyor? Bakan Schavan: „Göçmenleri sürekli problem olarak görmemek lazım. Bilhassa Ruhr bölgesi gibi göçmen geçmişi olan bir bölgenin göçmen topluluklarla birlikte yaşama konusunda deneyime sahip olması tecrübe bakımından önemli. Göçmenlerin bu bölgeye önemli katkılarının olduğunun bilincindeyiz. Göçmen kökenli gençlerin olumlu yetenekleri de vardır ve bunları, örneğin anadillerindeki başarılarını kanıtlayabilmeleri için notlarının karnelerine işlenmesi ve böylece ek dil yeteneklerini kabul ve takdir edilmesi gerekir. Sadece talep etmek değil, aynı zamanda kabul etme ve saygı duyma kültürünü de oluşturmalıyız.“
Sayın Schavan’a göre 2011 yılından itibaren göçmenlerin sahip oldukları mesleki kazanımları büyük ölçüde kabul edilecek; meslekleri kısmen kabul edilenlere ise ek kurs imkanı sunulacak. Bu şekilde 300.000’e yakın kişiye mesleki rehabilitasyon sağlanacak.
Bunlar güzel ve olumlu demeçler. Önerilerin gerçekleşme olasılığı ise siyasilerin tutarlılığına ve toplumun tutumuna bağlıdır. Zira yeni bir göç yasasının zaruri olduğu tartışılmakta. Çıkacak bu yeni yasanın, içeriğinde göçmenler için yukarıda bahsedilen olumlu yaklaşımların ötesinde, çok daha kısıtlayıcı olacağı kaçınılmazdır. Umarız ki tüm bu tartışmalar neticesinde birisinin adı „Hristiyan Demokrat“ diğerininki „Sosyal Demokrat“ olan iki siyasi partinin 2007 yılında çıkarmış olduğu ve köle yasasını andıran çağdışı göç yasasını aratacak kısıtlamalarla dolu, örneğin zeka testi, aile birleşiminde yaş sınırlaması, Türkiye’den evliliklere değişik bahanelerle kısıtlamalar gibi yeni bir göç ve uyum yasası çıkarmazlar.
Umarız popülizm hevesine kapılıp “Ben sessiz çogunluğun sözcüsüyüm” diyen Sarrazin’in başlatmış olduğu olumsuz havayı gerçek gündeme dönerek yumuşatabilirler. Fakat tüm bu temennilerimize rağmen nihayetinde Alman siyasileri de bahsedilen sessiz çoğunluğun sesi olmaya talep olacaklar. Bu bağlamda, geçmiş dönemde göçmenler konusunda oldukça olumlu demeçler veren NRW eyaleti eski uyum bakanı Armin Laschet bile Sarrazin’in tezlerinin halk tarafından benimsendiğini ve bunun da ciddiye alınması gerektiğinin altını çizmedi mi?
Peki kimdir bu sessiz çoğunluk? Yapılan kamuoyu yoklamalarına göre Alman halkının yaklaşık yüyde 70’i Sarrazin’i gizliden veya açıktan onaylıyor. Bundan da öte, Decker ve ekibinin 2006’da yapmış olduğu araştırmaya göre halkın yaklaşık yüzde 50’si milli menfaatler açısından güçlü bir tek parti ve yüzde 34’ü de tekrar bir „Führer“ (lider) arzuluyor. Yaklaşık yüzde 70’i kısmen de olsa göçmenlerin sosyal sistemi istismar ettiklerini ve göçmen kökenli işsizlerin ülkelerine gönderilmesini doğru buluyor. İşte bahsi geçen ve genel bir tanımlamayla giderek aşırı sağa kayan sessiz çoğunluk…
Göçmenlerin haklarını ilgilendiren konularda Almanya’da bir refarandum düzenlense sonuç ne olurdu dersiniz? Halk ne derse doğru mu der acaba? Bu durumda demokrasi halkın iradesine bırakılmalı mı? İşte tam bu bağlamda popülizme kapılmadan fakat halkın da endişelerini kanalize ederek demokrasinin, bilimin ve insanlığın gereğini yapan siyasilere ve basına ihtiyacımız var. Bu bağlamda biz göçmenler de elbette bir takım sorumlulukları üzerimize almalıyız. Alman halkının kendi kültürünü kayıp etme, kendi ülkesinde azınlık durumuna düşmesinden ve ülkesinin giderek yabancılaşma sürecinde olmasından korkanlara empatiyle yaklaşarak endişelerini ciddiye almalıyız. Alman dostlarımızla daha çok diyalog içerisine girmeli ve endişelerini hafifletmeliyiz. Fakat kendi toplumsal çıkarlarımızı da takip etmeli ve korumalı ve bu şekilde Almanya Türk Toplumu’nu layık olduğu konuma yükseltmeliyiz.
Yazıları posta kutunda oku