Günlerdir çok önemli bir konuyla meşgulüz (?) Ordu’ya, Prof. Dr. Süheyl Batum tarafından yapılan, “kâğıttan kaplan” benzetmesi. Bu benzetmeyi eleştirmek birçok kişinin işine geliyor, hem de o kadar çok işine geliyor ki hepsi geçmişlerini bir anda unutup “orduyu korumak” adına (?) militarist söylemlerde bulunmaya kalkışıyorlar. Aynı kişiler “orduyu darbeye kışkırtan adam” söylemlerini, demokrasiyi korumak (?) adına kullanıyorlar.
Bu tartışmaya taraf olmak bir yana, sadece tartışmayı izleyip, bir siyaset bilimcinin parametrelerine göre değerlendirmeye kalkıştığım zaman, ilk yapmam gereken şey bu konuşmayı dinlemek ve daha sonra tartışmanın boyutlarını tartmak oldu. Örneğin demokrasi kavramı bu tartışmanın neresinde? Demokrasiyi, işlerine gelince sapına kadar anti-militarist, başka zamanlar ise “ordu savunucusu” söylemlerle tanımlayanlar –mesela Bülent Arınç– demokratik toplumun, sadece yeni bir 28 Şubat yaratılmasına izin vermemekle sağlanabileceğini düşünür ve bu amaç uğruna da sapına kadar anti-militaristtir. Fakat mesela 27 Nisan “E-Muhtırasını” bizzat kaleme aldığını söyleyen Yaşar Büyükanıt Paşa Hazretleri onlar için bir nimettir. Onu yerenler yargılanmalıdır. Hatta suç duyurusu bizzat Başbakan tarafından yapılmalıdır. Çünkü Paşa Hazretleri “demokrasiden (?)” yana olmuştur.
Şimdi benim bu yazdıklarımın aynen Süheyl Batum olayında olduğu gibi, orduyu darbe yapmadığından dolayı suçladığımız anlamına çekilmemesi için, bu meseleyi, iki söylemi de açıklığa kavuşturarak netleştirmek istiyorum.
Örneğin, e-muhtırayı yazanlar darbe yapmadılar, yapsın da demiyoruz zaten. Ama kendi görüşlerini, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin değerlerini, yani 27 Nisan’da yazdıklarını bir çırpıda çiğnediler. Evet demokrasiyi rafa kaldırmadılar, zaten buna hakları da yoktu. Ama iktidar tarafında yer alarak siyasi çamurdan paylarına düşeni aldılar. Onun için bugün kimse onları minnetle anmıyor.
27 Mayıs 1960 ve 12 Eylül 1980 tarihleri sonrasında bu ülkede olan şeyler demokrasiyle uyuşuyor muydu? Ordu 27 Mayıs’ta “bir diktayı yıkmak”, 12 Eylül’de ise “kaybolan devlet otoritesini yeniden tahsis etmek” istemişti. Bu harekâtları “şanlı ordumuz” çığlıklarıyla karşılayan birçok kişi olmuştu. Fakat yıllar geçtikçe resmi belgeler açıklanıyor ve 12 Mart da dâhil tüm bu harekâtların yabancı orijinlerle, küresel anlamda idare edildiğini ve asıl amacının toplumları tek bir elden dizayn etmek olduğu ortaya çıkıyor. İşte nasıl ki tüm bu bizim gerçek “şanlı ordumuz” ile uyuşmayan eylemler tüm ordumuza mal edilemezse, “kağıttan kaplan” benzetmesi de TSK’yı bir bütün olarak hedef alamaz.
Sonuç itibariyle bu benzetme, Türk Silahlı Kuvvetleri’ne bir bütün olarak değil, bilakis bu kurum içinde yükselmiş, en tepelere kadar çıkmış, fakat değerlerini bir çırpıda çiğnemiş olanlara atfedilmiştir. Onların vatanseverlikleri kâğıttan bir kaplanınkinden daha fazla değildir.
Saygılarımla
Edgar ŞAR
Bir yanıt yazın