Sayın Başbakan’ın “‘Türkiye buradan çek git’ diyor. Sen kimsin be adam. Ülkemizden beslenenlerin bu yola girmesi manidardır” şeklindeki sözleri, en azından Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ndeki bazı çevrelerde büyük fırtına koparmış bulunmaktadır. Kimdir bu çevreler? Annan Planı’na destek verenler. Yani KKTC’de yapılan referandum sırasında AKP hükümetince de açık destek verilerek “EVET” diyenler. Daha doğrusu “EVET” dedirtilenler. Sağcı ve milliyetçi görüşleriyle bilinen KKTC’nin kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ı alaşağı edip, onun yerine solcu fikirleriyle tanınan ve Annan Planı’na kayıtsız şartsız destek veren Mehmet Ali Talat’ı cumhurbaşkanı seçenler.
Dolayısıyla; KKTC’de, solcu olarak bilinen ve en azından Annan Planı konusundaki düşünceleri Rumların aynı konudaki fikirleriyle örtüşen ve bu halleriyle referandum sırasında AKP tarafından açıkça desteklenen insanların, bugün kalkıp Türkiye’ye karşı “HAS…TİR” pankartları açması, başbakanın deyimiyle gerçekten de manidardır. En azından Başbakan Erdoğan açısından “Besle kargayı oysun gözünü” hesabı bir durumdur bu durum.
İşin en ilginç taraflarından birisi de; bahse konu gösteriyi yapan ve Türkiye’ye yönelik küfürler içeren pankartları açanlara karşı en sert tepkinin Rauf Denktaş tarafından verilmesidir. Hani şu, AKP hükümetince adeta istenmeyen adam ilan edilerek kendisine destek vermek amacıyla Türkiye’den giden gençlerin AKP’nin ikinci adamı Hüseyin Çelik tarafından “Bir avuç çapulcu” olarak nitelendirildiği Sayın Rauf Denktaş’tan bahsediyorum. Bahse konu Rum yanlısı gösteriyi yapanlar hakkında; “Bu soytarıların amacı Türkiye ile Kıbrıs Türk Halkı’nın arasını açmaktır. Biz de Sayın Erdoğan’dan daha fazla öfkeliyiz bunlara” diyerek, hem kendisini cumhurbaşkanlığı koltuğundan eden Erdoğan’a destek vermiş, hem de göstericilere açıkça “SOYTARI” demiştir(1). Erdoğan’ın ve partisinin açık desteğiyle KKTC cumhurbaşkanı olan Mehmet Ali Talat ise aynı konuda kendisine sorulan soruya “YORUM YOK” şeklinde cevap vermiştir(2).
İşin en ilginç yanlarından birisi de, Sayın Başbakan’ın, görüş alışverişinde bulunmak üzere; kendisine ve Türkiye’ye destek veren Rauf Denktaş yerine Mehmet Ali Talat’ı apar topar Türkiye’ye çağırması olmuştur. Ya da Mehmet Ali Talat’ın apar topar Ankara’ya koşması! Anlaşılıyor ki; KKTC’de sergilenen ve iki ülke arasında gerginliğe sebep olan gösterilerin arkasında, muhalifleri tarafından “Kel Talat” olarak da nitelenen Mehmet Ali Talat ve Ferdi Sabit Soyer gibi, Rauf Denktaş ve Derviş Eroğlu’nun politikalarına karşı çıkan CTP(Cumhuriyetçi Türk Partisi)’ye mensup solcu ve Marksist kökenli politikacılar vardır. Mehmet Ali Talat’ın, palas pandıras Ankara’ya gelmesi işte bu sebepledir. Yani suçunu ört bas etme kaygısı…
Bütün bunlara rağmen, Sayın Başbakan’ın konuya ilişkin sözleri de oldukça çirkindir. Zira Başbakanın, Büyük Devlet Adamı Denktaş’ın da büyük bir vukufiyetle tespit ettiği gibi, küçük bir çapulcu ve soytarı grubunun çirkin davranışları sebebiyle küçük de olsa bir devleti ve o devleti kuranları küçümsemesi ve hakir görmesi yakışı kalmamıştır. Çünkü “Beslek” ya da “Besleme” kavramları, bir anlamda “Evlatlık” demek ise de Türk kültüründe daha çok “Boğaz tokluğu karşılığında hizmetçilik eden kişi kız çocuğu” anlamına gelmektedir.
Sözlükler ise “Ev işlerinde çalıştırılan hizmetçi kız” olarak tarif ediyor beslemeyi. “Hizmetçi” ve “ahretlik” gibi anlamlara da gelir besleme ve beslek kavramları(3). Bu bakımdan Başbakan’ın, ayırım gözetmeksizin bütün KKTC halkını “Besleme” olarak nitelemesi şık olmamıştır. Öte yandan KKTC’de yaşayan Türklerin anayurtları Anadolu toprakları olmakla, onların da en azından bizim kadar bu topraklarda hakları ve alacakları vardır. Ayrıca, Türkiye olarak 1974’te askeri çıkarma yaparak Kıbrıs’a yerleşebildiysek, bunun sebebi, orada bulunan Türk varlığıdır. Eğer öyle olmasaydı Türkiye, Kıbrıs’ta değil Lefkoşa’ya da kadar yürümek, sahilden öte bir adım bile atamazdı. Hatta Kıbrıs’ın kıta sahanlığına bile giremezdi. Çünkü Türkiye’nin Kıbrıs’ta hak iddia etmesinin yegane sebebi, orada yerleşik bulunan Türklerdir. Dolayısıyla; her sene Türkiye’den KKTC’ye aktarılan kaynaklara asla israf ya da beslemelere gönderilen yardımlar olarak bakılamaz. KKTC’ye aktarılan kaynaklar, orada yaşayan Türklerin, Anadolu’daki haklarının sadece küçük bir parçasıdır.
Medyada 1998 yılından başlayarak 2010 yılına kadar KKTC’ye aktarılan kaynakların dökümü yayınlandı. 1998 yılında 48 milyon 300 bin lira ile başlayan kaynak transferi, zaman içinde yükselerek 2010 yılında 1 milyar 96 milyon 87 bin liraya çıkmış(4). Türkiye’nin toplam gayrisafi milli hasılası dikkate alındığında devede kulak mesabesinde olan bu rakam için KKTC halkını rencide etmenin hiçbir anlamı yoktur. Hele hele ABD’nin Irak’ta ve Afganistan’da yapmış olduğu harcamalar dikkate alındığında Türkiye’nin KKTC’ye aktardığı kaynakların miktarı, çerez parası bile değildir. Bir yandan “dünyanın 20 büyük ekonomisi içinde 16. büyük ekonomiyiz” diye övüneceksiniz, öbür yandan da her sene, yaklaşık 200.000 kişinin ayakta durması için gönderdiğiniz birkaç yüz milyon TL’nin hesabını yapacaksınız. Bir yandan Üniversite Kış Oyunları için Erzurum’a 600 milyon TL’lik yatırım yapmakla hava atacaksınız, öbür yandan 2006 yılında KKTC’ye göndermiş olduğunuz aynı miktar (627.5 milyon TL)’ın hesabını yapacaksınız. Ayıptır, yazıktır, günahtır. Üstelik Erzurum’a yapmış olduğunuz yatırımlar, bundan sonra büyük ölçüde atıl ve çürümeye terk edilen bir yatırım olacaktır. Oysa KKTC’ye aktarılan kaynaklar öylemi? Türkiye, KKTC’ye kaynak aktarmakla aslında geleceğine yatırım yapmaktadır. Büyük devlet olmak, en başta bazı şeylerin hesabını yapmamayı gerektirir. Tıpkı Erzurum’a yapılan yatırımlar gibi ve tıpkı KKTC’ye aktarılan kaynaklar gibi.
Ayrıca, KKTC eğer bugün büyük ölçüde Türkiye’nin yardımlarıyla ayakta duruyorsa, bunun sorumlusu Türkiye’dir. Çünkü Türkiye, KKTC’ye ne adam akıllı yatırımlar yapmıştır, ne de bağımsızlığının tanınması için uluslar arası kamuoyu nezdinde girişimlerde bulunmuştur. O yüzden de ortalama Türk insanı, uzun yıllardır KKTC adını, ancak ve ancak magazin basınında veya TV’lerin magazin programlarında İbrahim Tatlıses, Serdar Ortaç ve Mehmet Ali Erbil gibi sanatçıların şovları, konserleri ya da kumar oyunları anlatılırken duyabilmektedir. Ya da şımarık zengin çocuklarının yaptıkları aşk (seks) kaçamaklarına ilişkin haberler sayesinde ancak duymaktadır dünyada KKTC diye sözüm ona bağımsız bir ülkenin bulunduğunu.
1970’li yıllarda İmam-Hatip Lisesi’nde öğrenci iken milli güvenlik dersimize Yılmaz Ada isimli bir binbaşı geliyordu. Yanlış hatırlamıyorsam, Kıbrıs Barış Harekâtına da katılmıştı Yılmaz Binbaşı. Belki de harekâttan hemen sonra orada görev yapmıştı. Bir gün derste bize dedi ki;
-“Arkadaşlar, Kıbrıs’taki Türkler şimdi bize diyorlar ki; ‘burası eskiden Yeşil Ada idi. Ancak siz geldiniz, burayı B…. Ada’ya çevirdiniz”.
Yılmaz Binbaşı’dan bunları dinleyince gerçekten de kızmıştım o sözü söyleyenlere. Ancak bugün dönüp bakıyorum da Kıbrıs’ın durumu gerçekten de içler acısıdır. Üstelik bugün, oradaki Türk soydaşlarımızı beslemelikle itham eden bir başbakanımız da var!
Evet; Türkiye’nin Kıbrıs için can verdiği ve kanını akıttığı doğrudur. Ancak bu işi sadece oradaki soydaşlarımız için yapmamıştır Türkiye. Daha çok kendisi için yapmıştır. Çünkü Kıbrıs, Türkiye’nin güvenliği için son derece stratejik ve vazgeçilmez bir konumdadır. Bu sebeple, değil bir grup çapulcu ve soytarı, bütün KKTC halkı ayaklanıp Türkiye’ye cephe alsa Türkiye Kıbrıs’tan yine vazgeçemez. Oysa yok böyle bir şey. Şu anda KKTC’de iktidarda olan parti, Türkiye’ye samimiyetle bağlı olanların partisidir. Yani çoğunluk onlardadır. Dolayısıyla gereksiz çıkışlarla bu insanların onurlarıyla ve izzeti nefisleriyle oynamamak gerekiyor.
Bana kalırsa, AKP, asıl beslemeleri Türkiye’de aramalıdır. Evet, AKP iktidarı 2002’den bu yana Türkiye’de kelimenin tam anlamıyla bir besleme toplum yaratmıştır. Ver erzak paketini al oyu, ver kömür torbalarını al oyu. Getir teşvik ve muafiyeti yarat kendi medyanı. Ver kamu bankalarından ucuz krediyi satın alsın yandaşların gazete ve televizyonları. Bence asıl beslemelik budur. Yani kamu kaynaklarının yandaş kazanma veya siyasi çıkar güdüsüyle birilerine peşkeş çekilmesi olayı. Bakın devletin resmi kurumu olan Türk Dil Kurumu “Besleme” ve “Besleme Basın” kavramlarını nasıl açıklıyor:
“Besleme: Herhangi bir kuruluşu, onun maddî yardımları dolayısıyla körü körüne destekleyen (kişi). Besleme Basın: Çıkar uğruna, herhangi bir kuruluşun veya iktidardaki güçlerin görüşlerini savunan basın”(5).
Devletin resmi kurumu olan Türk Dil Kurumu’nun tarifi budur. Türkiye’de kimlerin besleme, kimlerin de besleyen olduğunu tahmin etmek için başka söze hacet var mı dersiniz? Bana kalırsa Sayın Başbakan bıraksın KKTC halkının beslemeliğini de önce partisinin etrafında kümelenen kendi beslemelerine baksın…
8 Şubat 2011
Ömer Sağlam
_____________
1-5.2.2011 tarihli Milliyet, “KKTC’de ‘Sen kimsin be adam!’ bombası” başlıklı haber, s, 18,
2-Aynı haber,
3-Türkçe Sözlük, c,1, s, 274, TDK Yayını, Ankara, 1998.
4-bk.1 ve 2 nolu dipnotlarda belirtilen haber,
5-bk.3 nolu dipnot.