Genel Sekreter Ban Ki Moon döneminde Birleşmiş Milletler, Kıbrıs konusunda özellikle çok pasif davrandı.
BM’deki diplomatların ve çalışma arkadaşlarının tanımlamasına göre Genel Sekreter çok pasif bir yönetim uyguluyor.
Zaten bu nedenle de BM Genel Sekreteri hakkında ilk kez bir kitap yazılıyor, eleştiren ve eksikliklerini dile getiren.
Söylenenlere göre ayda $40-50 bin Dolar arası maaş almakta, evinin kirası ve her tür gideri de BM tarafından ödenmekte.
Güvenlik Konseyi üyeleri olan Rusya ve Çin kendisini daha ilk günden, çok fazla ortalığı karıştırmaması için uyarmışlar. O da ne yapsın ne suya dokunuyor ne de sabuna, iş yapar gözüküyor sonra da alıyor maaşını ve yan gelip yatıyor.
Rumlar Genel Sekterin etrafındaki personel ile samimiyeti iyice ilerletmişler. Aynı taktiği Avrupa Birliğinde de uyguluyorlar. Tüm komisyonlarda yer almışlar ve Komisyon Başkanının da çevresindekilerle aynı şekilde samimi olmuşlar.
Gerek BM’de, gerekse de AB’de daha toplantılar başlamadan nelerin konuşulacağını ve nasıl bir kararın çıkacağını biliyorlar ve ona göre strateji geliştiriyorlar. Toplantıyı yapacak kişilere her yönden saldırıyorlar ve istedikleri kararı gerek baskı ile, gerek dostlukla gerekse de şantajla çıkarttırıyorlar.
En bilinen taktikleri saldırmak ve suçlamak. Yalan da olsa bir gerekçe uydurup saldırıyorlar ta ki geri adım attırana kadar.
Rumların taktikleri belli.
İlk hedefleri öncelikle Kıbrıs Türk halkını ekonomik sıkıntılara gömmek ve pes ettirmek. Bu nedenle de KKTC’yi ekonomik olarak çökertmek amacı ile izolasyonların sürdürülmesi ve ambargoların devam etmesi için, gerek AB’de gerekse de BM’de elden geleni yapıyorlar.
Zaten şu anda yaşanılan ekonomik krizin kökeninde, BM Güvenlik Konseyi’nin insan haklarına aykırı olarak aldığı 541 ve 550 No.lu kararlardan sonra Kıbrıslı Türklere dünyanın geri kalan ülkeleri tarafından uygulanan ambargolar yatıyor. Bu ambargolar ve izolasyonlar uzun vadede KKTC ekonomisini iyice sıkıntıya soktu.
Gerçekte Kıbrıslı Türkler üretebilecek, ihracat yapabilecek ve dünya ile ticareti arttıracak yeteneklere sahip çalışkan, işbilen ve zeki insanlar. Kendilerini kıskaca alan bu ambargolar olmasaydı, zaten ekonomileri de bu denli sıkıntıya girmezdi.
Rumların ikinci hedefleri de, KKTC’nin ekonomik olarak çökmesinden sonra Kıbrıslı Türkleri anlaşmaya zorlamak ve istediklerini kabul ettirerek tekrardan adanın hakimiyetini ele geçirmek.
İşin kötü tarafı, her “Türkiye-AB Müzakere İlerleme Raporu” hazırlandığında Rumlar bu raporun içine yeni bir istem ekliyorlar ve bu istemleri de yayınlanan raporun içinde resmen yer alıyor ve belgeleniyor.
Bir müddet sonra Avrupa Birliği, yıllardır sadece Rumların isteklerinin yer aldığı bu raporlardan bir “Kıbrıs Müktesebatı” oluşturacaklar ve masaya koyacaklar. Adaya barışın gelmesi için de bunların yapılması gerekmektedir diyeceklerdir, inanarak ve de içtenlikle.
Avrupa Birliğinde, “Direkt Ticaretin Uygulamaya Konacağı” masallarına inanmamak gerekir. Bu tüzük kabul edileli tamı tamına yedi yıl oldu ve hala daha yürürlüğe girebilmiş değil. Asla da bu tüzük işlerlik kazanamayacak ve Kıbrıslı Türkler de AB ile hiçbir zaman direkt ticaret yapamayacak.
Şimdi Avrupa Birliği’nin hedefi, Türkiye’yi AB ile katılım müzakerelerini yaptığı masadan kalkmaya zorlamak ve Kıbrıs’ta istedikleri gibi bir çözümü de dikte ettirmek.
AB-Türkiye müzakerelerinin tıkandığı artık kocaman bir gerçek. Avrupa Birliği müzakereleri koparmak için her yolu deniyor. Rapora konan istekler ve koşullar adeta konuşuyor ve “Türkiye’yi aramızda istemiyoruz” diyor.
Gerek Türkiye’nin gerekse de KKTC’nin yeni bir AB ve Kıbrıs stratejisi belirlemesi ve birlikte uygulamaya koymaları gerekiyor.
Prof. Dr. Ata ATUN
Bir yanıt yazın