Türkiye ve Azerbaycan’da Din – Devlet Münasebetleri
Türk dünyasında entellektüel ve sanat seviyesi açısından Azerbaycan’ın müstesna bir yeri vardır. 22 Ocak’ta Milli ve Beynelhalk Araştırmalar Merkezi’nce Bakü’de düzenlenen “Türkiye ve Azerbaycan’da Din ve Devlet Münasebetleri” konulu toplantı’da bu kanaatim daha da pekişti. “Azerbaycan’dan orijinal fikir sahibi mütefekkir çıkmıyor” şeklindeki dinleyici şikayetine karşı Konstanz Üniversitesi Uluslararası İlişkiler profesörünün Avrupa merkezli orijinal teori çıkmadığı şikayetini hatırlattım.
“Dine ve İnanca Dayalı Müsamahasızlığın ve Ayırımcılığın Bütün Şekilleriyle Ortadan Kaldırılması Hakkında BM Beyannamesi Işığı’nda Laiklik Tatbikatları” başlıklı tebliğime başlarken Tunus’ta yaşanan hadiselerin devlet-din ilişkileri boyutuna işaret ettim. Bir ay önce, İslam dünyasında en laikçi (laik olmayıp laiklik kisvesi altında halka baskı yapan) devletin hangisi olduğunu sorsalardı cevabım Tunus olurdu. En teokratik Müslüman devletin hangisi olduğunu sorduğumda bir kısmı İran, diğerleri Suudi Arabistan dediler. Bütün yönleriyle dikkate alındığında Suudi Arabistan İran’dan biraz daha teokratiktir. Halkından kaçan Tunus liderini kimse kabul etmezken Suudi Arabistan kol kanat germiştir. Ayıkla pirincin taşını.
Azerbaycan’ın bugünlerde tartıştığı konu hicap (başörtüsü) meselesi. İki devlet, bir millet bu konuda birbirine benzemez, İnşallah. Hükümet ilk ve ortaöğretimde kızların başörtüsü giymelerini yasaklamış. Üniversite için problem yok. Toplantının seyri 19. asırdan günümüze din-devlet münasebetleri olduğu halde başörtüsü meselesine gelince ortamın ateşi yükseldi. İlginç bir bakış açısı ise İslam ve Hıristiyan dünyasında dini hassasiyet bakımdan Azerbaycan’ın son derece geri olduğu. Avrupa’nın dindar ülkelerinde haftada en az bir kere kiliseye gitme oranı %70 civarında iken bu rakam Fransa’da yaklaşık %20 imiş. Azerbaycan’da haftada en az bir kere camiye giden ise %3 civarında. İlköğretim ve ortaöğretimde başını kapatanların oranının %1 bile olmadığı, ancak bu yasakla birlikte oranın artacağı, dış destekli müdahalelerin kolayca zemin bulacağı dile getirildi. Yasakla ilgili tenkit ve hakaretler sebebiyle hapse atılanların ve kapatılan medya kuruluşların bulunduğunu öğrendik.
Başta Hürmetli İlham Aliyev, Azerbaycan’ı yönetenlerin gelecekte daha mutlu ve müreffeh bir halk için kafa yorduklarında şüphe yok. Bir taraftan İran ve Suudi Arabistan menşeli radikal faaliyetlere karşı tedbirler, diğer taraftan 70 yıllık Komünizm zulmünü telafi etme arasında sıkışmışlık. Bununla beraber, batıda laik-seküler akımının doğuşu ve gelişmesi ile İslam ülkelerinde buna ihtiyaç duyulması ve tatbikatları arasında büyük farkların bugün de dikkate alınması gerek.
Başlangıçta Katoliklerin hakim olduğu bölgelerde Protestanlara hayat hakkı yoktu. Zamanla Protestanlar güçlenince kendi bölgelerindeki Katoliklere hayat hakkı tanınmadı. Asırlarca süren savaşlar ve katliamlarda milyonlar farklı mezhepten olduğundan öldürüldü. Zamanla ayrı mezhep mensuplarına başka bölgeye göç hakkı tanındı. Bu yumuşama ile seküler döneme geçiş süreci başladı. Kısaca Avrupa’da problem farklı mezhep ve din mensuplarına hayat, gelişme, kamu hizmet ve imkanlarından istifade hakkının tanınması ile çözüldü. İslam dünyasında ise sorun, gelişen ve başka ülkeleri sömürgeleştiren Batı’ya karşı güçlenmekti. Bunun için de batılılar gibi olmak, bu bağlamda İslam’dan uzaklaşmak, yasaklamak veya İslam’ı değiştirmek, ıslah etmek gibi fikirler gündeme geldi. Yönetici kadroların tercihine göre devlet düzeni Şer’î kurallardan ayıklandıktan sonra İslam’ın öğretilmesi ve yaşanmasını tamamen halkın tercihine bırakanlardan bunları en ağır şekilde cezalandıranlara kadar birçok tatbikatlar görüldü. Tunus’da ülkeyi terk eden liderin yasak ve cezaları, yakın dönemin en aşırı uygulama örneklerindendir.
İnsanın ibadet ve dini mükellefiyetlerini yerine getirme ile farklı inanç sahibi olanların baskıya maruz kalma tehlikesine karşı tedbirli olma arasında, yöneticilerin yaşadıkları tereddütler, bir tarafı cezalandırma veya yasaklama ile sonuçlanabilmektedir. 1981 senesinde, BM bünyesinde hiçbir devletin reddetmediği yukarıda ismini zikrettiğim tebliğime konu beyanname her ülkeye rehberlik yapacak kurallar getirmiştir. Yöneticiler ve düşünürler, kendi tercihlerini garanti altına almak için aşırı ihtiyata kaçarak bu çerçeveyi aşan yasak ve cezalandırma yoluna gitmeleri, birçok örnekte görüldüğü gibi ters tepecektir. Dini ıslah etme adıyla kendi istediği şekilde dini yeniden düzenleme hevesi ise İslam dünyasında çok daha tehlikeli akımların doğmasına yol açmıştır.
Din-devlet münasebetlerine kafa yorabilen aydınları aynı masa etrafında toplayıp, kendileri yetersiz bulsalar da bana göre oldukça seviyeli bir şekilde tartışmalarını sağlayan araştırma merkezi başkanı Leyla Aliyeva’yı tebrik ederek, farklı dini inanç ve siyasi görüşlere karşı daha müsamahakâr bir Azerbaycan ve Türkiye temennisiyle.
Önvevatan, 25.01.2011
Prof.Dr. Alaeddin Yalçınkaya
Bir yanıt yazın