Avrupa Birliği istese de istemese de, Türkiye Bölgenin liderlik koltuğuna oturdu bile.
Gelişmeler açık ve net olarak bunu göstermekte.
Türkiye’nin, gelecekte Ortadoğu’da çıbanbaşı olabilecek olan krizlerde yer almasının istenmesi ve kendisinden hakemlik görevini yapmasının talep edilmesi boşuna değil.
Bir ülkenin veya kişinin kendi kendine gelin güvey olarak ben liderim demesi ile lider olunmuyor. Liderlik diğerlerinin istemi ile gerçekleşebiliyor ancak.
Mısır’da Kral Faruk’u devirerek Cumhurbaşkanlığını ilan eden rahmetlik General Cemal Abdül Nasır ile aynı yöntemle iktidara gelmiş olan Libya Arap Halk Sosyalist Cemahiriyesi Başkanı Albay Kaddafi kendilerini Arap dünyasının liderleri diye takdim etmişlerdi ama ne liderlikleri tanınmıştı Arap ülkelerinde, ne de önderlikleri.
2010 yılı sonlarında ve 2011 yılı başlarında Türkiye’nin İran’ın nükleer programı ile Lübnan’daki siyasi kriz gibi iki zor diplomatik meselesini çözmek için devreye girmesi veya devreye girmeye çağrılması, BM Güvenlik Konseyi’nin 5 daimi üyesi ve Almanya ile, ki bunlara politik arenada “5+1 ülkeleri” denmektedir, İranlı diplomatların, İstanbul’da İran’ın nükleer programını görüşmek için toplanmaları hiçte tesadüf değil.
Soğuk savaş döneminde yaşıyor olsaydık, ya New York’ta ya Moskova’da ya da Londra’da olurdu bu toplantı ama devir çoktan değişti, dengeler bozulalı da neredeyse çeyrek asır oldu.
Türkiye şimdi bölgenin lideri ve anahtar oyuncusu.
Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Davutoğlu, Türkiye Dışişleri Bakanlığındaki yetenekli diplomatlarla düşünce ve uygulama senkronizasyonuna girdikten sonra bakanlığının başarısından aldığı güç ve güvenle, bu günlerde adeta taraf ülkeler arasında mekik dokuyor.
Lübnan’daki siyasi krizin çözülmesi için Türkiye Cumhuriyeti’nin arabuluculuk görevini üstlenmesi ve İran’ın nükleer programı üzerindeki görüşmelerin İstanbul’da yapılması, Türkiye’nin Ortadoğu’da nasıl önemli bir oyuncu olarak ortaya çıktığının en güzel ve açık bir şekildeki ispatı.
Türkiye günümüzde, geçmişinden gelen deneyim ve bağlarla Orta Doğu’da Sünnilerle, Şiilerle, Hizbullah’la, İsrail’le ve Washington’la kolaylıkla konuşabilen ve masaya oturabilen, her koşulda diplomatik ilişkiler kurabilen bir ülke.
Benzeri, eşiti ve rakibi yok.
Hiçbir ülke bu denli, bir birlerinin kronik düşmanı haline gelmiş ülkelere kendini, sözü dinlenebilen dost ve yardımcı olarak tanıtabilmiş değil.
Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun 2002 yılından beri yürüttüğü “Komşularla sıfır sorun” politikası aradan geçen uzun yıllar sonrasında meyvesini vermeye başladı. Şimdi hem ekonomisi güçlü, hem de yıllardır uzak durulmuş olan Arap dünyasının desteği Türkiye’nin yanında.
Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun Hizbullah lideri Hasan Nasrallah ile görüşmesi ise bir başka olumlu gelişme. Olumlu gelişmeden de öteye Orta Doğu’ya barış getirmek yolunda çok önemli bir adım. Aslında inanılması zor, başarılması güç bir kazanım.
Davutoğlu’nun Hizbullah lideri Hasan Nasrallah ile de görüşmesi, bölgede Türkiye’nin güçlü bir oyuncu olarak yükseldiğini bir başka açıdan da ispatlamakta.
Batı dünyasındaki bazı öne çıkmış ve sözü dinlenen siyasi analistler Türkiye’den, “Orta Doğu’da herkesle konuşabilen, son derece gelişmiş ve etkili bir rol oynayabilen aynı zamanda da çok sayıda Arap ülkesinin lider ülke olarak baktığı bir ülke” olarak bahsetmekte.
Doğal bir gelişme olarak, bu liderliğin etkisi bir gün “Kıbrıs Sorunu”na da ulaşacak ve adadaki çözüm, Rumların isteklerinden ziyade Türkiye’nin istediği bir doğrultuda ve Kıbrıslı Türklerin yıllardır uğradıkları haksızlıkları giderecek bir çözüme kavuşacak.
Kıbrıs Rum Cumhurbaşkanı Hristofyas bu günlerde atıp tutuyor, müzakerelerde biraz da yüksekten oynamaya çalışıyor ama gerçekte çok sıkışık durumda ve bu gidişle 2013 Şubatında aday bile olamayacak konuma hızla ilerlemekte. Uzlaşmaz tutumunun politik hayatına son vereceği kesin. İşi çok zor.
Prof. Dr. Ata ATUN
Bir yanıt yazın