Ucûbe Şehir Kars!
İçinde bulunduğumuz haftanın önemli tartışma konularından birisi başbakan tarafından Kars’ta yapmış olduğu bir konuşmada kullanmış olduğu “Ucûbe” sözü olmuştur. Daha doğrusu başbakanın Heykeltıraş Mehmet Aksoy’un eseri olan “İnsanlık Anıtı” isimli heykele yapmış olduğu hakaret. Başbakan’ın konuya ilişkin sözleri şöyledir:
“Burada Hasan Harakani Hazretleri’nin hemen yanı başında bir ucube oraya koymuşlar, garip bir şey dikmişler. Tabii bu oradaki tüm vakıf eserlerinin, o sanatkârane eserlerin olduğu yerde böyle bir şeyin olması düşünülemez. Konuyla ilgili olarak Belediye başkanımız görevini süratle yerine getirecektir ve bunu süratle bekliyoruz. İnşallah ilk gelişimiz de göreceğiz”(1).
Başbakan’ın işte bu sözleri yaklaşık bir haftadır tartışma konusudur. Kimisi Başbakanın yanında yer alıp ona destek verdi, kimisi de Heykeltıraş Mehmet Aksoy’a ve heykeline. Herkes Başbakanın bu sözlerini kendi bilgisi oranında ve kendi niyetine göre yorumladı. Aslına bakarsanız bana göre de herkes her şeyi beğenmek zorunda değildir. Bu hak, elbette Başbakan için de geçerlidir. Ancak siyasi bir kişilik ve herkesin başbakanı olmak iddiasındaki bir kişi, bu konudaki düşüncesini sıradan insanlar gibi uluorta belirterek toplumun belli bir kesimini karşısına alamaz. Bu, toplumsal bütünlüğümüz için olduğu kadar, ülkenin siyasi geleceği için de önemlidir.
Yukarıdaki sözlerinden anlaşıldığı gibi, Başbakanın “Ucûbe” nitelendirmesinin altında yatan asıl gerekçe, heykelin (Ermenilerle Türklerin yakınlaşmasını savunuyor, soykırım iddialarından dolayı Ermenilerden özür dilemeye yöneliktir vs) şeklinde açıklanan felsefesi değildir. Eğer öyle olsaydı, böyle bir anıta başlangıçta izin verilmezdi. Çünkü heykel, AKP’li bir belediye başkanı tarafından sipariş verilmiş. Ermenistan’la imzalanan protokol, devlet başkanlarının karşılıklı olarak milli maçlara gidip gelmeleri ve hükümetin geçtiğimiz yıllarda İstanbul’da yapılan Ermeni konferansına destek vermesi ortada dururken, Başbakanın “Ermenilerle Türklerin yakınlaşmasını savunduğu” söylenen bir anıta karşı çıkması düşünülemez. O zaman şu ünlü “Ucûbe” nitelendirmesinin sebebini başka yerde aramak gerekir. Örneğin başbakanın mensubu bulunduğu zihniyetin heykel sanatına bakış açısında. Yani heykel sanatının dini açıdan caiz olup olmadığı konusundaki kabullerinde.
Söz konusu heykele karşı çıkarken kullanmış olduğu gerekçe galiba biraz gözden kaçar gibidir. Nedir o gerekçe “Hasan Harakani Hazretleri’nin Türbesi”. Kim ne derse desin, “Hasan Harakani Hazretleri” kavramı, en başta dini bir motiftir. Daha doğrusu yanlış olarak dini motife sokulmuş bir olgu. Çünkü “Hazreti” sıfatı, daha çok Allah, Peygamberler ve dört büyük melek için kullanılan bir sıfattır. Dini ve ilahi bir anlamı ve yanı vardır. Hatta dört büyük melek içinde de Cebrail’e çok daha münasip görülür. Şahsen ben, örneğin “Hz. Azrail” diyen hiç kimseye rastlamış değilim.
Sayın Başbakan işte böyle bir kavramı kullanmak suretiyle, heykele karşı çıkısının sebebini biraz da dini inançlarına dayandırmaktadır. Ancak bunu yaparken niyetini açıkça ortaya koymuyor, Hasan Harakani Hazretleri’ni kendisine siper yapıyor. Üstelik Tekke ve Türbelerin Yasaklanması Hakkındaki Kanun halen yürürlükte iken ve başbakan bu kanun hükümlerini uygulama noktasındaki bir kişi olarak yapıyor tüm bunları.
Rivayete göre; Hasan Harakani Hazretleri, Selçukluların Anadolu’ya girişini kolaylaştırmak için yola düşenlerden birisidir. 1033 yılında Kars’ta bulunan Yahniler dağında düşmana karşı savaşırken şehit düşüyor. Ebu’l Hasan Harakani, evliyanın büyüklerinden, insanları hakka davet eden ve kendilerine Silsile-i Aliyye adı verilen büyük âlim ve velilerin altıncısıdır. Mevlânâ Celaleddin-i Rumi ve Bediüzzaman Said Nursi’nin Hasan Harakani’den övgüyle bahsettikleri söyleniyor(2). Anlaşılacağı üzere; Hasan Harakani Hazretleri, bir Alperen, bir Gaziyâni Rûm ya da bir Abdalâni Rûm’dur. Özetle o da diğer pek çokları gibi, Anadolu’nun Türkleşmesini ve İslamlaşmasını sağlayan Horasan Erenlerindendir.
Ancak adı geçenin bu durumu, bugün Başbakanın sanata ve sanatçıya karşı çıkmasını ve bu karşı çıkışta onun sütre olarak kullanılmasını icap ettirmez. Olayın, tamamıyla Kars’ın AKP’li Belediyelerce yönetildiği bir zaman diliminde cereyan etmesi de Hasan Harakani Hazretleri’nin Başbakanın bu karşı çıkışında alet edilmesinin gerçekçi ve iyi niyetli olmadığını göstermektedir. Konu ile ilgili olarak birkaç yıldır MHP’nin tüm karşı çıkışlarına kulak tıkayan Başbakanın, seçime üç-beş ay kala hiç olmazsa bu konuda MHP ile ittifaka kalkışması, ancak ve ancak seçim rantı ile açıklanabilir. Mücadele, Kars’taki pastadan pay kapma mücadelesidir.
Bana göre; bu konuda asıl önemli olan Başbakanın takınmış olduğu üsluptur. “Konuyla ilgili olarak Belediye başkanımız görevini süratle yerine getirecektir ve bunu süratle bekliyoruz. İnşallah ilk gelişimiz de göreceğiz” şeklindeki bir üslup, ancak sultanlıklarda, kural ve hukuk tanımaz otoriter rejimlerde geçerli olan bir üsluptur. Biz, başbakanın ifadelerini “Bu ucûbe tiz yıkıla!” şeklinde yorumluyoruz.
Ben, askerliğimi Kars’ta yaptım. Aslına bakarsanız sadece “İnsanlık Anıtı”nın bulunduğu alan değil, Kars, başlı başına ucûbe bir şehirdir! Kars, elbette Serhat Şehrimizdir. Ancak Türklüğün nabzının attığı bu şehre “Türk Şehridir” diyebilmek için kendinizi biraz zorlamanız gerekir. Çünkü Kars, belki de muhtemel düşman istilasına karşı biraz da maksatlı olarak geri bırakılmış şehirlerimizdendir. Büyük ölçüde çok daha iç kısımlardaki Erzurum’un gölgesinde kalmıştır. Şehrin mevcut düzenlemesi ve yapıların pek çoğu, Ruslar’dan kalmadır. Rusların, işgal yıllarında yapmış olduğu düzenlemeler de olmasa Kars, bugün büsbütün sığır ve kaz sürülerinden ibaret büyükçe bir köy özelliği taşırdı. Soğuk, kalın duvarlı ve çatısız taş yapılar, kiliseden çevrilmiş camiler, başta Hasan Harakani Hazretleri’nin Türbesinin etrafı ve Kale çevresi olmak üzere; teneke çatılı ve kerpiç duvarlı gecekondular, hep birbirinin aynısı olan kaşar peyniri satan dükkânlar, et lokantaları ve âşıklar kahvesi. Ve elbette bir de meşhur ve insanın iliklerine kadar işleyen meşhur soğuğu. İşte size meşhur Serhat Şehri Kars!
Evet, ortalıkta bir ucûbe vardır var olmasına da bu ucûbe sadece sözüm ona “İnsanlık Anıtı” değil, bu ucûbe büsbütün Kars Şehri’dir. Son yıllarda açılan şeker fabrikası, hava alanı ve bir de Prof. Dr. Bingür’ün Sönmez’in yönetmiş olduğu Sarıkamış Platformu’nun yürüttüğü şova dönük faaliyetler olmasa Kars’ı ve Sarıkamış’ı hatırlayan hiç kimse olmayacaktır bu ülkede. Oysa orda, ta uzaklarda metrelerce karın altında bir şehir vardır ve o şehir bizimdir. “Can sağ iken yurt vermeniz düşmana” diyen yiğit ve koca Şenlik’in şehridir orası. Orası bizim Gazi Kars’tır.
Bu sebeple Başbakana seslenerek diyoruz ki; Hasan Harakani Hazretleri’ni siper ederek sadece bir heykeli hedef almakla işin içinden sıyrılamazsınız. Gidin Kars’a yatırım yapın. Ölen hayvancılığın tekrar dirilmesini sağlayın. Eğer maksat siyasi rant elde etmekse, inanın Kars’a yapılacak en küçük bir yatırım bile bu konuda heykele saldırmaktan çok daha etkili olacaktır. Örneğin Sümerbank’ın Sarıkamış’ta kurulu bulunan ayakkabı fabrikası şimdi ne durumda? Eğer bir bilen ve gören varsa lütfen bana da bilgi versin…
Efes Pilsen
Zaman zaman yazılarımda belirtiyorum; ben bir İmam-Hatipliyim ve emekli bir Diyanet mensubuyum. Bu sebeple içkinin haram olduğuna da inanırım. Hayatımda bir damla dahi olsa alkol nevinden herhangi bir içki içmedim. Bununla birlikte, Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme Üst Kurulu tarafından yürütülen ve son günlerde iyiden iyiye tartışma konusu yapılan çalışmaları anlamakta güçlük çektiğimi belirtmem gerekir. Çünkü medyaya yansıdığı kadarıyla, özellikle alkollü içeceklerin satılacağı ve içileceği yerlerle ilgili getirilen sınırlandırmalar, bireysel hak ve özgürlük alanına müdahale anlamı taşımaktadır. Çağdaş demokrasilerde buna benzer düzenlemeler var mıdır emin değilim. Ancak benim bu konuda güçlü bir tahminin vardır ki; o da tartışma konusu yapılan düzenlemelere imza atan “Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme Üst Kurulu” üyelerinin ve kurum çalışanlarının çoğunluğunun, tıpkı benim gibi alkolün dinen haram olduğuna inananlardan oluştuğudur. Muhtemeldir ki; onlar, demokratik hukuk devletinin değil, kişisel inançlarının ve hükümet kanadından gelen talimatın gereğini yapmışlardır.
Bahse konu düzenlemelerden spor kulüplerinin de etkilendiği anlaşılıyor. Bunlardan birisi de Efes Pilsen Spor Kulübü’dür. Efes Pilsen, malum bir bira markasıdır. Spor Kulübü, o markanın adını taşıyor. Medyaya yansıyan haberlere göre kulübün sahibi olan holding, son düzenlemelerden sonra Efes Pilsen spor kulübünü kapatmakla isim değiştirmek arasında gidip geliyormuş. Grubun Yönetim Kurulu Başkanı Tuncay Özilhan elbette haklıdır. Reklâmını yapamayacağı bir spor kulübünü neden yaşatsın ki!? Cola-Turca’yı üreten Ülker grubu, Fenerbahçe Ülker Basketbol Takımı üzerinden reklâmını yapmaya devam ederken Cocacola’yı üretip pazarlayan Efes Pilsen’in aynı şeyi yapamaması elbette haksız rekabet olacaktır. Aynı durum Efes Pilsen’in, Tofaş, Oyak Renault ve Eczacıbaşı karşısındaki durumu için de geçerlidir…
Oysa şu bir gerçektir ki; ben ve benim gibi içkinin dinen haram olduğuna inanan birçok adam, eğer bugün basketbol sporunu seviyorsa ve beğeniyle izliyorsa, bunun sebebi Efes Pilsen Basketbol takımının göstermiş olduğu sportif başarıdır. En başta da Koraç Kupası’nı kazanması. Nasıl ki; Galatasaray’ın UEFA kupasını ve süper kupayı kazanma başarısı, Türkiye’de benim gibi adamların futbolu sevmesine sebep olmuşsa, Efes Pilsen Basketbol Takımı’nın Koraç Kupası’nı kazanması ve hemen her sene UERO LİG’de mücadele ediyor olması da basketbolu sevmemize sebep olmuştur. Çünkü en azından benim gibi adamlar, bu tür spor karşılaşmalarına biraz da milli hassasiyetler zaviyesinden bakmaktadırlar. Bizim için Avrupa takımları ile yapılan spor karşılaşmaları, biraz da Nemçe diyarına sefere çıkmış Türk ordularının yapmış olduğu savaşlar gibidir. Alınan bir galibiyet, bu savaşlarda zafer kazanmış gibi etki yapar bizlerde.
Dolayısıyla bana göre; Efes Pilsen Spor Kulübü mutlaka yaşatılmalıdır. Hem de aynı isimle. Zira benim gibi adamların aklına “Efes Pilsen” deyince bira ve içki değil, sadece basketbol gelmektedir. Hele hele isimdeki “PİLSEN” kelimesi kaldırılsa bile “EFES” kelimesi mutlaka yaşatılmalıdır. Örneğin spor kulübünün adı, bağlı bulunduğu holdingin isminden dolayı pek ala “ANADOLU EFES” olabilir. “EFES” isimli ören yerinin adı değiştirilemeyeceğine göre, kulübün adında bulunacak “EFES” kelimesi de herhalde bir tehlike arz etmeyecektir, bizim çağdaş 4. Muratlar için…
İslam’da Pişmanlık Yoktur Öyle mi?
Son yapılan hukuki düzenlemelerle CMUK’un 102. maddesi çerçevesinde serbest kalan bir örgüt mensubunun “10 sene yattınız, pişmanlık var mı? Özeleştiri yaptınız mı?” diye sorulan bir soruya vermiş olduğu cevap insanın kanını donduran türden. Adam şöyle diyor; “Neden pişman olacağız ki, biz Müslüman’ız. İslam’da pişman olunmaz ki…”(3).
Oysa İslam’da pişmanlık vardır. Hem de öyle bir vardır ki; Kur’an’ın en çok üstünde durduğu kavramlardan birisidir pişmanlık. Çünkü Kur’an’da üzerinde en çok durulan kavramlardan birisi “Tövbe”dir ve kelimenin Arapça söylenişi olan “Tevbe” kelimesi, Türkçede tam da “Pişmanlık” anlamına gelmektedir. Hatta Kur’an’ın en uzun sürelerinden birisi olan 9. surenin adı “Tevbe”dir. Yani “Pişmanlık”.
Konuya ilişkin hadisler bir yana, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın resmi web sitesine girip “Kur’an-ı Kerim ve Meâli” bölümünde ilgili yere “Tövbe” yazıp “Ara” tuşuna basınca karşımıza tam 73 kayıt gelmektedir. Bu demektir ki; Pişmanlık anlamına gelen “Tövbe” kelimesi Kur’an’da tam 73 ayrı ayette geçmektedir. Ayrıca aynı yere “Pişman” kelimesini yazarak “Ara” tuşuna basınca da 12 ayrı kayıt, yani 12 ayrı ayet gelmektedir. Bu demektir ki; Kur’an’ın en çok üzerinde durmuş olduğu kavramlardan birisi tövbe, yani pişmanlık kavramıdır. Bu durumda “İslam’da pişmanlık yoktur” ya da “Müslüman yaptıklarından pişmanlık duymaz” demek, büsbütün Kur’an’ı inkâr anlamına gelmektedir. Bu durum, elbette sadece Kur’an-ı doğru, yansız ve salim akılla yorumlayanlar için geçerlidir.
Son günlerde ekranlarda Sıtkı Zilan diye bir avukat görünmeye başladı. Adam ısrarla diyor ki; “Pekeke Kürt davasının milli yönünü, Hizbullah ise İslami yönünü temsil etmektedir… Kaçma hakkı bir haktır ve salıverilen Hizbullah mensuplarının da kaçma hakları vardır” CMK’nın 102. maddesi uyarınca salıverilen Hizbullah mensuplarının polise imza atmaya gelmemeleri üzerine duyulan şüphe üzerine çıkarılan tutuklama kararının(4), Sıtkı Zilan nam avukatın sözlerini ne kadar anlamlı kıldığının bilmem farkında mısınız? Oysa İslam’da Ulül Emr’e, yani Devlet Aklına itaat da vardır ve üstelik bu itaat, farzdır…
14 Ocak 2011
Ömer Sağlam
__________
1- 11.01.2011 tarihli Vatan, “Başbakan heykele değil gecekondulara ucube dedi” başlıklı haber, s, 15.
2-bkz.
3- 11.01.2011 tarihli Vatan, “Bizde pişmanlık yoktur zaten tahliye olacaktık” başlıklı haber, s, 14.
4-http://www.haber7.com/haber/20110114/Tartisilan-tahliyelere-tutuklama-karari.php
Bir yanıt yazın