KAN EŞİĞİ çoktan aşıldı !…

Nihayet  cin  şişeden  çıktı ! Bugüne  kadar  “demokrasi / insan  hakları”  kılıfı altında  ağızlarında  laf  geveleyenler , nihayet  baklayı  ağızlarından  çıkararak , “özerklik”  ve  “çift  dil”  taleplerini  ortaya  sürdüler . Ortak  dinin  tek  başına  milleti  bir  arada  tutmaya  yetecek  bir  yapıştırıcı  olduğunu  öne  sürenlerin , şimdi  yüzleri  kızarır mı , merak  ediyorum .

Türkiye  Cumhuriyeti  gibi , Osmanlı  İmparatorluğu’nun  külleri  üzerine  kurulmuş  bir  devletin  temelindeki  en  önemli  yapıştırıcı  unsur , ortak  tarih  ve  ortak  gelenekler  ile de  desteklenen , ortak  bir  dildir ki , bu  dil  de  Türkçe’dir . Türkçe’nin  yanına  yeni  dil(ler)  ekleyerek , bunları da  resmi  dil sınıfına  sokmaya  çalışırsanız , bunun  ülkeyi  götüreceği  yegane  yer , bölünmedir ! Türkçe , Türkiye  Cumhuriyeti’nin  zorlaması  ile  oluşmuş  bir  dil  değildir . Yüzyıllardır , bu  topraklar  üzerinde  yaşayan  insanların  kullandıkları  başlıca  dildir  ve  bu  nedenle  resmi  dil  sıfatını  kazanmıştır . Bunun dışındaki  her  dil , o  yöre  insanlarının , kendi  özel  hayatlarında  kullandıkları  bir  iletişim  aracından  öteye  anlam  taşımamalıdır .

Şimdi  gelelim , yazımızın  başlığına … Biliyorum , yazının  başlığındaki  ifadeyi  kullandım diye  faşist  olmakla  suçlanacağım .

Ancak , benim hedef aldığım kişi ve gruplar , uzun yıllardır kan ile beslenmektedirler . Dolayısıyla , onları , dökülen kandan beslenen ırkçı politikaları ile baş başa bırakıp , söyleyeceklerimi , ulusal birlik kavramının kutsallığına inanan sade Türkiye Cumhuriyeti  vatandaşlarına yöneltmek istiyorum . Aşağıdaki  tarihsel  gerçekleri  okuduğunuz  zaman , bugün  tezgahlanan  türlü  türlü  oyunlara , daha  farklı  bir  gözle  bakacağınızı  umut ediyorum .

* * * * * * *

WILSON Prensipleri – Madde 12 – 8/Ocak/1918 :

“Bugünkü Osmanlı Devleti’ndeki Türk kesimlerine güvenli bir egemenlik tanınmalı, Osmanlı yönetimindeki öbür uluslara da her türlü kuşkudan uzak yaşam güvenliğiyle özerk gelişmeleri için tam bir özgürlük sağlanmalıdır. Ayrıca Çanakkale Boğazı uluslararası güvencelerle gemilerin özgürce geçişine ve uluslararası ticarete sürekli açık tutulmalıdır.”

SEVR Anlaşması – Bazı Maddeler ve Harita – 10/Ağustos/1920

Sınırlar (madde 27-36): Edirne ve Kırklareli dahil olmak üzere Trakya’nın büyük bölümü Yunanistan’a, Ceyhan, Antep, Urfa, Mardin ve Cizre kent merkezleri Suriye’ye bırakılacak, İstanbul Osmanlı Devleti’nin başkenti olarak kalacak;

  1. Boğazlar (madde 37-61): İstanbul ve Çanakkale Boğazları ile Marmara Denizi silahtan arındırılacak, savaş ve barış zamanında bütün devletlerin gemilerine açık olacak; Boğazlar’da deniz trafiği on ülkeden oluşan uluslararası bir komisyon tarafından yönetilecek; komisyon gerekli gördüğü zaman Müttefik Devletler’in donanmalarını yardıma çağırabilecek;
  2. Kürt Bölgesi (madde 62-64): İngiliz, Fransız ve İtalyan temsilcilerinden oluşan bir komisyon Fırat’ın doğusundaki Kürt vilayetlerinde bir yerel yönetim düzeni kuracak; bir yıl sonra Kürtler dilerse Milletler Cemiyeti’ne bağımsızlık için başvurabilecek;
  3. İzmir (madde 65-83): Yaklaşık olarak bugünkü İzmir ili ile sınırlı alanda Osmanlı Devleti egemenlik haklarının kullanımını beş yıl süre ile Yunanistan’a bırakacak; bu sürenin sonunda bölgenin Osmanlı veya Yunanistan’a katılması için plebisit yapılacak;
  4. Ermenistan (madde 88-93): Osmanlı Ermenistan Cumhuriyeti’ni tanıyacak; Türk-Ermeni sınırını hakem sıfatıyla ABD Başkanı belirleyecek (Başkan Wilson 22 Kasım 1920’de verdiği kararla Trabzon, Erzurum, Van ve Bitlis illerini Ermenistan’a verdi.)
  5. Arap ülkeleri ve Adalar (madde 94-122): Osmanlı savaşta veya daha önce kaybettiği Arap ülkeleri, Kıbrıs ve Ege Adaları üzerinde hiçbir hak iddia etmeyecek;
  6. Azınlık Hakları (madde 140-151): Osmanlı din ve dil ayrımı gözetmeksizin tüm vatandaşlarına eşit haklar verecek, tehcir edilen gayrimüslimlerin malları iade edilecek, azınlıklar her seviyede okul ve dini kurumlar kurmakta serbest olacak, Osmanlı’nın bu konulardaki uygulamaları gerekirse Müttefik Devletler tarafından denetlenecek;
  7. Askeri Konular (madde 152-207): Osmanlı Devleti’nin askeri kuvveti, 15.000’i jandarma olmak üzere 55.000 personelle sınırlı olacak, Türk donanması tasfiye edilecek, Marmara Bölgesi’nde askeri tesis bulunduramayacak, askerlik gönüllü ve paralı olacak, azınlıklar orduya katılabilecek, ordu ve jandarma Müttefik Kontrol Komisyonu tarafından denetlenecek;
  8. Savaş Suçları (madde 226-230): Savaş döneminde katliam ve tehcir suçları işlemekle suçlananlar yargılanacak;

10.  Borçlar ve Savaş Tazminatı (madde 231-260): Osmanlı Devleti’nin mali durumundan ötürü savaş tazminatı istenmeyecek, Türkiye’nin Almanya ve müttefiklerine olan borçları silinecek; ancak Türk maliyesi müttefiklerarası mali komisyonun denetimine alınacak;

11.  Kapitülasyonlar (madde 260-268): Osmanlı’nın 1914’te tek taraflı olarak fesh ettiği kapitülasyonlar müttefik devletler vatandaşları lehine yeniden kurulacak;

12.  Ticaret ve Özel Hukuk (269-414): Türk hukuku ve idari düzeni hemen her alanda Müttefikler tarafından belirlenen kurallara uygun hale getirilecek; sivil deniz ve demiryolu trafiği Müttefik devletler arasında yapılan işbölümü çerçevesinde yönetilecek; iş ve işçi hakları düzenlenecek; vb.

* * * * * * *

Türkiye  Cumhuriyeti’nin  götürülmek  istendiği  yer , tam  olarak  yukarıdaki bu  iki  konuda  maddeleştirilmiştir . Öncelikle , ne ile uğraştığımızı  bilelim  ve  boş  hayallere  kapılmayalım . Kimse  kalkıp da , “bütün bunlar 90 yıl önceki  savaş  döneminin  konuları  idi , şimdi hiçbiri geçerli değil” demesin…

1920’den sonraki  tarihsel olayları bir hatırlayın… Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması , 2nci Dünya Savaşı , Türk Kurtuluş savaşından esinlenen pek çok ülkenin bağımsızlıklarını ilan etmesi , Soğuk  Savaş dönemi , SSCB’nin dağılması , BDT’nin kurulması , mikro-milliyetçi akımların  körüklenerek bölgesel savaşların çıkartılması , Afganistan ve Irak’ın “özgürlük savaşı”     adı altında işgal edilmesi , vs. … Demek ki , tarih , değişik söylemler ve olaylar ile  tekerrür ediyor . Türkiye’nin bütün bu olaylardan kendini soyutlama lüksü var mıdır ? Bu coğrafya üzerinde oturuyorsak , böyle bir lüksümüz yoktur . Anadolu toprakları  başta olmak üzere , Doğu Avrupa , Kafkasya ve Ortadoğu üzerinde 1000 yıldır süregelen  rekabetin bitmiş olduğuna dair hiçbir gösterge de bulunmamaktadır .

1950’li yıllar , “komünist avcılığı” adı altında pek çok insanımızın canının yakılması ile  geçirildi . 1970’li yıllarda , “sağ – sol” çatışmaları ile binlerce insanımızı teröre kurban  verdik . Tam bitti derken , PKK terörü tezgahlandı . 2000’li yıllar ise , PKK terörünün  bütün azgınlığına rağmen , KCK’nın yani Kürt ayrılıkçılarının dönemidir . Tıpkı Alzheimer  hastalığı gibi , bu tezgah da , devre devre ilerletilmektedir . Tarihsel hafızamızın  zayıf  olması ve bilgi eksikliğimiz de , gelişmeleri yeterince değerlendirmemizi engellemektedir .

Yukarıdaki uzun tarihsel değerlendirmeden sonra , günümüze gelecek olursak …

Yazımın başında , “KAN EŞİĞİ çoktan aşıldı” ifadesini kullandım . Böyle dedim , çünkü  gelişen olaylar , Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin  barışçıl politikalar üretme şansını  ortadan kaldırmıştır . Devletin önünde sadece iki seçenek kalmıştır . Ya Güneydoğu ve Doğu  Anadolu’nun bir kısmındaki egemenlik haklarından vazgeçecektir , ki bu durumda arkadan  başka taleplerin geleceğini de öngörmemek aptallık olur ; ya da bu bölgelerde , otoriteyi  ne pahasına olursa olsun yeniden tesis edecektir . Birinci seçeneği , değil Türk Devleti’nin , hiçbir devletin kabul etmesi mümkün değildir . Bu durumda ,geriye ikinci seçenek kalıyor ki , er veya geç , Türkiye Devleti , bu seçeneği uygulamak zorunda kalacaktır . Ne kadar geç  olursa , o kadar kanlı olacaktır . İnsanların hayatında olduğu gibi , devletlerin hayatında da  geri dönülemez noktalar vardır ve biz bu eşiği çoktan geçmiş durumdayız .

Bir sözüm de , bu tezgahın gerçek sahiplerine ve onların bu topraklardaki maşalarına…

Türkiye Devleti’nin bu adımı atmaya mecbur bırakılması halinde , oluşacak tufandan , Kuzey Irak’a kaçarak kurtulmanın mümkün olacağını sananlar , büyük bir yanılgı  içindedirler .  Böyle bir durumda , ortaya çıkacak tablo , bölgenin yapay haritalarını da  değiştirecektir .

Son sözüm de , Türkiye Cumhuriyeti’nin gerçek sahipleri olan bizlere , yani sessiz  çoğunluğa… Ordumuza sahip çıkalım , ona yöneltilen küçültücü ve suçlayıcı kampanyalara  karşı çıkalım , çünkü  bu  Ordu , bize  çok  daha  uzun  bir  süre  lazım  olacak . Ortak  dilimiz , resmi  dilimiz  Türkçe’mize   sahip  çıkalım , çünkü  bizim  en  büyük  toplumsal  yapıştırıcımız  Türkçe . Üniter  Devlet  yapımıza  sahip  çıkalım , çünkü  bu  topraklar  üzerinde  bölünmeden  ve  güvence  içinde  yaşamamızın  başka  hiçbir  yolu  yok .

Sessiz çoğunluğun sesini çıkarmasının vakti geldi de geçiyor …

Hala neden diye sormaya devam edecek misiniz ?

Nihayet  cin  şişeden  çıktı ! Bugüne  kadar  "demokrasi / insan  hakları"  kılıfı altında  ağızlarında  laf  geveleyenler , nihayet  baklayı  ağızlarından  çıkararak , "özerklik"  ve  "çift  dil"  taleplerini  ortaya  sürdüler . Ortak  dinin  tek  başına  milleti  bir  arada  tutmaya  yetecek  bir  yapıştırıcı  olduğunu  öne  sürenlerin , şimdi  yüzleri  kızarır mı , merak  ediyorum . - nasaistanbul

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir