Mevlüt Uluğtekin YILMAZ
Kürtçe dayatması sürüyor… Daha geçen gün Mersin’de -insan demeye dilim varmıyor- birisi, “Kürtçe şarkı bilmiyorsun” diye, ses sanatçısını öldürdü!
Türkiye’nin geldiği noktaya bakar mısınız? Çok değil yedi-sekiz yıl önce kim cesaret edebiliyordu böylesine?
Şimdi, bu olaya nokta koyup, bir okuyucumdan aldığım iletiden söz edeceğim. Ülkemizin has evlatlarından Dr. Erdem Alptuna’nın yaşadığı olayın öyküsü bu… Bu öyküyü tüm Türk milletinin öğrenmesini istiyorum. Ve değerli hekimimizin akıcı üslubuna hiç dokunmadan metni sizlere
sunuyorum:
“Oğlumun hastalığı nedeniyle Fransa’da bulunduğum bir sırada hastane kantininde bir grup aksanlı Türkçe konuşan kişiyle karşılaştım. Türk doktoru olduğumu öğrenince yanıma gelip üst katlardan birisinde yatan babalarını görüp göremeyeceğimi sordular.
‘Bir Türk doktordan hastalığını öğrenmek için can atıyor, Fransız doktorlara biz tercüme etsek bile inanmıyor’ dediler.
Dört eski Türk vatandaşı ile asansörde babalarını görmek için çıkarken aralarından birisi “Bize Kürtçe konuşturmadınız, o yüzden kaçtık, buralara geldik” dedi sertçe.
“Siyasi sığınma hakkı istediniz ve verdiler, öyle mi?”
“Evet.”
“Siyasi sığınma hakkı için gerekçe olarak Kürtçe konuşturmuyorlar dediniz. Öyle mi?”
“Evet.”
“Eh o zaman yaşadınız. Artık Fransa’da aranızda Kürtçe konuşur güzelce anlaşırsınız. Hatta, eminim Fransız Milli Eğitim Bakanlığına bir de dilekçe vermişsinizdir ve onlar da size Kürtçe eğitim yapan okullar açacaklardır,
öyle mi?”
“Hayır dilekçe vermedik.”
“Niye vermediniz? Fransız Millet Meclisine girin. Orada Kürtçe konuşun. Kürtçe eğitim yapan okullar isteyin. Ana dille eğitim yapan bu okulları açmaz da Kürtçe eğitim yapmazlarsa caddelere çıkın, pankartlar açın, Kürtçe eğitim istiyoruz, ana dille eğitim istiyoruz diye, Şanzelize caddesinde yürüyün.”
“Doktor bey bizimle alay mı ediyorsun. Bizi hapse atarlar ve hemen bu ülkeden sürerler.”
“İyi ya siz de Türkiye’ye kaçarsınız, Fransa’da bize ana dille eğitim hakkı vermiyorlar ve Kürtçe konuşturmuyorlar diyerek siyasi sığınma hakkı istersiniz.”
“!!!”
“Bakın eğer bunu yapmazsanız oğullarınız ve kızlarınız Kürtçe konuşamayan Fransızlar olacaklar. Bence mutlaka pankartlar açıp Şanzelize’de yürümelisiniz ve siyasi haklarınız için PKK ile iş birliği yapıp Fransız Ordusuna saldırın ve askerlerini öldürün. Eminim 30 bin Fransız asker ve sivilini öldürdükten sonra size Kürtçe eğitim yapacak bir iktidar bulursunuz. Ha gayret.”
Sertlik ve saldırganlık bitiverip dört eski Türk vatandaşının başları öne eğildiği sırada asansör arzulanan katta durdu. Babalarını gördüm. Beyin kanaması ile felç geçirmekteydi. Durumu anlattım. Gerçeği söyledim ve tedavi olacağını ve yaşayacağını söyledim.
Sağlam eli ile elimi tuttu bırakmadı. “Doktor bey, söyle oğlanlara beni memlekete götürsünler. Türk doktorlara teslim etsinler. Bir nefeste beni iyi ettin, can verdin. Sevgili Türkiyem gözümde tütüyor. N’olur burada ölmeme izin verme. Ankara’daki doktorlar geçen defa beni iyileştirmişlerdi. Beni n’olur seninle birlikte Ankara’ya götür.”
Benim de başım öne eğildi. Çünkü isteğini gerçekleştiremezdim.
Beş başı öne eğik insan, asansörden konuşmadan indik; oğlanlar çocuklarını Kürtçe konuşamayan Fransızlar yapmak için evlerine dağıldılar, ben de oğlumun tedavisine devam etmek için yoğun bakımın yolunu
tuttum.”
Fransa’da yaşanan gerçek olayın anlatımı burada bitiyor.
Yorumu okuyucularıma bırakıyorum.
Haftaya buluşmak dileğiyle…
==================================================================
Meclis’te Türkçe konuşulur!
Kimi milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde Kürtçe konuşma ısrarını sürdürüyor… Biri çıkıyor “Ne Anayasa, ne yasa, ne Lozan’daki antlaşma benim dilime, kimliğime gem vuramaz. Biz bu dil için buradayız” diyor… Bir diğeri yine Meclis kürsüsünden “Arkadaşım Kürtçe konuştuğu için gerildiniz; buna alışacaksınız; daha çok gerileceksiniz…” benzeri sözler
ediyor.
Bu kişilere göre sanki Türkiye -birleşmiş bile değil- tesadüfen bir araya gelmiş ‘milletler’ topluluğu karargâhı! Böyle bir anlayış olabilir mi?
Ana dil kutsaldır. Bir insan ana dilini elbette konuşabilmeli. Konuşabilmeli ama resmi dili başka olan, yurttaşı olduğu bir ülkenin Meclis’inde değil! Bağrında pek çok millet barındıran Osmanlı’da da yoktu böylesi. Devletin resmi dili Türkçe idi! Osmanlı Meclis-i Mebusanı’nda yalnız Türkçe konuşulurdu!
Sevgili okurlarım, Osmanlı Meclisi’ndeki durumu anlatmak için; Ünal Tanık’ın, Haber7 sitesinde 26 Şubat 2009’da yayımlanan, çok beğendiğim yazısından bir bölümü sizlere sunuyorum. Buyurun efendim
okuyalım:
“(…) Osmanlı tarihine baktığımızda bu konuda iki somut örnek var. Birincisi I. Meşrutiyet’in başında yaşanıyor. Hatırlanacağı gibi, I. Meşrutiyet 23 Aralık 1876’da ilan ediliyor. Ama Meclis-i Mebusan’ın toplanması ise 19 Mart 1877’de oldu. Osmanlı Meclisi, şimdiki gibi yalnızca Anadolu’nun temsilcisi değildi. Arap yarımadasından tutun, Balkanlar’a, hatta Kuzey Afrika’ya kadar geniş bir coğrafya henüz Osmanlı haritası içinde idi. Dolayısıyla Arapça’dan Kürtçe’ye, Bulgarca’dan Sırpça’ya kadar birçok dili konuşan halkların temsilcisi Osmanlı Meclisi’nde idi.
Bu dönemde, yeni seçim kanunu hazırlanırken Arap kökenli mebuslar, müzakere ve yazışma dilinin yalnızca Türkçe olmasından duydukları rahatsızlığı dile getirdiler. Kendilerinin Türkçe bilmediğini beyan eden milletvekilleri, Türkçe’nin yanı sıra Arapça’nın da olmasını istediler.
O dönemde Meclis Başkanı koltuğunda oturan (bir dönemin ünlü sadrazamı) Ahmet Vefik Paşa’nın onlara verdiği cevap çok net oldu:
“Aklınız varsa dört yıla kadar Türkçe öğrenirsiniz. “ (Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesinden aktaran İlber Ortaylı, Osmanlı Barışı, Timaş Yayınları, 3. baskı, s; 174)
Benzeri diğer olay ise II. Meşrutiyet döneminde yaşandı.
Şam mebusu Abdülhamit Zöhravi, Türkçesi çok zayıf olduğu için Arapça konuşup konuşamayacağını öğrenmek istiyor. ” Hayır “ cevabını alan Zöhravi, Bağdat doğumlu olan Mahmut Şevket Paşa’yı kastederek, ” Ben de Harbiye Nazırı Paşa hazretleri gibi küçük yaşımda İstanbul’a gelse idim Türkçem kuvvetli olurdu “ diyor. Bu çıkışa Meclis Başkanlığı koltuğunda oturan Ahmet Rıza Bey, bugünkü gerekçelere benzer bir cevap veriyor. Özel hayatlarında istedikleri dili konuşup yazabileceklerini hatırlatan Ahmet Rıza Bey, “Meclis-i Mebusan’da yalnızca Türkçe konuşulur” diyor. (Cemal Kutay, Örtülü Tarihimiz, 1975, s. 204)
TRT Şeş açılımı, Kürtçe eğitim ve öğretime sıcak bakılması, hükümetin bazı yeni adımlar atması, BDP’lilere bu cesareti vermiş görünüyor. Ama Osmanlı’nın vermediği özgürlüğü Cumhuriyet Türkiyesi’nin vermesini beklemek mümkün değil.
Meclisler ortak anlaşma ortamları. Aynı dili konuşanların (bile) birbirini anlamada neler yaşadığını hep birlikte görüyoruz. Buna bir de dil karmaşası girerse, durum neye dönüşür?”
Bu soruyu da ben yanıtlayayım:
Babil Kulesi’ne!
İliştiri: Sonsuzluğa göçen Irak Türklerinin sesi, değerli dostum
Abdurrahman Kızılay’ın durağı uçmak olsun.
Haftaya buluşmak dileğiyle.
Bir yanıt yazın