Rabia Rahimbayeva
TÜRK CUMHURİYETLERİ BİRLİĞİ
________________________________
İngiliz coğrafyacı H.J. Mackinder 1902 ve 1904 yıllarında yayınladığı eserlerde Kalpgah Teorisini (heartland) öne sürmüştür: “Kim Doğu Avrupa’ya hükmederse Kalpgah’a hakim olur, kim Kalpgah’a hakim olursa dünya adasına hükmeder, kim dünya adasına hükmederse dünyaya hakim olur.” Mackinder “dünya adası”ndan birbirine bağlı olan Asya, Afrika ve Avrupa kıtalarını kastediyordu; Kalpgah (Heartland) ise Avrasya’dır ve şu coğrafyayı kapsamaktadır: Asya’nın kuzey kıyıları buzlarla kaplıdır ve buralardan kara içine girmek mümkün değildir. Üç büyük nehir Lena, Yenisey ve Obi, Sibirya içlerinden kuzeye doğru akarlar. Bu nehirlerle okyanusa ulaşmak mümkün değildir. Sibirya’nın güneyindeki nehirler de okyanusa dökülmez. Volga ve Ural nehirleri Hazar Denizi’ne, Sir-i Derya ve Amu Derya nehirleri de Aral gölüne akar. Hazar Denizine ve Kıta içine akan bu nehirlerin havzaları Asya’nın neredeyse yarısını kapsar. Bütün bu bölgeye okyanuslardan giriş yoktur. Kalpgah’ın kuzeyi, ortası ve batısı deniz seviyesinden yüksekliği 100 metreyi geçmeyen düzlüklerle kaplıdır. Bu büyük düzlük alan Batı Sibirya’yı, Türkistan’ı ve Avrupa’nın Volga havzasını kapsar. /(1).
Mackinder’in teorisi doğru olarak kabul edilirse, Dünya hakimiyetine anahtar olan Kalpgah bölgesinin coğrafi konumu, onu Avrupalı sömürgeci güçlerinden korumuştur. Ortaçağda okyanus yollarının yoğun olarak kullanılması ve Avrasya’ya geçişlerin zorluğu, bu bölgenin son zamanlara kadar keşfedilmemiş olarak kalmasına neden olmuştur. Diğer yandan tarihteki Büyük Moğol İstilası aşağı yukarı Mackinder’in tarif ettiği Kalpgah bölgesini kapsamıştır.
Mackinder, Heartland’ı kuşatan iki hilal bulunduğunu, iç hilalin Avrupa, Ortadoğu, Hindistan ve Çin’den; dış hilalin ise İngiltere, Güney-Kuzey Amerika, Afrika, Avustralya, Okyanusya ve Japonya’dan oluştuğunu ileri sürmüştür. Mackinder’e göre, Baltık Denizi ile Akdeniz arasındaki bu sanal sınırda Alman kökenli olmayan yedi halk grubu yaşamaktadır. Bu halklar Polonyalılar, Bohemyalılar (Çekler ve Slovaklar), Macarlar, Güney Slavları (Sırplar, Hırvatlar, Slovenler), Rumenler, Bulgarlar ve Yunanlılardır. Bu halkların mevcut veya yeni oluşturulacak devletleri Almanya ile Rusya arasında tam bir tampon oluşturacaktır. Bu ülkeler Adriyatik Denizi, Karadeniz ve Baltık Denizi ile Okyanusa çıkış imkanı olan devletler olacak ve Rusya ile Almanya arasında bir denge sağlayacaklardır. Almanya bu devletler üzerinde hakimiyet kuramadığı sürece Kalpgah’a erişemeyecek, Rusya ise Kalpgah’a sahip olduğu halde bu tampon devletlere sahip olamadığı sürece bir dünya hakimiyetine ulaşamayacaktır. / (2).
I. ve II. Dünya Savaşlarında yaşanan gelişmelerin bu teoriyle örtüştüğü ve onu doğruladığını söylemek mümkündür. Gerçekten de Orta Asya’ya sahip olan Rusya, özellikle II. Dünya Savaşı bitiminde Doğu Avrupa’yı ele geçirmiş ve tüm kıtada hakimiyet kurmaya çalışmıştır. Ancak bu coğrafyayı aşamayan Rusya sıcak denizlere (Akdeniz, Kızıldeniz) de ulaşamamış ve karşısında diğer coğrafyalara hakim olan (yani Mackinder’e göre iki hilale) ABD’yi dengeleyici güç olarak bulmuştur.
1944 Yılında yeni bir jeopolitik teori ortaya atılmış ve oldukça geniş yankılar uyandırmıştır. Bu teori Amerikalı N.J. Spykman tarafından geliştirilen “Kenar Kuşak Teorisi” dir. Buna göre “Mackinder’in tezi yanlıştır. Eğer güç siyaseti için bir slogan gerekiyorsa bu, (Kim Kenar Kuşağa hükmederse Avrasya’ya hakim olur; kim Avrasya’ya hakim olursa dünyanın kaderini kontrol eder) olmalıdır.” Spykman’a göre: “Kalpgah, Kuzey Buz Denizinden, güneye Karpat Dağları’na, Balkanlara, Anadolu, İran ve Afganistan’dan Altay Dağları’na kadar uzanan büyük alanı kaplamaktadır.” / (3).
Kalpgah ile onu çevreleyen ve ulaşımın yapılabildiği denizler arasında büyük bir tampon bölge bulunur. Bu tampon bölge, Batı ve Orta Avrupa’yı; Türkiye, İran, Afganistan, Tibet, Çin ve Doğu Sibirya’yı, Arabistan, Hindistan, Burma-Siam yarımadalarını içine alır. Kuzey Buz Denizi kıyılarının elverişsiz şartlarından dolayı büyük Kalpgah (heartland) bölgesinin denizlere çıkışı sadece Baltık Denizi ve Karadeniz ile Kuzey Almanya ve İskandinavya arasında kalan bölgedir. Büyük Petro’dan bu yana iki yüz yıldır, Rusya kendisini çevreleyen bu zinciri kırıp okyanuslara ulaşmaya çalışmaktadır. Coğrafya ve deniz gücü de ona engel olmaktadır. Rusya’nın İsveçle olan uzun savaşları Baltık Denizi’ne; Türkiye ile yüzyıllar boyunca sürdürdüğü mücadele Karadeniz’den Akdeniz’e İran ve Afganistan’a gösterdiği ilgi İndüs Vadisi’ne ulaşabilmek içindir. / (4).
Spykman, teorisindeki tek güç hakimiyetini önlemek için ABD’nin Avrupa’da ciddi bir faaliyet göstermesi gerektiğini savunmuştur. Bunun için her türlü uluslararası kuruluşlara destek verilmeli ve bu bölgelerin politik düzenleri de kontrol altında tutulmalıdır. Nitekim II. Dünya Savaşı’nın bitiminde ABD bu stratejiyi uygulamaya başlamıştır.
1 Temmuz 1944 yılında 44 ülkenin katıldığı yeni bir Bretton Woods sistemi kurulmuş oluyordu. Bu sistem çerçevesinde Uluslararası Para Fonu (IMF), daha sonra Dünya Bankasına dönüşen Uluslararası İmar ve Kalkınma Bankası (IBRD) kurulması kabul edilmiştir. Bu kuruluşlar uluslararası finans piyasalarını ve sermaye akımlarını düzenlemek, savaş sonrası Avrupa’nın kalkındırılması için gerekli kaynak ve projeler sağlamakla yükümlüdür. Bu kuruluşların fonlarında yaklaşık % 25’lik bir payla ABD en büyük paya sahip olduğuna göre, karar alma sürecinde en büyü söz sahibi de o olmuştur. / (5).
Tüm bu planların arkasında ABD’nin baş rol oynaması dikkat çekicidir ve bunun nedeni aslında kolayca açıklanabilir. Savaştan zarar görmemiş tek sınai güç olan Amerika Birleşik Devletleri 1945 yılında dünya altın rezervinin dörtte üçünü elinde bulundurmaktadır. Yani bir tek ABD, parasının altınla konvertibilitesini koruyabilmiştir. Bretton Woods sisteminin temeli olan bu konvertibilite, Amerikan Dolarını en üstün uluslararası para birimi, altın kadar sağlam ve getirisi olan likit bir aktif haline getirmiştir. ABD dışına çıkan sermayesinin büyüklüğü, mal ve hizmet dış ticaretinin yarattığı fazlayı aşıp, ellili yıllarda ortalama bir hızla büyüyerek (çoğunlukla karşılıklı yardım ve doğrudan yatırımlar şeklinde) dünya ekonomisinin gelişmek için ihtiyaç duyduğu nakit akışını sağlamıştır. / (6). Bu şekilde üstünlüğü eline geçiren ABD, Avrupalı müttefikleri ile birlikte bu belirleyici olma özelliğini hiç elinden bırakmayacak ve tüm uluslararası kurumların politikalarının temel belirleyicisi konumunda kalacaktır. Devletlerin bu kadar artan oranlarla hükümetlerarası örgütler kurma veya onlara üye olma talebinde bulunması çoğu devletler açısından güvenlik, işbirliği, ilişkilerin düzenlenmesi ya da maliyetlerin düşürülmesi gibi anlamlar taşımasına karşın, büyük devletler için güçlerini pekiştirmek ve arzularını örgüt kanalıyla meşrulaştırarak elde etmek, gibi bir yönü de bulunmaktadır.
(1) Suat İLHAN, “Jeopolitik Çalışmaları”, (erişim 28.09.2004)-Saul B. COHEN, “Geography and Politics in a World Divided”, Oxford University Press, 2.Edition, 1973, New York, London, Toronto, s. 55.
(2) Ayrıntılı bilgi için bkz. Hüsmen AKDENİZ, “Jeopolitik ve Jeostratejik Teoriler Kapsamında Küreselleşmenin Geleceği ve Türkiye”, Stratejik Araştırmalar Dergisi, Sayı 2, Yıl 1, Eylül 2003, ss. 83-84.
(3) James DOWLING, “The Evolution of International Boundary Studies in the 20-th Century”, . (erişim:12.11.2003) ve “Geopolitical Theory”, (erişim:24.10.2004)
(4) Hüsmen AKDENİZ, a.g.m., s. 84.
(5) Bkz. A.Barend VRIES, Remarking The World Bank, Seven Locks Press, 1987 Washington,
(6) Jacques ADDA, Ekonominin Küreselleşmesi, İletişim Yayınları, 1. Baskı 2002, İstanbul s.113.