CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun, görevden alınan Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Bardakoğlu’nu telefonla aradığını okuyunca doğrusu kıllanmadım değil. CHP’de siyaset yapan bir dostum aynı konuda arayıp, adı geçen hakkındaki görüşlerimi sorunca kıllanmamın derecesi bir kat daha arttı. “Demek ki” dedim kendi kendime, “bu CHP ciddi ciddi Ali Bardakoğlu’ndan istifade etmeyi düşünüyor!” Çünkü gazete haberinde Sayın Kılıçdaroğlu’nun Ali Bardakoğlu’nu üstü kapalı biçimde CHP’ye davet ettiği söyleniyordu(1).
Gazetede çıkan konu ile ilgili habere göre Ali Bardakoğlu, her ne kadar Kılıçdaroğlu’na nezaketi için teşekkür edip “Bundan sonraki yaşamımı çok özlediğim üniversite kürsülerinde geçireceğim” dediyse de, kendisine yapılan daveti kabul etmesi ihtimal dışı değildir. Olası bir CHP iktidarında Diyanet’ten Sorumlu Devlet Bakanlığı teklifini hangi ilahiyatçı kabul etmez ki, Ali Bardakoğlu etmesin. Ali Bardakoğlu neden CHP’nin ikinci bir Lütfi Doğan’ı olmasın?
Anlaşılan CHP, Ali Bardakoğlu üzerinde ciddi ciddi düşünüyor. Madem AKP hükümeti ile yıldızı barışmadı, o takdirde bizim işimize yarayabilir diye düşünülüyor olmalıdır. Madem CHP’li dostum nezaket gösterip beni telefonla arayarak Ali Bardakoğlu konusunda benden bilgi istedi, o zaman adı geçeni, CHP’ye bir miktar tanıtmakta ve kendisine referans olmakta fayda var! Ola ki CHP’ye ve ülkeye bir faydası dokunur Atatürkçü Ali Bardakoğlu’nun!
Prof. Dr. Ali Bardakoğlu, göreve getirilmesinin üzerinden henüz iki yıl geçmişti ki; medyaya “Bütün görevlilerim Atatürkçü ve laiktir!” şeklinde bir beyanat vermiştir(2). Adı geçen böyle bir beyanat vermeye neden ihtiyaç duydu bilmiyoruz. Kim bilir belki de bugünleri düşünerek, kendisinin sözüm ona Atatürkçü ve laik bir düşünce yapısına sahip olduğunu beyan ederek ilerisi için yatırım yapmak istemiştir. Ancak bize göre adı geçen, bu beyanatı, öylesine ve hiç düşünmeden vermiştir! Tıpkı “Ben post modern bir Diyanet İşleri Başkanıyım” şeklinde vermiş olduğu beyanatın da öylesine verilmiş bir beyanat olduğu gibi. Anlaşılıyor ki; CHP yönetimi; Ali Bardakoğlu’nun öylesine ve ayaküstü vermiş olduğu bu tür beyanatları ciddiye almış bulunmakta. Onun için de kendisine üstü kapalı teklifte bulunmuş!
Dedik ki; Ali Bardakoğlu, “Bütün görevlilerim Atatürkçü ve laiktir!”sözünü öylesine söylemiştir. Bu sözün hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur. Çünkü bir akademisyen olarak Diyanet’e dışarıdan gelen Sayın Bardakoğlu’nun, söz konusu demeci verdiği tarih itibarıyla görev yaptığı iki yılda (2005) koskoca bir teşkilatı yeterince tanıdığını hiç sanmıyoruz. Zira Diyanet çalışanları içinde Mısır, Suriye ve Suudi Arabistan gibi denklikleri YÖK tarafından kabul edilmeyen birçok ülke üniversitesinin şeriat fakültelerinden mezun olan kişilerin de bulunduğu bir kurumun bütün personelinin Atatürkçü ve laik olması beklenmemelidir. Üstelik bunu beklemeye ve herkesi Atatürkçü ve laik olmaya zorlamaya da hiç kimsenin hakkı yoktur. İnsanlar, inançlarını başka insanlara zorla dayatmadıkları ve ülkenin siyasi rejimini kendi inançları doğrultusunda değiştirmeye kalkışmadıkları müddetçe istedikleri fikre inanabilmelidir. Bu, insan haklarına ve hukukun üstünlüğüne dayalı demokrasinin de bir gereğidir. Bundan gocunmaya ve bu tür çıkışlar karşısında savunma yapmaya hiç gerek yoktur.
Dolayısıyla Ali Bardakoğlu’nun 2005 yılında yapmış olduğu söz konusu açıklama, oldukça abartılıdır ve asla gerçeği yansıtmamaktadır. Diyanet personelini bırakalım, adı geçenin bizzat kendisinin ne derece Atatürkçü olduğu tartışmalıdır. Görevde kaldığı yaklaşık 7 yıllık süre boyunca Diyanet’te Atatürkçülük adına ne yapmıştır, hangi eseri bırakmıştır bir Allah’ın kulu bulup çıkarırsa ben söylemiş olduğum sözlerin hepsini yalar yutarım. Peki, Ali Bardakoğlu ve onun yaklaşık 7 yıl süreyle yönetmiş olduğu Diyanet acaba ne kadar Atatürkçüdür? Gelin isterseniz bu konuda Diyanet’in yakın geçmişine doğru hep birlikte küçük bir gezintiye çıkalım.
Öncelikle söylemek gerekirse; Diyanet tarafından Atatürk ve eserlerine bakış konusunda sergilenen tavır gerçekten de anlaşılır gibi değildir. Örneğin, kendisini Atatürkçü ve laik olarak tanıtan Ali Bardakoğlu’nun başında bulunduğu Türkiye Diyanet Vakfı’na bir göz atalım. Adı geçen vakıf, 1980’li yılların başından başlayarak yazılı, sesli ve görüntülü olmak üzere bugüne kadar 400 civarında eser yayınlamış bulunmakla birlikte, bu ülkenin kurucusu olan ulu önder Atatürk’e ve onun eserlerine hiç alaka duymamış ve bu konuda 2002 yılına gelinceye kadar herhangi bir çalışma yapmamıştır. En olmadık ve en sıradan konularda bile, hem de sipariş yöntemiyle, yani daha yüksek miktarda telif ücreti ödemek suretiyle eser hazırlatan Vakıf, nedense bu konuyu sürekli ihmal etmiştir! Ta ki 28 Şubat Süreci denilen sürecin hayata geçirildiği yıllara kadar…
Aslına bakarsanız ne olmuşsa 1999 yılında olmuştur. Çünkü 1999 yılından itibaren Vakıfta Atatürk ve Atatürkçülük konusunda yoğun bir mesai harcanmaya başlanmıştır! Hele hele 2001-2002 yıllarına gelinince bu konudaki çalışmalar, tam bir telaş halini almıştır. Vakıf yöneticileri, bu yıllarda hem fellik fellik Atatürk konusunda bir kitap yayınlama arayışına girmişler, hem de Vakfın Genel Merkez binasının giriş iç kısmına alel acele bir Atatürk büstü yaptırmışlardır. Bunlara ilave olarak, aynı yıllarda Vakıf Genel Müdürü’nün makam odasını Atatürk portre ve büstleriyle donatmışlardır. Ayrıca, Suudi Arabistan’da Şeriat Fakültesi’nde okuyan ve imzasını bile hâlâ Arapça olarak atan Vakıf Genel Müdürü ise bu yıllarda aniden en büyük Atatürkçü kesilmiş ve yakasına çifte Atatürk rozetleri takmaya başlamıştır.
Atatürk’ü konu alan bir kitap yayınlama konusunda hummalı bir çalışmanın ve arayışın içine giren Vakıf Mütevelli Heyeti, 2001 yılına gelindiğinde ve tam bir telaş içinde aranırken karşılarına eski bir Diyanetçi olan Prof. Dr. Ali Sarıkoyuncu çıkmış ve Sayın Ali Sarıkoyuncu Vakıf yönetimi için tam bir can simidi etkisi yapmıştır.
Prof. Dr. Ali Sarıkoyuncu, DİB de çeşitli görevlerde bulunurken akademik kariyer yapmış ve Cumhuriyet dönemi üzerine çeşitli araştırmaları bulunan bir tarihçidir. Yanlış hatırlamıyorsam Ankara’da İnkılap tarihi Enstitüsü’nde başladığı akademik yaşamında Doçent seviyesine gelinceye kadar Diyanet’te çeşitli görevlerde çalışmış, profesör olabilmek içinse Diyanet’ten ayrılarak Eskişehir’de bunan Osmangazi Üniversitesi Fen ve Edebiyat Fakültesi’ne geçmiş, daha sonraki dönemde Kütahya’daki Dumlupınar Üniversitesi Eğitim Fakültesi’ne dekan olmuştur. Uzmanlık sahası olan “Milli Mücadele’ye Destek Veren Din Adamları” mevzuundan çok ekmek yemiştir Ali Sarıkoyuncu! Önce bu konuda iki cilt kitap hazırlayarak Diyanet İşleri Başkanlığından iyi bir telif ücreti almıştır. Arkasından bu kitapta anlattıklarını tamamıyla hıfzetmiş ve çağrıldığı pek çok ilmi panel ve konferansta aynı şeyleri tekrarlayıp durmuştur. Bu özelliği ile merkezde DİB ve TDV tarafından, taşrada ise müftülükler tarafından aranan adam olmuş ve ücreti mukabilinde belki yüzlerce konferans vermiştir bu konuda. Diyanet çalışanlarının hemen çoğunda olan hafızlık geleneğine uygun olarak yazdıkların ezberlediği için kürsüye çıkar başlardı doğaçlama olarak Milli Mücadele’ye destek veren din adamlarını saymaya: Denizli Müftüsü Ahmet Hulusi Efendi, Afyon Müftüsü Şükrü Efendi, Çankırı’da Hacı Tevfik Efendi, Amasya’da Abdurrahman Kâmil Efendi, Erzurum’da Raif Efendi vs.
İşte bu sebeple Vakıf Mütevelli Heyeti, yazacağı eserin bilimsel ve orijinal olup olmadığına bakılmaksızın, o sırada Osmangazi Üniversitesi Fen ve Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Başkanı olan Ali Sarıkoyuncu’ya işi havale etmiş, o da bu konuda sözüm ona bir kitap hazırlamıştır.
Oysa Ali Sarıkoyuncu tarafından hazırlanıp ilk baskısı 2002 yılında yapılan “Atatürk-Din ve Din Adamları” isimli kitap, orijinal olmayıp, aynı yazar tarafından yazılan ve birinci cildi 1995 yılında, ikinci cildi de 1997 yılında Diyanet İşleri Başkanlığı yayını olarak yayınlanmış “Milli Mücadele’de Din Adamları” isimli iki ciltlik eserden istifade ile hazırlanmıştır. Bir nev’i ismi geçen iki ciltlik eserden intihal ile hazırlanıp yayınlanmıştır. Kitabın 2002 yılında 1500 adet olarak yapılan ilk baskısı, parayla satılmaktan çok, büyük ölçüde parasız olarak dağıtılmış, dağıtım sırasında yazarının da yönlendirmesi ile evvel emirde devletin kritik noktalarında görev yapan bürokratlara, belli başlı yazar, gazeteci ve fikir adamları ile askerlere gönderilmiştir. Böyle bir kitabı yayınlayıp dağıtmakla Vakıf Mütevelli Heyeti, adeta büyük bir tehlikeyi ucuz savuşturmuş! Kitabın yazarı da “Türkiye Diyanet Vakfı’nı kapatılmaktan kurtardım. Vakıf bana çok şey borçludur!” diyerek övünme fırsatı bulmuştur.
Vakıfta Atatürk ve Atatürkçülük konusunda yürütülen bu hummalı çalışma, 2002 yılının sonuna gelinceye kadar devam etmiş ve 2002 yılının sonuna gelindiğinde AKP iktidarı ile birlikte büyük ölçüde uykuya yatırılmış bulunmaktadır. Peki, ne olmuştu da 2000’li yıllara gelinceye kadar geçen yaklaşık 20 yıllık sürede 400 civarında eser yayınlamakla birlikte, Atatürk konusunda hiçbir eseri bulunmayan ve yayınlamakta olduğu İslam Ansiklopedisi’nde bile “Atatürk” maddesinin yazılmasını tam 16 sene öteleyen Türkiye Diyanet Vakfı, 2000’li yıllara gelince neden bu konuya eğilme gereği duymuştur? Bunun sebebini sadece 28 Şubat süreci ile açıklamak yeterli midir?
Bu konuda 28 Şubat sürecinin elbette etkisi vardır. Ancak bu konuda önemli olan başka bir etken daha vardır. O da medyada bu konuda çıkan bazı haber ve yorumlardır. Bu konuda yapılan yorumların en ilginçlerinden birisi, Prof. Dr. Zekeriyya Beyaz’a ait bulunmaktadır. Diyanet çevrelerinde hiç sevilmeyen, fikirleri hiç itibar görmeyen ve hatta alay konusu yapılan, aynı fakültede bulunmakla Ali Bardakoğlu’nun da mesai arkadaşı bulunmakla birlikte adı geçen tarafından Diyanet’çe düzenlenen hiçbir bilimsel etkinliğe çağrılmayan Prof. Dr. Zekeriya Beyaz’ın konuya ilişkin görüşlerini Hürriyet Gazetesi şöyle veriyordu:
Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nin İslam Ansiklopedisi’ni hazırlayan ekip içinde yer alan 16 öğretim üyesi, dekan Prof. Dr. Zekeriya Beyaz’ın önerisi ile rektörlük tarafından 2 ay önce bu görevden alındı. İlahiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Zekeriya Beyaz, Diyanet Vakfı’na bağlı İslam Araştırmaları Merkezi’nce hazırlanan, 75 bin tirajlı ansiklopedide, Arap kültürü ve Osmanlı’nın övüldüğünü, cumhuriyet ve demokrasinin ise yok sayıldığını söyledi.
Öğretim üyelerinin görevlendirmesini neden sona erdirdiklerini Türkiye Diyanet Vakfı’na da bildirdiklerini belirten Beyaz, şöyle dedi: “Bu ansiklopedi Arap kültürünü ve bilim adamlarını, Pakistan bilim adamlarını, Osmanlı’yı öne çıkarıyor. Bunlara fazlasıyla yer veriyor. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu, cumhuriyet döneminin ünlü kişileri ve konulara yer vermiyor, ihmal ediyor ya da geçiştiriyor. Bu zihniyete sahip ansiklopedide benim öğretim üyelerimin çalışmasını istemiyorum. Türk halkının parasıyla hazırlanan bu ansiklopedide Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin aleyhine dolaylı da olsa bazı maddelerin bolca bulunduğunu gördük ve bizim katkımız olmasın istedik. Türk milleti ve onun lideri Atatürk’ü, cumhuriyeti, demokrasiyi yok sayan, yer vermeyen bir zihniyetin temsilcisi olmak istemiyoruz.”
Beyaz, Ansiklopedi’de bazı maddelerin Hizbullah, Pkk gibi yasadışı örgütlerin anlayış ve yararına uygun olduğunu belirterek, dâr-ı harp’in (Müslümanların savaş halinde olması hali) anlatılmasına dikkat çekti. Beyaz, bu maddenin, terörist eylemlerin haklılığı konusunda Diyanet’in fetvası olarak yorumlanabileceğini söyledi. Bugüne kadar 22 cildi yayınlanan ansiklopedide cumhuriyet ve demokrasi maddeleri bulunmuyor. Tüm liderlerin soyadına göre harf sırasıyla yer aldığı ansiklopedide A harfinde Atatürk’ün karşısında ‘bkz. Mustafa Kemal Atatürk’ deniliyor. Çanakkale savaşlarının anlatıldığı bölümde ‘Yarbay Mustafa Kemal’in adı sadece bir kez geçerken, Sultan Reşad’ın resmi ve el yazısıyla şiiri yer alıyor (3).
Prof. Dr. Zekeriya Beyaz’ın İslam Ansiklopedisi hakkındaki kanaatleri, elbette kendine aittir. Ancak Zekeriya Beyaz’ın, Atatürk maddesine A harfinde yer verilmeyip, “bkz. Mustafa Kemal Atatürk” şeklinde öteleyerek M harfinde yer verilmesine işaret etmesi gerçekten de önemlidir. Oysa yapılması gereken Atatürk maddesine A harfinde ve ansiklopedinin 4. cildinde yer verilmesi idi. Zira ansiklopedi maddesi olacak kelime ya da kavram “Mustafa Kemal” değil, “Atatürk” ismi ya da kavramıdır. Çünkü Atatürk özel isim, Mustafa Kemal ise cins isimdir. Dünyada bir sürü Mustafa Kemal olduğu halde, sadece bir tane “Atatürk” vardır. Dolayısıyla ansiklopedi maddesi olmayı hak eden isim “Mustafa Kemal” değil, “Atatürk” ismidir. Ancak nedense Türkiye Diyanet Vakfına bağlı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM) tercihini bu yönde kullanmış ve “Atatürk” maddesine, 1991 yılında yayınlanan 4. ciltte yer vermesi gerekirken bu maddeyi 16 yıl süreyle ve tam 27 cilt erteleyerek ancak 2006 yılında yayınlanan 31. ciltte yayınlayabilmiştir. Açıkçası Türkiye Diyanet Vakfı, “Atatürk” maddesi üzerinde tam 16 sene düşünmüş ve kararını 16 senede ancak verebilmiştir.
Prof. Dr. Zekeriya Beyaz’ın yukarıda bulunan tenkitlerine karşılık Türkiye Diyanet Vakfı Mütevelli Heyeti yine aynı gazetenin 21.07.2001 tarihli nüshasında açıklama yapma gereği duymuştur. Konuya ilişkin gazete haberi şöyledir:
Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi dekanı Prof. Dr. Zekeriya Beyaz’ın Diyanet İslam Ansiklopedisi hakkındaki eleştirilerine cevap veren Türkiye Diyanet Vakfı Mütevelli Heyeti, ‘Atatürk’ maddesinin yayına erişmediği için ‘M’ harfindeki ‘Mustafa Kemal Atatürk’e gönderme yapıldığını açıkladı. Prof. Dr. Beyaz’ın, ansiklopedide, Osmanlı döneminin çok ağırlıklı, Cumhuriyet döneminin ise az yer aldığına yönelik eleştirisi ise heyet tarafından Prof. Dr. Zekeriya Beyaz’ın ‘yaklaşık 7 asırlık bir zaman dilimiyle 75 yıllık bir süreyi karşılaştırmayı düşünmediği’ belirtilerek, cevaplandı. Açıklamada, ansiklopedinin 16 bin 985 maddeden 5 bin 624’ünün Türk kültürüyle ilgili olduğu belirtilerek, şunlara yer verildi: “Soyadı kanunundan sonra ölen kişilerin, ansiklopedide, soyadlarına göre alınması esas kabul edilmekle birlikte zaman zaman bu kuralın istisnaları olmuştur. Ayrıca, kendi harf sırasında yazılmasında yayım takvimi açısından problem çıkan bazı maddeler de mümkün olduğunca diğer harflere gönderilmiştir. ‘Atatürk’ maddesi yayıma hazırlık safhasında ele alındığında ortaya çıkan metnin konuyu daha çok siyasi yönden işlediği görülmüş, Atatürk’ün dil, tarih ve sanat yönüyle anlatılmasına ihtiyaç duyulmuş, bu bölümlerin yayın takvimini aksatmadan yazdırılması mümkün olmadığından ileri bir harfe atıf imkânı bulunması sebebiyle, atıf yoluna gidilmiştir. Harf sırası geldiğinde bu bölümlerle birlikte madde bir bütün olarak yayımlanacaktır.”(4).
Bu gerekçeler belki de doğrudur. Ancak yine de affedilir bir kusur değildir. Zira söz konusu ansiklopedide yer verilecek ve toplam sayıları Vakıf yönetimi tarafından 16.985 olarak açıklanan maddeler ve bu maddeleri yazacak yazarlar önceden tespit edilmiş, bu maddelerin yazım işleri ise önceden yazarlarına sipariş edilmiştir. Burada Atatürk maddesi ile ilgili olarak yapılması gereken, bu maddede yer alacak hususların, yani ‘Atatürk’ maddesinin çerçevesinin önceden tespit edilmesi ve birden çok yazara sipariş edilmesiydi. Esasen Vakıf Mütevelli Heyeti’nin yukarıdaki gazete haberinde bulunan “Atatürk maddesi yayıma hazırlık safhasında ele alındığında ortaya çıkan metnin konuyu daha çok siyasi yönden işlediği görülmüş, Atatürk’ün dil, tarih ve sanat yönüyle anlatılmasına ihtiyaç duyulmuş, bu bölümlerin yayın takvimini aksatmadan yazdırılması mümkün olmadığından ileri bir harfe atıf imkânı bulunması sebebiyle, atıf yoluna gidilmiştir” şeklindeki sözlerinden de bu yönde bir çalışma yaptırıldığı, ancak hazırlanan madde metninin bilinmeyen bazı gerekçelerle tasvip edilmediği anlaşılmaktadır. Oysa yapılması gereken, ‘Atatürk’ maddesinin bulunduğu ansiklopedi cildinin yayım işlemlerinin, geciktirilmesi pahasına söz konusu maddenin yetiştirilip bu ciltte yayımlanması idi. Ancak bu yola gidilmediği, İslam Ansiklopedisi gibi bir eserde ‘Atatürk’ maddesine yer verilip verilmeyeceği konusunda tereddütler yaşandığı ve tartışmalar yapıldığı anlaşılmaktadır.
Prof. Dr. Ali Bardakoğlu, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim üyesidir ve fıkıh hocasıdır. TDV İslam Ansiklopedisi ise büyük ölçüde bu fakültede görevli İlahiyatçılar tarafından hazırlanmakta ve idare edilmektedir. Ansiklopediye en çok madde yazanlardan ve bu işten para kazananlardan birisi de Prof. Dr. Ali Bardakoğlu’dur. Ve halen de yazmaya devam etmektedir. Başkanlığı bıraktığına göre; yine ansiklopedi maddesi yazmaya yoğunlaşacağı muhtemeldir. Adı geçen ayrıca, Ansiklopedi’yi hazırlayan kuruluş (İSAM)ca yayınlanan “İLMİHAL”in de yazar kadrosu içinde bulunmaktadır. Peki, “Atatürk” maddesini bile 4. cilt yerine 31. ciltte yayınlamak suretiyle tam 16 yıl öteleyen bir eserin madde yazarlarının başında gelen Ali Bardakoğlu’na “Atatürkçü” ve “Laik” denilebilir mi? Atatürkçü ve laik düşüncelere sahip bir bilim adamı, bu yapılanlara rıza gösterebilir mi?
Dedik ki; 28 Şubat süreciyle birlikte Türkiye Diyanet Vakfı’nda Atatürk ve Atatürkçülük konusunda hummalı bir çalışma başlatılmıştır. Yukarıda da zikrettiğimiz üzere; bu devrede Vakfın giriş iç kısmına bir Atatürk büstü yerleştirilmiş, kaideye Atatürk’ün vakıflar hakkında söylemiş olduğu bir söz yazılmış, Vakıf Genel Müdürü’nün makam odası Atatürk portre ve büstleriyle süslenmiş, Medine’de Şeriat Fakültesi’nde okuyan Genel Müdürün yakasına ise çifter çifter Atatürk rozetleri taktırılmaya başlanmıştır. Vakfa bağlı yayınevlerinde ise başta Türk Tarih Kurumu, Türk Dil Kurumu, Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, Atatürk Araştırma Enstitüsü Yayınları ve Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları olmak üzere bazı resmi kurumların yayınları dışındaki yayınların satışı yasaklanmıştır. Vakfın o güne kadar izlemiş olduğu yayın politikası ise yerden yere vurulmaya başlanmıştır.
Netice mi? Burada ayrıntısını anlatmam uzun sürer ama şu kadarını belirteyim ki; 2001 ve 2002 yıllarında biraz da benim gayretimle vakıf tarafından bir seri halinde Atatürk ve Atatürkçülükle ilgili kitaplar yayınlanmasına ilişkin birçok karar alındı. Alınan kararlara göre; şu konularda kitaplar yayınlanması öngörülüyordu:
Atatürk ve Eğitim, Atatürk ve Kadın, Atatürk ve Gençlik, ‘Atatürk ve Ulusal Bağımsızlık, Atatürk ve Türk Dünyası, Atatürk ve Türkiye’nin Dış Politikası, Atatürk ve Demokrasi, Atatürk ve Laiklik vb.
Ancak herkesin bildiği gibi; 3 Kasım 2002 seçimleri ile birlikte Türkiye’nin gündemi önemli ölçüde değişti, Diyanet’in başındaki isim olan M.Nuri Yılmaz ise Atatürk’ü düşünmek yerine kendini düşünmeye koyuldu. Atatürk’le ilgili kitaplar yayınlayarak Diyanet’in itibarını kurtarmak yerine, kendi postunun kurtarmanın arayışları içine girdi ve sonuçta bu konu tavsayıp önemini yitirdi. Daha sonra da bu fakirin görevden alınmasıyla birlikte konu büyük ölçüde takipsiz kaldı ve sonunda proje büsbütün rafa kalkmış oldu.
Türkiye’de darbecilik ve darbe zihniyeti artık iyiden iyiye tarih olduğuna ve Atatürkçülük de artık geçer akçe olmaktan çıkıp bazı sıkı Atatürkçüler de bir şekilde yargı kıskacına alındığına göre(!), Diyanet’in Atatürkçülüğü de büyük ölçüde ortadan kalkmış bulunmaktadır. Peki, Bütün bunca çalışmalar ve verilen gayretler ortada iken ve oluşturulan bütün bu alt yapının üstünde yaklaşık 7 yıl oturduğu halde kılını bile kıpırdatmayan Ali Bardakoğlu’na Atatürkçü, Laik, Liberal ya da Demokrat denilebilir mi? Bana göre; hayır denilemez. Denilmesine denilemez de gelin görün ki; CHP böyle bir adamdan medet umar durumdadır. Tıpkı Ahmet Kaya’nın ve Yılmaz Güney’in kabirlerinden medet umduğu gibi. Umarım Sayın Kılıçdaroğlu, bu iki şahsın mezarını ziyaret etmekle partisine kaybettirmiş olduğu puanları, Celal Bayar’ın kabrini ziyaret ederek telafi edebilmiştir…
5 Aralık 2010
Ömer Sağlam
_________________
1- 24.11.2010 tarihli Hürriyet, “Siyasi gelecek hesabı içinde değilim” başlıklı haber.
2- 27.08.2005 tarihli Zaman Gazetesi’nde bulunan “Kimse Diyanet Üzerinden Politika Yapmasın” başlıklı ve Aslıhan Aydın imzalı haber, s.5.
3-18.07.2001 tarihli Hürriyet Gazetesi’nde bulunan “İslam Ansiklopedisi’nde Demokrasi Yok Sayılıyor” başlıklı ve Nuran Çakmakçı imzalı haber, s. 20.
4- 21.07.2001 tarihli Hürriyet Gazetesi’nde bulunan “Ansiklopedi Savunması: Atatürk Maddesi Yetişmemiş” başlıklı haber, s. 21.
Bir yanıt yazın