Piyasaya inananların bilmesi gereken önemli bir kural var. Piyasa mekanizmasının etkin çalışması ve kendisinden beklenen ekonomik refahı sağlaması, ekonomide yaratılan gelirin tekrar ekonomide kullanılması ile mümkün
RAMAZAN SARI (Arşivi)
Son zamanlarda yabancı basında Türkiye’nin süper güç olma yolunda attığı adımlar ve ekonomik mucizesine övgülere, çokça rastlanır oldu. Yerli basın da yabancı basından hareketle olsa gerek benzer bir tavır içerisine girdi. Bu övgülerden kaynaklanabilecek yanlış anlama kaygısı, bu yazının ortaya çıkma sebebi. Kavramların ve rakamların yerli yerinde kullanılmaması, Türkiye’nin bir mucize gerçekleştirdiği ve hızlı bir şekilde gelişmiş ülkelere yaklaştığı gibi yanlış bir sonuca ulaştırabilir. Hatta bu söylem o kadar yoğun bir şekilde kullanılıyor ki, bu yoğunluk, söylemi tartışmasız doğru ve güvenilir kılıyor. Yoğun söylem, iddiayı doğal ve masum gösterdiği için gecikmeli olarak ortaya çıkan karşı fikirleri gündemi yakalayamamış ve samimiyetten uzak bir görüntü verme riskiyle karşı karşıya bırakabiliyor. Bir söylemi yoğun bir şekilde gündeme getirerek kabul ettirmek, çok etkili bir yöntemdir. Bu taktiği uygulamak neredeyse her zaman ortaya atılan iddia veya söylemi ispatlama gerekliliğini ortadan kaldırıyor. Bunun en mükemmel örneği 11 Eylül olayıdır. Olay o kadar yoğun bir şekilde dünya gündemine oturtulmuştu ki, hiçbir iddia ispatlanma gereği duyulmadan kabul ettirilmiş ve bu da hükümete içeride ve dışarıda farklı bir söylem geliştirme olanağı vermişti.
Doğru okumak
Söz konusu övgülerin bir dayanağının olup olmadığını anlamak için bir iki ekonomik kavramı tekrar hatırlatmakta fayda var. Bunlardan ilki Gayri Safi Yurtiçi Hasıla (GSYİH): Fiziki sınırları belli bir ekonomide yerli ve yabancılar tarafından üretilen bütün mal ve hizmetlerin parasal değerini ifade eder. Büyüme de GSYİH’deki değişikliktir. Bu değer arttığı zaman büyümeden söz edilir. Ancak büyüme söz konusu olduğunda GSYİH, Türkiye gibi gelişmekte olan bir ülke ile sermayesi ülkeden ülkeye dolaşan gelişmiş ülkelerde farklı bir görüntü verir. Türkiye büyümesini yabancı sermayeye bağladığı için gerçekten büyüyüp büyümediğini anlayabilmek için GSYİH, Gayri Safi Milli Hasıla (GSMH) ve işsizlik oranlarına aynı anda bakmak zorunda. GSYİH’den yabancıların Türkiye’de elde ettiği kâr, faiz, kira ve ücretleri düşmek gerekir. Aynı şekilde Türkiye vatandaşlarının yurtdışında elde ettiği ve getirdiği gelirleri de eklemek. Bu yapıldığı zaman ortaya GSMH çıkar. Türkiye’de Almanlara ait şirketlerin elde ettiği gelirler Almanya’nın GSMH’sına eklenirken, Türkiye’de GSYİH’ye eklenir. Aynı şekilde Türkiye vatandaşlarının elde ettiği gelirler de Türkiye GSYİH’sine eklenir. Ancak burada bir noktaya dikkat etmek gerekir. Almanların Türkiye’de elde ettiği gelirler ülkelerine gider. Ancak Türklerin elde ettiği gelirler Türkiye’ye genellikle sınırlı miktarda gelir, çünkü gelir sahibi genellikle bulunduğu ülkede yaşar. Son dönemde en çok kâr yapan bankacılık ve iletişim sektörlerindeki kârlar bizim değil, diğer ülkelerin GSMH hanesine yazılıyor ve yatırım sahibinin ülkesine gidiyor.
İşsizlik değişmez
O halde GSYİH değerindeki değişiklik kendi başına büyümeyi ifade etmez. Eğer GSMH daha düşük bir değer ise GSYİH’nin büyümesi çok anlamalı olmayabilir. Bunun anlamlı olabilmesi için yabancıların yoğun olduğu sektörlerdeki büyüme oranı ile diğer sektörlerin büyüme oranını karşılaştırmak gerekir. Eğer yabancıların sahip olduğu sektörler daha fazla büyüyorsa ve bu da GSYİH’deki büyüme oranında önemli bir paya sahip ise, o zaman işsizlik oranı olumlu yönde fazla değişmeyecektir. Bu durumda şu sonuca varılabilir: Eğer GSYİH büyüyor ve işsizlik oranı değişmiyor veya artıyorsa biz fiilen geriliyoruz demektir. Her nasılsa Türkiye artık GSMH verisini yayınlamıyor. Bunun yerine daha dar tanımlı GNI diye bir veri üretiliyor. Bu durumda da işsizlik oranlarına bakmamız gerekecek. 2010 senesinin ikinci çeyreğinde yıllık büyüme oranı yaklaşık olarak yüzde 10 civarında. İşsizlik oranı ise yüzde 11.4 seviyesinde kalmış. Dönemsel karşılaştırma yapılınca, bu gelişme kriz sonrası dibe giden ekonomilerde beklenen tipik bir değişimdir ve iş-çevirim teorisine göre beklenen sıradan bir durumdur. Önceki oranlara ve diğer ülkelerin oranlarına bakıldığı zaman da ortada bizleri yabancılar kadar heyecanlandıracak herhangi bir mucize gözükmüyor.
Kur faktörü
GSYİH kullanılırken yapılan yaygın bir hataya da değinmekte fayda var. Kurların istikrarsız olduğu veya yapay yollarla seviyesinin düşük veya yüksek tutulduğu dönemlerde dolar değerleri ile hesaplanmış milli gelir rakamları anlamlı değildir. Doların değer kaybettiği dönemlerde gerçek bir artış olmadığı halde GSYİH değerleri yükselir. Basit bir örnek vermek uygun düşer: Birkaç ay önce 1 dolar 1.5 TL iken 2000 TL geliri olan bir kişinin gelirinin dolar karşılığı 1333’tü. Kur 1.4’a düştüğünde söz konusu gelir 1428 dolara çıktı. Gelirde bir değişiklik olmadığı halde dolar cinsiden zenginleşmiş gibi görünen bu kişi fiilen yoksullaştı çünkü sabit geliri enflasyon kadar değer kaybetti. Buna göre, dolara dayalı rakamların bir anlam ifade edebilmesi için dolara dayalı verileri ile TL’ye dayalı verilerden elde edilen eğrilerin paralel değişiklik göstermesi gerekir. Çünkü kur ile ifade etmek sadece bir ölçeklemedir. Ama son dönem verilerine bakıldığında dolar ile elde edilen eğrilerin çok hızlı yükseldiği görülebilir. Bu yükseliş bir mucize değil, bir illüzyondur.
1975’in gerisinde
Bir ülkenin süper güç olabilmesi için ekonomisinin gelişmiş ülkelere hızlı bir şekilde yakınlaşması gerekir, tıpkı Çin ve Hindistan örneğinde olduğu gibi. 1970’te Türkiye en büyük 19. ekonomiydi. 1975’te 17. ekonomiye çıkıyor. Daha sonraları biraz geriye düştükten sonra 2000’de, yani Ecevit hükümeti döneminde, tekrar 17. sıraya çıkıyor. Kısa süreli sapmalardan sonra bu seviyesini günümüze kadar koruyor. Ancak son dönemlerde yabancı yatırımcıların payının arttığı göz önünde bulundurulduğunda aslında sıralamada fiilen 1975’in gerisinde olduğumuz aşikâr. Kişi başına düşen gelirde ise, Türkiye 46. sırayı yıllardan beri koruyor. Karşılaştırmalarda daha geçerli kabul edilen diğer istatistiklere göre ise Türkiye tipik bir az gelişmiş ülke. Yakın gelecekte de değişeceğine dair en ufak bir sinyal bile vermiyor. Belli ki süper güç olduğumuz falan da yok.
Piyasaya inananların bilmesi gereken çok önemli bir kural var. Piyasa mekanizmasının etkin çalışması ve kendisinden beklenen ekonomik refahı sağlaması ekonomide yaratılan gelirin tekrar ekonomide kullanılması ile mümkün. Aksi takdirde piyasanın gönderdiği sinyaller ile kaynakların doğru alanlarda etkin bir şekilde kullanılması gerçekleşmez. Bu bağlamda en nihayetinde ekonomiye dönen vergilere bile tepki veren zihniyetin, kapıların sonuna kadar dış sermayeye açılmasına destek vermesinin nedeni yazının başında açıklanan yoğun söylem taktiğinin etkisidir. Bu taktik yüzünden yabancı yatırımcıların elde ettiği geliri hiçbir engel ile karşılaşmadan transfer etmesinin ekonomi üzerindeki etkisinin doğal bir felaketle eşanlamlı olduğu idrak edilemiyor.
RAMAZAN SARI: Prof. Dr., ODTÜ, İİBF
Bir yanıt yazın