Dr. Ali Sak
İsmi Şafak BAY, gerisini kendi kaleminden okuyalım. “[…] Türkçe öğretmeniyim. 25 yaşındayım. 2005 senesinde kemik kanserine yakalandım. Sağ dizime protez takılıp çeşitli ilaçlarla tedavimi bitirdim. 2007 senesinde hastalık sol omuzumda tekrarladı ve yine sol omuzuma protez takılıp kemoterapi ilaçları verilerek tedavi edildim. 2008 senesinde hastalık akciğerimin her iki tarafında tekrarladı. Ameliyatla tümörlü hücreler alındı ve kök hücre nakli oldum. 2009 senesinde hastalık akciğerimde tekrarladı. Artık benim hastalığım olan OSTEOSARKOM ile ilgili tüm ilaçların doz olarak limitini doldurduğumdan sadece hastalığımın yavaş ilerlemesini sağlayan oral haplarla tedavime devam ettim. Akciğer ameliyatı olup haplara devam ettim; fakat 2010 senesinde hastalık akciğerlerimde ve kalçamda tekrarladı. Şu an itibariyle aynı hapları kullanıp hastalığın yavaş ilerlemesini sağlamaya çalışıyorum. Türkiye’de doktorlarım çözüme dönük bir tedavi sunamıyorlar. Şu an için yurtdışında özellikle Amerika’da iletişime geçtiğim bazı kanser merkezleri farklı ve deneysel tedavi için başvurabileceğimi ilettiler. Fakat ilaçlar deneysel olduğu için SAĞLIK BAKANLIĞI masraflarımı karşılayamıyorlar. Yaklaşık masrafı sorduğumda ise 150 ile 750 bin(milyar) lira arasında bir masraf çıkabileceğini ilettiler bana. Avrupa’da bu tedavilerin daha uygun olduğunu düşünüyorum ve araştırıyorum ama her durumda bu paranın bir kısmı bile olsa karşılayacak durumum yok ve ben henüz 1 derse bile girememiş bir öğretmen olarak 25 yıllık yaşamıma veda etmek istemiyorum […].” ).
Yukarıdaki hikaye bu şekliyle kansere yakalanmış ve şu anki tıbbi olanaksızlar nedeniyle tedavisi mümkün olmayan herhangi bir insanın hikayesi olabilir. Fakat bu hikayenin başka bir boyutu daha var. Şafak Bay’ı hastalığından daha çok üzen, onu içten içe yiyip bitiren çok daha hazin olan bir hikayesi.
O, öğretmen olmasına rağmen hiç öğretmen olamamış ve öğretmenlik ateşiyle yanıp tutuşan örnek bir insan. Safak Bay Türkçe öğretmenliği mezunu ve yaklaşık 4 yıldır atanmayı bekliyor. Dört yıldır Kamu Personel Seçme Sınavı’na (KPSS) girdiğini ve iyi puan almasına rağmen yeterli kadro açılmadığı için bir türlü atanmıyor. Dört yıldır verilen sıkı bir mücadele, adeta psikolojik bir savaş. Her defasında yenilgiyle sonuçlanan bir savaş… Ve Şafak Bay’ın bu sınav ve atamayı bekleme sürecinde büyük bir ihtimalle psikolojik rahatsızlığı nedeniyle bağışıklık sistemiminin çöküşü ve dolayısıyla da kanser hastalığının ilerleyişi. Yetmiyor, Safak Bay aynı zamanda atanmadıkları için eylemde olan öğretmen adaylarıyla birlikte, sırf dayanışma açısından, açlık grevine katılıyor.
Ne garip değilmi?
Bir taraftan hastalık onu içten içe kemiriyor, diğer taraftan o, hayata tutunabilmek için öğretmen olmayı ve bu uğurda ölümüne de olsa aç kalmayı tercih ediyor. Açlık o’na karşı, o açlığa karşı savaşıyor.
Şafak Bay’ı 27.10.2010 tarihinde CNN kanalında beşN birK programında Cüneyt Özdemir’le reportaj yaparken, belkide son defa izledim. Hastalığı her ne kadar ilerlemiş olsa da Şafak Bay’ın öğretmen olma azmi insanı şaşırtacak türdendi. Şafak Bay sadece kanseri yenebilmek için yaşam savaşı vermiyordu. Hayır, o asıl savaşma ve hayata tutunma gücünü içindeki öğretmenlik arzusundan alıyordu. Müthiş bir savaş azmi, inanılmaz bir irade. Tedavisi için yapılan kampanyalar çerçevesinde yaklaşık 150 bin dolar biriktiğini fakat bunu hastalığı için harcamayacağını, ölümünden sonra bunu devlete bağışlayacağını söylüyordu.
Ne garip değilmi?
Devletin ondan esirgediğini o devlete bağışlıyordu. Onun devletden tek isteği öğretmen olarak atanmak. Anlaşılan Şafak Bay kansere karşı psikolojik olarak yenik düşmüştü, fakat öğretmen olma savaşı devam ediyordu.
Öyle vekil öğretmen filan değil, gerçek ve kadrolu bir öğretmen olmak istiyordu Şafak Bay. Her ne kadar özel okullardan ve öğretmen arkadaşlarından vekil öğretmen olarak derse girebilme teklifi almış olsa da, o sadakat istemiyordu. Dolayısıyla da bu teklifleri kabul etmeyen Şafak Bay ekran başında öyle bir şey dediki, sadece çocuklara değil sanki ekran başındaki tüm Türk milletine ders veren gerçek bir öğretmen oluvermişti. Ekran başında, hastalığın verdiği eziklik fakat öğretmen olma azminin getirdiği güç ve kararlığıyla tüm Türk milletine, hatta tüm insanlığa ders veriyormuş gibi konuşuyordu.
“Ben öğretmencilik oynamak değil, öğretmen olmak istiyorum.“
O günden bu güne unutamadığım Şafak Bay’ın bu cümlesi hala kulaklarımda çınlamakta. “Ben öğretmencilik oynamak değil, öğretmen olmak istiyorum.“ O anda Şafak Bay benim başöğretmenim oluverdi. Bu sözüyle sadece beni mi etkiledi? Hayır, Cüneyt Özdemir de dakikalarca kendine gelemedi ve gözyaşlarını gizlemek için reklama girmeye mecbur kaldı. Öğretmen olmadığım halde Şafak öğretmenin bu sözü şamar gibi değdi suratıma. Böyle okkalı bir şamarı yıllar öncesinde bir tek dedemden yediğimi hatırlıyorum. O da “oğul, adam gibi adam ol ve aldığın sorumluluğun bilincinde ol” diyerek okkalı bir şamar vurmuştu suratıma. O günden bu yana üzerime herhangi bir sorumluluk almadan önce dedemin şamarı aklıma gelir. Her ne kadar Allah’ın rahmetine kavuşmuş olsa da (toprağı bol, mekanı cennet olsun) sorumluluktan kaçmayı düşündüğüm anda güçlü bir elin yeli eser yanağımda ve daha çok sarılırım almış olduğum sorumluluğa.
İkinci şamarı da Şafak öğretmenden yedim. Belki de kanser uzmanı olmam bu şamarın etkisini daha da artırdı. Bir anlık bilinçaltı müsabakasıyla, Şafak öğretmenin yakalanmış olduğu hastalıktan kurtulamama ve bu nedenle öğretmenlik yapamama sorumluluğunu üzerime almıştım.
Öğretmen olmadığım halde kırbaç gibi yüzüme değen ve yüreğimi yakan Şafak öğretmenin “Ben öğretmencilik oynamak değil, öğretmen olmak istiyorum“ sözü karşısında öğretmen olup da, öğretmencilik oynayanlar ne hissettiler acaba?
24 Kasım Öğretmenler Gününüz Kutlu Olsun!