Zülfü Livaneli – zlivaneli@gazetevatan.com
Oysa böyle bir kategori yok ortada.
Meseleyi ekonomik açıdan ele alırsanız; dinci kesim daha zengin, ayrıca İstanbul sermayesi de hep AKP’ye oy verdi, en büyük holding patronları bu partiyi desteklediğini açıklıyor zaten.
Tunceli’deki yoksul köylü beyaz da, İstanbul’daki holding patronu mu siyah Türk?
Böyle komik ve bilimi isyan ettirecek sınıflama olur mu?
Bırakın ‘beyaz’ı bu köşede yıllardır okuduğunuz gibi bu ülkenin eliti bile yok.
Ne var?
Çoğunlukla Anadolulu ailelerden çıkan bir beyin ve duygu aristokrasisi var.
***
Herkesin bildiği gibi dünyada aristokrasi belli tarihsel dönemlerde, yadsınamayacak kadar önemli dönüşümlere yol açtı ve bir değerler bütününü temsil etti.
Ama dikkat ederseniz biz son yıllara gelene kadar aristokratı bulunmayan bir ülke olduğumuzun farkına vamadık pek.
Son yılların ‘televole kültürü’ olarak adlandırılan boğucu kargaşası gırtlağımıza dayanmadan bu eksikliği hissetmedik.
Çünkü yerine koyduğumuz başka unsurlar vardı.
Neydi bu unsurlar?
Dostum Orhan Güvenen’in çok güzel adlandırdığı gibi beyin ve duygu aristokrasisi.
Dünyada soyluluğun tek biçimi, imparatorluğa yakın ailelerden gelmek değil.
Albert Einstein bir beyin aristokratıdır; Marie Curie de öyledir, Cahit Arf da!
Büyük sanatçıların yarattığı soyluluk da bundan aşağı kalmaz: Tolstoy aileden konttur ama onun esas soyluluğu, memur ailesinden gelen Dostoyevski gibi yarattığı eserden kaynaklanır. Yahya Kemal de öyledir.
İşte Türkiye’nin son yıllarda giderek yaygınlaşan bir bayağılık düzeyine sürüklenmesinde, böyle bir beyin ve yürek soyluluğunu reddetmesinin büyük etkisi var.
Toplumun ve onun çocuklarının önüne model olarak konulan kişileri ekranda görüyorsunuz: Beşinci sınıf varyete artistleri, esas mesleğini telaffuz ettiğiniz zaman hakaret anlamına gelecek kadınlar, eşcinsellik çığırtkanları…
Ekranları, binbir türlü kepazelik, bayağılık ve yozlaşmışlık kaplamış durumda.
Doğal ortamına bırakılsa toplumun dışına itilecek ve kendi kapalı devresinde binbir pislik içinde ömür tüketecek olan kişiler, televizyonlar sayesinde bu ülkenin kahramanları haline getiriliyor.
Milyonlarca kişi televizyon açmaya korkar oldu.
İşte bu, bir soyluluk eksikliğidir.
Zaten aristokratı olmayan bir ülkede, beyin ve yürek soyluluğu da tepelenince, meydan bayağılığa kalıyor.
***
Köylülük, bu toplumun değerlerini yüzyıllarca taşımış olan bir yaşam ve üretim biçimi.
Ama göçle sarsılan ve nihilist bir yıkıcılığa yönelen kitleleri köylülükle karıştırmamak gerekiyor artık.
Eğer öyle olsalar İstanbul varoşlarında hâlâ Karacaoğlan, Dadaloğlu, Kazak Abdal dinleniyor olurdu.
Bunun yerine insanın kulağına tornavida sokma etkisi gösteren ve her normal insanı tedirgin eden bir yokoluş müziğinin feryatları yükseliyor.
Dolayısıyla bu toplum Osmanlı sarayından kaynaklanan büyük Itri’yi ve Sadullah Ağa’yı reddediyor, köyden gelen Karacaoğlan’ı da.
Çünkü köken, yürek ve beyin soyluluğu ayaklar altına alınıyor.
Toplumun önüne bir çürüme modeli konuluyor. Çocuklara ve gençlere, bu ükenin en çürümüş, en yoz, en kalpazan, en yıkıcı kesimleri örnek gösteriliyor. Beyinler onlarla yıkanıyor.Yıllardır piyasa barlarında çalışan ve kimsenin yüzüne bakmadığı, kirli eğlence sektörünün paramparça ettiği insanlar, televizyon sayesinde bu halka zorla benimsettiriliyor.
Bunların en büyük takipçisi de kendini sözüm ona ‘elit’, ‘Beyaz Türk’ sayan çevreler.
Bu çevrelerin parası pulu, lüks arabası, yalısı ve dışarıda malikaneleri var ama görgüleri yok. Yüreklerinde soyluluğun S harfine rastlanmıyor.
Bu yüzden ‘televole kültürü’ denilen ve Türkiye’nin altına dinamit koyan yaşam ve eğlence biçiminin en büyük destekçisi haline geliyorlar.
Türkiye’nin eliti yok. Daha doğrusu kendine ‘elit’ diyenler ‘elit’ değil.
Başımızın en büyük belalarından birisi de kendisini güçlü ve ‘elit’ hisseden bu çevreler.