Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş tarihi 29/Ekim/1923… Bugün , yani 29/Ekim/2010’da 87 yaşını bitirmiş oluyor .
87 yıl , insan hayatında uzun , fakat toplum hayatında kısa bir süre … Üstelik , bu 87 yılın sadece ilk 15 (hatta ilk 13) yılında devrimler yapılabildi . Atatürk’ün erken ve zamansız ölümü , hemen ardından 2.Dünya Savaşı’nın başlaması , ABD’nin şantajları sonucunda 1946’da çok partili döneme erken geçilmesi , 1950’lerdeki McCarthy’cilik dönemi , 1950’den itibaren işbaşına gelen iktidarların halk dalkavukluğuna soyunmaları ve Cumhuriyet ile olan iç hesaplaşmalarını ön plana çıkarmaları , sözüm ona “Atatürkçü” olmakla övünen kesimin Atatürk’ün düşünce mantığını ve Cumhuriyet’in kuruluş ilkelerini anlamak yerine onları tabulaştırarak yetersizliklerini örtmeye çalışmaları … Tüm bu olaylar silsilesi , devrimlerin önünü kesti .
Devrimler , dinamik olaylardır , sürekli ilgi ve gelişim isterler ! Bugün devrim niteliğinde olan bir hareket veya olay , yarın değişen ve gelişen koşullar karşısında , statüko durumuna dönüşebilir . Yeni arayışları sürdürmez ve statükoyu korumakla sınırlı kalırsanız , devrimci niteliğinizi kaybedersiniz . Bu durumun siyasetteki pratik sonucu , sizin “takip edilen” özelliğinizi kaybedip , “takip edenler” sınıfına girmenizdir , yani diğer oluşumların dümen suyuna girmenizdir .
“Beni görmek demek, mutlaka yüzümü görmek demek değildir. Benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız, bu kafidir (yeterlidir.)”
“Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır, ancak Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır.”
Ben , Atatürk’ün , ölümünden sonra başına gelecekleri tahmin ederek , esas önemli olanın Cumhuriyet ve onun değerleri olduğunu anlatmak için , yukarıdaki sözleri söylediğine inanıyorum . Ancak , görünen o ki , ona inananlar , onu anlamakta yeterince başarılı olamamışlar . Bu da , ona ve Cumhuriyet’e karşı olanların ekmeğine yağ sürmüş .
Bugün , Türkiye , öyle veya böyle , ekonomik gelişimini sürdürmeye devam eden , dünya sıralamasında 17nci büyük ekonomi basamağına tırmanmış , 73 milyon nüfusu barındıran ve geleceği olan bir ülke … Ancak , aynı zamanda , insanları çoğunlukla mutlu olmayan , milli ve manevi değerleri erozyona uğramış , çeşitli kamplara bölünmüş bir ülke …
Tabiatı yakından izleyecek olursanız , göreceğiniz odur ki , her erozyon her bozulma , bir doğal afet ile cezalandırılmaktadır . İşte , Türkiye de , eğer millet toparlanıp kendi özüne dönmez ise , böyle bir tehlikeli gelecek ile karşı karşıyadır . Toplumların doğal afeti de , kardeş kavgası , bölünme , başka ülkelerin kontrolu altına girmesi gibi sonuçlar getiren , kısacası kan ve gözyaşına sebep olan olaylardır . Türk tarihine bir göz atın , böyle çok olay göreceksiniz .
İçinde bulunduğumuz bu tehlikeli kısır döngüden kurtulmanın tek yolu , yeniden bir arınma sürecine girmemizdir . İşte , bu arınma sürecini başlatacak olan da , yeni bir devrimler zinciridir . Kurtuluş Savaşı’nın ardından , Cumhuriyet’in kuruluşu ile beraber başlatılan devrimler , bugün , değişen dünya ve gelişen toplum koşullarına paralel olarak , yeni bir anlayış ile sürdürülmelidir .
Cumhuriyet’in kuruluşunda yeni bir milli ruh ile yeni bir millet yaratılması hedeflenmişti ; bugün ise , milli ruhun tazelenmesinin yanı sıra , eğitim , adalet , sosyal güvenlik , gelir ve hak dağılımı , ekonomik sistem gibi konularda devrim niteliğinde değişiklikler gerçekleştirilmelidir .
Bu devrim niteliğindeki değişimleri gerçekleştirmek için , ABD dahil hiçbir yer ile göbek bağı olmayan , gerçekten cesur kararlar alabilecek bir Meclis ve Hükümet’e , en önemlisi kendi milli özüne dönme cesaret ve fedakarlığını gösterebilecek bir millete ihtiyaç vardır .
Muhittin Kepekli
Bir yanıt yazın