İsrail’e Kalkan Türkiye ve CHP’nin Hali Pür Melâli

İsrail’e Kalkan Türkiye

Başbakan hani Davos’ta Şimon Peres’e One Minute çekmişti ya.
Bunun üzerine Türkiye’de zafer kazanmış komutan edasıyla karşılanmıştı ya.
Bazı kesimlerce “Son Osmanlı Padişahı”, bazılarınca da “İslam Halifesi” ilan edilmişti ya.
Şimon Peres’e diklenişinin iç siyasette prim yaptığını gören başbakan, yurtiçinde ve yurtdışında olmak üzere; gittiği her yerde İsrail’e çatmayı alışkanlık haline getirmişti ya.
Başbakanın bu tavrı üzerine Suud Kralı Abdullah, kendisine “İslam’a Hizmet Ödülü” vermişti ya.
Başbakan Davos’tan sonra dünya çapında meşhur hale gelen “RTE” harflerinin patentini alarak, bu harfleri Türk Patent Enstitüsü’ne marka olarak tescil ettirmişti ya.
Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın oğlu Abdullah Unakıtan, “One Minute” sözlerini üretmiş olduğu yumurtanın markası yapmak istemişti ya.
İsrail, Türkiye’nin Telaviv Büyükelçisi’ni maksatlı olarak alçak bir divana oturtarak sözüm ona Türkiye’yi küçük görmüştü ya.
İnsani Yardım Vakfı diye nevzuhur bir STK tarafından Gazze’ye sefer düzenlenmişti ya.
İsrail’in bütün karşı çıkışlarına ve resmi başvurusuna rağmen Başbakan İHH’nın Gazze Seferi’ni desteklemişti ya.
İsrail, Gazze Seferi’nin sancak gemisi Mavi Marmara’ya baskın düzenleyip 9 Türk’ü öldürmüştü ya.
Başbakan ve hükümet, İsrail’e, ille de “Özür” ve “Tazminat” diye tutturmuştu ya.
Başbakan açıkça İsrail’i “Haydut Devlet” olarak ve “Devlet terörü uygulamakla” suçlamıştı ya.
Hükümet “Komşularla sıfır sorun” diye temelsiz ve günü birlik bir dış politika anlayışıyla hareket etmeye başlamıştı ya.
Hükümet İran’la can ciğer kuzu sarması olup, Başbakan Brezilya Devlet Başkanı Da Silva’yı da yanına alıp Tahran’da bur mutabakat zaptı imzalamak suretiyle İran’ın nükleer silah üretmeyeceğine dair kefil olmuştu ya.
BM Güvenlik Konseyi’nde İran lehine “Hayır” oyu vermişti ya.
Başbakan’ın ve hükümetinin bu tavrı, bazılarımızın gururunu okşamış, bazılarımızı da zevkten şıkır şıkır oynatmıştı ya…

Aha şimdi tam da zurnanın zırt dediği yere gelmiş bulunuyoruz.
Çünkü Türkiye, NATO’nun Füze Kalkanı projesini onaylamış ve bu kalkanlardan bir kısmının Türkiye’ye kurulmasını kabul etmiş bulunmaktadır.
Füze kalkanı, kime karşı kaldırılacak?
Peki, bu kalkan şeyi kim indirecek, kime indirecek?
Bizim yöneticilere sorarsanız; Lizbon zirvesinde Türkiye’nin dediği oldu ve İran da dahil hiçbir hedef ülkenin adı zikredilmedi, onun için kalkan şeyin indirileceği ülke belli değil!
Oysa cümle âlem biliyor ki; bu kalkan şeyin evvel emirde indirileceği yer İran’dır!
Peki, neden İran?
Neden olacak İsrail’in ve enerji koridorlarının güvenliğini sağlamak için.
Deme ki neymiş?
İran’a indirilmek için Türkiye’de şaha kaldırılan füzelerin amaçlarından birisi, öncelikle İsrail’in güvenliğini sağlamakmış.
Peki, Türkiye’de kaldırılan bu şeyleri kim indirecek?
Türkiye mi?
Hayır, ne münasebet?
Elbette ABD indirecek!
Dünya’da ayağa kalkan her şeyi olduğu gibi Türkiye’de ayağa kalkanları da ABD indirecektir!
Gördünüz mü şimdi ülkemizin getirildiği noktayı?
Türkiye en yetkili ağızdan ve en güçlü sesiyle “Haydut Devlet” ilan ettiği İsrail için kalkan olma durumuna düşmüş/düşürülmüş durumdadır.
Üstelik kendi ülkemizde ayağa kalkan füzeleri tek başımıza indirmeye de mezun değiliz.
Peki, kendi füzesini kaldırmaya, kalkmış füzesini indirmeye muktedir olmayan ülkeye bağımsız ülke denilebilir mi?
Ne bileyim ben, varın bu sorunun cevabını da sizler düşünün.

12 Mil Meselesi

TOVİMA isimli Yunan gazetesinin, “Türkiye, Yunanistan’ın Ege Denizi’ndeki kıta sahanlığının 12 mile çıkarılmasını kabul etti” şeklindeki haberinin kendisine sorulması üzerine Başbakan şu cevabı vermiş: “Yok öyle bir şey. Konu ile ilgili görüşmeler halen devam ediyor”.
Demek ki; Tovima Gazetesi yalan değil, eksik haber vermiş.
Anlaşma yok, konu henüz masadaymış!
Zira Yunanistan Deniz Kuvvetleri Komutanı Türkiye’de bulunuyor.
Sonucunu hemen söyleyelim; eğer bu konu görüşmeye açıldıysa Türkiye eninde sonunda bu 12 mili mutlaka kabul edecektir.
Oysa biz şimdiye kadar ne diyorduk; Yunanistan’ın 12 mil kararı “Savaş Sebebi”dir.
Yani bu konu, Türkiye için “Casus Belli”dir, müzakere edilemez!
Anlaşılıyor ki; Yunanistan’ın 12 mil iddiası “Casus belli” olmaktan çıkmak üzeredir.
Hele gördünüz mü şimdi “Komşularla sıfır sorun” politikasının ve “Çözümsüzlük çözüm değildir” anlayışının Türkiye’yi nerelere getirdiğini.
Hazır, “Kırmızı Kitap”, tam bir yazboz tahtası pozisyonuna getirilmişken her şeyi verin kurtulun anasını satayım.
Neymiş efendim, 7-8 milyonluk küçücük bir Yunanistan, 75 milyonluk kocaman bir Türkiye için tehdit olamazmış!
Bırakın bu türlü paranoyaları imiş!
Anlayış budur.
Oysa Türkiye’nin, 5-6 bin teröristi olan Pkk terör örgütüne karşı kazanmış olduğu zafer bile tartışmalı iken, siz bağımsızlığı dünyaca tanınmış ve kuruluşu ülkemizden bile çok eski olan Yunanistan gibi muteber bir ülkeyi nasıl böyle küçümsersiniz?

CHP’nin Hali Pür Melali

Kemal Kılıçdaroğlu’nun Genel Başkan seçilmesiyle CHP’den iyice ümitlenmiştik.
CHP ayağa kalkar ve iktidara aday olur diye düşünmeye başlamıştık.
Ancak CHP’nin bu gidişle ayağa filan kalkacağı yok.
Kılıçdaroğlu’nun Diyarbakır’a yapmış olduğu ziyareti ve ölen AKP’li vekil için Başbakan’ı arayıp taziyede bulunmasını ne kadar anlamlı ve önemli buluyorsak, Paris’te Ahmet Kaya ve Yılmaz Güney’in kabirlerini ziyaret etmesini de o derece anlamsız ve yanlış buluyoruz.
Neticede Ahmet Kaya Pkk militanları üzerine destanlar yazıp, türküler yakan ve şarkılar besteleyen bir şarkıcı, Yılmaz Güney ise artisttir martisttir ama o, aynı zamanda Yumurtalık Hakimini öldürmüş sıradan ve adi bir katildir.
Bu kabil adamların kabirlerini ziyaret etmekle CHP’nin oy yüzdesi filan da artmaz, CHP yönetiminin bunları iyi bilmesi gerekir.
Öte yandan Deniz Baykal’ın, yanına Yılmaz Ateş ve Mehmet Sevigen gibi has adamlarını alıp il il, nikâh nikâh dolaşması ve halen CHP lideriymiş gibicesine demeçler vermesi de yanlıştır.
Deniz Bey, artık köşesine çekilmese bile en azından lider olmadığını kabul etmek zorundadır.
Dün akşam, CNN Türk’te A.Hakan Coşkun’un “Tarafsız Bölge”sini takip ederken, gerçekten de şok olduk.
Bütün Türkiye gibi bizim de dilimiz tutuldu, ağzımız açık kaldı!
Tamam, CHP’de parti içi demokrasinin önünün açılması iyi, güzel de bu kadarı da biraz fazla.
Neydi o, programa katılan CHP Parti Meclisi üyeleri Korkmaz Karaca ve Hüseyin Yaşar’ın densizlikleri ve parti disiplinini hiçe sayan garip halleri.
Birisi kalkmış, partisini sabote edercesine BDP ile ittifak çağrısı yapıyor, diğeri kalkmış Genel Başkan Yardımcısı Gürsel Tekin ile ağız dalaşına tutuşuyor; neymiş efendim “Onuncu yıl marşı yetmez yüzüncü yıl marşı gerekir diyen Enver Aysever neden azarlanmadı da kendisi azarlanıyormuş!”
Yuh artık!
Daha mı azarlanmayacaksınız Sayın Korkmaz Karaca?
Bu gidişle sözüm ona sizin bu türlü kıytırık korkusuzluklarınız yüzünden partiniz hepten korkmaya ve korkutmaya devam edecektir.
Gürsel Tekin’i kesinlikle kutluyorum.
Gerçekten de aklı başında bir adam.
Dün telefonla programa bağlanarak PM Üyeleri Korkmaz Karaca ve Hüseyin Yaşar’ı bir güzel düzeltip, haşlaması güzel olmasına güzeldi de, keşke bu tür haşlamaları milletin huzurunda değil de kendi aralarında yapsalardı.
Yani, keşke CHP’de atılacak tokatlar testi kırılmadan önce atılabilse.
Tıpkı AKP de olduğu gibi.
Çünkü CHP’nin bu tür bölük pörçük görüntüsü millete hiç ama hiç ümit vermiyor.
Millet halen CHP’de değişen bir şey yok diye düşünüyor.
Sayın Kılıçdaroğlu’nun derhal olaya müdahale etmesi ve “Kurultaysa kurultay” deyip yumruğunu bir kez daha masaya vurması gerekiyor.
Bizden söylemesi…

23 Kasım 2010
Ömer Sağlam

israilturkiye

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir