İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad’ın 17 Kasım’da başlayan Azerbaycan ziyaretini Türkiye de yakînen takip ediyor.
Görüş aldığım birçok Türk diplomat ve dış politika uzmanı Azerbaycan-İran ilişkilerinin müspet bir seviyede seyretmesinin Türkiye’nin de büyük yararına olduğunu belirtiyorlar. Çünkü her iki devlet Türkiye’nin sadece göz ardı edemeyeceği komşuları değil, çok daha önemlisi Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın “Kafkasya’da istikrar ve refah” nosyonunun köşe taşları.
Türkiye sadece kendi komşuları ile sıfır sorun politikası gütmüyor, komşuları arasında da sıfır sorun olması için ciddi diplomatik girişim ve hamlelerde bulunuyor.
Bu arka plandan hareketle, Ankara’nın Ahmedinejad’ın ziyaretine ilişkin merakla beklediği iki konu Karabağ ve Hazar Havzası meseleleri.
Hazar Havzasına ilişkin süregelen anlaşmazlıklar tabiidir ki her şeyden önce kıyıdaş devletlerin sorunudur. Türkiye bu devletlerin aralarında varacağı mutabakatı saygıyla karşılayacaktır. Ancak, söz konusu anlaşmazlıkların yakın geçmişte de rastlandığı üzere güç yoluyla veya oldu bittilerle çözümüne ilişkin seçenek ve girişimlere Türkiye’nin ciddi itirazı vardır. Böyle bir durumda Ankara’nın geçmişte verdiği tepkiyi yine vereceğine hiç şüphe yoktur.
Karabağ sorunu söz konusu olunca Türkiye’deki genel kanı, Tahran’ın Ermenistan yanlısı bir siyaset izlediği. Belki bu düşünce tam olarak doğru değil, ancak Ermenistan’ın işgal ettiği topraklar için hiçbir somut adım atmamasında İran ile komşuluk ilişkilerinden güç aldığı da bir gerçek. Kafkasya’daki yakın komşularına yönelik hasmane bir dış politika izleyen Erivan, gene bu yanlış siyaset sebebiyle kendisinin sebep olduğu iktisadi tecridini İran ve Rusya ile dengelemeye çalışıyor. Ve bu politikasında muvaffak da oluyor.
Böyle bir saptamayı müteakip özellikle belirtilmesi gereken iki husus var: Tabiidir ki, bir devlet diğer bir devletin üçüncü taraflarla ilişkisine karışma hakkına sahip değildir. İran, Ermenistan’la olan ilişkilerini istediği seviyede yürütebilir ve hiçbir devlet de bu duruma itiraz edemez. Ancak İran gibi dış politikasında “adalet” beklentisini sıkça seslendiren bir ülkenin Filistinli mültecilerin davasına dünya çapında sahip çıkarken, yaklaşık 20 yıldır azap ve sıkıntı çeken Azeri göçkünlere sırt çevirmesi normal veya olağan karşılanamaz.
İkincisi, Karabağ/işgal meselesi Tahran’ın hep şikayet ettiği bölge dışı aktörlerin Kafkasya’ya müdahalesinin de en büyük amilidir. Nitekim, hem Rusya hem de İran’ın hassasiyetlerine büyük saygı duyan Başbakan Erdoğan, yakın tarihte Kafkasya’da İstikrar Paktı önerirken bu düşünceden hareket etmiştir. Karabağ meselesinin bu haliyle devamı, belki kısa vadede bölge ülkelerinin çıkarına olabilir, ancak uzun vadede herkese ciddi zarar verecektir. Net bir ifade ile söyleyelim: Kaybedenler, öncelikle bölge ülkeleri olacaktır.
Türkiye, İran ile olan diplomatik temaslarında Karabağ ve işgal meselesini her vesileyle açıp Tahran’dan somut bir adım beklediğini ifade ederken bu düşüncelerle hareket etmektedir.
Ve İran’ın öncelikle kendi çıkarları için bu sese kulak vermesinde büyük fayda vardır.
Cem Oğuz
1news.com.tr
Yazıları posta kutunda oku