Federal İçişleri Bakanı Thomas de Maizière ZAMAN’a konuştu: Oy kullanma sorununu Haziran 2011’daki seçimlere kadar çözebiliriz | ||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
Federal İçişleri Bakanı Thomas de Maizière Almanya’da yaşayan Türklerin oy kullanma sorunu ile ilgilendiğini belirterek, “Bu konu federal içişleri bakanının sorumluluk alanına girer. Biz aslında sorunun çözümüne çok yakındık.” dedi. Almanya’da bulunan Türk temsilciliklerinde sandık açılıp oy kullanılmasının zorluğuna dikkat çeken de Maizière, “Almanya’da oy hakkına sahip yaklaşık 1,37 Milyon Türk yaşıyor. Türkiye’nin Almanya’da 17 temsilciliği bulunuyor. Her temsilcilikte bir sandığın açıldığını düşünsek bu sandık başı ortalama 80 bin seçmen demek. Bunun organizasyonu mümkün değil. Örnek olsun diye söylüyorum: Federal seçimlerde sandık başına 2500 seçmen tekabul ediyor.” dedi. Çözüm nedir sorusuna, “Ya elektronik oy kullanımı ya da mektupla.” şeklinde cevap veren Alman bakan konuyla ilgili meslektaşı Beşir Atalay ile temas içinde olduğunu belirterek, “Meslekdaşım Beşir Atalay ile konuyu görüşüyorum ve sorunu Haziran 2010’da yapılacak seçimlere kadar çözeceğimiz konusunda umuytluyum.” dedi. ZAMAN aracılığı ile Almanya’da yaşayan Müslümanların kurban bayramını tebrik eden de Maizière, “Dini bayramlar inananların birlikte geçirdikleri önemli bir zaman dilimidir. Müslümanları bu önemli bayramlarından dolayı tebrik ediyorum. Bir çok kere Ramazan ayında iftar yemeklerine katıldım. İftar yemeğine misafirlerin davet edilmesi iyi bir gelenektir. Müslümanların kurban bayramında da Hırıstiyanları davet etmelerini diliyorum.” dedi. |
||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
SÜLEYMAN BAĞ AZAMAT DAMİR ROPÖRTAJ
Son zamanlarda ‘uyuma direnenler’ ve ‘paralel toplum’ gibi kavramları daha sık duyar olduk. Göçmenlerle birlikte yaşama anlayışı temel alındığında bu siyasi dil doğru mu? Eğer bu kullanılan tek dil olsa o zaman yanlış olurdu. Uyumdan söz edildiğinde sadece başarılardan konuşmak da doğru olmaz. Biz onyıllarca uyum konusunu dikkate almadık ve daha sonra da önemini tam kavrayamadık. Bizim bugün ihtiyacımız olan fırsat ve sorunlarda ayrıntıları dikkate alan hassas bir bakıştır. Bu kısmen yapılıyor. Ben Almanya’da yaşayan Müslümanlar arasında yüzde 10-15 oranında uyuma direnenlerin olduğunu söylerken bir tahminde bulundum. Hiç kimsenin alnında ‘Ben uyuma direnen biriyim’ yazılı değil ki. Uyuma direnmenin ölçüsü ne peki? Bu oranı verirken Federal Göç ve Mülteci Dairesi’nin 2009’da yayınladığı ‘Almanya’da Müslüman Yaşam’ konulu araştırmayı temel aldım. Söz konusu araştırmaya göre uyuma direnmenin göstergeleri şunlar: “Bir kişi devleti kabul ediyor mu etmiyor mu? Kişi çocuklarını okula göndermeye razı mı ve yüzme dersine göndermeyi kabul ediyor mu etmiyor mu? Bunlara ek olarak Alman anayasasını onaylıyor mu ve kadın erkek eşitliği gibi temel haklara evet diyor mu? Şimdi aslında ilk sorudan itibaren eksikleri merkeze alan yanlış bir yaklaşım içinde değil miyiz? Ekonomik veriler harika. Almanya’nın kalifiye eleman ihtiyacı var ve iş dünyası da yeni göç talep ediyor. Aslında bütün bunlar göçle beraber gelen fırsatları tartışmak için iyi bir çerçeve. Bütün bunlara rağmen siyasetin kullandığı dışlayıcı dilden dolayı göçmenler arasında ‘çoğunluk toplumu Müslüman göçmenlerle beraber yaşamak istemiyor’ kanaati her geçen gün pekişiyor. Bunun en açık delili ise Thilo Sarrazin’in yazdığı kitabın gördüğü büyük ilgi. Kitap kısa zamanda bir milyon sınırını aşarak satış rekoru kırdı. Uyum ve göç konusu toplumsal tartışmalarda yeni bir konu değil. Benzeri tartışmalar bütün Avrupa ülkelerinde ve ABD’de de yapılıyor. Bu şaşılacak bir durum da değil. Çünkü yerliler için yabancı öncelikle garip ve alışılmamış olandır. Göçle beraber göç edenler için olduğu kadar yerliler için de zor bir durum oluşuyor. Karşılıklı uyum süreci ve diyaloga ihtiyaç var. Bundan dolayıdır ki uyum yorucu bir iştir ve yorucu olmasında bir mahsur da görmüyorum. Aynen bir ailede olduğu gibi. Ailede de kardeşlerle anne-baba arasında veya anne-baba ile nine-dede arasında sürtüşmeler yaşanır. Müslüman göçmenler de aileye dahil mi? Elbette ki. Kaldı ki komşular arasında da zaman zaman sürtüşmeler yaşanır. Biz Almanya’da sürekli paralel toplum diye bir şeyden söz ediyoruz ve bunu istemediğimizi sürekli belirtiyoruz. Ancak ABD’ye gidip China-Town’u ziyaret ettiğinizde bu size illa ki olumsuz anlamda bir paralel toplum gibi gelmiyor. Ben bu örnekle sorunlarımızı hafife almak istemiyorum. Bir toplumda göçmenlerle ilişki en zor konulardan biridir. Bu zor konunun üstesinden gelmek için neler yapıyorsunuz? Biz yıllardır bu soruna açık yüreklilikle yaklaşıyor ve farklı konseptler geliştiriyoruz. Bunların başında Alman İslam Konferansını devam ettirmemiz ve her yıl düzenlediğimiz uyum zirvesi geliyor. İkisini de çocuklarımızın geleceği ile ilgili siyasi çerçeveyi oluşturmak için yapıyoruz. Bu süreçte dinlerin rolü ne? Tarihe baktığımızda Hırıstiyanlarla Müslümanlar arasında ilişkinin hiçbir zaman kolay olmadığını görürüz. Hırıstiyanlarla Budistlerin örneğin benzer sorunları hiç olmamış. Durum bugün neden farklı olsun ki? Size sanat alanından bir örnek vermek istiyorum. Önemli Alman klasiklerinden biri Gotthold Ephraim Lessing’in kaleme aldığı ‘Hikmet Sahibi Nathan’ (Nathan der Weise) isimli tiyatro eseridir. Hoşgörü konusunu ele alan bir eser. Lessing’in bu eseri Almanya’da neredeyse hiç Türk’ün yaşamadığı bir dönemde yazmasının bir sebebi olmalı. Yahudi-Hırıstiyan ilişkisi de eskiden beri sorunlu bir ilişkidir. Biz bu sorunları yok saymamalı aksine bunlarla yüzleşmeliyiz. Şu sorulara cevap aramalıyız: Ortak bir İbrahimi gelenek var mı ve bunu özgün kılan ne? Ve tarihte aydınlanmacıların Hırıstiyanlıkta ve İslamiyette oynadıkları rol nedir? Biz bu soruların temellerine inmek için Alman üniverstilerinde İslam araştırmaları bölümleri açıyoruz. Şu konu konuşulması mümkün olmayan dokunulmaz bir konudur dediğiniz bir konu kaldı mı? Bizim halen bazı önemli sorulara cevaplarımzı yok. Örneğin: Kadın erkek eşitliğinin olmamasının sebebi İslam mı yoksa bu konuda İslam mı istismar ediliyor ve bu iddia yanlış mı? Cevabı olmayan benzeri bir soru cihad konusunda var. Alman İslam Konferansı çatısı altında iki soruya da cevap arıyoruz. Bu konularla ilgili Müslümanlar arasında da derin görüş ayrılıkları var. Bır kısmı: „İkisi de İslam’ın bir parçasıdır veya en azında İslama dayanıyor ve İslamın bunlardan uzaklaşması gerekiyor.“ diğer kısmı ise: „Bu iki konuda Kur’anı kaynak gösterenler onu yanlış yorumluyor ve İslam dinini istismar ediyorlar.“ diyor. Türk Alman ilişkilerinde bir türlü çözülemeyen konuların başında Almanya’da yaşayan Türk vatandaşlarının Türkiye seçimleri için oy kullanmaları oluşturuyor. Siz kendinizi bu sorunu çözmekle yükümlü görüyor musunuz? Evet bu konu federal içişleri bakanının sorumluluk alanına girer. Biz aslında sorunun çözümüne çok yakındık. Türkiye elektronik ve mektupla oy kullanımını öngören bir kanun yürülüğe koydu. Ancak ne yazık ki bu kanunun bazı maddeleri Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edildi. Ben meslekdaşım Beşir Atalay ile konuyu görüşüyorum ve sorunu Haziran 2010’da yapılacak seçimlere kadar çözeceğimiz konusunda umuytluyum. Sizin açınızdan çözüm ne? Ya elektronik oy kullanımı ya da mektupla. Neden oy hakkına sahip Türklerin Türkiye’nin Almanya temsilciliklerinde sandığa gidip normal bir şekilde oy kullanmalarına karşısınız? Almanya’da oy hakkına sahip yaklaşık 1,37 milyon Türk yaşıyor. Türkiye’nin Almanya’da 17 temsilciliği bulunuyor. Her temsilcilikte bir sandığın açıldığını düşünsek bu sandık başı ortalama 80 bin seçmen demek. Bunun organizasyonu mümkün değil. Örnek olsun diye söylüyorum: Federal seçimlerde sandık başına 2500 seçmen tekabul ediyor. Çözümsüzlüğe terk edilmiş diğer bir konu ise kısa dönem Almanya’ya gelmek isteyen Türklerin yaşadığı vize sorunu. Cumhurbaşkanı Christian Wulff son Türkiye gezisinde yaptığı açıklamalarla Almanya’nın olumlu adımlar atacağı konusunda beklenti oluşturdu. Şu anda durum ne? Bu konu hem içişleri hem de dışişlerinin ortak sorumluluk alanına giriyor. Ekim ayında yaptığım Türkiye ziyaretinde Ankara’da vize yerini de gezdim. Durumun ne olduğu konusunda kanaat sahibi olmak için gişenin iki tarafında duranlarla ve bütün taraflarla konuştum. Vize uygulamasının temelini Nisan 2010’dan beri yürürlükte olan AB-Vize Genelgesi oluşturuyor. Bu genelge bütün AB ülkeleri için geçerlidir ve bizim vize uygulamamızın da çerçevesini oluşturmaktadır. Genelgeye göre özellikle işadamlarına bir yıllık ve çok yıllık vize verilmesinde cömert davranılması mümkün. Ancak biz vize başvurusunda bulunan kişinin bizzat gelmesini halen gerekli görüyoruz. Buna ek olarak bize göre AB’de yaşayan Türk vatandaşlarının Türkiye tarafından geri alınmasını düzenleyen iade anlaşması ile vize uygulaması arasında da bir ilişki var. Bu konuyla ilgili Türkiye ile anlaşma sağlanmadığı sürece yürürlükte olan vize uygulamasında da bir değişiklik olmayacak. Bu yakın bir zamanda uygulamada hissedilir bir iyileşmenin olmayacağı anlamına mı geliyor? Küçük ilerlemeler olabilir. Ancak büyük adımın atılması için Türkiye ile iade konusunda anlaşma sağlanması gerekiyor.
Bu gün Kurban Bayramı. Almanya’da yaşayan Müslümanlara bir mesajınız var mı? Dini bayramlar inananların birlikte geçirdikleri önemli bir zaman dilimi. Ben Müslümanların bu önemli bayramlarını tebrik ediyorum. Bir çok kere Ramazan ayında iftar yemeklerine katıldım. İftar yemeğine misafirlerin davet edilmesi iyi bir gelenektir. Müslümanların Kurban Bayramında da Hırıstiyanları davet etmelerini diliyorum. Diğer taraftan da Hırıstiyanlar da noel, paskalya ve panktot yortusu gibi kendi dini bayramlarına Müslümanları davet etmelidirler. Ne yazık ki bu çok az oluyor. Belli ki dışarıdan misafirleri dini bayramlara davet etme geleneği İslam inancında Hırıstiyanlıktan daha gelişmiş bir konumda. Neden? Anlaşılan inançlı insanlar kutsal olarak gördüklerini başkaları ile paylaşmakta zorlanıyorlar. Bu sorun iki Hırıstiyan mezhep arasında Efkaristiya (kutsal akşam yemeği) konusunda da yaşanıyor. Ancak dinlere göre kutsal olan merasimlere yabancıların da katılması mümkün olmalı ve bu yapılmalı da. Dini bir merasime katılmakla inanca dahil olmak arasında fark var. Hem Hırıstiyanlıkta hem de İslamiyette kutsala sahip olmanın dışında önemli olan diğer bir konu sevgidir. Acaba sebep tarafların birbirini sevmemeleri olabilir mi? Evet, belki. Tolerans emri sevgi olmadan anlamsız olur. Tolerans latince kökenli bir kelimedir ve tahammül etme dayanma anlamına geliyor. Neşeli ama yana yana devam eden bir hayat toleransla eş anlamlı değildir. Tolerans zor olan birlikteliğe beraberce tahammül etme gücü göstermektir. Bu süreç sevgi olmadan olmaz. |