Davutoğlu, önümüzdeki dönemde Türkiye’nin gerek Erbil ve gerekse Bağdat ile ilişkisini yeniden daha güçlü bir ‘güven zemini’ne oturtmak için daha fazla çaba göstermek durumunda.
Irak’ta hükümet kurulabilmesinin eli kulağında. Irak, seçim sonrası hükümet kurulamamasının rekorunu kırmıştı. Bu alandaki rekoru, bir süre önce Hollanda’nın elinden almıştı.
Irak seçimleri 7 Mart’ta yapıldı. 325 sandalyeli parlamentoda, Türkiye’nin oluşturduğu ve desteklediği el-Irakiyye listesi 91, Başbakan Nuri el-Maliki’nin ‘Yasa Devleti’ listesi 89 sandalye kazanınca, hükümet kuruluş çalışmaları kilitlendi ve sekiz aydır Irak’ta hükümet kurulamıyordu.
Önceki gün Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Erbil’e uçtu, arkasından Bağdat’a geçti ve Türk basını, “Davutoğlu gitti, Irak’ta hükümet krizini çözdü” diye başlıklar attılar, o içerikteki haberlere yer verdi.
Bu, doğru değil. Tam tersine, Irak’ta hükümet kuruluşunun bu kadar uzamasında Davutoğlu’nun payı var ve Irak’ta hükümetin kurulması noktasına gelinmesi, Türkiye’ye ve hatta Amerika’ya rağmen –Kürtlerin sıkı ve birleşik durması sayesinde- gerçekleşmiş görünüyor.
Irak’ta hükümet kurulabilmesinde Kürtlerin ‘Kingmaker’ rolü, dün Mesut Barzani’nin daveti üzerine Erbil’de Cumhurbaşkanı Celal Talabani’nin yanı sıra Nuri el-Maliki, İyad Allavi ve Şii liderlerden Ammar el-Hekim ile çeşitli grupların temsilcilerinin bir araya gelmeleriyle vurgulandı.
Toplantı bugün Bağdat’a taşınıyor ve Celal Talabani’nin Cumhurbaşkanlığı, Nuri el-Maliki’nin ise Başbakanlığı üzerinde uzlaşmaya ulaşıldığının açıklanmasıyla ‘hükümet kurma krizi’nin aşılması bekleniyor.
Öyle bir durumda –ya da en geç çarşamba günü bir uzlaşmaya ulaşılması halinde- perşembe günü Irak Parlamentosu toplanacak ve başkanını seçecek böylece hükümet krizi aşılmış olacak.
Türkiye, Sünni Arap milliyetçileri ile İslamcılara ağırlık verdi
Türkiye’nin krizin uzamasındaki rolü, İyad Allavi liderliğindeki Sünni Arap ağırlıklı listeye ağırlık vermesiyle yansıdı. İyad Alllavi, ‘laik Şii’ olarak biliniyor, listesi ise genellikle Arap milliyetçileri ve eski Baasçılardan oluşan bir ‘Sünni listesi’.
Bu listenin Ahmet Davutoğlu’nun beyninin ve nüfuzunun ürünü olduğu ve Irak’taki İran etkisine karşı ‘Sünnileri kollayan’ bir yönü bulunduğu bir sır değil. Üstelik, el-Irakiyye adlı bu listenin geçerli oyların yüzde 24.72’sini ve Irak parlamentosunun 91 sandalye ile en büyük gücünü elde etmesi Türkiye’nin (daha da doğrusu bizzat Davutoğlu’nun) başarısı olarak görülebilir.
Ancak, Irak’ın siyasi ve sosyolojik denklemi, (Nuri el-Maliki ise yüzde 24.22 ve 89, Kürt ittifakı yüzde 14.59’la 43 sandalye, diğer Şii ittifakı yüzde 18.15 ile 70 sandalye kazanmıştı) bu sonucun Allavi başbakanlığında, Sünnilerin neredeyse yarım hisseye sahip olacağı bir iktidar denklemine tercüme edilmesine yetmedi.
Irak’ta iktidar, savaş sonrasında olduğu gibi yine Şii-Kürt omurgasına dayanmak mecburiyetinde kaldı.
Seçim sonrası uzun ve krizli süreç boyunca, Türkiye’de pek dikkatle izlenmedi ama Davutoğlu diplomasisi, önce Irak’ta bir ‘Sünni Arap cumhurbaşkanı’ –mümkünse Tarık el-Haşimi- üzerinde odaklandı. Kürtlere Meclis Başkanlığı verilmesi için ısrarcı olundu.
Bunun basit Türkçesi, Celal Talabani’nin cumhurbaşkanlığının, Nuri el-Maliki’nin ise başbakanlığının engellenmesi idi.
Türkiye’nin öncelikli başbakan adayı İyad Allavi olamayınca, Ankara, Şii liderlerden Adil Abdülmehdi’nin adı üzerinde yoğunlaştı.
Davutoğlu diplomasisinin en güçlü kozu, bir bakıma en büyük ‘zaaf noktası’nı oluşturduğu için, Türkiye’nin tercihleri yürümedi, gerçekleşmedi.
Tutmayan hesaplar
Davutoğlu ağırlığı olmasaydı, birbirlerinden farklı onca milliyetçi, eski Baasçı ve de İslamcı Sünni Arap grubu Şii-laik Allavi listesinin içinde bir araya getirebilmek mümkün olamazdı.
Ne var ki, Sünni Arap milliyetçilerinin en önemli şahsiyetlerinin en belirgin özelliği, -Musul Valisi örneğinde olduğu gibi- kuvvetli anti-Kürt kimlikleriydi. Bu kişilerin Kürtler tarafından asla kabul edilemeyecekleri besbelli idi.
Barzani-Talabani çelişkisi üzerine oynamak belki sonuç verebilirdi. Hatta ABD’nin Irak politikasından sorumlu Başkan Yardımcısı Joe Biden bile cumhurbaşkanlığının Kürtlere verilmesine karşı beyanlarda bulundu.
Ama bütün bunlar sonuç vermedi. Barzani-Talabani ittifakı sağlam durdu. Cumhurbaşkanlığı makamına ilişkin Talabani isminden geri adım atmadıkları gibi, 19 maddelik ‘Kürt talepleri’ konusunda kendilerine en yakın duran Nuri el-Maliki’nin başbakan olması üzerinde anlaşmaya vardılar.
Şimdi meclis başkanlığı İyad Allavi grubuna gidecek, bazı önemli bakanlıklar da Sünnilere verilecek. Pazarlığın son safhasına gelindi.
Türkiye’nin şansı devam ediyor
Türkiye, şimdi kurtarabildiğini kurtarmak ve zararı azaltmak üzerinde bir politika izlemek durumunda.
Kürtlerin ‘stratejik çıkarları’ Türkiye ile örtüştüğü için, bir ayrılık noktası veya ‘kazanan-kaybeden’den söz etmek anlamsız olabilir ama içinden geçilen krizli aylar boyunca Davutoğlu diplomasisinin hem Kürtlerde ve hem de Başbakan Nuri el-Maliki’de bir ‘buruk tat’ bıraktığı da bir gerçek.
Davutoğlu, önümüzdeki dönemde Türkiye’nin gerek Erbil ve gerekse Bağdat ile ilişkisini yeniden daha güçlü bir ‘güven zemini’ne oturtmak için daha fazla çaba göstermek durumunda.
Söz konusu aktörlerin Türkiye ile örtüşen çıkarları nedeniyle bu pekâlâ mümkün…
Cengiz Çandar
Radikal
Bir yanıt yazın