BİR PROFESOR ARKADASİM İCİN YAZİLAN BİR ORTAK KİTAPTA YAYİMLANACAK OLAN “TURKİYENİN TANİTİMİ KONUSUNDA BİR KAVRAMLASTİRMA CABASİ” HAKKİNDAKİ İNCELEMEMİN BİR BOLUMUNU ASAGİDA SUNUYORUM
BU KONUDAKİ GORUSLERİMİ DAHA ONCE DE TF CERCEVESİNE AKTARMİSTİM. ,
MUHTEMELEJN GOZDEN KACMİSTİR
TEKRAR İCİN OZUR DİLERİM. ESASEN BU NEDENLE SADECE BİR B9LUMUNU AKTARİYORUM
TEKRAR ETMEMİN NEDENİ , YURT DİSİNDAKİ TURK SİVİL TOPLUM ORGUTLERİ MENSUPLARİ VE LİDERLERİ ARASİNDAKİ CEKİSMELERİN VE KOTULEMELERİN BENİ (VE HERHALDE PEK COGUMUZU ) YORMASİ , HATTA ZAMAN ZAMAN UMUTSUZLUGA SEVKETMESİDİR.
BU CEKİSMELERE TF CERCEVESİNDE YAPİLAN YAZİSMALARDA DA RASTLAMAKTAYİZ
BİR ULKEDE (HADİ ADİNİ KOYAYİM İNGİLTERE’DE) OLUSTURULMUS TURK SİVİL TOPLUM ORGUTLERİNE MENSUP ZEVAT DİGERLERİNCE YETERSİZ SAYİLİYOR.BENZER ELESTİRİLERİ VE DEGERLENDİRMELERİ HALUK BEYİN KALEMİNDEN OKUDUK
BİRİNİN SUPER EKİP DEDİGİĞNE OBURU NİTELİKSİZ DER.. BU NEDENLE İSİ GUIU YANİNDA ULKE VE TOPLUM YARARİ ICIN KARSİLİKSİZ CALİSMA YAPAN İNSANLARİ SUPER YA DA VASAT DİYE DEGERLENDİRMEYİ VE AYRİMCİLİK YAPMAYİ SAHSEN DOGRU BULMAM
HALUK BEYİN BİR SUPER EKİP KURULMASİNİ ONERİİYOR VE BUNA DEVLETİMİZİN KATKİSİ YA DA ONDERLIK ETMESİNİ BEKLİYOR.
SADECE TURKİYE İCİN DEGİL, BASKA ULKELER İCİN DE GECERLİ OLAN UYGULAMA HUKUMETLERİN
KENDİLERİNE SİYASETEN YAKİN OLAN KİSİ VE GRUPLARLA CALİSMAYİ YEGLEDİKLERDİR.
(DENİZ FENERİ OLAYİNİ ANİMSATMAK İSTEMEZDEİM BURADA-BENİM SİYASETİN FİNANSMANİ KİTABİMDA DA ALMANYA’DA TOPLANAN BAZİ FONLARİN NASİL KOTUYE KULLANİLDİGİ ANLATİLDİ)
KAMU OTORİTESİNİN BUN UYGUILAMALARİ ALKİSLANACAK BİR DURUM MU? ELBETTE HAYİR. AMA BİR GERCEKTEN SOZ EDİYORUM BEN.
BU DURUMDA FARKLİ SİYASAL GORUSLERE SAHİP OLANLAR BU GRUPLARİN CALİSMALARİNİ KUCUMASERLER, KOTULERLER NİTELİKSİZ BULURLAR.
TAM ANLAMİ İLE İTTİFAK HALİNDE BİR CEPHE OLARAK HAREKET ETMEK SADECE TURKLER İCİN DEGİL DİGER ULUSLAR BAMİNİNDAN DA İMKANSİZDİR. ZİRA İNSANİN TABİATİ BOYLE
GENE DE NİSBETEN MUTTEHİT BİR GUC OLARAK DAVRANMAMİZDA SAYİSİZ YARAR VAR.
ANCAK BU KONUDA KAMU OTORİTESİNİN ONCULUGUNU VE ONDERLİGİNE GUVENMEK KANİMCA
HAKLİ BİR BEKLENTİ SAYİLMAMALİ
BULUNULAN ULKEDEKİ TURK TEMSİLCİLİGİ İLE İSBİRLİGİ , ESGUDUM VE HATTA PROJE BAZİNDA FİNANSMANA OLUMLU GORUS VE DESTEK SAGLANMASİ KİMİ HALLERDE MUMKUNDUR.
BU AMACLA AYNİ GAYE İCİN CALİSANLARİN YAZİLİ BİR PROJE HAZİRLAMALARİ VE BEKLEDİKLERİ DESTEGİ VE BUNUN FİNANSAL PORTESİNİ ACKLMALARİ GEREKİR.
DORUDUR…. O TEMSİLCİLİKLER BİLİNMESİ GEREKEN NEDENLERLE BAZEN SECİCİ DAVRANABİLİYORLAR. BUNUN NEDENİNİ -BELKİ – OBJEKTİF BİR OZELESTİRİ ORTAYA CİKARABİLİR. AMA NE YAZIK Kİ AYNALAR COGU KEZ YALAN SOYLUYOR.
GORUSLERİM DOGMA DEGİLDİR
TARTİSMAYA VE OLASI DUZELTMELERE ELBETTE ACİKTİR
OLABİ,LECEK YORUMLAR BENİ ANCAK ZENGİNLESTİRİR
…….
“Dost, düşman hemen herkesin kabul ettiği bir gerçek var: diğer ülkelerden bakıldığında Türkiye’nin ve Türklerin imajı olumlu değil. Ama “ tenceremin dibi kara, seninki benden kara” meselinden hareketle, dünyanın hemen her yöresinde “ötekinin” imgesinin pek parlak olmadığını söylemek beni rahatlatmıyor.
Ülkemiz hakkındaki yaygın olumsuz değerlendirmenin nedenini “önyargı” ya da “dinsel farklılığa bağlı” sayarak, fazla önemsemek istemeyenler var. Yabii “önyargı” kavramından ne anladığımıza bağlı. Allport
, önyargıyı, “bir başkasına veya başka şeye karşı duyulan, bilfiil deneyime dayalı olmayan olumlu ya da olumsuz duygu ”: “veriler iyice irdelenmeden acele ile yapılmış bir değerlendirme”: “gereğinden fazla kategorileştirme eğilimi” olarak değerlendiriyor ve “bir konuda önceden oluşmuş yargılar, yeni verilerle karşı karşıya gelindiğinde değişmez ise, önyargıya dönüşebilir” sonucuna varıyor . Önyargı ya da olumsuz imge sorununa çözüm aramak istiyorsak, bunların nedenlerini irdelemek gerekir.
Olumsuz imge nasıl oluşur? Olumsuz imgenin oluşmasının çeşitli etkenleri bulunuyor: savaşlar, yengiler, yenilgiler, işgaller, coğrafi yakınlık, kültürel yakınlık ya da uzaklıklar, dinsel farklılık, değişik toplumsal değer normları, insan psikolojisi, daha önceden gelen olumlu-olumsuz imajlar ve klişeler
], tarihsel ekonomik etkenler, imgeyi değişik ölçülerde, hep birlikte ya da tek başlarına etkiliyorlar.
Bunun sonucunda, ırk, renk, dil, etnik kimlik, din, kültür farklılığı nedeniyle yapılan ayrımcılık uygulamaları , bazı durumlarda ırkçılık boyutlarına ulaşabiliyor. İkinci Dünya Savaşı öncesinde, sırasında ve sonrasında, artarak barış ve istikrarı sarsan bu gelişmeler karşısında, uluslararası camia, Birleşmiş Milletler Teşkilatı ve İhtisas Kuruluşları ile bölgesel işbirliği örgütleri, kabul ettikleri çeşitli kararlar, bildirgeler ve Sözleşmeler ile negatif imgeden kaynalanan ayrımcılık uygulamalarını önlemeğe çalıştı; ancak, bu çabalar sonucunda kabul edilen metinlerin listesinin incelenmesi ve uygulamalar ile karşılaştırılması, bunların geniş halk kitlelerinin yaklaşımını değiştirmediğini, Hükumetleri yeterince harekete geçirmeğe yetmediğini, büyük bölümünün –-bir kaç ülke dışında- bürokratların tozlu dosyalarında kaldığını göstermekte. Buna paralel olarak toplum bilimciler de “Çokkültürcülük”, “Çeşitlilik”, “Hoşgörü”, “Uygarlıklarararası Diyalog” gibi alanlarda yoğun çalışmalar yaptılar ve doktrinin oluşmasına katkıda bulundular. Ama bunlar da mevcut durumu değiştirmeğe yetmedi.
Bu durumda kendi imgesinin başkaları tarafındann algılanmasını beğenmeyen her birey ve her toplum, kendini tanıtma faaliyetine ağırlık verdi. Bir bölümü başarılı, diğerleri başarısız oldu.
Türkiye’nin tanıtımı konusundaki başarısızlık algısı
Tanıtım ülkemizde çok tartışılan, eleştirilen[
, çeşitli çözüm önerileri üretilen ve Türkiye’nin sınırlı kaynakları düşünülecek olursa, görece büyük paralar harcanan bir faaliyet alanı. Ülkenin yaptığı bu harcamalara, sarf edilen çabalara rağmen, alınan sonuçlardan hemen hiç kimse memnun değil
Gerek ülke yöneticileri, gerek konuyu ele alan gazeteciler, yazarlar ve ilgililer bu konuda ya ülke yöneticilerini eleştiriyorlar ya da suçu Türkiye’nin düşmanlarına ve dinsel-tarihsel önyargılarına atıp işin kolayına kaçıyorlar. Türkiye’de tanıtım etkinliğinin bilinçli ve planlı olarak değil, olsa-olsa yöntemiyle, göz kararı ve perakende usulüyle yapıldığı ileri sürülüyor. Bu eleştirilerin gerekçeleri ve ileri sürülen çözüm önerileri incelenir, “tanıtım” faaliyeti bir kavramlaştırma süzgecinden geçirilir, tanıtım mekanizmalarının nasıl işlediği irdelenirse, en azından, daha sağlıklı bir değerlendirme yapılabilir ve daha iyiye nasıl ulaşılabileceği konusunda bazı ipuçları elde edilebilir.
Bu makalede imge saptanması ve bu konudaki algının değiştirilmesi için yapılan tanıtım çalışmalarının ve değişimi sağlayacak ikna mekanizmalarının kavramsal boyutu ile uygulamalar hakkındaki görüşlerimize yer verilmiştir
I-“TANITIM” ŞEMSİYESİ ALTINDAKİ KAVRAMLAR VE TANIMLARI
1) TANITIM dilimize kazandırılmış olan, ancak başka dillerde tam karşılığı bulunmayan bir sözcük. Tanıtım ülkemizde halkla ilişkiler, enformasyon, reklamcılık, turizm promosyonu, lobicilik ve propaganda kavramlarının hepsini birden örten, kavram sınırı kesin olmayan bir “şemsiye sözcük” olarak kullanılıyor. Kavramlaştırma çabası bağlamında bu sözcüğü tanımlamaya, sınırlarını belirlemeye çalışalım:
Tanıtım kendisi ya da ülkesi hakkında “olumlu” etki yaratmak, imge oluşmasınıı etkilemek için ötekini ikna etmek amacı ile, görüşünü başkalarına duyurmak isteyen kişi ya da kurumun, bir bilgiyi, bir tutumu, bir gelişmeyi kendi süzgecinden geçirip, seçerek ve amacına uygun olarak derleyerek bilgi sahibi kılınmak istenen kişiye, kuruma ya da gruba iletme süreci olarak tanımlanabilir. Bu açıdan bakıldığında “Tanıtım eylemi” bir iletişimdir. “İletişimin” biri alıcı, diğeri verici olarak tanımlanan iki tarafı bulunur. Çağdaş iletişim kuramı iletişim sürecinde her iki tarafın da alıcı ve verici olduğunu vurguluyor.[
.
2) BİLGİLENDİRME-ENFORMASYON sözcüğü tanıtım sözcüğü ile adeta eş anlamlıdır. Tanıtıma yönelik iletişimin amacı, mesajı iletenin istediği imgeyi yaratmak ya da bozuk imgeyi değiştirmektir. Tanıtım sürecinde sunulan bilgilerin seçilmiş ve derlenmiş olduğuna değindik. Bu seçme ve derleme yapılırken amaca uygun olmayan bilgilerin-verilerin iletişim partnerine sunulmamasına özen gösterilir[
. Bilgilendirme teriminde ise bilginin aktarılması ve alıcı tarafın derlemeyi-ayıklamayı bizzat yapması öğesi ağır basıyor. İki terim arasındaki fark ta burada zaten. Bu aşamada şu soruyu sormamız gerek : “Yansız bilgi sunuşu mümkün müdür?”. Bu konuda “bilgilendirmek için iletişim” ile “tanıtım amaçlı iletişimin” düşman kardeşler”[7] olduğunu söyleyenler var; bunla insan elinin değdiği, sınıflandırılmış, özetlenmiş her bilginin “ham bilgi” niteliğini yitirdiğini[8], bilgiye bir şekilde “biçim” verildiğini, yani “manipüle edildiğini” belirtiyorlar. Bunlara gore, bilgi “değerler” çerçevesinde kalmalı, iletişim ise “çıkarlar” başlığı altında ele alınmalıdır.
Öte yandan, iletişimin bir gereksinmesi olan telekomünikasyon ve bilişim alanlarında duysal-görsel teknikler inanılmayacak boyutlarda gelişmiştir. İletişim artık herşeyi kapsamakta, çağdaş iletişim tekniklerini kullanabilenler ile kullanamayanlar arasındaki uçurum hızla derinleşmekte, bu nedenle yeni toplumsal sorunlarla karşılaşılmakta. Bu sorunlardan bazıları, ticari emperyalizm, standardlaşma, yapay gereksinim yaratılması, günlük ya da anlık olayların ve gelişmelerin egemen duruma gelerek kişileri yönlendirmesi, taraflardan birinin gerçek saydığı olgunun göz alıcı biçimde sunulması yoluyla değer yargısı oluşturulması gibi hususlar. Televizyon, radyo, internet ve daha az ölçekte de olsa yazılı basın, toplumu yönlendiriyor; tanıtım faaliyeti incelenirken bu hususlar gözönünde tutulmalıdır. Zira, iletişim yoluyla aldatma ya da bilgi saptırması “dezenformasyon” yapıldığı konusunda çok ciddi bulgular da var.
Enformasyon ile iletişim arasında yaratılmış bulunan bu fark, daha sonra değineceğimiz gibi, “aracı” kullanılarak yapılan tanıtımda, karşımıza önemli bir öğe olarak çıkacaktır; zira bir bilgiyi, bir imge düzeltmesi isteğini –örneğin medya vasıtası ile – yaymak isteyen taraf, medya mensubu gazetecinin “ham bilgi torbasından” seçimi bizzat yapma isteği ile karşılaşacaktır. Gazetecilik etiğine uygun davranan medya mensubu, birilerinin, görüşlerini tanıtmak ve yaymak için kendisini hoparlör olarak kullanmalarını kabul etmek istemez.
3) “HALKLA İLİŞKİ” başka dillerde bizim “Tanıtım” sözcüğümüzün en yakın karşılığıdır. Halkla ilişki, kurumların personelleri ya da genel olarak ilişki içinde bulundukları müşterileri, muhatapları ya da halk nezdinde kendi faaliyetlerini desteklemek ve gelişmesini sağlamak amacı ile yaptıkları çalışmalardır[9]. İngilizcesi “public relation”, Fransızcası “relation publique” olan bu terim iletişim dünyamıza kısaca PR olarak girmiştir; Türkiye’de de şimdi PR şirketlerinden ve çalışmalarından söz ediliyor.
“Halkla ilişki” Türkiye Tanıtma Sempozyumuna sunulan bir bildiride şöyle tanımlanmıştı: “Enforme etme, etkileme, ikna etme, uyarlama işlevlerini yerine getiren örgütsel, yönetsel tavır ve yaklaşım içinde, sürekli, iki yönlü iletişime dayalı, kaynaktan hedefe, hedeften kaynağa bilgi akımı sağlama sürecidir. Mesajlar abartısız, gerçeklere tam anlamıyla uygundur. Hedef kitle belirli bir grup değildir, bireyler çeşitli sınıf ve kültürlerden gelmişlerdir”[10].
Görüldüğü gibi, halkla ilişki uzmanları, bu çeşit iletişimde kullanılan bilgi malzemesinin tamamen tarafsız ve aslına uygun olması gerektiğini belirtiyorlar. Onlara göre, bilgi özgün ve doğru değilse buna halkla ilişki denilemez. Oysa, gerek halkla ilişki kuramında, gerek uygulamasında, iletişim partnerinin ilgisinin ikna ve dostluk yoluyla çekilmesi ve konuya veya bir görüşe olumlu bir biçimde bakmasının sağlanması amaçlanıyor . Dolayısiyle bu ilişki biçiminin tarafsız, yansız ve iddia edildiği gibi tam anlamile objektif olamayacağını söylemek yanlış olmaz
Halkla ilişki, firmalar tarafından uygulandığı biçimde ticari amaçlı olduğu gibi, kamuya yönelik tanıtım faaliyeti olaeak ta uygulanır . Örneğin pek çok ülkede her Bakanlığın bir Halkla İlişkiler Bölümü mevcuttur. .
Tanıtımdan söz edildiği zaman, ülkemizde hemen akla gelen ve kimi kez tanıtım yerine kullanılan propaganda ve reklam kavramlarına da eğilmeliyiz.
4) PROPAGANDA : Sürekli, tek taraflı, icabında hiç bir doğruluğu bulunmayan sav ya da görüşü iletme sürecidir. “Propagandanın amacı, ideolojik, dinsel ve politik amaçlarla belirli kişi ve grupların tutumunu denetlemek ve yönlendirmektir. Propagandanın kaynağı ve hedefi insandır. Hedef genel olarak gruptur . Propaganda, bazı araştırıcılar tarafından bir tanıtım yöntemi sayılır . Bu yaklaşımın daha çok askeri görüş açısını yansıttığını söylemeliyiz : “Propaganda : İnandırma, ikna etme, aldatma, şüphe yaratma ile fikren ve ruhen baskı yapma faaliyetidir. Propaganda bir düşünceyi, bir inancı yaymak için, ses, söz, yazı, resim ve daha başka araçlarla yapılan telkin ve tanıtım işidir. “20. yüzyıl, tanıtımın propagandaya dayalı olduğu bir çağdır“[11] :
Biz, aldatma, kuşku yaratma, baskı yapma faaliyetlerinin, tanıtım çerçevesine alınmaması gerektiğini; aldatmanın veya baskının eninde sonunda geri tepeceğini; bu yöntemlerin psikolojik savaş başlığı altında ele alınabileceği görüşündeyiz. Propaganda dünya literatüründe Nazi ve Demirperde dönemlerinin uygulamalarını çağrıştırdığı için, özellikle batı ülkelerinde olumsuz algılanan ve bu nedenle tanıtım çerçevesinde kullanmasında yarar olmadığını düşündüğümüz bir kavram. Ama , özgün Türkiye’mizde durum biraz farklı; zira propaganda sözcüğü, siyasal pazarlama, siyasal reklamcılık[12] ya da siyasal tanıtma karşılığında mevzuatımıza bile girmiş durumda . Örneğin Seçimlerin Temel Hükümleri Hakkındaki Yasa “seçim propagandası” terimini kullanıyor. Belki de yasa koyucu propagandanın yukarıda verdiğimiz tanımının doğruluğuna inanmıştır.
Propaganda ile aşağıda inceleyeceğimiz reklam arasında büyük fark bulunmadığını ileri sürenler var . Gene de propagandanın otoritenin müdahelesini icab ettirdiğini, reklamın ise arz ve talep kurallarını etkilemeğe ve tüketicinin özgür seçime hitap eylediğini, propaganda ile reklam arasındaki farkın “özgürlük” sözcüğünde odaklaştığını belirtelim.
5) REKLAM, açık, kapalı, dolaylı, dolaysız biçimde ilan vererek bir ürünü ya da kişiyi ön plana çıkarmak, ürünün satışını arttırmak amacile yapılan tek yönlü bir mesaj iletme faaliyeti olarak tanımlanabilir. Amacı, üretim, dağıtım, tüketim ilişkilerinde hedef noktasını, telkin ve/veya duygulandırma yoluyla ikna etmek, yapacağı seçimi yönlendirmek, toplumun tutum, davranış ve alışkanlıklarını değiştirmeye gayret etmektir. Reklam başlığı altında iletilen bilgi daha ziyade ticaridir ve bilgiyi verenin çıkarlarına hizmet amacını güder; amaç, müşteri kazanmak, müşteri alanını genişletmek veya mevcut müşterileri kaybetmemektir.
Ülkenin turistik, stratejik, kültürel, siyasal ve başka yönlerini tanıtmak için de reklam verilir.
Çoğunlukla gelişme halinde ülkeler tarafından bazı tanınmış dergilere verilen ve reklam başlığı altında yayımlanan “sayfalar” bu çerçeveye girer.
6) LOBİCİLİK çıkarılacak yasa ve kararnameleri, bir konuda oluşturulacak ölçütleri, normları ya da “kamuya ilişkin kararların alınmasını” doğrudan ya da dolaylı olarak etkilemeğe yönelik girişim örgütlenmesi olarak tanımlanabilir[13]. Çoğunlukla ticari ya da siyasal çıkarları korumak için başka ülkelerin veya Avrupa Birliği gibi bölgesel örgütlerin karar verme mekanizmalarını etkilemeğe yönelik bir etkinliktir. Lobicilik terimi ülkemizde, -yanlış olarak- her türlü dış tanıtım eylemini organize eden firma, ya da örneğin başka bir parlamentoya yapılan milletvekili gezisi karşılığında kullanılıyor.
Oysa, lobiciler genellikle örgütlü baskı gruplarıdır. ABD Senatosunu ve Temsilciler Meclisini etkilemeğe çalışan Yunan ve Ermeni lobileri bu çerçeveyye girer. Anılan lobilerin güücü seçimlerdeki oy potansiyelleri işle ölçülür. Ayrıca, Avrupa Birliği Komisyonu ve Konseyinde kendi sektörleri konusunda alınacak kararları etkilemeğe çalışan, “Tekstil lobisi”, “Kara taşımacılığı lobisi”, “Tarım ürünleri lobisi” gibi yüzlerce örgüt te bu çerçeveye girer.
Bazı lobiciler, rüşvet, armağan verme, uçak bileti armağan etme, yeme içme giderlerini karşılayarak bazı önemli kişileri ya da basın mensuplerını davet etme gibi, kimi ülkelerde etiğe az veya çok aykırı sayılan yöntemlere başvururlar. Lobicilik çalışma yöntemleri arasında, basın bildirisi, “beyaz kitap” ya da belirli konularda “soru-cevap” veya “açık mektup” gibi belgeler hazırlanması ve dağıtılması, kamu oyu yoklaması düzenlenmesi, basın konferansı tertiplenmesi, bilimsel kolloklar ya da paneller tertiplenmesi[14], lobicilerin temsil ettikleri kişi veya kurumlar için, hedef kurum veya örgütteki bazı önemli kişilerden görüşme randevusu alınması gibi çalışmalar vardır.
II- GÖRÜŞ OLUŞTURMA–GÖRÜŞ DEĞİŞTİRME – İNANDIRMA
Şimdi de görüş oluşturma , değiştirme ve inandırma . mekanizmalarına kısa bir göz atalım.
1) İnandırma (ikna) iletişim kurulan partnerin ya da grubun belirli bir konuda görüş oluşturması, varsa görüşünü pekiştirmesi veya değiştirmesi, özetle gönderilen mesajın içeriğine inandırılmasına yönelik bir süreçtir. Her tanıtım etkinliğinde bulunan “ikna etme”, inandırma olgusunun ayrıca ve derinliğine incelenmesi gereklidir; bu konu Üniversitelerde sosyal psikoloji başlığı altında okutulmaktadır.
İkna (inandırma) sürecinin içinde “rıza” unsuru bulunmaktadır. Ancak “razı olmanın” sadece akıl yoluyla ya da isbatlanmış bir sav tarafından harekete geçirildiğini sanmak yanlıştır. Rızanın içinde duygu ve heyecan öğeleri de vardır[15]. Görüş ya da kanı bazı durumlarda inanç gibi köklü olabilir[16]. Kanı kişiseldir; ancak her zaman yüzeye çıkmaz, kişiler kanılarını gizleyebilirler ; hatta, sonradan kanı değiştirdikleri izlenimini verseler bile, ilk görüşlerini koruyabilirler.
Kanı bir değer yargısıdır. Ancak kişinin kanısı ve tutumu her zaman aynı yönde olmayabilir. İnsanların birlikte yaşamalarının toplumsal ve kültürel sonuçları var. Kişi birlikte yaşadığı grubun davranışlarına uygun hareket etmek, grup dinamiğine uymak zorunda hissedebilir kendini. Kişi, grubun –kimi kez belirgin olmayan- baskısını hissederek –sürüden ayrılmak istemeyen bir yaratık gibi- grupla birlikte hareket edebilir. Buna mahalle baskısı da deniyor…
2) Önyargı [17] konusuna daha önce de değindik; yineleyelim: önyargı herhangi bir konuda, bir kişi veya grup hakkında basitleştirilmiş, özetlenmiş ve oldukça radikal olan bir değerlendirmedir , çabuk oluşur, geç değişir , çoğu kez ussal değildir. Önyargının kültürel, tarihsel, dinsel, etnik ve ekonomik nedenleri vardır. Önyargı gruplar içinde daha kolay gelişir.
Önyargı, yeterli ve geçerli neden olmadan bir kişi, bir ülke, bir şey hakkında olumsuz düşünce sahibi bulunmak olarak ta tanımlanır. Bu tanım önyargılı olan kişinin haksız davranmakta bulunduğu öğesini de içinde saklar. Pek çok kişi, devlet adamı ya da politikacı, kendisi, ülkesi veya bir davranışı hakkında ileri sürülen eleştiriyi “önyargılı” olduğu gerekçesile değerlendirmeye almama ya da küçümseme eğilimindedir.
Öte yandan, önyargılı olduğu ileri sürülen tarafa bunun duyurulması, o tarafın savunma mekanizmalarını harekete geçirir ; zira hiç kimse sebebsiz yere bir başkası hakkında haksız bir değerlendirme yaptığını kabul etmek istemez. Bu durumda “önyargılı” olmakla suçlanan taraf, yargısının doğru olduğunu ispatlamak için gerekçe ve veri arayışına girer ve genellikle bu gerekçeleri ya da verileri kolaylıkla bulur . Sonunda, önyargı bu incelemeden güçlenmiş olarak çıkar. Bu itibarla, önyargıyla onu şiddetle eleştirerek değil, akılla ve sorunların etrafından dolaşılarak mücadele edilmesinin daha yararlı olduğuna inananlardanız.
Tanıtım sürecinde mesaj olarak sunulan bilginin veya görüşün, hatta kanıtlandığı varsayılan bir “gerçeğin” kişinin veya grubun çıkarları, gizemli inanışları, ideolojileri, inançları, -hatta dogmaları- ve o konuda daha önce oluşmuş bulunan yargıları , başka bir deyimle önyargıları ışığında algılanacağını ve değerlendirileceğini bilmeliyiz . Bu çerçevede, iletişim partnerinin çıkarına, kültürüne ve inançlarına aykırı olan görüşler, mesajı gönderenin beklediği gibi değil, mesajı alanın –en geniş anlamda- kültürel birikiminin ve çıkarlarının süzgecinden geçerek değerlendirilecektir[18].
İnsanlar, o güne kadar yaptıklarını ve gerçekleştirdiklerini savunmak ve –daha önce kendilerine zarar vermeyen- davranışlarını tekrarlamak eğilimindedir ; belirli bir konuda oluşturdukları görüşleri genellikle savunurlar, değişikliğe karşı direnirler . Bunun nedeni, daha önce yaptıkları eylemin doğruluğunu savunma güdüsüdür.
3)Kararsızlar. İnandırma süreci incelenirken[19] kararsızların durumu da gözönünde tutulmalıdır. İletişim partnerini inandırma konusunda sosyal psikologların yaptıkları araştırmalar, bazı ülkelerde en kalabalık grubu kararsızların ya da görüş sahibi olmayanların oluşturduğunu gösteriyor. Bu grupta bulunan insanlar ya bilgiye ulaşamamakta, ya belirli konudaki bilgi onları ilgilendirmemekte ya da “bilmek istememektedirler”. Bunları inceleyen psikologlar, kendi içlerine dönük bulunduklarını, sorunlara uzak durmak istediklerini, eğitimsizliğin, kuşkuculuğun başka neden oluşturduğunu, nihayet daha önce yaşanmış kötü bir deneyimin artık o konuya ilgi duymama olgusuyla sonuçlanabileceğini göstermektedir.
4) Fanatikler. Kararsızlar kutbunun öbür ucunda fanatikler ve –en geniş anlamile-yobazlar bulunur. Bunlar, kendi görüşlerine dogma gibi sarılan insanlardır; davranış modelleri sanki kristalleşmiş ve yekparedir. Bu insanların görüşlerinin değişmesi oldukça zordur; ancak görüşlerinin ve gerekçelerinin bilinmesi tanıtım çalışmaları açısından yararlıdır.
5)Kanının içeriği, yönü, yoğunluğu. Bir “kanı“yı incelediğimiz zaman, öncelikle ele almamız gereken husus, bunun içeriği, yönü ve yoğunluğudur. Yoğunluktan kasdedilen, kanının, baskıya direnme gücü, sonradan ortaya çıkarak tartışmaya sunulan görüş ve anlayışlar karşısında değişikliğe uğrayıp uğramama, kanıt aramadan yeni görüşleri kabul etme, karmaşık bir sorunu basite ve tekyanlılığa indirgeme niteliklerinin olup olmadığıdır.
6)Kamu oyu Burada üzerinde durmak istediğimiz bir sözcük te kamu oyu kavramıdır; günümüzde ne olduğu, kimlerden oluştuğu tam olarak belli olmayan “kamu oyunun“ belirli bir şekilde düşündüğünü ileri sürerek baskı oluşturmak ya da kendilerince doğru olan bazı savları öne sürmek, bunları gerçekmiş gibi göstermek isteyen kişi ve kesimler ortaya çıkmıştır. Basın veya televizyonda büyük bir rahatlıkla kamu oyu baskısından söz ediliyor. “Kamu oyu” pek çok anlama çekilebilen bir sözcüktür. Konuyu inceleyen bilim adamları[20], bu kavramın “gazeteci uydurması“ olduğunu, belirli bir görüşün “halkın isteği“ olarak sunulma çabası olarak değerlendirilmesi gerektiğini, “kollektif kimliğin kanısından“ söz etmenin bilimsel bir yanı bulunmadığını ileri sürüyorlar. Bu kuramsal itirazda gerçek payı bulunmakla birlikte, grup psikolojisi denen olgunun varlığı da yadsınamaz. Çok sayıda insanı birlşkte harekete geçiren olayların etkisile, duygusal veya psikolojik nedenlerle olduğu kadar, siyasal ve ideolojik nedenlerle de halkın bir bölümünün belirli bir yönde birlikte harekete geçebildiği biliniyor[21]. Bu nedenle kollektif hareketi yaratan etkenleri, bu tetiği çeken olayın veya bilginin medya tarafından büyütülerek iletilmesini, bilginin bulunmadığı ya da yasaklandığı ortamda ayrı kurallara itaat eden “söylenti“ olgusunu yok saymak doğru olmaz. Özetleyecek olursak, tanıtım yapanların kullandıkları “kamu oyu oluşturulması“ teriminin, çok sayıda insanın ikna edilmesi, belirli bir konuda bir çok yazı, makale yazılmasının, radyo ve televizyon programı yapılmasının sağlanması, o konuya duyulan ilginin ve duyarlılığın ve o meseleyi düşünen, konuşan insanların sayısının arttırılması anlamında kullanıldığını söyleyebiliriz. Son yıl zarfında, Türk dış politikasında eksen kayması olduğunun sık sık dile ve bu kanının bazı çevrelerde yerleşmesi bir örnek olarak zikredilebilir.
7)Görüş veya kanı değişikliği. Var olan bir görüşün ya da kanının değişmesi tanıtım alanında çalışanları ilgilendiren konuların başında gelir. Kanı değişikliği, ya anlatma ve ikna yoluyla sağlanır ya da zorlama yapılarak sağlanabileceği sanılır. Bir kanı, zamanla, yaşanan tecrübelerin ışığında, yeni bilgi ve verilerin alınması ile kendiliğinden de değişebilir. Bu değişikliklerin altında ustalıkla uygulanan bir tanıtım eylemi de bulunabilir. Kitle iletişim araçlarının etkilerinin çoğalması, kanı ve görüş değişikliğinin artması sonucunu veriyor. Ancak, insanların değişikliğe karşı direnç gösterdiklerini de unutmamak lazım. Bu direnci oluşturan etkenlerin başında daha önce oluşmuş yargılar ve gelenekler vardır. Kişiler, eskiden hatalı davranış içinde bulunduklarını kabul etmemek için değişikliğe karşı direnirler . Alışkanlıklar ve her türlü değişiklik karşısında duyulan korku da önemli bir etkendir. Ayrıca görüş sahibinin kanısını değiştirmek isteyenin bu isteği anlaşılırsa, buna karşı gösterilen direncin daha güçlü hale geldiği, tanıtım etkinliğine girişenin aklında bulundurması gereken hususlardan biridir . Bu nedenle tanıtım çalışması yapanın önceden eğitilmelidir.. Bilgi ve beceri sahibi olmadan yapılan tanıtım genelde başarısız kalır; karşı etki bile yaratabilir.
Biraz önce değimndiğimiz “zorlama yoluyla kanı değişikliği” sağlama teknikleri, sosyal psikolojide “manipülasyon” olarak değerlendirilir. Manipülasyon, bunu yapanın psikolojik teknikler uygulayarak, bir kişi ya da grubun, bilinçli olarak tutum değiştirmesini sağlamaya yönelik eylem anlamında kullanılan bir sözcüktür. Manipülasyon yapan, varmak istediği noktayı ve oraya ulaşmak için başkalarını yöneltmek istediği yolu iyi bilen, bu amaçla kullanacağı yöntemler hakkında bilgisi bulunan, amacını gizleme “yeteneği bulunan kişidir . Bu tekniğin kullanıldığının ortaya çıkması, yapılmak istenenin tam aksi sonucu verir ve buna “boomerang etkisi” denir. Zorlama yoluyla ikna etme teknikleri arasında, beyin yıkama ve hedefin direnme gücünün yorucu sinir gerginliği yaratarak, korkutarak, yorarak azaltılması ve yeni görüşlerin belletilmesi gibi uygulamalar vardır.
Hedef kişi ve gruplar , yanlı ve gerçek dışı bilgi verilerek zorlama yapılmadan etkilenebilir . Ancak bu yöntemde önemli olan, hedefe sunulan yanlı bilginin “objektif bilgi” zarfı içinde takdim edilmesidir. Yanlı bilgi, içine bilinçli olarak gizlenmiş öğeler içerir . Güdülen amaç bu bilgileri edinecek iletişim partnerinin “gerçeği” yeni ve değişik bir bakış açısından algılamasıdır. Yanlı bilginin herşeyden önce güvenilir olması ya da öyle algılanması gereklidir. Bu bilgiyi verenin kişisel yetenekleri büyük önemi haizdir ; yanlı bilgiyi ileten şahıs, iletişim partneri tarafından inanılır kişi olarak tanınıyorsa, inandırma şansı artar . Bu nedenle kanı oluşturmaya yönelik iletişimde sempatik, prestiji bulunan kişilerden yararlanılır. Buna karşı, mesajı ileten kişinin “satın alınmış bulunduğu”, niyetinin kötü olduğu yolunda çıkarılacak söylentiler bazı kanıtlarla desteklenebilirse, o kişinin vereceği mesajın etkisi ortadan kalkar; kişi yukarıda anılan olumlu niteliklerini kaybetmiş sayılır.
———————————————————————–
BU UZUN MAKALAYİ BURADA KESİYORUM
DİP NOTLARİ AKTARAMADİGİMİ UZULEREK FARKETTİM
SAYGİLARLA
PULAT TACAR
Bir yanıt yazın