Dursun Akçam’ın ortanca oğlu Taner Akçam’ın Ermeni sorunundaki tutumu nedeniyle kendisiyle mücadele ettiğini sanan birileri, Taner’in ölmüş dedesi ve dedesinin babasına kadar dil uzatarak sefil ruh durumlarını iğrenç bir şekilde sergilemektedir. Kemikleri bile çoktan toprak olmuş masum insanlara olmadık iftiralarla saldıranlar için söylenebilecek bir şey, bir tanımlama bulmak ne kadar zor…
Akçam soyadını ne yalnızca Taner Akçam ne de Dursun Akçam’ın oğulları temsil etmiyor elbette. Ancak, Taner’e yönelik saldırgan ve seviyesiz söylemlerle tüm Akçam soyadı zan altında bırakıldığı gibi, tarihsel süreçte emperyalist çıkar odaklarının kışkırttığı, milli bir pazara sahip olma biçiminde özetleyebileceğimiz şöven eğilimlerin emperyalizmle işbirliği yaptığı bir olgudan yola çıkılarak “barbar” ya da “mazlum”, “soykırımcı”, ya da “mağdur” halklar, milletler tanımlanarak insanlar arasına düşmanlık tohumları, kin ve nefret duyguları körükleniyor.
YANDAŞ MEDYA ERMENİ DEDİ
Fransa’dan yayınlanan bir bilgisunar sitesindeki “Türkçe Haberler” bölümünde yazılan ve oradan yapılan alıntılarla Türkiye’deki bazı sitelerde de yayılan iddialara bakılırsa, Taner’in büyük dedesi Ermenidir (!) ve Agop olan adını değiştirip Müslüman adı Hasan’ı almasına karşın Bolşevikler tarafından öldürülmüştür. Oysa ki, Taner’in de, hepimizin de büyük dedesi, Ahıska’dan gelmiş Murat Dede’den sonra yaşamını az buçuk bildiğimiz Hasan Dede, 1915 yılında, Ardahan’ın geçici bir süre Türkler’in eline geçmesinden sonra saldırganlaşan Rus askeri birlikleri tarafından Ölçek Köyü’ndeki evinde öldürülmüştür. O dönemde Rus birlikleri içinde çok sayıda gönüllü Ermeni olmasına karşın Hasan Dede’yi kılıçla öldüren asker ya da askerlerin etnik kökeni hakkında bir şey söyleyebilmek olası değildir. Hasan Dede’nin ölüm tarihi Bolşevik ihtilalinin ve iktidarının çok öncesine denk gelmektedir.
Hasan Dede’nin büyük oğlu, bizim öz dedemiz, yürekli ve mert insan Eyüp ise yöredeki Ermeni-Türk çatışmaları sırasında Ölçek köyüne yönelik Ermeni çeteci saldırısına silahla karşılık veren ve köyü savunmaya çalışan az sayıdaki Ölçekli arasında yer almıştır. Eski Sanayi ve Teknoloji Bakanı Abdulkerim Doğru ile eski Dağcılık Federasyonu Başkanı, Ankara Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Mecit Doğru’nun (her iki ad da Dursun Akçam’ın öz teyze çocuklarıdır) babaları Ölçek Köylü Mehmet Doğru’nun yazdığı 1972 basımlı Ölçek Köyü Tarihi adlı yapıtta konuyla ilgili geniş bilgiler ve çatışma yöresinin krokileri de vardır.
KÖYÜ SAVUNDU
Fransa’dan yayın yapan söz konusu sitede, Ermenilere yol gösterdiği için 1928 yılında köylüler tarafından öldürüldüğü söylenen Eyüp Akçam, Ermeni saldırganlara karşı köyünü savunan bir avuç insandan biri olup 1969 yılında büyük olasılıkla oğlu Dursun Akçam’ın da ölümüne neden olan Akciğer Kanseri nedeniyle yaşamdan ayrılmıştır. 1969 yılı şubatında ikinci sınıf tıp öğrencisi olarak köyünü ziyarete gitmiş bu satırların yazarının anımsadığı, onu çok seven Eyüp dedesinin evin altı tahta döşeli, yandan pencereli tek odasında solunum zorluğu çekerek ve öksürerek hasta yatağında yatıyor oluşudur. Ayağa kalkmakta bile zorlanan, ağır hasta dedesinin “Apul beni Ankara’ya götür” diyen son arzusunu da kulağında hep taşıyacak olan yazar ve yakınları, Nisan 1969 tarihinde onun ölüm haberini alacaktır. Ardahan’daki nüfus kaydından Eyüp Akçam’ın ölüm tarihi öğrenilebileceği gibi, Eyüp Akçam’ın mezarının 1968 yılından itibaren kullanılmaya başlanan köyün yeni mezarlığında bulunuyor oluşu da ayrı bir gerçekliktir.
Eyüp Akçam’ın yaşam hikâyesi konusunda hâlâ bir kuşkuları varsa medya tetikçilerinin, Ölçek Köyü’ndeki evimizin baş köşesinde duran, Dursun Akçam’ın 1964 ya da 1965 yılında çekmiş olduğu, Eyüp Akçam’ın yetmişli yaşlardaki fotoğrafını da gözlerine sokabiliriz!
Ölçek köyü’ne komşu Gölebert Köyü’nde yerleşik Ermeni güçlerin Eyüp’ün de kendilerine kurşun sıkanlar arasında olduğunu öğrenince onu gıyabında ölüme mahkûm etmiş olmaları, şimdiki adı Çamlıçatak olan Gölebert Köyü’nde yaşayan ve Eyüp’ün dostu olan Rum Kosti’nin gizlice Ölçek’e gelerek Eyüp’e kaçmasını, Ermeniler tarafından öldürüleceğini bildirmesi, Eyüp dedenin de dağlık bir bölgede bulunan Kürt köyü Kızılkilise’ye kaçarak aylarca orada gizlenmiş olması, kendi ağzından da dinlediğimiz, olayın ayrı bir boyutudur.
Yine dedemizin kendi anlattığı ve birlikte dinlediğimiz, nenemiz ve diğer yaşlıların onayladığı önemli bir olay da Ölçek Köyü’nün Rus-Ermeni güçlerinin egemenliğine yeniden geçtiği dönemde yaşanmıştır (1915). Ölçek köylüleri can korkusuyla Hopal (şimdiki Kuşuçmaz) köyüne sığınmışlardır. Kış ortası, yiyecek unları bittiğinde dedemiz Eyüp yanına iki kişi daha alarak Çakmaklı vadisinin sırtlarından Ölçek köyünün içine, Ziyaret tepeye kadar gelmiş, buradan beline ip bağlayarak Rus askeri birliğinin levazım deposu olarak kullandığı Ziyaret tepenin altındaki mağaranın yanına inmiştir. Buradaki nöbetçiyi hançeriyle yaralayarak bağlayan Eyüp, iki çuval unu sırayla ipe bağlayarak yukarı çektirmiş, Hopal’daki köylülerin bir süre daha ekmek bulabilmesini sağlamıştır.
20. Yüzyıl başını yaşamış insanların birer birer aramızdan ayrılıp gitmiş olması nedeniyle Hasan dedenin ölümü üzerine tanıklık edecek yaşayan bir kişi bulabilmesi olası olmasa da, Hasan dedenin Ruslar tarafından köydeki evinde kılıçlanarak öldürülmüş olduğu, orta yaşın üzerindeki tüm Ölçek köylülerinin bildiği bir tarihsel olgudur.
BABAANNE DE ÖLÇEKLİ
Aynı sitede yer alan diğer bir yalan ve yakıştırma da Eyüp Akçam’ın karısının Gürcü olduğu savıdır. Eyüp Akçam’ın karısı, Seyhat nenemiz de Ölçek köylüsüdür. Anası, Bangis (Taşlıtarla) köylüsü Kürt kızı Naze, babası Ahıska göçmeni Aslan’dır. 1977 yılında ölen Seyhat nenemizin mezarı da Ankara’da Karşıyaka mezarlığı M 20, Parsel 585’te, oğlu Dursun’un mezarının çok yakınında bulunmaktadır. Nenem ve büyük kızı Sultan çok iyi Kürtçe konuşurlardı. Ardahan’da ve Bangis’te hâlâ yaşayan ve bu gerçekleri bilen çok sayıda hemşerimiz, akrabamız vardır.
2010 yılında yapılan Anayasa Referandumu sırasındaki tartışmalarda Dursun Akçam’ın çocuklarından Taner “Evet”çi kanatta, ağabeyi Alper ve kardeşi Cahit “Hayır”cı kanatta yer almışlardı. Taraf gazetesindeki yazılarıyla kendi geçmişine ve Türkiye soluna saldırıya varan eleştirilerde bulunan, onları “potansiyel soykırımcılık”la suçlayan Taner’e karşı, Cahit Akçam da Birgün gazetesindeki yazılarıyla yanıt vermişti.
DAVA AÇIYORUZ
Hangi tarafta olurlarsa olsunlar, hangi siyasal ya da tarihi tezi savunurlarsa savunsunlar, Akçam soyadı taşıyan hiç kimsenin bugünkü seçimi ya da içinde bulunduğu söylem, ölmüş insanlara, masum kişilere iftira etmeyi haklı gösteremez.
Dursun Akçam Kültür ve Sanat Vakfı ve Akçam soyadı taşıyanlar olarak Fransa’dan yayın yapan söz konusu siteye ve yazarlarına karşı dava açmaya hazırlanıyoruz. İşin diğer ilginç bir yanı, uydurma ve iğrenç iftiraları okuyan kimi at gözlüğü takınmış “milliyetçi” kişilerin okuduklarına inanması, Türkiye’de yayın yapan bazı sitelerde de benzer iftiraların kullanılması ve gönderilen iletilerle Taner’e saldırılarda bulunulmasıdır.
Dursun Akçam Kültür ve Sanat Vakfı ve Dursun Akçam’ın aynı soyadını taşıyan yakınları, açılan davayı bir tazminat talebiyle de birleştirip, eğer parasal bir getiri sağlanabilirse, Ardahan’da yöresel çalgı olan tulumun yaşatılması, geliştirilmesi tasarımında kullanmayı düşünmektedir.
Aşağıdaki kitap sayfalarında (Ölçek Köyü Tarihi – Mehmet Doğru – 1972) konuya ilişkin belgeler de görülmektedir.
Alper Akçam
(Dursun Akçam’ın büyük oğlu, Taner Akçam’ın abisi)
Odatv.com
İşte yaşanan çatışmaların belgesi:
Bu yazı etnik kökenler üzerinden siyaset yapmanın ne kadar yanlış ve sakat olduğunu ortaya koyuyor. Anadolu göçlerle oluşmuş bir coğrafyadır. tarihin bilinen her döneminde de böyledir. Türkler buraya gelmeden önce burada insanlar meskundu. Türkler Anadolu’ya vardıklarında burada 3-5 milyon nüfus vardı. O zaman dünyada Türk nüfusu ne kadardı ki? Bunların ne kadarı Anadolu’ya gelmiş olabilir? Bunu kabul edeceğiz. İnsanların bize çok aykırı gelebilecek fikirlerinin, inançlarının olabileceğini kabul edeceğiz. Birlikte yaşayabilmek için bu bir zaruri önkoşuldur. İlle de sevgi gerekmiyor. Keşke olsa! Ama saygısız olmaz. Bakınız, aynı ailede farklı farklı düşünen insanlar var. Bunu da bir zenginlik olarak görelim. Önemli olan yaşadığımız coğrafyaya, ülkemize hem doğal hem de siyasal anlamda sahip çıkmamızdır. Siyasal olarak sahip çıkmak, bu sözünü ettiğim birlikte yaşama koşullarının, mümkün olduğu kadar eşit ve özgür bir ortamda teminat altına alındığı siyasal rejime, mevcut sınırları içindeki demokratik cumhuriyete tekabül ediyor.
2010-11-05 08:23:25
Bir yanıt yazın