Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Yalçınkaya’nın, hukuki haklılığı yadsınamaz şekilde, YÖK’ün Yasaları ve hiçe sayarak, “Türban izni” konusunda verdiği ihtar birden siyasetin ana gündemi oldu. Başbakan ve paydaş medya Yalçınkaya’nın çıkışını yerden yere vurup, Akit Gazetesi “derhal Yüce Divan’da yargılanmalı” diye manşet atarken, herhalde hepsinin ortak buluşması şuydu: “Nerden çıktı bu adam? Tüm muhalefet kurumlarının işini çoktan bitirmemiş miydik?”
İtiraf edeyim, beni AKP değil de, CHP’nin tavrı hayal kırıklığına uğrattı. “Başsavcı’nın söylediklerinin hukuki açıdan doğruluğu tartışılabilir mi? Tabii ki doğru. Ama Parti kapatılarak bir yere varılamaz. Uyarı da yapılmaması lazım.” Buna rahmetli İnönü ne derdi biliyor musunuz? “Hadi canım sende!”
Paydaş/2. Cumhuriyetçi/İslamcı medya maydanozları, yeni bir Türkiye’nin TV üzerinden temellerini çoktan attılar, artık o dünyada yaşıyorlar. Bu soytarılar dünyasında, Hükümet her istediğini yapar, her yasayı paşa gönlünden geçtiği gibi “geçirir”, isterse yargıyı yok sayar ve “Güçler ayrılığı” kavramı boğulur gider. Böyle bir senaryoda, Sultan ve vezirlerine sonsuz güç vehmedildiği ve “yasa koyucu” da onlar olduğu için, tabii ki hiç bir karara itiraz edilemez. Eski yargı kararları da, emir gelirse, direkt olarak çöpe gider, aynen türban olayında olduğu gibi! Parti kapatmak mı? Ağzından yel ala! İktidar bu, “ister asar, ister keser”!..
Türkiye’deki vasat altı kalemini satmış medyanın adını bu sütunda yıllardır koyduk: “medyokrasi”. Şimdi bu kavramı güncelleyelim: Adı sözde demokrasi ve teokrasiden türeme bu rejimin adı olsa olsa “Teomedyokrasi” olabilir. Yani satılmış medyanın satılmış kalemlerinin dayattığı medya parodisi ve dinsel baskının teokrasisinin, demokrasinin cılız artıklarıyla buluştuğu alan… İşte yıllardır halkın uykulu gözlerle izlediği tartışmalarda beyinler o kadar yıkanmıştır ki, yasalara uymayan, Anayasa’yı hiçe sayan partilerin dünyanın her yerinde kapatabileceği en azından uyarılabileceği gerçeği artık “ayıplı” bir iddia haline dönüştürülmüştür. Peki, partilerden biri, bir gün bu serbestçe at koşturulmaya bırakıldığı alanda, yeterli güce eriştiği anda “demokrasiyi fiilen kapatırsa neler olur?” Aaa! Sormayın böyle sorular. “Onu da demokrasi kapatıldıktan sonra düşünürüz” der, geçeriz.
İşte beni deli eden, aynen başka büyük kurumlarımız gibi CHP’nin de bu “teomedyokrasi” baskısına boyun eğip, artık her demecinde ana hedef olarak “paydaş medyayı kızdırmama”yı kendisine hedef seçebilmiş olmasıdır! Yani “teomedyokrasi”, CHP’yi de yönetir hale gelmiştir. CHP’nin sanki tek arzusu, akşam gerçekleşen TV er meydanı buluşmalarında, teomedyokrasi şarlatanları tarafından taciz edilebilir bir söz sarfetmemiş olmakla sınırlı kalan bir medya vizesi almış muhalefetle yetinmektir. AKP’nin yarattığı Türkiye’den esinlenen böyle bir muhalefetin, AKP’ye karşı şansı koca bir sıfırdır!
Yani CHP de bu oyuna gelip, Parlamento’nun artık denetimsiz kalması gerektiğini düşünüyorsa, o zaman kimse daha fazla vakit kaybetmesin. Anayasa Mahkemesi, en azından toptan AKP denetimine geçene kadar kapatılsın, Siyasal Partiler Kanunları da geçersiz ilan edilsin, bitsin gitsin. Böylece bu ülkeyi hala “1923’te Atatürk’ün kurduğu laik demokratik bir hukuk devleti” sanarak görevini yapmaya çalışan Yalçınkaya gibi Başsavcıları da boş yere yormayız!
CHP yönetiminin 29 Ekim resepsiyona katılıp katılmama konusundaki krize tırmandıkları kararsızlığın perde arkasında da yine “katılmazsak teomedyokrasi sonra bize ne der?” baskısı var!
Öncelikle hemen belirteyim: “teomedyokrasi” şarlatanlarının üzerimdeki etkisi koca bir sıfırdır. Ve normalde her aydın insanın ve CHP’linin de esas çizgisi bu olmalıdır. Hukuku hiçe sayarak ulaşılan varsayımlar ve tarihi deforme ederek 20. yüzyıl hakkında yapılan her türlü yorum, gözümde hükümsüzdür.
CHP’nin kendi gerçek hinterlandına yöneleceğine, “statükodan kurtulalım” kompleksiyle kalkıp “Aydın ve sanatçıları çağırıyorum” diye ortaya çıkıp, Nejat Yavaşoğulları ve modacı Bahar Korçan dışında, yalnız eleştirel yazarlar veya büyük çağdaş filozof statüsüne terfi ettirilmiş din alimleri çağırarak kendine rota çizmeye kalkışmasının bir özrü olamaz. Üstelik bu olay bile, o kadar kötü bir propaganda ile götürüldü ki, “5N1K” sorularına yanıt aramasıyla ünlü, sürekli en bilgili, “en hınzır” gazeteci olma iddiası taşıyan Cüneyt Özdemir bile, bu furyada kendi temel sorularını unutup, Radikalde taze köşesinde sansasyon yaratmak için, “Bedri Baykam önceki gün köşesinde nerede ise gözyaşlarına hakim olamayacak bir bedbahtlıkta. CHP geçtiğimiz günlerde sanatçılarla açılım zirvesi yaptı ya belki farkında değiliz ama Bedri Baykam’ı çağırmayı unutmuşlar. ……. Bedri yazısının başlığını son sergisinin adına göndermeli ‘içim parçalanıyor’ koymuş. Valla benim de içim parçalandı… Sen ağlama Bedri dayanamam…” diyebildi! Yani konunun zaten her gün CHP ile temasta olan Bedri Baykam ile ilgisi olmadığını, konunun CHP’nin kendi bölgesinden hiç kimseleri çağırmamış olması olduğu gerçeğini en hızlı ve en donanımlı jet programcımız bile duyamamış! Hem de programlarını zevkle izleyip zevkle katıldığım bir televizyon yıldızı olmasına rağmen! (Bu arada bir çok gazeteci davet edilmişken Cüneyt Özdemir niye atlandı, bunu da bir soruşturması lazım. Bu daha somut ve ciddi bir durum)
CHP, “Teomedyokrasi” ekolünden olmayan bir “tarafsız” genç gazeteciyi bile ne yaptığından haberdar edemiyorsa, kendi gerçek beyin takımıyla köprü kurmayı aklına dahi getirmiyorsa, anlaşılan daha çoook patinaj izlemeye devam edeceğiz… Buradan yine bıkmadan hatırlatıyoruz: Dinci partilerin yolundan yürüyen ANAP ve DYP’nin nasıl sıfırlandığını tekrar bir araştırın. Başbakan’ın bir numaralı avukat-yazarları, Sabah Gazetesi’nde bu “açılım”larınızı övüyorsa, çok mu iyiliğinizi istedikleri için bunu heyecanla yapıyorlar, bir düşünün! Bizden hatırlatması…
Bir yanıt yazın