Hafta başında Cumhurbaşkanı Eroğlu, Avrupa Komisyonu’nun Genişlemeden Sorumlu Üyesi Stefan Füle’nin davetiyle Belçika’yı ziyaret etti.
Birebir temas ve iletişim politikada çok önemli.
Eroğlu, Füle’yle yaptığı görüşmede son gelişmeler, müzakereler ve KKTC’ye uygulanan izolasyonlarla ilgili detaylı bilgiler verdi ve ondan da genelde basına yansımayan, her yerde dile getirilmeyen AB’nin Kıbrıs sorunu ve sorunun içindeki detaylarla ilgili önemli bilgiler ve işarlar aldı.
Görüşme içinde ve görüşmeden sonra Füle’nin yaptığı konuşmalar ve değerlendirmeler, Rumları pek tanımadığını ortaya koyuyor, aynen selefi Verhaugen gibi.
O da işin başında Rumların, Almanlar gibi kurallara saygılı, disiplinli, yalan söylemeyen, temiz siyaset güden ve verdikleri sözü tutan “Gerçek Avrupalı” olduklarını sanmıştı ama günün sonunda “Rumlar tarafından aldatıldım” diyerek isyanını ve düş kırıklığını dile getirmişti.
Aynı deneyimi yaşamak sırası şimdi Füle’de.
Avrupa Parlamentosu Hukuk Komisyonu, Rumların birebir çalışmaları sonrasında Doğrudan Ticaret Tüzüğünü, oy çokluğu ile geçme olasılığının yüksek olduğu Avrupa Parlamentosu yerine 10. Protokol bahanesi ile mevcut kuralları çiğneyerek dosdoğru Başkanlar Konseyine gönderdi.
Avrupa Parlamentosu, tarihinde belki ilk kez bu kurumun kendisine verilen bir yetkiyi Konsey’e iade etmesi gibi garip ve garip olduğu kadar da aralarındaki yetki çekişmesini ileride daha da alevlendirecek bir davranışta bulundu.
Avrupa Komisyonu tarafından hazırlanan taslağın zemininin hatalı olduğu yönündeki kararı, Doğrudan Ticaret Tüzüğü’nün artık yürürlüğe konulamayacağı ya da en azından Kıbrıs Türk halkının kabul edebileceği şekilde yürürlüğe konulamayacağı anlamını taşımaktadır. Çünkü 10. Protokol’un değişmesi oybirliği gerektirmektedir.
Konseyde bu tüzük takılacak veya gündeme bile alınmayarak bir başka bahara bırakılacak. Zaten Sayın Cumhurbaşkanımız da “Ticaret Tüzüğü için “akıbeti meçhul denecek bir noktaya itildi ve bu yıl için gündemden düşmüş sayılıyor” diyerek Tüzükle ilgili durumu gerçekçi bir şekilde ortaya koydu.
Bu aşamadan sonra Avrupa Birliği Komisyonunun Mayıs 2004 tarihinde kararını aldığı Direk Ticaret Tüzüğünün yürürlüğe girmesini beklemek, olmayacak duaya Amin demekten öteye gitmeyecektir.
Mücadele tarzımızı değiştirmemiz gerekmektedir.
Devletimizin ilgili birimlerine ilaveten bizlerin de gönüllü olarak seve seve çalışacak bir “Destek Ekibi” veya “Lobi Ekibi” kurmamız çok doğru bir adım olacaktır.
Rumların bu tür haklarımızı engelleyici girişimlerini ve düşüncelerine karşı ilgili komisyonlara ve üyelerine bilgi akışında bulunacak, gerektiğinde protestolar yazacak, mesajlar gönderecek, gönüllü çalışacak, kalbi KKTC sevgisi ve varoluş duygusu dolu kişilerle bir ekip kurulması gerektiği düşüncesindeyim.
Rumların bizi dünyadan soyutlamak çalışmalarını, insan hakları ihlallerini, eğitim ve spor yapmak haklarımızı engelleme çalışmalarını bıkmadan bu ekip kanalı ile BM’nin ve AB’nin tüm ilgili birimlerine Sivil Toplum Örgütleri olarak bıkmadan usanmadan aktarmalıyız.
Önemli olan artık Rumlar da bizlerle birlikte tek çatı altında yaşamak istemedikleridir. Rum tarafında sayıları yüzde 20’leri bulan bir grup artık yüksek sesle adada “İki Devlet” olması gerektiğini dile getirmeye başladı ve bu konuda da bir kitap yayınladılar.
Bu gerçeği Rumların dile getirdiği gibi bizlerinde korkmadan dile getirmesi ve ortak bir çalışması yapılması adanın geleceği açısından çok faydalı olacaktır.
Prof. Dr. Ata ATUN
http://www.ataatun.com
29 Ekim 2010