Can Yeğinsu ile Söyleşi

CAN YEĞİNSU, GLOBAL OLARAK EN BAŞARILI TÜRK VE JÜRİ ÖZEL ÖDÜLÜNE ADAY

Aynur GÖKYILDIZ, Londra

Can YEĞİNSU’nun, Londra’da, 27 Ekim Akşamı Ülkemizin Hukuk Elçisi olarak aday olmasını sağlayan iki temel neden: Birincisi, 2008 yılında Harvard Üniversitesinde Hukuk Masterini en yüksek dereceyle tamamladığında, mezuniyet konuşması sınıf birincisi Can’a verildi.

Harvard’ın tarihinde bu fakültede binlerce kişiye yapılan bu önemli konuşma ilk defa bir Türk hukuk öğrencisine kısmet olmuştu.

İkincisi ise bu yıl, İngiltere Yüksek Mahkemesinde çok önemli bir siyasi parti davasında Türk kökenli bir Barrister olarak çıkarak, Can davayı kazanmıştır. İlk defa bir Türk İngilitere’nin Süpreme Court’ına çıkmış ve dava kazanmıştır.

Londra’dan arkadaşımız Aynur GÖKYILDIZ’ın, Can YEĞİNSU ile Işikbinyılı.Org için gerçekleştirdiği söyleyişi aşağıda ilginize sunuyoruz:

A.G.: Amerika ve İngiltere’deki yüksek eğitimin tek amacı iyi bir hukukçu olmaya yönelik miydi? Hukuk okumak ya da avukat olmak fikri Can Yeğinsu’nun aklına ilk ne zaman düştü, hangi etki ya da yönlendirmeyle böyle bir seçime yöneldi?

CAN YEĞİNSU, GLOBAL OLARAK EN BAŞARILI TÜRK VE JÜRİ ÖZEL ÖDÜLÜNE ADAY - can yeginsu harvardC.Y.: 17 yaşımda Cambridge Universitesini ilk annemle ziyaret ettiğimde Hukuk Fakültesinin ne kadar sıkıcı olduğunu düşünmüştüm. Hatta anneme ilgi alanıma giren bir konu üzerinde okumak istediğimi söylemiştim. Şu anda bu yolculuğu tamamlamış bir genç olarak, bu konuda çok ilgili degilseniz,18 yaşında Hukuk okumanın çok erken olduğuna inanıyorum.

Annemin bana öğrettigi en değerli şeylerden birisi tutkularımın sesini dinleyip yön tayininden sonra, onların beni takip etmesi idi. Diyeceksiniz ki buda ne demek oluyor. Tutku ve tutkulu olmak sizi yönlendirdiğinde haritanızı iyi bilmelisiniz. Tutkunun esiri olunmamalı diye düşünüyorum.

18 yaşında iken Hukuk benim tutkulu bir şekilde okuyup öğreneceğim bir konu değildi. Bugün gibi hatırlıyorum, lise yıllarımda yapılan test’de iyi bir hukukçu olduğum çıkıyor, ben ise nasıl olabilir bu diye hayretle soruyordum. Uzaktan yakından alakam olmayan bir konu. Lise yıllarımda ise Edebiyata olan ilgim tutku’ya dönüştü. Tüm dersler içinde gönlümün kraliçesi olarak yüreğime taht kurdu. Şimdi arkama bakdığımda böyle bir seçim yaptığım için ne kadar mutlu olduğumu görüyorum.

O yaşlarda edebiyat okumak kişinin beyni ve yeteneklerini geliştirip adeta kişiyi süslüyor. Edebiyat okurken, tarih, felsefe, politika ve dil yalnızca sayabileceğim bazı unsurlar. İngiliz Edebiyatı ve dünya edebiyatından aldığınız parçalar beyin ve iç dünyanınızda hiç unutamıyacağınız yolculuklara çıkarıyor sizi. Bugün dünya klasiklerinin yazıldığı ve tüm dünyada rekor kıran eserlerin bir çoğu Oxford Universitesindeki nehrin kenarındaki bir ağacın altına oturmuş genç bir öğrenci-yazarın kalemini eline alarak çıktığı yolculukla başlar. İngiliz Edebiyatını bitirdiğinizde en büyük diplomalarınızdan bir tanesi kazandığınız ikna yeteneğidir. Hukuk ise daha çok ezberleyeceğiniz hukuk kuralları. Bu durumda benim için Hukuk daha sonraki yıları bekleyebilir.

İlginç olanı şudur ki İngilterede bir çok Yüksek Mahkeme Avukatı ve Hakim ilk diplomalarını felsefe, edebiyat veya başka konularda alıp daha sonra Hukuk Fakultesini bitirmişlerdir. Bu metod kişiye derin bir bilgi ve vizyon veriyor zannederim.

Ülkemizde ki değişik eğitim sisteminden olsa gerek, benim yaşadığım Eğitim yolculuğunu Türkiyede yapmanın zor olduğunun bilincindeyim.

Tutku ile yola çıkıldığında başarı ve mutluluğun çok yakın arkadaş olduklarına yürekten inanıyorum. Dolayısıyla bir öğrencinin üniversite seçiminde çok demokratik bir dünyanın olmasına yok ise oluşturulmasına destek verilmesinden yanayım. Bu bir gence verilecek en kiymetli hediye.

Oxford Universitesinin University College’nde İngiliz Edebiyatı hakkını kazandığımda, Türkiyede duyan yakınlarım, arkadaslarımın bana nasıl buruk ve acıyan gözlerle baktıklarını hiç unutamam. Bir kaç kişi hariç, coğunluk çok üzülmüştü. İngiliz Edebiyati diplomasi ile ne iş yapılırdı?

Bu durumda tabii ben, University College’den iki adet İngiliz Başbakan’ın çıktığını, Nobel kazanan insanlar, meşhur Hukukçular, Amerikan Başkanı Bill Clinton’in bu College’den çıktığında en yakın arkadaşına bir gün ülkemin başkanı olacağım dediğini pek anlatamamıştım. Zira iki ülkenin bakış açısı ve eğitim sistemi çok ayrı taşlar üzerinde oturuyordu, bende çok genç bir Edebiyat öğrencisiydim o günlerde.

Bugün çok genç nufusü olan bu değerli ülkede mutlaka ama mutlaka gençlere yön vermek amacı ile bu kafa yapısının değiştirilmesi şart. Bugünkü dünyada bilhassa Avrupada ülkemizin değer ölçüsü gençlerimiz. Onların vizyon eksikliğini gidermek icin seferber olmalıyız.

Barrister olmamın esas sebeplerinden bir tanesi İngiliz Edebiyatında Üniversitede Öğretim Üyesi olmak istemediğim için olarak başladı. Daha sonra konuyu incelediğimde Hukuk Dünyası ve akademik beynimin ne kadar Barristerlik’da işe yarayacağı ve Hukuk Dünyasına İngilterede girdiğimde ülkemede dış dünyadan, İngiltere ve Amerikada Hukuk kampından büyük destek verebileceğim inancı ile başladı. Tabii Edebiyat okurken kazandığım ikna yeteneği hukuk mesleğimin en kıymetli taşı olarak cubbeme işlenmişti. Bu ışıltılı taşı gördüğümde nerelere doğru yola çıktığımı ve neler yapabileceğimi gördüm. Buda beni çok heyecanlandırdı. En son Yüksek Mahkemede kazandığım davada bu sihirli taşın marifetini gördüm.

A.G.: Edebiyata ilginizi biliyoruz. İngiliz Martin Amis’in hayranı olduğunuzu belirtmişsiniz. Amis bazı marjinal fikirleriyle de öne çıkan bir yazar. Muhamet Atta’nın Günlüğü gibi ilginç bir kitabın da yazarı aynı zamanda. Amis’te sizi etkileyen, onda sizi yakalayan nedir?

C.Y.: Ah, Martin Amis Ahh ! demek lazım Türkçe. Benim dünyamda onun çok özel bir yeri vardır.

16 yaşıma kadar İngiliz Edebiyatı dersinde durumum pek parlak değildi diyebilirim. İngilizce öğrenmeye 7 yaşımda başladım, dolayısıyla yazdığım kompozisyonlar’dan bir yabancı sesi çıkıyordu. Ana dili İngilizce ve eğitim görmüş bir insanın sesi İngilizcede değişik çıkar. İngilizcede hep satır arası okunur, konuşma ve kültürde öyledir. Satır arası tekniğini bilmediğinizde herşey çok zor olur İngilterede. Dolayısıyla benim yazılarım hantal ve yabancı kalemi olurdu. Öğretmenlerim yazılarımı tahta sesli ve formal olarak etiketlerdi.

Martin Amis değerli nesir edebiyati stilist yazarlardan birisidir. 16-17 yaşımda Martin Amis’i okumaya başladığımda inanın elektirik şokuna girdim. 1997 yazında Antalya’ya tatile gidiyorduk, valizimde Martin Amis’in tüm kitapları vardı. O yaz Martin Amis’in tüm kitaplarını büyük bir zevkle okudum. Benim için edebiyatta bir stil eğitimi oldu o yaz.

Tabii buradaki en önemli ironi, Martin Amis’in hayran olup ve çok yakın yazdığı Vladmir Nabokov benim gibi İngilizce ile geç tanışıp sonra müthiş eserler yazmış. Vladmir Nabokov ve Joseph Conrad İngilizce ile geç tanışıp müthiş eserler bırakmış yazarlar, onların özelligi İngilizceyi ögrendikten sonra, İngilizcenin dışına çıkıp kendi kültürü ve lisanı ilede mayalayıp, adeta müthiş bir oyun sergilemek oluyor. Örnegin Martin Amis’in bunu yapabilmesi imkan dışı. Dolayısıyla aynı bedende iki kültür, iki lisan’in derin paylaşım örneğini Vladmir Nabakov hayranları çok iyi bilir. Edebiyat ve sanatın derinliği, cilveleri insanlara müthiş heyecanlar kazandırıp adeta sizi besliyor.

Bu sorunuz icin cok tesekkur ediyorum: Amis’in son yazıları Bence Amis Müslümanlığın Psikolojisini anlamaya çok uğraşmış ve uğraşıyor 9/11 sonrası tüm yazılarında. Hatta 1980 ve 1990’larda nükleer silahlar konusunda obsesive bir şekilde işlediği gibi. Maalesef Müslümanlık ve terör konusunda başarılı olamadı. Ona o kadar yabanci ki, tüm uğraşlarına rağmen ve yazarlığını çoşturduğu halde okuduğunuzda çok çok sıkıcı olabiliyor. Biraz İstanbul’u görmeden yaşamadan İstanbulu duyduklarından, tarih kitaplarından ve resimlerden anlatmaya benziyor durum. Kaldıki İstanbul’u yaşadığınızda bile anlatması çok zor.

Oxford’da Edebiyat okurken Martin Amis ile tanıştım. Bana yazılarını hediye ettiğinde kapaga “Hayatta tek okul vardır, oda yetenekdir”. Tabii bu Nabokov’un Strong Opinions’dan alınmıştır. Amis bu okulun öğrencisidir, fakat korkuyorumki bir başyapıt bırakamadan tarihe karışabilir.

A.G.: Türk edebiyatına ilginizin düzeyi ne? Türk şiiri ya da romanında etkilendiğiniz isimler kimler, sizce öne çıkan yapıtları neler?

C.Y.: Edebiyata özel bir ilginiz var mı? Roman, şiir, deneme herhangi bir türde kaleme aldığınız çalışma var mı?

Ben Türk Edebiyatı konusunda tam bir amatörüm. Romanda Ahmet Hamdi Tanpınar, tabii Yaşar Kemal hayranıyım. Şiirde Nazim Hikmet ve Orhan Veli tutkunuyum diyebilirim. Her ikiside yabancı edebiyatlada ilgilenmiş iki kıymetli şairimiz. Onların şiirleri nefes kesebilecek türden. Neden? Türk kimligi ile diğer edebiyat türlerinide anlayıp kalemin sihirini ortaya çıkarmakda bitiyor. Onlar ülkemizin en kıymetli servetlerinden.

Tabii Orhan Pamuk’la ilgili onun bilhassa yurt dişindaki görünümü ile ilgili birşeyler söylemeden yapamayacağım. Kendisinin tüm kitaplarını okudum ve tekrar okudum. Türkçe ve İngilizce. Onunla saatlerce edebiyat konuştuk. Hiç unutmuyorum ilk tanışmamız ben Oxford’da Edebiyat okurken oldu. Once telefonda, sonra yuzyuze gorustuk. Benim hakikaten Oxford’da edebiyat okuyup okumadığımı sorduktan sonra, Türk olup olmadığımı tekrar sormuştu.

Biliyorum bir yazar olarak ülkemizde çok büyük tartışma ve uyusmazlık yarattı. İsviçrede yaptığı beyanlar konusunda o zaman The Times Londra için bir yazı yazmıştım. Tabii bu beyanlar ayrıca Türkiyeyi yeterli tanımayan batı dünyasının kafasında’da bir karmaşa yarattığı gibi, Türkiyede’de ayrı bir karmaşa yaratmıştı. Yazımda bilhassa batı dünyasına tarafsız bir şekilde ışık tutmaya çalışmıştım.

Orhan Pamuk’u sevsenizde de sevmesenizde, yazarlığına baktığımızda tam bir edebi yetenek. Romanları dünya bazında okunurken, ülkemize, kişilik ve kültürümüze dış dünya ile tam bir kopru vazifesi görmektedir. İngiltere ve Amerikadaki bir çok Orhan Pamuk okuyucusunun Türkiye ile ilgili yeni bir vizyon edindiklerini ve bir çok ülkeyi gördükleri halde Türkiye akıllarının ucundan geçmeyen insanların bir an önce Türkiyeye geliş planları yaptıklarına çok şahit oldum ve oluyorum.

Yazı’nin gücü ve insanlar üzerindeki etkisi konusunun her Üniversite ve lisede ders olarak tüm insanlara öğretilmesi gerekiyor. Bu yalnızca medya’ya özgü bir konu değil. Size son yıllarda İngilterenin Türkiyeye karşı tutumu, görüşü ve Orhan Pamuk kitapları, şu andaki Türkiyenin konumu ve hükümetimizin dış dünyaya aksettirdiği sesler konusunda bu sayfalara sığamayacak kadar şeyler anlatabilirim. Özet olarak içimize kapanmadan dış dünyayı takip ederek, ülkemizin vizyonunu batı dünyasına ışık olarak sunmak.

A.G.: Avukat kimliğinize geldiğimizde, eğitimin sürecini tamamladıktan sonra bugün sizi İngiltere’nin az sayıda seçkin hukukçuları arasına sokan serüveninizi anlatır mısınız?

C.Y.: Serüven. Hakikaten benim 7 yaşla 29 yaş arası İngiltere – Londra – Amerika bir çok konuda serüven.

Öncelikle İngilteredeki Hukuk sistemi başlı başına, Haçlı Seferlerinin başlatıldığı, şövalyalerin yemin ettiği kilisenin eteklerinde başlıyan, tarih, din, tutku ve birlikteliğin bugün dahi yansıyan aynasıdır. Bu serüveni burada ana hatları ile anlatabilirim.

Genelde bu mekanlarda çok az yabancı, İngiliz ve Musevi ağırlıklı, ailede büyük dedelere uzanan Yüksek Mahkeme Avukatları, Hakimler, Lordlar, buradaki koltuklarda oturur. İngilterede cok fazla Avukat, çok az Barrister bulunur.

Barristerler Hukuk Operatör Doktorlariı konumundadırlar. Ameliyatlarının çok başarılı olması gerekir. Bilhassa, İnsan Hakları, İş Hukuku, Kamu Hukuku, Profosyonel İhmal gibi konular cok zor ameliyatlar gerektiren, milletler arası isim yapmanız gereken konulardır.

7-29 yaş arası bundan önce anlattığım gibi tutkularımdan ışık alarak, daha sonra onların beni takip etmesine izin vererek, annemin öğretileri sevgisi, sabrı ve bana olan güveni, kızkardeşim Ceylan’ın bana öğrettiği abilik dürtüsü, ve yurt dışında yaşayan, büyüyen bir Türk olarak, kimliğimden ödün vermeden kendimi, ailemi ve ülkemi temsil etmek uğruna hayat serüvenim biraz dağcılık konsepti ile tımandı ve kapıları benim kimliğime açık gibi görünen fakat kapalı olan bu dünyanın anahtarını çok genç yaşta elime almama kısmet oldu.

A.G.: Avukat olarak bir davayı alıp almamaya karar verirken esas aldığınız kriterler var mı, neler?

C.Y.: Barrister genelde bir davayı alıp almama konusunda karar veremez. Barrister genelde bağımsız Avukat olup bize gelen davaları temsil etmek zorundayız.

Çalışma sistemimizde buna “Cab Rank Principle” denir. Yani “Taksi Prensibi”! Londradaki siyah taksilerin aynısı: yolda çevrildiği an o müşteriyi almak zorunda bilhassa tepesindeki ışık yanıyorsa. Tabii ki zaman zaman istisnalar olabilir.

Genel çizgi dava geldiğinde, tepenizdeki ışık yanıyorsa, zamanınız varsa davayı alıyorsunuz. Müvekkillerimizi biz seçmiyoruz, biz seçiliyoruz prensibi demek daha doğru olabilir!

Eminim bir çok okuyucumuz, hmmm İngilizler Hukuk sistemlerinide gayet tarihlerine ve kültürlerine özgün uyguluyorlar diyeceklerdir, inanın çok çok haklılar. Tamamiyle değişik bir sistem fakat dünyanın bir çok ülkesinden çözüm için davalar İngiltereye sevk edilir ve İngiliz Barristler uluslararası davaları alırlar. Buda bildiğiniz gibi İngiltereye özgü ilginç stili.

A.G.: Türkiye’deki parti kapatma davalarını incelediniz mi? Anayasa Mahkemesi’nin parti kapatma davalarındaki hareket noktası, tespit ve değerlendirmeleriyle (Suprime Court) İngiliz Yüksek Mahkemesi’nin parti kapatma davasındaki yaklaşım ve kriterlerini birkaç maddeyle kıyaslamanız mümkün mü?

C.Y.: Evet, bahsettiğiniz konular beni çok yakından ilgilendiriyor. Strasbourg’a giden Refah Partisi kapatılma davası bugün dahi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde örnek dava olarak kullanılabilir. UKIP Temyiz Yüksek Mahkeme davasında partinin İnsan Hakları savunulurken, Refah Partisi konusuna değinildi. Ve siyasi partilerin de İnsan Hakları olduğu konusu savunuldu ve bu Refah Partisi ile ilintili oldu diyebilirim.

A.G.: United Kingdom Independent Party (UKIP) partisinin bağış yolsuzluğu nedeniyle kapatılması istemli davada diğer avukat arkadaşınızla savunma aşamasında kullandığınız temel argümanlar neler oldu? ¾ oy çokluğuyla alınan kararda davanın sizce lehinize kırılma noktası ne oldu?

C.Y.: Evet, çok ilginç bir Temyiz davasıydı. Genelde bu tip davalara 5 Hakim çıkar, bu davanın özelliğinden dolayı 7 Yüksek Mahkeme Lord Hakimi vardı. Bu davayı ilginç ve çok zor yaptı. Ben Barrister olduğum için davayla ilgili konuşmam uygun değil, fakat davanın önemi, sonucunun getirdiği birtakım gelecekteki değisimler için tüm İngiliz basınınnda haber bulunmaktadır.

A.G.: UKIP kararının İngiltere’nin siyasi hayatı açısından önemi nedir? Bu kararın Avrupa’nın diğer ülkelerindeki benzer suçlamalar açısından bir yansıması olur mu?

C.Y.: İngilterede siyasi partilere verilen bağışlar uzun yıllardır basında günahları ve sevapları ile yer aldı ve almaktadır. 2000 yılında İåci Partisi bu konuda kanun çıkarmıştı. Bundan sonrada bağış konuları hiç gündemden inmedi. dolayısıyla, UKIP davası, İngiliz tarihinde ilk defa İngilterenin en yüksek Hukuk adresi Supreme Court Mahkemesine çıkarak, davanın sonucu diğer partilerede ışık tutacak yeni kurallar getirdi. Simdi tüm partiler bağış konusundaki sorumluluklarını bilmektedirler ve bu yasalara harfen uymak zorundadırlar.

A.G.: Kendinize AİHM’i hedef olarak koyduğunuzu duyduk. Bir AİHM yargıcı ya da başkanlığının bir hukuk adamı olarak önemi ve değeri nedir?

C.Y.: Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde ki davalarda daha çok yer almayı arzu ediyorum. Bu mahkeme hukuk dünyasının en önemli adreslerinden bir tanesi olup şu an çok zor bir evreden geçmektedir. Gelen davalar binlerce, hakimler ise tüm Avrupa Hukukun uygulanması dışında, her üye ülkeninde hukuk ve kurallarını bilmek ve onlara saygı duymak zorundadır. Benim şu ana kadar yaptığım çalışmalar İngiltere hükümeti için olmuştur. Umarım kendi ülkemide bir gün bu adreste temsil edebilirim.

A.G.: İngiltere Yüksek Mahkemesi’ne çıkan ilk Türk, Harvard ve Oxford’u birincilikle bitiren ilk Türk, Harvard mezuniyet töreninde konuşma yapan ilk Türk… Pek çok ilkten söz ediyoruz? AİHM’e uzanacak süreçte hedeflediğiniz başka ilkler var mı?

C.Y.: Bu soruyu sorduğunuzda ilk aklıma gelen, Oxford’da edebiyat okurken, rektörüm Lord Butler Universitenin tarihini araştırıp University Collegede undergraduate ilk Türk İngiliz Edebiyat renci benim olduğumu tespit etmiş. Bana olan ilgiside buradan başlıyarak zaman zaman benimle konuşmasına vesile olmuştu. Kendisi aynı zamanda uzun yıllar Margaret Thatcher Hükümetinde rol almış değerli bir insan. Bir gün bana edebiyati şu an bir hobi gibi okuduğumu, ilerde beni cok değişik sahalarda önemli misyonların beklediğini ve açılış penceremin Hukuk’dan geçeceğini söylediğinde ben John Milton, William Shakespeare, John Keats dünyalarında gezinirken bu görüşün nasıl ve neden aktarıldığını pek anlamamıştım. Nede olsa “Paradise Lost”’u okurken o dünyaya girmeniz çok önemli.

Bugün ise, 29 yaşımda büyük bir planım yok diyebilirim, fakat doğru zamanda küçük dahi olsa sesini yurt dışına duyuran ülkeme katkıda bulunmak herhalde benim için planların en büyüğü. Türkiyenin zorlandığı platformlarda ülkemin sesi olmak, sesini duyurmak. Kimbilir belki bir gün görmüş-geçirmiş bir büyüğüm’den beklenmedik bir anda bir fısıltı duyabilirim.

A.G.: İngiltere’nin en güçlü 7 Lordunun önünde bir savunmadan söz ediliyor? O atmosferi ve kritik diyalogları biraz anlatmak mümkün mü? Barrister olarak kafanıza peruk takmanın zorunlu olduğunu biliyoruz, peruğun anlamı nedir, perukla savunma yapmak nasıl bir duygu?

C.Y.: Size Peruk ile ilgili bölümü anlattıktan sonra, davayı seyreden annem Ömür Yeginsu’nun dava sonrası bana anlattıklarını aktarmak isterim. Belki bir izleyicinin görüşü daha ilginç olabilir.

Peruk bir Barrister’in bağımsızlık sembolü olarak geçer. Önyargısı olmadan, özel kişiliğini rafa kaldırarak, profosyonel, hukuk bilgisi ve işlemi içinde aydın duruşun sembolü diyebilirim. Barrister’in ilk görevi mahkemeye bağlılığı ve dürüstlüğü, ikinci görevi müvekkiline ait olur.

Cübbe ve Peruğu bir süredir takıyorum. Barrister’in girdiği yüksek mahkemelerde zorunlu kıyafet. Alışmak zor olmadı. Oxford Universitesinde imtihanlara girerken cübbe ve özel kıravatların takılması zorunlu idi. Lisede ise uniformanızın bir parçası yelekdi. Profosyonel ve eğitimde giyilen bazı köstümler İngilizlerin uzmanlık alanı diyebilirim.

Annemin Anlattıkları:

“Patrick Lawrence Q.C. ve senin birlikte sergilediğiniz savunma vücut dili, ve konuşmalarınızla öncelikle çok uyumlu ve muhteşemdi. 7 Hakim her birisinin konuşurken kullandıkları ses tonları, hukuk dünyasının dehaları olduklarını bildikleri halde, o sakin, mütevazi imajları. Altında en küçük detayı dahi gözden kaçırmayan. Her birisinin karizması ve uzmanlık alanlarının değişik yansımaları kendileri bu konuma, uzun yıllar Barrister’lik yaptıktan sonra gelmiş olmanın bilincinde tam manasıyla bir Hukuk Sanat Eseri sergilendi.”

A.G.: Barrack Obama ile aynı okuldan mezun olan, aynı kürsüden binlerce öğrenciye hitap eden başarılı bir isim olarak gelecekte siyasi bir hukuk adamı olarak kısa ve uzun vadeli hedeflerinizi nasıl ifade edersiniz? Bir haberde “Aranılan avukat olacağım” demişsiniz, biraz açar mısınız, bir hukuk adamı için aranılır biri olmak nasıl bir hedefi ifade ediyor?

C.Y.: Kısa vadede Londra barosunda Avukat olarak çalışmak; uzun vade’de bir şekilde ülkemi yurt dışında temsil etmek. Hızla değişen dünya ve denge taşları, bugün dünyayı meşgul eden kafa yorulan çok önemli konulardan bir tanesi. İçinden de pek kolay kolay çıkılamayan bir konu. Batı dünyasının doğuya kayan yüzü ve ilginç değişim, ancak konusunda uzman, değişik kültürlerde yoğrulmuş, global adreslerin kapılarını açabilecek anahtarlarla donanımlı kilit kişilerden geçeceğine inanıyorum. Ülkemin sesini milletlerarası platformda bu kalitede duyurmak hem önemli, hemde Doğu-Batı Sentezi değişiminde kaçınılmaz olacaktır.

A.G.: Başarı öykünüzle ilgili Türkiye’den aldığınız tepkiler arasında ilginç ve değerli bulduğunuz bir kaçını anlatır mısınız?

C.Y.: Benim için en büyük tepki, heyecan, yetenekli Türk gençliği ve onların ne kadar susamış olduğunu görmek oldu: onların Facebook ve email tebrik mesajları. Hepsine, tüm nazar duaları okuyan büyüklerime buradan çok teşekkür ediyorum. Onların bana verdiği güven, sevgi, sevinç ve duaları hiç bir şeyle mukayese edemem. Belkide yeni duyacağım fısıltı budur diye de düşünmedim desem yalan olur.

Aldığım tepkiler çerçevesinde, ilerde bilhassa genç Türk hukukçu ve hukukçu adaylarını tek bir şemsiye altında toplayıp, hep birlikte ülkemizden yurt dışına açılarak ülkemize değer kazandırmak. Bu geminin ise ismi çok iyi seçilmeli ve dünya basınında yankı yapmalı diye düşünüyorum.

A.G.: Türkiye siyasetinden ilgi var mı, bir temas oldu mu?

C.Y.: Harvard Universitesi Hukuk Masterim sırasında yaptığım konuşma sonrası Sayın Deniz Baykal beni arayarak tebrik etmiş ve Ankaraya davet etmişti. Ayrıca yurt dışında bir Türk olarak bilhassa Hukuk adreslerinde olabilmemizin Türkiyenin en büyük başarısı olduğuna inandığını iletmişti.

A.G.: Türkiye’yi yurtdışında başarıyla temsil eden, Türk gençleri için rol modeli bir isim olarak bir formülünüz var mı, önerileriniz neler?

Türk gençlerinin dünyayı daha yakından takip edebilmesi için her boyutta yurt içi ve yurt dışında networking felsefesi içinde birbirlerine destek grupları yaratarak, bilgi akışını kendilerinin ve ülkelerinin lehine kullanmalarını öneririm. Bundan öncede belirttiğim gibi, ben gençler ve Hukuk konusunda bir çalışma başlatmak istiyorum. Ayrıca tüm insanlarımızın imkanları dahilinde seferberlik ilan edip mutlaka ama mutlaka İngilizceyi bu çağda acilen iyi derecede öğrenmelerini öneririm. İngilizce olmadan maalesef elimiz kolumuz bağlı.

A.G.: Biliyorsunuz en son Mavi Marmara Gemisi olayında Türkiye bir şekilde elinden geldiği kadar sesini dış dünyaya duyurmaya çalıştı.. Olay olduğunda, öncelikle batı konuyu değişik verdi, bir kaç gün sonra haberin tonu değışti. Bu gelişmeleri bilhassa İngiltere’de BBC’den çok yakın takip ettim. Düşünün ki şu an İngilizcesi kuvvetli bir toplum olsak neler olabilir?

C.Y.: Bundan yola çıkarak seferberliği başlatmamız şart diyorum.

A.G.: Hobileriniz neler, Türkiye’ye ne sıklıkta geliyorsunuz?

C.Y.: Tatilimi Türkiyede geçirmeye çok özen gösterdim ve gösteriyorum. Ne zaman kısa bir haftasonu bile olsa İstanbul’a uçuyorum. Adeta Türkiyeye gelebilmek için sebep yaratan bir insanım. Ülkemin aşığıyım.

Kardeşim Ceylan 22 yıl İngilterede okuyup yetişmesine rağmen, son 2 yıl İstanbulda yaşayıp çalıştıktan sonra kendisini İstanbul aşığı olarak ilan ederek tutkulu bir Türk olarak yaşamaya karar verdi. Eminim Columbia Universitesinde Digital Medya Masterini 2011’de bitirdiginde kalemi ile tüm dünya’ya Türkiye’yi ülke olarak değil bir marka olarak sunacaktır. Onunda tutkusu başka bir hikaye……

Hobilerime gelince: okumak, kitap ve klassik müzik kolleksiyonum, tiyatro ve sinema, futbol ve tabii ki Galatasaray tutkusu.

A.G.: Türkiye’den bir hukukçuyla çalışıyor musunuz?

C.Y.: Şu anda direk bir Türk Hukuk Bürosu ile calışmıyorum. Davaları getiren firmalar Londra ve New York Hukuk firmaları. Fakat Türkiye ve Türklerle ilgili davalarda avukatların tercihi ben oluyorum, bilhassa milletler arasiı görüşmeleri gerektiren davalarda. Bu davalar Türkiyede veya başka ülkelerde başlayabilir fakat bir çok şirket konuyu ve davayı Londraya Mahkemelerine getirmeyi tercih ediyor. Londra yalnızca Avrupanın değil, dünyanın dava kapitali haline geldi, bilhassa ticari davalarda.

A.G.: Son UKIP davasının dışında halen derdest, ilginç davalar var mı?

C.Y.: Evet şu an çok ilginç ticari, Rus oligarsi dünyasından bir dava üzerinde çalışıyorum. Barristerlik yeminim ve konumum sebebiyle ve gizlilik şartları dahilinde bilgi vermem mümkün olmamaktadır.

A.G.: Özel hayatınızdan biraz söz eder misiniz? İş dışında neler yapıyorsunuz, Londra nasıl bir şehir, eğlence hayatınız ne durumda?

C.Y.: Londra İstanbul gibi gizemli, Paris’e göre daha genç enerjisi olan, insanlara her konuda bayram şekeri gibi kültür dağıtan bir şehir. Çalıştığım adres, oturduğum adres, ailem. Dostlarım, arkadaşlarım bir dakika dahi sıkılmama müsaade etmiyor. İşimin çok zor ve ağır olması ise dikkat etmezseniz sizi nefes aldırtamayabilir, ve hukuk dünyasında kaybolup gidersiniz. Dolayısıyla denge’yi çok çok iyi öğrenmem gerektiğine inanıyorum.

– Aynur GÖKYILDIZ’in Can YEĞİNSU ile Londra’dan söyleşisi. 17 Ekim 2010

– Lale Osmanoğlu Hanım’a Can Yeğinsu haberini bize ilettiği ve Aynur Gökyıldız’ın yukarıdaki söyleyişi ricamız üzerine Can Yeğinsu ile yapmasına verdiği destek için çok teşekkür ediyoruz.

© Ekim 2010, IşıkBinyılı

CAN YEĞİNSU, GLOBAL OLARAK EN BAŞARILI TÜRK VE JÜRİ ÖZEL ÖDÜLÜNE ADAY - can yeginsu harvard

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir