KÜRT AÇILIM’CILARINA İBRETLİK GİRİT AÇILIMI

BİZ GERÇEKTEN ,TARİHİMİZDEN NE ZAMAN DERS ALACAĞIZ !?!?!?!?!

GİRİT AÇILIMI  BİLİNMEDEN KÜRT AÇILIMI YAPILAMAZ !!!!!!!!

Ses sanatçılarımız Kürt Açılımı konusunda düşüncelerini açıklamak için Başbakan Erdoğan ile buluştu. Hepsi akan kanın bir an önce durması için, ellerinden ne geliyorsa yapacakları sözünü verdi. Ne güzel! Ancak hemen kolları sıvamadan önce Hüseyin Subaşaki’yi tanımaları şart. Çünkü Şehid Subaşaki’nin yaşadıkları öğrenilmeden Kürt Açılımı yapılamaz…

Yıl: 1909.
İttihat ve Terakki mensubu Edirne mebusu Haşim Bey, Ağustos ayında Girit’te Rumlar tarafından hunharca öldürülen Osman Efendi (Koraşaki) ile Hüseyin Ağa (Subaşaki) adlı iki Türk’ün naaşlarını kartpostal yaptırıp devlet erkânına gönderdi.

Mesajı açıktı; “Girit elden gidiyor!”
Osmanlı Devleti ise, dört büyük ülkeye güvenip, “açılım” yaparak sorunu çözeceğini umuyordu. Oysa Girit’te daha önce kaç kez açılım yapmıştı…
Kafanız fazla karışmasın; en iyisi olayları baştan yazalım…

Arap kökenli Kazancakis

Osmanlı Ordusu, Akdeniz’in en büyük adalarından olan Girit’i 1645-1669 yılları arasında Venedikliler’den aldı.
Adanın Müslümanlaştırılması konusunda farklı bir metot uyguladı: Balkanlar’da “şenlendirme” adıyla yaptığı zorunlu iskânı bu kez adada uygulamadı. Fakat zorunlu olmasa da Girit, Türk göçü aldı. Bu arada Osmanlı, Kapıkulu askerinin evlenme yasağını kaldırdı. Bunlar Rum kızlarıyla evlendi. Bazı Rumlar’ın da din değiştirmesiyle Girit nüfusunda Müslüman sayısı kısa sürede çoğaldı. Anımsatmalıyım: İhtida eden Rumlar’ın bir bölümü, 823-963 yılları arasında adaya egemen olan Müslüman Araplar idi. Bizans’ın zoruyla Hıristiyan olmuşlardı. Bu gerçeği saklamayanlardan biri de, Giritli ünlü yazar Nikos Kazancakis (1883-1957) idi. “El Greco’ya Mektuplar” eserinde Arap soyundan (Abadyotlar’dan) geldiğini iftiharla yazdı. Dünyaca ünlü ressam El Greco (1541-1614) da Giritliydi. Neyse…

1700’lü yıllarda ada nüfusunda Rumlar ve Türkler hemen hemen eşitti. Adanın dili Rumca, Arapça, Türkçe karışımı olan, yerel halkın “Giritçe” dediği dildi. Bu dil Rumca’ya yakındı. Bunun sebebi, Osmanlı idaresinin Türkçe’ye gerekli özeni göstermemesiydi. İlginçtir; Girit’te Türk dilinin unutulmamasını sağlayan Horasan kökenli Bektaşi tekke ve zaviyeleriydi.

Et ve tırnak gibi

Türk ve Rumlar arasında yıllar içinde akrabalık sayısı arttı. “Et ve tırnak gibi” oldular. Ancak ne zaman Osmanlı ekonomisinde duraklama ve gerileme dönemi başladı; Girit’te isyanlar patlak verdi. Bunda, Ortodoksların hamiliğine soyunan Rusya’nın payı büyüktü. 1768’de Çariçe Katerina’nın kışkırtmasıyla, ticari filoya sahip zengin tüccar Yanis Daskoloyanis liderliğinde Rumlar (Sfakyalılar) ayaklandı.

Osmanlı isyanı bastırdı; Daskoloyanis ve arkadaşları idam edildi ama 100 yıldır “et ve tırnak” gibi yaşayan Rumlar ve Türkler arasında güven kaybı başladı.
Ne yazık ki yaşanılacak sonraki tarihsel süreç adanın bu iki halkını birbirine düşman edecekti.

Bunun içsel olduğu gibi dışsal nedenleri de vardı. Öncelikle, siyasi, sosyal ve ekonomisi alt üst olan Avrupa yeniden kuruluyor; yeni ittifaklar oluşturuluyordu.
Bu nedenle 1821’de Mora yarımadasında başlayıp Girit’e sıçrayan isyan Avrupa’dan çok destek buldu. Bu desteğin siyasi yanı gibi kültürel yanı da vardı; Rönesans’la birlikte Batı’da antik Yunan hayranlığı başladı.

Rumların camilere, tekkelere, çiftliklere, vakıflara saldırmasını; Türk köylülerini öldürmesini Avrupa seyretti. Kılı kıpırdamadı.
Can güvenlikleri kalmayan köylerdeki Müslümanlar şehirlere göç etti. Ancak Rumların şiddeti her geçen gün artırdı. Osmanlı, Mısır’daki Kavalalı Mehmet Ali Paşa’dan yardım alarak ayaklanmayı ancak 4 yılda bastırabildi. Cephe savaşları için eğitilen askerler küçük çetecilerle başa çıkmakta zorlanmıştı.

İsyanın bastırılması ve Osmanlı’nın Doğu Akdeniz’e tekrar hakim olma ihtimali, İngiltere, Fransa ve Rusya’nın hoşuna gitmedi. Bu üç devlet Osmanlı’dan Yunanlılara, Sırbıstan ve Romanya’da olduğu gibi “prenslik” vermesini istedi.

Avrupa’da da büyük bir kamuoyu baskısı vardı. Şair Lord Byron, ressam Delacroix, yazar Victor Hugo vs. gibi aydınlar eserlerinde Yunan isyanına destek çıktı.
Kuşkusuz mesele sanatçılarla çözülmedi; İngiliz, Fransız ve Rus donanmaları Mora’daki Navarin Limanı’ndaki 57 Türk gemisini batırıp, sekiz bin Mehmetçik’i şehit etti.

Avrupa Konseyi

Osmanlı şaşkındı; ne yapacağını bilemedi. Çünkü Yeniçeri Ocağı’nı daha yeni tasfiye edip Asakir-i Mansure Muhammediye teşkilatını kurmuştu. Savaşacak askeri gücü yoktu.
Sonuçta Osmanlı, Yunanistan’ın bağımsızlık talebinden vazgeçmesi ve kendisine her yıl belli miktarda vergi vermesi karşılığında, Mora yarımadasında “Yunan Prensliği” kurulmasını kabul etti.

Aradan çok geçmedi. Rusya’da Osmanlı’ya saldırdı. Erzurum’u, Edirne’yi aldı. İngiltere ve Fransa, Rusya’nın ilerleyişinden memnun olmadı. Taraflar bir masa etrafında buluştu. Buradan ne karar çıktı dersiniz; Yunanistan’ın bağımsızlığı!

Enosis (birleşme) için ilk adım atılmış oldu.
Girit Rumları fırsatı kaçırmadı; Yunanistan’la birleşmek için hemen ayaklandı. İsyan bu kez çabuk bastırıldı. Rumlar Avrupa’dan da gerekli desteği bulamadı.
Çünkü emperyal devletler, hasta adam Osmanlı’yı nasıl paylaşacakları konusunda henüz hemfikir değildi. Öyle ki, Osmanlı, İngiliz ve Fransızların “Avrupa Konseyi”ne alınma sözüyle Rusya’ya savaş açtı.

Ruslar da sıcak denizlere inme hülyasından hiç kopmadı. Giritli Rumların umudu da Rusların bu hülyasıydı…
Her fırsatta ayaklandılar ve her isyanda bir siyasi hak elde ettiler. Nasıl mı?

Açılımın birinci aşaması:

Genel af çıkarıldı

Ruslar dindaşları Yunanlıları, İngilizlere kaptırmamak için, Çar II. Aleksander’ın yeğeni Grand Düşes Olga’yı Yunan Kralı Georgios ile evlendirdi.

Bu düğünde bir dedikodu çıktı; Ruslar çeyiz olarak Girit’i Yunanlılara verecekti!
Dedikoduya o kadar inanıldı ki, Girit’in fanatik milliyetçi dağlıları Sfakyalılar, Mihail Korakas liderliğinde ayaklandı.
16 Ağustos 1866’da Selino Kazası’ndaki Müslümanları kadın çocuk demeden öldürdüler.

Osmanlı Ordusu çetecilerin peşine düştü. Tam isyanı bastıracakken devreye İngiltere ve Fransa girdi. Teklifleri şuydu: Girit Yunanlılara verilemezdi ancak Osmanlı da “Girit Açılımı” yapmalıydı.
Nasıl olacaktı bu açılım?

İlk şart; askeri harekât hemen durdurulmalıydı.
Ayrıca silah bırakacak isyancılar için umumi af çıkarılmalıydı.
Tanıdık geliyor mu? Devam edelim:
Girit yoksuldu; ada halkı iki yıl vergiden muaf olmalıydı.
İdari reformlar da yapılmalıydı; Padişah’ın atayacağı valinin biri Türk diğeri Rum iki yardımcısı olmalıydı. Ayrıca resmi yazışmalarda Türkçe zorunluluğu; kaldırılmalıydı.

Osmanlı açılımı kabul etti.
Türkler rahatladı; köy ve mezralarına döndü. Müslümanlar, “bu açılım ne kadar güzelmiş” demeye başladı.

Açılımın ikinci aşaması:

Jandarma yeniden düzenlendi

Osmanlı’nın 1878’de Ruslara yenilmesi Girit’te yeni bir ayaklanmaya neden oldu. Olan köylerine dönen “açılım kurbanı” Türklere oldu; evleri, tarlaları yakıldı; canlarından oldular.

Osmanlı Ordusu yine isyancıların peşine düştü.
Ve devreye yine Avrupalılar girdi. Onların bastırmalarıyla, diğer Osmanlı vilayetlerinden farklı, Girit’e özel imtiyazlar tanındı; yani yeni bir sözleşme/açılım yapıldı.

25 Ekim 1878’deki bu Halepa Sözleşmesi’ Açılımı şöyle olacaktı:
Girit Valisi sadece Müslümanlardan seçilmeyecekti, Hıristiyan da olacaktı.
Vilayet genel meclisinde Rumlar (49/31) çoğunlukta olacaktı.
Hıristiyan Kaymakamlar Müslüman Kaymakamlardan sayıca fazla olacaktı.

Vilayet Meclisi ve mahkeme dili Rumca olacak; ancak resmi zabıtlar ve dilekçeler Rumca ve Türkçe olabilecekti.
Ve en önemlisi asayişi sağlayan Jandarma, yerli halktan seçilecekti.

Osmanlı bu açılama da “evet” dedi. Yeter ki kardeş kanı dursun diyordu.

Fotyadi Paşa, Sava Paşa, Kostaki Anthopulos Paşa, Nikolaki Sartinski Paşa gibi isimleri sırasıyla Girit’e vali atadı.
Diyeceksiniz “artık bu açılım adaya sükûnet getirmiştir!”
Hayır…

Açılımın üçüncü aşaması:

Avrupa’ya müdahale hakkı

1885, 1888’de Girit iki ayaklanmaya daha sahne oldu.

Fakat en büyük isyan 1896’da oldu.
Artık taraflardan biri asker değildi; Ağri’de, Kalives’te, Resmo’da, Hanya’da vd. 250 yıldır birlikte yaşayan komşular birbirine silah sıkmaya başladı.
Girit yanıyordu.
Tabii yine beklenen oldu; İngiltere, Fransa, İtalya, Almanya, Rusya olaylara müdahale etti. Asayiş amacıyla savaş gemilerini Girit’e gönderdiler.

Ve Osmanlı’ya yine, yeni bir sözleşme/açılım dayattılar.
Girit valisi kesinlikle Hıristiyan olacaktı;
Vali, adada karışıklık çıkması halinde Batı’dan silah ve asker yardımı isteyebilecekti;
Hemen genel af ilan edilecekti;

Memurların üçte biri Hıristiyan olacaktı;
Avrupalı hukukçular adli bir ıslahat reformu hazırlayacaktı.
Osmanlı bu açılıma da boyun eğdi.
Başkent İstanbul’un Girit’te açılım yapmaktan başı dönmüştü.

Ancak 25 Ağustos 1896 Nizamnamesi/ açılımı Girit’ten kopuşu hızlandırdı.

Elleri silahlı Rumlar artık şehir merkezlerinde bile gezip, kimseden korkmadan Türkleri öldürmeye başladı. Bu cinayetler sonucu, Amcaoğlu Hüseyin, Bedeloğlu Mehmet, Bunacuoğlu Selim Ağa’nın çoban oğlu, Yanatoğlu Halim, Salih Kaziyatoğlu, Güldanoğlu Hüseyin, Muradoğlu Hasan, Osman Korethaki gibi yüzlerce Türk öldürüldü.

Resmolu Hüseyin Subaşaki gibi Türkler şehit edildikten sonra, hıncını alamayan asiler tarafından kafatası bıçak ve sopalarla delik deşik edildi.
Türkler korunaksızdı.
Girit’in Hıristiyan valisi, kasten Osmanlı’dan asker yardımı istemiyordu; Türklerin Girit’ten gitmesini istiyordu.

Girit’te oluk oluk Türk kanı akıyordu.
Tek tek öldürmeler kısa zamanda toplu katliamlara neden oldu. Elida, Ahladina, Nisiya, Balyovici, Sika, Lisinsi, Mulina, İskalavos, Handra, Akriba, Lamnon, Ziru gibi Türk köyleri yakılıp yıkıldı; Müslüman ahalisi öldürüldü.

Türkler adadan kaçış yolu arıyordu artık.
Hanya ve Resmo’da altmış bin Müslüman sığınmacı kurtarılmayı bekliyordu.
Giritli Müslümanlar, açılım gereği Osmanlı’nın Girit’e asker çıkaramayacağını anlayınca, İran Şahı Muzafferiddin Han’dan yardım istedi!

Sadece Girit’te değil Yanya’daki feryatlara Avrupalının kulağı kapalıydı.
Sonunda Osmanlı, 18 Nisan 1897’de Yunanistan’a savaş açtı. Beklendiği gibi bir ay gibi kısa sürede Yunan Ordusu’nu perişan etti.
Türk Ordusu Atina’ya girecekken, Rus Çarı II. Nikolay’ın isteği ve İngiltere’nin baskısıyla II. Abdulhamid Türk Ordusu’nu durdurdu.

Yapılan barış görüşmelerinde galip Osmanlı, bırakın bir avuç toprak almayı, savaş tazminatını bile alamadı.
Aksine Girit’teki nüfuzunu kaybetti…

Açılımın dördüncü aşaması:

Otonom ilan edildi

Diyeceksiniz ki, Osmanlı Ordusu, Yunanlıları yenince Girit’teki Rumlar korkup sinmişlerdir. Ne gezer!

En acıklısı Girit’te yaşandı. “Türkler, Rumları kesecek” iddiasıyla Avrupa devletleri (İngiltere, Fransa, Rusya, İtalya) adaya asker çıkardı. Asayişi artık onların askeri sağlayacaktı!
O halde Girit’te Türk askerine gerek var mıydı? Diyorlardı ki, “Osmanlı askeri gidince Rumlar bir daha ayaklanmazdı!” Gülmeyiniz, aynı gerekçeler günümüzde Kıbrıs için de söyleniyor…

Avrupa’nın bu kandırmasıyla Türk askeri 1898’de Girit’ten çekildi.
Ada otonom ilan edildi.
Girit’in kaderi, Avrupalılara bırakıldı. Avrupalılar, Rumlar’ın ve Türkler’in can ve mal güvenliklerini garanti altına aldıktan sonra adadan ayrılacaklardı. Girit’e böylece barış gelecekti. Harika!

Tabii bu arada bir şart daha ileri sürüldü: Girit valisini seçme hakkı Osmanlı padişahına bırakıldı. Ancak istisnai bir durum vardı; büyük devletler o valiyi onaylaması gerekiyordu. Yoksa kendileri atama yapacaklardı. Ne oldu dersiniz; Osmanlı’nın karşı koymasına rağmen Prens Otto Girit Valisi yapıldı.

Kısa bir süre sonra Dört Devlet adadan çekildi.
Ve Rumlar hemen adaya Yunan bayrağı çekti. Hani barış gelecekti; beyaz güvercinler uçacaktı adanın üzerinde?
Osmanlı büyük bir diploması başarısıyla (!) bayrağı indirtti. Karşılık olarak,

Avrupa ülkelerinin ve Yunanistan’ın tepkisini çekmemek için, İstanbul’da sahnelenen “Girit” adlı tiyatro oyununu sansürledi. Şaka gibi…

Ve sonuç:

Toprak kaybı

Osmanlı, Avrupalı dört devletin oyalayıcı sözlerine, teminatlarına ve açılım masallarına hep inandı.

Bunun karşılığında Girit’i kaybetti.
Bu da şöyle oldu: 1910’da Girit Meclisi Yunanistan’la birleşme kararı aldı.
Anadolu’nun bir çok yerinde mitingler yapıldı; Türkler, Girit’te savaşmak için gönüllü asker müracaatında bulundu; Yunan malları boykot edildi, gemileri Osmanlı limanlarına sokulmadı; Osmanlı konuyu Lahey Hakem Mahkemesi’ne götürmek istedi vs.vs.

Bunların pek yaptırımı olmadı.
Girit onca açılıma rağmen 1913’te Osmanlı’nın elinden kuş olup uçtu, gitti!
Giden toprağın yüzölçümü 8.336 km2 idi; yani Güneydoğu Anadolu’dan (ki yüzölçümü 7.871 km2’dir) büyüktü.

Yani…
Yanisi şu: “Açılım” sözünü duyduğunuzda hemen Osmanlı’daki açılımların sonuçlarını anımsamalısınız. Ders çıkarmalısınız. Girit sadece bir örnektir,
Unutmayınız ki, Osmanlı topraklarının çoğunu diplomasi oyunlarıyla kaybetti.

Soner Yalçın
Odatv.com

BİZ GERÇEKTEN ,TARİHİMİZDEN NE ZAMAN DERS ALACAĞIZ !?!?!?!?! - asker icin cozum sureci bitmistir

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir