Semih İdiz
13 Ekim 2010
Türk-ABD ilişkilerinin gergin bir dönemden geçtiği sır değil. Bu ilişkilerin düzelmeden önce daha da gerilmesi olasılığının yüksek olduğu belirtiliyor. ABD’li diplomatlar ve gazetecilerle yaptığımız sohbetlerin yanı sıra, Washington’da çalışan ve Türk-Amerikan ilişkilerine kafa yoran araştırmacılardan aldığımız mesajlar bunu gösteriyor.
Esas sorun tabii ki ABD Kongresi’nde. Oradaki havanın ciddi şekilde Türkiye aleyhinde esmeye devam ettiği belirtiliyor. Bu havanın dağılmasının ise üç konuda ilerlemeye bağlı olduğu söyleniyor.
Bunlar Türkiye ile İsrail ilişkilerinin düzelme rayına girmesi, Türkiye’nin İran konusunda NATO müttefiklerine daha yakın pozisyon alması ve Türkiye ile Ermenistan arasında imzalanan Zürich Protokolleri’nin hayata geçirilmesi için Ankara’nın çaba sarf etmesi olarak sıralanıyor.
Bu listeye bakıldığında, Ankara ile Washington arasındaki soğukluğun yakın zamanda giderilmesi asçısından ortamın çok parlak olmadığı görülüyor. Her şeyden önce İsrail meselesine bakarsak Türkiye, anlaşılır bir şekilde, İsrailli askerler tarafından Mavi Marmara baskınında öldürülen Türkler için İsrail’den hâlâ özür ve tazminat bekliyor.
Beklemenin ötesinde bu Türkiye açısından bir onur meselesi oldu. Sonuçta her devlet gibi Türkiye de vatandaşlarının hakkını korumak zorunda. Buna karşın İsrail de özür dilememeyi ve tazminat ödememeyi adeta bir onur meselesine dönüştürmüş bulunuyor. İsrail’deki iktidarın kompozisyonu düşünüldüğünde, bu durumun yakın tarihte değişmesi zor görünüyor.
Bu çerçevede ABD, stratejik tercihine binaen, haksız da olsa İsrail’i Türkiye’ye karşı kolluyor, ki bunu BM’de açıkça gördük. Washington aynı zamanda Cumhurbaşkanı Gül’ün BM Genel Kurulu sırasında İsrail Cumhurbaşkanı Peres ile Amerikalıların ifadesiyle, “görüşmeyi reddetmesiyle” de “önemli bir fırsat kaçırdığına” inanıyor. Bunun Kongre’deki olumsuz havayı daha da körüklediği söyleniyor.
İran konusundaysa, Türkiye’nin Güvenlik Konseyi’nde İran yaptırımlarına karşı oy kullanmasının Washington’da hâlâ yankılandığı anlaşılıyor. Türkiye’nin, aslında uymak zorunda olmasını gerektiren yasal bir durum yok iken, ABD’nin İran’a tek taraflı olarak koyduğu yaptırımlara uymayacağını açıklamasının da olumsuz bir etki yarattığı belirtiliyor.
Türkiye’nin özellikle İran’a konan mali yaptırımlar konusunda “zayıf halka” olarak görüldüğünü tekrar eden ABD’li muhataplarımız, 17 Ekim’de başlayacak ABD ziyareti sırasında bunun Devlet Bakanı Zafer Çağlayan’a hissettirilmesinin şaşırtıcı olmayacağını kaydediyorlar.
Aradan geçen zamana rağmen Türkiye ile Ermenistan arasında imzalanan Zürich Protokolleri’nin hayata geçirilememiş olmasının faturasının da Washington tarafından Ankara’ya çıkarıldığı görülüyor. Bu arada, Türkiye’nin Ermenistan Anayasa Mahkemesi’nin protokoller hakkında aldığı karara ilişkin argümanları da fazla ciddiye alınmıyor.
Özetle, Türkiye’nin bu protokoller işine, uygulamak için değil de sırf Başkan Obama’nın “soykırım” kelimesini telaffuz etmesini engellemek için girdiğine inanılıyor. Muhataplarımızın kendilerine sunduğumuz karşı argümanları “inandırıcı değil” diye eleştirmeleri ise, Washington’da bu konuda bir sabit düşüncenin oluştuğunu gösteriyor.
Genel durum böyle olunca nisan ayı geldiğinde Türk-ABD ilişkilerinin “iyicene ısınacağına” inanılıyor. Sadece Ermeni lobisinin değil, Türkiye’ye karşı şu veya bu nedenle kuyruk acısı duyan her türlü kesimin Kongre’deki Türkiye aleyhtarı havadan yararlanmak istediği kaydediliyor.
Bu arada İran nedeniyle Türkiye’ye zaten kızgın olan ve bu yüzden herhangi bir lobinin ikna çabasına ihtiyacı olmayan çok sayıda Kongre üyesinin bulunduğu da belirtiliyor.
Bu genel tablo karşısında Türk-ABD ilişkilerindeki eski düzeyin yakın bir gelecekte tekrar yakalanması gerçekten de zor görünüyor. Bu arada yukarıda ele aldığımız sorunlara yenileri de eklenirse, ortamın daha da gerileceği aşikâr. “İyi idare edilemezse bu yol Türk-ABD ilişkilerinde bir tren kazasına kadar gidebilir” diyen Amerikalılar bile var.
Yazıları posta kutunda oku