“Türban” gibi son derece hayati bir konu(!) gündeme getirilip, çoktan halledilmiş bir soruna “çözüm” için kollar sıvanmışken, NATO Genel Sekreteri Rasmussen’in Türkiye ziyaretini yazmak galiba abesle iştigal olacak!.. Ama biz yine de yazalım, ülkenin en yüksek kademeleri olmayan sorunlarla uğraşırken, belki Türkiye’nin şimdi de hangi cepheden köşeye sıkıştırıldığını önemseyen birileri çıkar.
Bayram, seyran değilken Başbakan Erdoğan AB’ye çattı, “Eğer Türkiye’yi istemiyorsanız çıkın, bunu açıklayın, bizi oyalamayın” dedi. Hemen her yıl bu zamanlarda Erdoğan’ın benzer “restleri” çekmesine de, bunun gerçekleri değiştirmemesine de alıştık. Adamlar Türkiye’yi istemediklerini, AB’ye tam üye yapmayacaklarını söylemleri değil, eylemleriyle her fırsatta ispatlıyor. Biz anlamıyor, anlamak istemiyorsak, ne yapsınlar? Niye daha açık söyleyip de oltadaki balığı kaçırsınlar?.. Oyalayan razı, oyalanan razı!.. Başbakanın gelenekselleşen çıkışları, çoğunlukla AB İlerleme Raporunun yayınlanması öncesine denk geliyor… Bu kadar “demokratikleşmeye” rağmen, 2010 raporunda yine hem eleştiri, hem yeni şartlar olmalı ki, Erdoğan peşinen “diklenmeden, dik durma” pozisyonu alıyor!.. Ancak son tepkinin NATO Genel Sekreteri Rasmussen’in ziyaretiyle de ilgisi var gibi.
Aralık 2002 zirvesinde dönemin Başbakanı Gül’le bir araya gelmek istemeyen, Bush’un telefonu üzerine lütfen görüşen, Alman Dışişleri Bakanı’nın “Türkiye’yi önce uyutalım, sonra unutalım” sözlerine keyifle gülen, Roj Tv’nin ülkesinden yayın yapmasını ve Hz. Muhammed’le ilgili karikatürleri “düşünce özgürlüğü” sayan, ancak yıllar sonra Cumhurbaşkanı Gül’ün ifadesiyle, “Obama, Avrupa diplomasisinde başarısız olmasın” diye, NATO Genel Sekreterliği’ne itirazımızdan vazgeçtiğimiz Rasmussen, Ankara’yı üç sebeple şereflendirdi. Söylenen Afganistan, ancak asıl mesele İran’a karşı Türkiye’ye kurulması planlanan füze kalkanı. ABD Genelkurmay Başkanı Muller tam sonuç alamadı ki, sıra NATO üzerinden baskıya gelmiş gibi gözüküyor!..
Her ikisinden daha acili ise Rum kesiminin AB Ordusu ve NATO’ya katılmasına artık “okey” dememiz olduğu anlaşılıyor. Nitekim Cumhuriyet Gazetesi Ankara Temsilcisi Utku Çakırözer, daha önce veto ettiğimiz NATO ile AB arasında liderler seviyesinde yapılacak zirveye onay verdiğimizi duyurdu. Türkiye’nin bu tavrı, “AKP hükümetinin, AB ile yakınlaşma adımı” olarak değerlendirilmiş, Rasmussen de buna “teşekkür”e gelmiş!.. Doğruysa, Kasım’da ayında Lizbon’da yapılacak NATO toplantısında AB ülkelerinin liderleri, yani Rum Kesimi de NATO-AB ortak zirvesinde masaya oturacakmış.
Bir yandan “Bizi oyalamayın” diye AB’ye rest çekilirken, öte yandan “AB ile yakınlaşma” için böyle bir adım atılması ne anlama mı geliyor?Yukarıda da vurguladık, AB yıllardır sadece tanımamızı istemek ve diplomatik ilişkiye geçmemizi istemekle kalmıyor, Rum kesiminin NATO’ya üyeliği ve AB Ordusu’na katılması için Türkiye’nin “veto” hakkından vazgeçmesini dayatıyor. Aynı şeyleri NATO da istiyor, çünkü başta Kıbrıs, Balkanlar hatta Azerbaycan-Ermenistan gibi ihtilaflı bölgelerde, AB Ordusu’nun görev almasını planlıyor. Bizimkiler ise içeride AB’ye “çıkışıyormuş” gibi yaparken, gerçekte Lizbon zirvesinde Rum kesiminin masaya oturmasının önünü açarak, aslında her iki konudaki “veto” hakkımızdan fiilen vazgeçip, Rumların NATO üyeliği ve AB Ordusu’na katılmasına yeşil ışık yakmış oluyor. “Kürdistan” işini halledilmiş gözüyle bakanların, Doğu Akdeniz’i de tamamen Rumlara teslim etikten sonra Karadeniz işiyle uğraşmak gibi aciliyetleri varken, Rasmussen bu “yeşil ışık” için Türkiye’ye “teşekkür”e gelmesin de ne yapsın?!..
12 Eylül darbesinin ilk işi, NATO Başkomutanı General Rogers’in, “Yunanistan, Türkiye’nin AB ile ilişkilerini engellemeyecek” şeklindeki şifai “asker sözü” üzerine, Yunanistan’ın NATO’ya dönmesine onay verip, Türkiye’nin, Yunanistan’a karşı en büyük kozunu kaybetmesini sağlamak olmuştu. Hem de darbeden sadece 1 ay 7 gün sonra. O günden beri elimizi verdik, gövdemizi kurtaramıyoruz.
Demek ki, “hayır”cıların, “sivil darbe” dediği 12 Eylül referandumundan yaklaşık 2 ay sonra da Rumlara hem NATO üyeliği, hem AB ordusu gibi çifte kapı açılacak!..
Rumların NATO üyesi olmasının anlamını, Yunanistan’ın NATO üyeliğinde yaşadıklarımıza bakarak anlayabiliriz. En basit ifadeyle, bundan sonra Kıbrıs sadece AB’nin değil, resmen NATO’nun da meselesi olacak, yani Rumlara bir de NATO kalkanıyla korunacak!.. NATO üyeliğinin ilk doğal sonucu Rumların AB Ordusu’na katılımı olacak. Bunun Türkiye için ne ifade ettiğini ise en iyisi Gül ve Erdoğan’dan dinleyelim. Ama bugünkü pozisyonları değil, Erdoğan’ın AKP Genel Başkanlığı’nın ilk ayları, Gül’ün de Fazilet Partisi Kayseri Milletvekili olduğu dönemden!..
Meseleye hakimiyeti nedeniyle Gül’den başlayalım. 10 Ocak 2001’de TBMM Genel Kurulu’ndaki gündem dışı konuşmasında, tam adı “Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliği Projesi” olan Avrupa Ordusu hakkında özetle şunları söyler:
“Avrupa savunması ve güvenliğiyle ilgili konuların tartışıldığı ‘Batı Avrupa Birliği’ dediğimiz BAB Parlamenterler Asamblesinin bir üyesi olarak, oradaki tartışmalara yakından katılan ve takip eden bir arkadaşınız olarak, bu konuyu bugün burada bir kez daha dile getirmek istedim. Bildiğiniz gibi, Avrupa’nın savunmasıyla ilgili gelişmeler, sadece AB ülkeleri içerisinde değil, ABD’de, NATO’nun diğer üye ülkelerinde ve Türkiye’de çok tartışmalara sebep olmakta, hatta birçok müttefik ülke çeşitli çıkar çatışmaları sebebiyle karşı karşıya da gelmektedir. Bu çerçeve içerisinde şüphesiz ki, NATO’nun da tam üyesi olan Türkiye, bu konuyu çok yakından takip etmekte ve bu konuya çok büyük bir önem vermektedir…
Özellikle son yıllarda Bosna-Hersek’te, Kosova’da ve Avrupa’nın diğer bölgelerinde yaşanan gerginlikler ve buralardaki çatışmalara AB’nin veya Avrupa’nın kendi imkânlarıyla müdahale edip, bunları önleyememesi ve katliamları durduramaması karşısında ABD öncülüğünde NATO’nun yaptığı faaliyetler, bu yeni konsepti ortaya çıkarmıştır… İşte bu, ‘nasıl olur da, ABD’nin içine girmediği, ama, NATO imkânlarını kullanarak AB, Avrupa’daki bu gelişmelere müdahil olabilir’ çerçevesi içerisindedir. Ortaya çıkan konu da şudur; Acil bir müdahale gücü oluşturulmalı ve 60.000 civarında askeri olmalıdır. Bunlar, BM’nin sınır çatışmaları veya barış gücü çerçevesinde yaptığı çeşitli müdahaleler gibi işleri AB adına yapmalıdır, insanî yardımlar şeklinde yapmalıdır veyahut da bazı operasyonlarda kullanılmalıdır. İşte, tartışma; bu iş nasıl olacaktır, karar mekanizmalarında kararlar nasıl alınacaktır, politik ve savunma meseleleri tespit edilirken, kimler buna müdahil olacaktır?..
AB, kendi ordusunu ortaya çıkarıyor havası içerisinde olduğu için, AB’ye tam üye olmayan ülkeleri bu işin içerisine sokmama eğilimindedir; ama bunu yaparken de, NATO’nun bütün güçlerini kullanacağından dolayı, Türkiye ister istemez, bu konuda iki arada kalmaktadır. NATO’nun tam üyesi olarak bütün imkânları kullanılacaktır ve kendisi de bu işte bağımlı hale gelecektir; ama karar mekanizmalarında olmayacaktır. Buna, Türkiye’deki mesul kurumlar, gerek Genelkurmay Başkanlığı gerek Dışişleri Bakanlığımız ve şüphesiz ki hükümetimiz, gerekli tepkiyi göstermiştir, buna karşı gerekli savunmalar ortaya konulmuştur Brüksel’de ve tavır alınmıştır. Bu tavrın millî bir tavır olduğu kanaatindeyim ve bu tavrı hep beraber, hepimiz sonuna kadar destekliyoruz.
Hatırlayacaksınız, 1980 sonrası Yunanistan’ın tekrar NATO’ya dönüşündeki kolaylık, Türkiye tarafından bu sefer, Batı Avrupa Birliğinin bu savunma ordusu söz konusu olduğunda yerine getirilmemiştir. O zaman, olağanüstü bir dönemi yaşayan Türkiye, elindeki bu büyük kozu çok basit bir şekilde, hiçbir karşılık almadan harcamıştır; fakat bugün gerek ABD’nin baskısı, gerekse AB’nin diğer talepleri karşısında hükümet kesin bir tavır koymuştur ve buna ‘hayır’ demiştir. Bu mesele, şüphesiz ki, Türkiye açısından çok önemlidir; çünkü dünyada kriz bölgeleri ortaya konulduğunda, NATO çerçevesinde yapılan çalışmalarda 16 kriz bölgesinin 13’ünün Türkiye’yi çok ilgilendirdiği, AB çerçevesinde kurulacak bu ordunun da bu bölgelere müdahalesi söz konusu olduğu düşünülür ve Türkiye’nin de karar mekanizmalarında olmadığı dikkate alınırsa, Türkiye’nin buradaki kararlılığı ve kesin tavrının ne kadar doğru olduğunu hep beraber göreceğiz. O bakımdan, bu tip meseleler, hepimizin meselesidir. Türkiye, sadece iç meselelerle, sadece iç siyasî gelişmelerle uğraşıp, bu büyük projeleri ihmal ederse, siyasetçiler olarak bizler bunu ihmal eder ve bu konuları hiç tartışmaz ve gündeme getirmezsek, o zaman şüphesiz ki, büyük bir zaaf taşıyor hale düşeriz…”
ERDOĞAN’A GÖRE, “T.C.’NİN EN ÖNEMLİ PROBLEMİ” İDİ
Erdoğan da AKP kurulduktan yaklaşık 4 ay sonra, 5 Aralık 2001’deki Meclis Grup toplantısında Avrupa Ordusu’nu gündemine alır. Türkiye’nin geleceğine dair kaygıları nedeniyle bu konuda “milli bir duruş”a ihtiyaç olduğuna inandığını belirten Erdoğan, şunları anlatır:
“Türkiye ısrarla ve haklı olarak, AGSP’nın karar sürecinde yer almadıkça, veto yetkisini kullanacağını söylüyordu. Hal böyleyken, hükümetin iki gün önce AGSP’yi desteklediğini açıklaması anlaşılır bir şey değildir. Çünkü bir-iki iyileştirmenin dışında Türkiye’nin karar sürecinde yer alma talebi kabul edilmemiştir. İyileştirici gelişmeler olarak ortaya konulan konular da, İngiltere Başbakan’ı Sayın Blair’in bir mektubunun içeriğinden ibarettir. Kaldı ki Yunanistan, İngiltere’yi kendi adına Türkiye ile müzakere görüşmeleri yapmaya yetkili kılmadığını açıklamışken, bu mektup ne ifade eder? Ne oldu da, daha bir hafta öncesine kadar Türkiye’nin haklı tutumunu savunan hükümet, teslimiyet noktasına geldi, hangi zorlamanın etkisi altındadır? Çünkü bu konu, Türkiye’nin geleceğini çok ciddi bir biçimde tehdit etmektedir. Bu konu, belki de Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasından bu yana önüne çıkmış en ciddi problemlerden bir tanesidir. Neden hükümet bu konuda ne Meclis’e, ne de kamuoyuna açıklama yapmaktan kaçınmaktadır? AB’nin ve NATO’nu bildiği mutabakat, neden T.C. Hükümetinden, TBMM’den, Dışişleri Komisyonundan ve halkımızdan gizlenmektedir? Böyle bir Devlet yönetimi, böyle bir demokrasi anlayışı olmaz, kabul edilemez… Bütün bu olup bitenler göstermektedir ki, bu hükümet, mali bakımdan Türkiye’yi bir müstemleke haline getirdikten sonra, ulusal güvenliğimizi de vesayet altına sokmaktadır. Bu nedenle, Bizim AK Parti olarak önümüzdeki süreçte, bu gidişi engellemek için ne gerekiyorsa yapacağımızı şimdiden herkes bilsin…”
Rasmussen Türkiye’de… Sıcak denizlere indirdiğimiz Rusya’nın Başkanı Medvedev Rum kesimine tam destek vermede… Balkanlar yine ateş hattına sürüldü, sürülecek… Biz “türban”ı konuşuyoruz… Amma da çok şeyi örtmede kullanılıyormuş, helal olsun!..
Müyesser Yıldız
Odatv.com
Bir yanıt yazın