Sayın Haşim Kılıç,
Sizin bir hukukçu olmayıp da Eskişehir İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi mezunu olduğunuz Türk kamuoyunca bilinmektedir.
Siz, tahsil ve formasyonunuza uygun bir görev yeri olan Sayıştay’da üye iken; 1990 yılında, Turgut Özal tarafından, bir hukuk kuruluşu olan Anayasa Mahkemesi üyeliğine ve daha sonra da, 2007 tarihinde Anayasa Mahkemesi Başkanlığına seçilmiş bulunmaktasınız.
Yüksek Mahkemenin Başkanlığına, bu mahkeme bünyesinde onca hukukçu üye bulunmuş olmasına rağmen nasıl olup da sizin seçilmiş olduğunuz kamuoyunca bilinmektedir.
Bu makam için, sizin dışınızda yarışan hukukçu üyelerin hiçbirisi her nedense sürekli oylamalara rağmen seçilmiş olmak için yeterli oyu alamayınca artık bundan herkes bezmiş, bıkmış,usanmış ve çıkar yol olarak size oy vermek zorunda kalmışlardı.
İşte seçiminiz böyle olmuştu, eğer yanlış hatırlamıyorsam.
Şimdi, hukukçu olmamanıza rağmen; mevcut hukukçu üyelerin kişisel kaprisleri yüzünden Türkiye Anayasa Mahkemesi’nin başında bulunmakta ve yasal olarak bu görevi hak etmiş durumdasınız.
Doğrusu bu durum, Türkiye’deki hukuk garabetlerinden birisidir.
Her ne olursa olsun, yasal durum bu, kimsenin buna karşı çıkması düşünülemez.
Ancak insan, her nasıl olursa olsun; bir makama gelince; kendisini o makamın allâmesi olarak görmemesi, tevazu içinde bulunarak söz ve davranışlarında ölçülü olması gerekmez mi?
Sizi tenzih ederim; formasyonu itibariyle, insanın; kendi boyunu aşan fikir ve değerlendirmelerde bulunması yanlış olur.
Bu konuda bir hikâyeyi nakletmek isterim:
Çok ünlü bir ressam bir resim sergisi açmış. Sergideki tablolar arasında bir de at üstünde bulunan çizmeli bir süvari tablosu da varmış.
Sergiyi ziyaret eden kişiler arasında bulunan birisi, bakmakta olduğu tablodaki süvarinin giydiği çizmeği eleştirmeğe başlamış.
Çizmenin; boyunun, ökçesinin, koncunun ve tabanının yanlış çizilmiş olduğunu, yanında duran ve kim olduğunu bilmediği bir adama anlatmış, durmuş.
Adam da onu dinlerken çizmeğe dikkatle bakmış, bakmış ve gerçekten hatalı olduğunu kabul ederek onun eleştirilerine karşı “ haklısın “ demiş.
Bundan cesaret alan adam gözünü daha yukarılara kaldırarak tablonun daha yukarıda bulunan kısımlarını da eleştirmeğe başlayınca, adam:
– Yooo!.. Çizmeden yukarı çıkma!.. demiş.
Sayın Başkan,
Şimdi size soruyorum; Anayasamızın ilk üç maddesi için “ değiştirilmesi teklif dahi edilemez “ hükmü karşında; sizin kalkıp da ilk üç madde için “ Bu maddelere pozitif olarak dokunulabilir “ yani değiştirilebilir demeniz biraz çizmeden yukarı çıkma ve ihsası rey değil de nedir?
Mahkeme başkanı olarak artık bu konuda tarafsızlığınızdan söz edilebilir mi?
Neymiş bu üç madde?
İşte şu:
1 – Türkiye Devleti bir cumhuriyettir.
2 – Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir.
3 – Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir.
Bayrağı, şekli kanununda belirtilen beyaz ay yıldızlı al bayraktır.
Milli marşı “ İstiklâl Marşı “ dır.
Başkenti Ankara’dır.
İşte Anayasamız, 4.maddesinde; bu ilk üç maddenin değiştirilemeyeceğini ve değiştirilmesinin teklif dahi edilemeyeceğini emretmiştir.
Muhterem Başkan,
Bu açık hükümler karşısında; lûtfen söyler misiniz bu maddelere nasıl pozitif olarak dokunulup, değiştirilecek?..
Nasıl?..
Sayın Haşim Kılıç,
Siz, Yüksek Mahkemenin başkanı olarak Türkiye Cumhuriyeti Anayasasını korumakla mükellefsiniz, onun nasıl hükümsüz kılınacağı konusunda yol göstermekle değil!..
Türkiye’nin terör canavarı ile boğuştuğu bu zaman ve ortamda, bir Anayasa Mahkemesi Başkanının bu çıkışı Türkiye’ye ne kazandırır zarardan başka?..
Ne kazandırır söyler misiniz?..
Sayın Başkan,
Siz kamuoyunda; dini, imanı bütün ve mümin bir kişi olarak tanınmaktasınız. Acaba bu çıkışınızın kime hizmet edebileceğini düşündünüz mü hiç?..
Ben söyleyeyim:
Azılı terörün başındakiler, bu üç maddede yer alıp da; cumhuriyetimizi korunmasını sağlayan hükümlerin ortadan kaldırılması için zorlu bir çaba ve mücadeleye girişmişlerdir.
En azından resmi dilimiz Türkçe’ nin yanına kendi dillerinin eklenmesini, öğrenimin o dilde de yapılmasını, bayrağın yanına başka bir bayrağın asılmasını ve Ankara’dan başka bir başkentin olmasını istemektedirler.
Oysa sizin değişebileceğine fetva verdiğiniz o maddelerle bu bölücü istekler önlenmektedir!..
Bölücülüğe bir kalkan gibi, Anayasada yerini almış olan bu güzel korumanı kaldırılmasını ister misiniz?
Sanmıyorum ama; sizin bu açıklamanız onların isteğine yeşil ışık yakmak gibi olmuyor mu?
Türkiye Cumhuriyeti mozaiğinde yalnız onlar değil, onlar gibi daha nice topluluklar var; onlar da bu niyetle kalkışırlar ve onlara da bu kabil tavizler verilmeğe başlanırsa artık ortada Türkiye Cumhuriyeti diye bir devletin varlığından söz edilebilir mi?..
En iyi dileklerimle…
Abbas GökçeKurucu Meclis ve Danıştay E.Üyesi
Bir yanıt yazın