Son zamanlarda, sihirli bir el değmişçesine, Kurtuluş Savaşımıza ve o dönemlere değinen kitapların sayısı iyice arttı.
Bu kitaplar, özellikle Yunan/Rum/Ermeni lobisinin desteği altında, hepsi de İngilizce’ye çevrilerek yayına sunuluyor.
Genelde bu kitapların içerisinde kullanılan sözcükler bilinçle seçilmiş, bize değil de ‘onlara’ hitab eden kelimeler. Örneğin İstanbul yerine mutlaka Konstantinapol, İzmir yerine ise mutlaka Smyrna sözcükleri kullanılıyor.
Okuyana, bu kitapların yazarlarının özgeçmişlerinin büyük bir dikkatle incelendiği izlenimi veriliyor. Sanki son derece değerli araştırmacılarla karşıkarşıyaymışız, sanki onların dedikleri gerçeğin, doğrunun ta kendisiymiş, bu yazarlar öylesine değerli kişiliklermiş ki kimlikleri hiç bir şüpheyi kaldırmazmış…
Bu kitaplar, hemen hemen her zaman, değindikleri tarihi öğeler okuyanı şaşırtmasın diye olmalı, incelikle hazırlanan önsözlerle bezenmiş oluyor. Bu önsözlerde okuyucunun elinde tuttuğu kitabın ülkelerin, daha doğrusu Türkiye Cumhuriyeti’nin, resmi tarihini değil de siyasilerin elinden arındırılmış, yalın ve saf halkın tarihini aktardığı vurgulanıyor. Bu gerçek okuyucunun beynine iyice yerleştiriliyor.
Bu garip kitapların arasına şu günlerde bir tanesi daha eklendi. Eserin adı ‘Lost Paradise: Smyrna 1922’ . Kitabın içeriği ile ilgilenenler kitabı özellikle ‘Readings Bookstore’ larda bulabilirler.
Eser tahmin edilebileceği gibi İzmir’in Türkler tarafından alınışı ve bu cennet şehrin cehenneme çevrilişi hakkında.
Aranızda bu cümleyi okuyup da bu işte bir yanlışlık var, İzmir zaten bizimdi, işgalden kurtardık, diyecekler olabilir. Efendim bu kişiler lütfen biraz daha tarih kitabı karıştırsınlar!
Ya da siz hiç zahmet etmeyin tarih kitabı karıştırma işini ben sizin yerinize yapayım…
Şimdi durum şöyle, bir kere İzmir’in adı Smyrna’dır bu böyle biline. Yani sittin senedir Türk ulusunun nadide bir şehri olduğu halde adı her ne hikmetse Yunanca kalmıştır!
Kitabın yazarı son derece değerli, bütün dünya tarfından tanınan ve el üstünde tutulan bir şahıstır. Bu zaatın adı Giles Milton.
Giles Milton kimdir? Bu arkadaşımız çok çok değerli bir gazetecidir, ‘tarihçidir’, aynı zamanda bir modern çağ gezginidir. Yani bir çeşit cır cır böceği, hani şu karınca ile cır cır böceğinin hikayesindeki cır cır böceğinden!
En çok etkilendiği tarihçi, daha doğrusu gezgin, Sir John Mendeville adlı garip bir adamcağızdır. Bu adamcağıza bir çokları deli yakıştırmasını yapmışlarsa da yüksek dahi Giles Milton asla ve asla bunu kabul etmemiş, bu Sir’ün gezip gördüğü yerleri gezmiş, onun ayak izlerini takip etmiş, sonunda berbat Türklerin cehenneme çevirdiği o güzelim Smyrna’da soluğu almış, ve de kaybolan bu cennet hakkında Mendeville’in ne kadar haklı olduğunu anlatan tarihsel gerçeklerle dolu, Türk resmi tarihinden tamamen arındırılmış bir kitap yazmıştır.
Elbette bu kitabı halen yaşamakta olan Levantenlerin, yani İzmirli Hristiyan zenginlerin anlatımlarına dayanarak hazırlamıştır. Kitap asla bir kurgu değil tam tersine kurgu dışı bir eserdir! Bu gerçek, kitabın önsözünde ve bir çok internet sitesinde son derece açık bir şekilde belirtilmiştir. Elbette bu sitelerin bir çoğu Yunan elçilikleri desteklidir ama o kadar kusur kadı kızında da olur!
Şimdi efendim bu dahi yazarı göklere çıkartanlara göre İzmir’ i Türk orduları yakmış, Yunanlılar bir tek Türk’ün kılına bile dokunmamış, bu gerçekler ilk elden kendisine bildirilmiştir.
Benim rahmetli anneannem İzmirliydi. Adı Halide’ydi. Güzeller güzeli, masmavi gözlü, eli maşalı bir öğretmendi. Aksi ve prensipli bir kadındı. Vakti zamanında Amerikalıların Türk çocuklarına okullarda içirilmesi için gönderdiği süt tozlarını kendi öğrencilerine içirmeyi reddettiği için müdürle kavgalı olan, kimseye öyle kolay kolay ısınmayan güçlü bir insandı.
Hayatta bir tek şeyden nefret ederdi: Yunan sözcüğünden, ve bir tek şeye tapardı: Türk askerine…
Biz onun ve dedemin anlattığı hikayelerle büyüdük. Yunan askerlerinin süngünün üzerine atlattıkları Türk kızlarının çığlıklarını, annelerinin onu ve kızkardeşini Yunanın elinden nasıl kurtardığını, samanların altında korkudan titreye titreye nasıl beklediklerini hep anlatırdı bize.
İzmirlilerin Kemal’in Askerlerine apayrı bir düşkünlüğü vardır. İzmirli kadınlar bu sevgiyi, bu sevdayı yüreklerinde taşırlar. Türk askeri onlar için kutsaldır, dokunulmazdır!
Ama elbette anneannem, nice Halide Hanımlar, ilk el değil!
Smyrna’nın hikayesini bir tek zengin Levantenler doğru dürüst anlatabilirler, bir tek deli bir gezgine gönül koymuş İngiliz gazetecilerinin sözü geçerlidir, ve ancak ve ancak Yunan/Rum/Ermeni lobisi haklı olabilir!
Düşünüyorum da son yıllarda nasıl da laik, çağdaş, demokratik Türkiyemizi, hukuk devletimizi, ulus yapımızı başı boş bıraktık…
Nasıl da memleket üzerinde senelerdir oynadıkları oyunlara son vermeyen kurtlara soframızı açtık…
Nasıl da bu tür palavra yayınlar hiç birimizin tepkisine maruz kalmadan bütün dünyaya yayılıyor…
Hepimizi bu kitabı incelemeye ve uygun gördüğünüz biçimde protesto etmeye çağırıyorum. Ancak duyarlılığımızla bu tür karalamalara son verebiliriz…
Not 1: Anneannemin süt tozu hikayesini sonraları Sivil Örümceğin Ağında adlı bir kitapta okuduğumda çok şasırdım. Zamanınız olursa mutlaka okuyun.
Dostlukla…
Senem Shamsili
Yazıları posta kutunda oku