Merhum Adnan Menderes, vefatının 39. yıl dönümü münasebetiyle önceki gün bir kez daha anıldı. Bu vesileyle Merhum Menderes’e, bir kez daha Allah’tan sonsuz rahmetler diliyorum. Zihnimde Menderes’le ilgili olarak dolaşan en önemli söz, merhum babamın çocukluk yıllarımda söylemiş olduğu bir sözdür. Merhum babam derdi ki;
“Oğlum, Menderes bizi çarıktan kurtarıp soğukkuyu lastiğe kavuşturan, öşrü ve üzerimizdeki tahsildar baskısını kaldıran adamdır. Ancak bu devlet onu bile astı…”
Bu sözleri söylerken rahmetli babamın gözünden sicim gibi yaşların aktığını hatırlıyorum. 16 Eylül günü Topkapı’daki mezarı başında yapılan anma etkinliğini görünce nedense 39 yıl önce rahmeti rahmana kavuşan Merhum Adnan Menderes ile 12 yıl önce aynı nimete kavuştuğuna inandığım merhum babam birlikte geldiler gözümün önüne. Ve ruhlarına birlikte Fatiha okuma fırsatı buldum.
16 Eylül günü yapılan etkinlikte dikkatimi çeken hususlardan birisi, Sayın Başbakan’ın Adnan Menderes’i “Demokrasi Şehidi” olarak ilan etmesi ve Necip Fazıl’ın Adnan Menderes için yazmış olduğu “Zeybeğin Ölümü” başlıklı şiirini okuması olmuştur. Bir diğer ayrıntı da başbakanın yanı başında duran oğul Aydın Menderes’in haddinden fazla duygulanıp “…Turgut Özal ve bugün… Türkiye Cumhuriyeti’nin pek muhterem aziz Başbakanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın da çelenk koyduğu, dua ettiği, Fatiha’sını okuduğu işte 3 isim ve 3 resim… Menderes, Özal ve Tayyip Erdoğan isimleri ilelebet milletimizin kalbinde ve gönlünde bir arada yer alacaktır”(1) şeklindeki değerlendirmesi olmuştur.
Sayın Başbakan’ın tespitine katılıyor, Merhum Menderes ve arkadaşlarının “Demokrasi Şehidi” olduğuna biz de inanıyoruz. Ancak Sayın Aydın Menderes’in öngörüsünün isabetli olup olmadığını elbette zaman gösterecektir. Çünkü Sayın Başbakan henüz hayattadır ve son sürat başkanlık için hazırlanmaktadır. Daha uzun yıllar Türkiye’nin gündeminde kalacağı anlaşılıyor. Bu sebeple Sayın Aydın Menderes’in yukarıdaki değerlendirmesinin ve öngörüsünün biraz zamansız ve erken olduğuna, siyasi kişiliklerle ilgili değerlendirmelerin, en azından onların aktif siyasi yaşamları bittikten sonra yapılması gerektiğine inanıyorum. Aydın Bey, söz konusu değerlendirmeyi, Başbakanın referandumdan sonra evinde kendisini ziyaret etmesinin ve babası hakkındaki sitayişkârane açıklamalarından duymuş olduğu hassasiyetle ve bir minnet borcu olarak yapmış olmalıdır.
Umarım ve dilerim ki; oğul Menderes’in öngörüsü doğru çıkar ve Sayın Başbakan, bu milletin gönlünde hep Merhum Menderes ve Merhum Özal ile birlikte anılacak işlere imza atmış bir kul olarak dâr-ı dünyâdan dâr-ı ukbâya avdet eder…
İnsanlar henüz hayatta iken, üstelik de onların yüzlerine karşı yapılan değerlendirmelerin ne kadar isabetsiz olduğunu bir örnekle açıklayacak olursak, bu konuda verilecek en güzel ve yaşanmış örneğin, Merhum Necip Fazıl’ın Merhum Adnan Menderes hakkındaki değerlendirmeleri ve onun hakkında vermiş olduğu kıymet hükmü olduğunu görürüz.
Merhum Necip Fazıl, “Zeybeğin Ölümü” isimli şiirini tam olarak hangi tarihte yazdı bilmiyoruz. Muhtemelen idamını takip eden günlerde yazmış olmalıdır. Yani olay henüz tazeyken. Geçtiğimiz gün Sayın Başbakan’ın Merhum Adnan Menderes’in kabri başında bir bölümünü okuduğu, oğul Aydın Menderes’in de kendi adına kurulmuş olan internet sitesinde yayınladığı şiirinde Necip Fazıl şöyle diyor:
Zeybeğin Ölümü
“Zeybeğimi, birkaç kızan, vurdular;
Çukurda üstüne taş doldurdular.
Bir de, ya kalkarsa diye kurdular…
Zeybeğim, zeybeğim, ne oldu sana?
Allah deyip, şöyle bir doğrulsana!
Zeybeğim, kalkamaz, dirilemez mi?
Odası mühürlü, girilemez mi?
Şu ters akan sular çevrilemez mi?
Ne güne dek böyle gider bu devran?
Zeybeğim, bir sel ol, bir çığ ol, davran!
Kır at zincirlenmiş, ufuk sahipsiz…
Han kayıp, hancı yok, konuk sahipsiz…
Baş köşede sırma koltuk sahipsiz…
Kızanlar, dört yandan, hep abandınız!
Zeybeğin kanına ekmek bandınız!
Bilemem, susarak ölmek mi hüner?
Lisan çıldırıyor, dil nasıl döner?
Ondan son iz, uzak, uzak bir fener…
Öldü mü? Çatlarım yine inanmam!
Gizliye yanarım, ölüye yanmam!
Zeybek kaybolduysa bunca kayıp ne?
Teşbihi dökülmüş, aranır nine;
Balonu yok, ağlar çocuk haline…
Zeybeğim; dünyayı aldın götürdün!
Bir öldün de beni bin bir öldürdün!
Beyni tırmık tırmık, pençelere sor!
Mevsim niçin ölgün, bahçelere sor!
Sor; çukuru nerde, serçelere sor!
Ağla, bir dinmeyen hasretle ağla;
Zeybeksiz yolları gözetle, ağla!(2)
Necip Fazıl’ın Kehaneti(!)
Araştırma gereği duymadık ama yukarıdaki şiirin, Yassıada’daki idamı takip eden günlerdeki duygusal ortamda yazıldığı muhakkak. Çünkü şiir, tam bir ağıt özelliği taşımaktadır. Şiirde dikkatimizi çeken önemli bir ayrıntıda, Necip Fazıl’ın önemli bir kehanette bulunmuş olmasıdır. Özellikle “Şu ters akan sular çevrilemez mi?”, “Ne güne dek böyle gider bu devran?”, “Zeybeğim, bir sel ol, bir çığ ol, davran!” ve “Ondan son iz, uzak, uzak bir fener…” şeklindeki mısralar, sanki Türkiye’nin bugün içinde bulunduğu siyasi iklimi tam 39 yıl öncesinden haber verir gibidir. Çünkü 1950’de sağa doğru akmaya başlayan ve 1960’ta zorla sola kaydırılmaya çalışılan sular, çok geçmeden tekrar eski yatağına dönmüş, devran değişmiş, zeybeğin biriktirmiş olduğu sular bir sel ve bir çığ olup davranmış ve Türkiye Menderes’in izinde olduğunu söyleyen bir başbakanın ve DP’nin devamı olduğunu söyleyen bir partinin yönetimine teslim olmuştur.
Özellikle şu “Ondan son iz, uzak, uzak bir fener…” mısraı çok anlamlı sayılmalıdır. Üstat Necip Fazıl bu mısrada sanki tam bir kehanette bulunuyor gibidir. Zira Türkiye, Necip Fazıl’ın bu mısraı yazmasının üzerinden henüz 30 yıl geçmişti ki; amblemi “FENER“ olmasa bile “AMPUL” olan bir partinin yönetimine girmiş bulunmaktadır. Necip Fazıl bu mısrada, 30 yıl sonraki bir ışık kaynağını görmüştür görmesine de onu ampul değil, fener olarak tarif etmiştir!(3)
Bu kabil yorumlar, elbette Üstad Necip Fazıl’ın bağlıları ve yöneticileri büyük oranda onun bağlıları olan AKP’ye oy veren insanların yapacağı yorumlar kabilinden yorumlardır. Ancak asıl yorum bence şunlar olmalıdır ve akıl bunu gerektirir:
Necip Fazıl yukarıdaki şiirini, Merhum Menderes’in haksız yere idamı üzerine duymuş olduğu elem ve yaşamış olduğu yoğun duygular içinde yazmış olmalıdır. Şiirde bir dostu ve bir hamiyi kaybetmenin büyük üzüntüsü saklı gibidir. Peki, Adnan Menderes ile Necip Fazıl arasında bir dostluk veya hamilik ilişkisi var mıdır? Kanaatimizce evet, vardır. Çünkü Necip Fazıl, Adnan Menderes iktidarları tarafından maddi ve manevi olarak desteklenmiş bir şahsiyettir. Çıkarmış olduğu “Büyük Doğu” isimli dergi, Merhum Menderes tarafından devletin resmi “Örtülü Ödenek”i kullanılarak sürekli şekilde finanse edilip, desteklenmiştir. Bu husus Yassıada’da yargılama konusu olmuş ve Necip Fazıl duruşmalarda şahit sıfatıyla mahkeme heyetine bilgiler vermiştir. Bu konuda yayınlanmış pek çok eser ile Adnan Menderes ve Necip Fazıl’ın itirafları vardır. Adnan Menderes’in sağlamış olduğu destek mukabilinde Necip Fazıl ve yönlendirmiş olduğu kitlenin de genelde Adnan Menderes ve hükümetini destekler vaziyette bir tavır sergilemiş olduğu bir gerçektir. İşte konuya ilişkin bir örnek:
“Mahkemenin iddiasına göre; Necip Fazıl’a Büyük Doğu dergisi için 10 yılda 147 bin lira verilmişti. Hâkim Başol, ‘gerici ve Atatürk düşmanı birine’ bu paranın neden verildiğini soruyor, Adnan Menderes de Necip Fazıl’ın bir vatansever olduğunu, o ve onun gibi farklı görüşlerden yazar ve gazetecilere ödenekten para yardımı yapıldığını söylüyordu. Hâkim Başol ise hayret uyandıracak hatta ihsas-ı rey olarak tarihe geçecek şu cümleyi kuruyordu: ‘Necip Fazıl mı vatansever!’ Sıra şahit olarak Necip Fazıl’ın dinlenmesine gelmişti. Aralarında şöyle bir diyalog yaşandı: Başkan Başol: ‘Örtülü ödenekten para almışsınız…’ Necip Fazıl: ‘Evet aldım. Ne aldığımdan ziyade niçin aldığım mühimdir. Ben örtülü ödenekten methiyeci, kasideci, eski Roma cenazelerinde sahte ağlayıcıları olarak para almadım ve bunlardan hiçbirini yapmadım. 1943’ten 1960’a kadar taştan taşa vurulan, zindandan zindana sürülen mukaddesatçı, milliyetçi, Anadolucu, ahlakçı bir idealin himayesi yolunda para aldım…”(4).
Bu bilgiler de gösteriyor ki; Adnan Menderes ile Necip Fazıl arasında DP iktidarda olduğu süre boyunca maddi ve manevi bir ilişki mevcuttur. Adnan Menderes, Necip Fazıl’ı maddi yönden sürekli olarak desteklemiş, muhtemelen onun mevcut rejime ve siyasi sisteme karşı yöneltmiş olduğu kimi söz, davranış ve yazılarını görmezden gelebilmiştir ki; bu söz, davranış ve yazıların içinde, muhtemelen İnönü yönetimi tarafından takibata uğratılanlardan çok daha ağırları mevcuttu. Necip Fazıl, işte böyle bir hamiyi ve dostu kaybetmenin üzüntüsü içinde ve oldukça yoğun duygular içinde bir kadirşinaslık ve vefa örneği olarak “Zeybeğin Ölümü” isimli şiiri yazma gereği duymuş olmalıdır.
Necip Fazıl’a Göre Adnan Menderes
Peki, Necip Fazıl’ın Adnan Menderes hakkındaki kanaati, tamamen bu şiirde dile getirdiği üzere midir derseniz, kesinlikle hayır derim. Çünkü Necip Fazıl, dindarlıktan çıkıp dinciliğe doğru kaydıkça, bir zamanlar “Zeybeğim, zeybeğim, ne oldu sana? Allah deyip, şöyle bir doğrulsana!” diyerek “Ben örtülü ödenekten methiyeci, kasideci, eski Roma cenazelerinde sahte ağlayıcıları olarak para almadım ve bunlardan hiçbirini yapmadım” şeklindeki sözlerinin aksine meth-ü senada bulunup yücelttiği Merhum Menderes’i tenkit etmeye, onu tezatlarla, çelişkilerle ve hatta döneklik anlamına gelen sözlerle anmaya başlayacaktır. Hem de bizzat kendi hayatındaki çelişki, tezat ve inkârlara aldırmaksızın yapmıştır bütün bunları.
Bana kalırsa; Necip Fazıl’ın, Adnan Menderes hakkındaki gerçek düşünceleri ve onun hakkında vermiş olduğu kıymet hükmü, “Zeybeğin Ölümü” isimli şiirinde dile getirmiş olduğu düşüncelerde değil, onun hakkında daha sonra dile getirmiş olduğu düşüncelerde aranmalıdır. Bu bakımdan özellikle oğul Aydın Menderes’in, merhum babası ile Merhum Özal ve Sayın Başbakan arasında ilişki kurup, bu üç isim arasında kıyaslama yaparken acele etmemesi ve olayları bütün yönleriyle değerlendirmesi gerekmektedir. Sonuçta kim ne derse desin, hatta kendisi kabul etmese bile Aydın Menderes, bugün, çoğu kimse için bir kanaat önderidir. Kanaat önderi olan bir kişinin ise tek taraflı değerlendirmelerden ve kısır hükümlerden özellikle kaçınması gerekir. Çünkü kanaat önderlerinin, kendilerine itibar eden kitlelere ve tarihe karşı sorumlulukları vardır. Örneğin oğul Menderes, Necip Fazıl’ın babası hakkındaki gerçek kanaatlerini tam olarak bilebilseydi, sanırım 16 Eylül 2010 günü babasının mezarı başında, onun şiirini dinlerken duygulanmaz, bu şiiri kendi internet sitesinde yayınlamaz ve herhalde yukarıdaki değerlendirmeleri yapmazdı.
Necip Fazıl’ın, Adnan Menderes hakkındaki gerçek düşüncelerini, onun ilk baskısı 1969 yılında, yani Adnan Menderes’in idamından yaklaşık 8 yıl sonra yapılan “Son Devrin Din Mazlumları” isimli kitabında bulmak mümkündür. Çünkü ne de olsa, artık Adnan Menderes’in vefatının üzerinden 8 yıl geçmiştir, Necip Fazıl’ın Adnan Menderes’e karşı duymuş olduğu yoğun duygular dağılmış ve böylece Necip Fazıl, Merhum Menderes hakkında tarafsız, önyargısız ve gerçekçi değerlendirmeler yapma fırsatına kavuşmuştur. Üstelik artık Menderes ve DP’den bir beklentisi de kalmamıştır.
Onun Merhum Menderes hakkındaki elbette kendi açısından en gerçekçi değerlendirmelerini bahsi geçen kitabında “Said-i Nursi” ve “Süleyman Hilmi Tunahan” hakkında kaleme almış olduğu bölümlerde yakalamak mümkündür. Çünkü ilgili bölümlerde adı geçen iki şahsiyete sahip çıkma adına Adnan Menderes’e bindirmeleri ve yüklenmeleri söz konusudur Necip Fazıl’ın. Kitabında şöyle diyor Menderes hakkında:
“…Vaziyet açıktır; Adnan Menderes’ten en cömert mikyasta himaye beklenilen bir anda, Malatya hâdisesi dolayısiyle topyekûn dinî cereyan durdurulmakta, vicdanlar talan edilmekte ve ‘Büyük Doğu’ları aramak vesilesiyle Müslüman kadınların başörtülerine kadar İslâmî mahremiyat didik didik edilmektedir… İşte Süleyman Efendi’nin asıl çile ve mazlumluk devri, vefatından tabutuna istikâmet değiştirmeye kadar varan bir zulümle, Demokrat Parti iktidarının bir türlü sabit istikametini bulamadığı ve birbirine aykırı ellerde tezada boğulduğu 950-960 çığırıdır.
Demokrat Parti iktidarının dine aykırılıkta Halk Partisini mumla aratacak kadar siyah kanadı, başta zamanın Dahiliye Vekili Namık gedik bulunmak üzere, Menemen hadisesine benzer bir tertip hazırlıyor. Bu adamlar, Başbakanlık odası tabanının budak deliğinden aşağı katlardaki kavgaları seyretmeye bayılan, herkesi başıboş bırakan, gizli tahakkümlere karşı durmayan ve başına ne gelmişse bu yüzden gelen Adnan Menderes’i ‘oldu-bitti’ye getirmekte mahirdiler”(5).
Görüldüğü gibi; Necip Fazıl’a göre Adnan Menderes yönetimindeki DP iktidarı, vicdan talancısı, başörtüsü tasallutçusu, sürekli istikamet değiştiren (yani dönek), dine aykırılıkta Halk Partisini bile mumla aratacak şekilde çelişkili icraatları olan bir iktidardır. Menderes ise bazı partililerinin elinde adeta bir oyuncaktır. Ona göre; zaten Menderes’in başına ne gelmişse partisine hakim olamaması yüzünden gelmiştir. Ona göre başbakanlık binası, bir hükümet yapısı değil, adeta taban tahtalarının budak deliklerinden aşağı katlar gözüken derme çatma bir Karadeniz evidir!
Necip Fazıl, ayrıca Süleyman Hilmi Tunahan hakkında “…Efendi’nin, Fatih Camii Haziresi’ne defnedilmesi için hükümetten müsaade alınmıştır. Fakat… Tezatlar hükümetinin siyah kanadı, vefattan sonra buna hemen mani oluyor. O sırada İstanbul’da bulunan Dahiliye Vekili Namık Gedik, bir ölüyü bile esir etmek gibi, misli görülmemiş bir tasarrufa kalkıyor. Polise emri: ‘Karaca Ahmet Mezarlığı’nda bir çukur açtırınız ve oraya gömdürünüz’…”(6) şeklinde laflar ederek, DP’nin çelişkiler hükümeti olduğunu bir kere daha izhar etmesinin yanında, kendisinin aslında ne kadar büyük bir provokatör ve propagandist olduğunu da ortaya koyuyor. Neymiş efendim; devletin bakanı polise “Gidin Karacaahmet mezarlığında bir çukur açtırınız” diye emir vermişmiş!
Oysa muhtemelen bakan ve elbette başbakan ile hükümeti, bazı hassasiyetleri dikkate alarak sonradan fikir değiştirip, cenazenin Fatih Camii haziresine değil, Karacaahmet Mezarlığı’na defnedilmesini uygun görmüşlerdir. Ancak maksat Süleyman Hilmi Tunahan Efendi’nin bağlılarını tahrik ve DP iktidarını kötülemek olunca üstat hiçbir engel tanımıyor. Tarikat şeyhlerinin ve önemli müritlerin, Fatih ve Süleymaniye Camilerinin hazirelerine gömülme merakı nereden geliyor bilinmez ama bu camilerin hazirelerinin bazı tarikatların defin alanı yapılması oldukça yanlıştır. Necip Fazıl, bu tür yanlışlara karşı çıkacağı yerde, her nedense bu uygulamaya engel olan devrin hükümetini tenkit etmeyi tercih etmektedir.
Necip Fazıl’ın aşağıdaki sözleri, devrin İç İşleri Bakanı Namık Gedik ve Başbakanı Adnan Menderes’in başına gelenleri, sanki etme bulma dünyası gibi değerlendirdiğini ve bu iki şahsın akıbetlerinden gizliden gizliye bir sevinç duyduğunu izhar eder gibidir. Satırlarda bu iki şahsın akıbetine sevinenlerin Süleymancılar olduğunu söylüyor ama aksi hiçbir görüş bildirmediğine göre, kendisinin de bu konuda Süleymancılarla aynı istikamette kanaat sahibi olduğunu söyler gibidir:
“Bursa hâdisesinden birkaç gün önce Ankara’da Harp Okulunu ziyaret eden bir devlet büyüğü vardır ki, orada şöyle demiştir: -İrticanın bu memlekette avdet etmesine imkân yoktur! Fakat boş yere kan dökülmemesi için dikkatli olmamız icap eder- Böylece hâdisenin tertipçisi olduğunu belli etmiş olan bu zat, Arabi tarihle, aynı hadisenin tertiplendiği gün Harp Okulu talebesinin eliyle tevkif edilip orada bir odaya kapatılıyor. Namık Gedik ise malum… Harbiye Okulundaki odasının penceresinden beyin üstü yuvarlanarak ölüyor ve yine Süleyman Efendi’nin bağlılarına göre Ankara Mezarlığında numarası belirsiz bir çukura 10 lira 67 kuruş masrafla gömülüyor. Yassıada muhakemeleri sonunda idam edilenlerin, 16 Eylül günü, yani Süleyman Efendi’nin vefatı tarihinde asılmaları ise yine Efendi’nin bağlılarınca gayet manidardır”(7).
Bu bakımdan ben, Sayın Aydın Menderes’in, 16 Eylül günü Topkapı’da babasının mezarı başında yapmış olduğu “Adnan Menderes, Turgut Özal ve Tayyip Erdoğan, bu milletin gönlünde hep birlikte anılacaklardır” şeklindeki değerlendirmenin, son derece yüzeysel olduğuna inanıyorum. Tıpkı Necip Fazıl’ın, “Zeybeğin Ölümü” isimli şiirinde Adnan menderes hakkında dile getirdiği düşüncelerin gayet sığ, yüzeysel ve sonradan değiştirilecek düşünceler olduğuna inandığım gibi…
19 Eylül 2010
Ömer Sağlam
___________________
1-http://www.sabah.com.tr/Gundem/2010/09/18/idam_edenleri_bu_millet_unutmuyor
2- Bkz.
3- Necip Fazıl, eğer 1960’lı yıların başında gördüğü ışığın kaynağını fener değil ampul olarak görseydi şiirdeki ilgili kıtayı muhtemelen şöyle yazardı:
Bilemem, susarak ölmek mi ister kul?
Lisan çıldırıyor, kar etmez para, pul?
Ondan kalan iz ise uzak bir ampul…
4-http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=989070&title=mahkeme-salonunun-ortasinda-komutana-ozel-kursu&haberSayfa=3
5- Necip Fazıl Kısakürek, “Son Devrin Din Mazlumları”, s, 248,276, Büyük Doğu Yayınları, 23. Baskı, İstanbul, 2004.
6- Necip Fazıl Kısakürek, age, s, 275.
7- Age, s, 276-277.