(30. Ağustos 2010 tarihinde, Bielefeld Üniversitesi bünyesinde hem üniversitenin hem de Turkish Forum, Netzwerk Türkei ve Changing Turkey in a Changing World inisiyatiflerin tertip ettiği bir Workshop düzenlendi. Dr. Barış Gülmez ve doktorasını yapmakta olan Didem Buhari Gülmez çiftinin ev sahipliğini yaptığı çalışmada Türkiye’nin AB üyeliği konusu masaya yatırıldı. )
Türkiye’nin Zafer bayramı coşkusunu Referandum heyecanı tadında yaşadığı bir günde Almanya’nın Bielefeldt şehrinde çoğunluğu Türk akademisyenlerden oluşan bir grup Türkiye ve AB ilişkilerini tartışıyor. Türkçe’de ‘temcid pilavı’ ve ‘gına gelmek’ deyim ve eylemlerine uygun bir başlık olmakla birlikte özellikle Avrupa’nın, Türk dış politikasını nasıl yorumladığını anlamak noktasından önemli bir konu bu.
Workshop’a Dr. Zeynep Devrim Gürsel’in hazırladığı bir VTRile başlanıyor. Bu kısa filmde İstanbul’dan seçilmiş farklı insan karelerine yer veriliyor. Her bir karede ortak özellik kahve falına bakılıyor olması. ‘Fala inanma falsız da kalma’ fehvasınca muhatapların eş beklentilerine cevap aranıyor. VTR, sonunda Türkiye’nin AB üyeliği konusuna bağlanıyor. Fal bakan vatandaşlar sonunda AB üyeliğine dair fikirlerini ortaya koyuyorlar. Kısa film bununla sona eriyor. Filmin içeriği katılımcılardan tarafından yoruma tabi tutuluyor. Polen asıllı bir Profesör ‘kahve falını bilmediğinden’ söz açıyor. Bir taraftan da katılımcıları mürebbi edasıyla film hakkında konuşturuyor.
Türkiye AB ilişkileri hakkında doktora yapan Dr. Jochen Walter sunumu esnasında önemli detaylara yer veriyor: Helmuth Kohl yıllar önce Türkiye’nin haritada Asya’ya mı Avrupa’ya mı ait olduğuna dair şunları söylemiş: ‘Coğrafya’nın bize öğrettiği şudur ki Türkiye Avrupa’ya dahil değildir’. Yıllar sonra olsa da R.Tayyip Erdoğan aynı argümanı tersinden okumuş: ‘Coğrafya da bize ispat etmektedir ki Türkiye Avrupadır.’ Haritalar üzerinden devam eden bir savaş söz konusu. Kimi haritalar Türkiye’nin yarısını Avrupaya ait gösterirken kimisi yalnızca İstanbul Avrupa yakasını gösteriyor. Genel kanaat Türkiye’nin sadece yarısının Avrupa olduğu yönünde.
Avrupa’nın Türkiye’ye bakışının tarihine gelince; Osmanlı zamanında Türkiye ve İslam mutlak birer tehlike olarak görülmüş. Fakat I. Dünya savaşından sonra Türkiye’nin yerini Sovyet Rusya almış. Rusya’nın bu tehdidi hengamında Türkiye’nin kendisine bir saf seçmesi gerekiyormuş. Avrupa Türkiye’yi beğenmemekle birlikte Rusya’nın yanında yer almasına razı olmamış. Nihayet NATO üyesi olan bir ülke olarak Türkiye Avrupa yakasında yer almış ve Türkiye’ye ilişkin haberler doğrulanmış.
Dr. Walter yaptığı doktora çalışmasını hazırlamak için 3500 gazete ve dergi makale ve haber takibi yapmış. 1960- 1980’li dönemlerde Türkiye’yi ‘öteki’ olarak tanımlayan Avrupa’da Özallı yıllardan başlayarak farklı bir çizgi izlenmiş. 1999’da AB müzakereleri başlayınca panik başlamış. Her vesilede Türkiye’nin farklılığını vurgulayan Avrupa bu siyasetiyle Türkiye üzerinden ‘kendini tahlil ediyormuş’. Dr. Walter konuşmasını bir soruyla bitiriyor. Peki ya Türkiye AB üyelik siyasetiyle neyi amaçlıyor?
Workshop bünyesinde bu soruya en iyi cevap veren konuşma Didem Buhari-Gülmez hanıma ait. Didem hanım AB Türkiye ilişkileri sadedinde yaptığı bir anketi tanıtıyor. Temel konusu ‘Kamu denetçiliği’ diğer bir ifadesiyle ‘Ombudsmanlık’ kurumu. Ancak yaptığı ankette ulaştığı çok önemli bir sonuç var: Katılımcıların % 72’si AB’ye üyelik hakkındaki sorulara şöyle yanıt vermiş: ‘AB’ye girip girmemek çok önemli değil. Önemli olan o standartları yakalamak.’
Dr. Barış Gülmez’in sunumunda dikkati çok çeken bir bilgi var. Okurlarımızın pek çoğu AB üyeliğine ılımlı bakan ülkeler olarak İspanya, İtalya ve İngiltere’yi biliriz. Bunların başını da İngiltere çeker. Gülmez İngiltere basınında Times, Daily Sun ve Economics gibi gazetelerde yaptığı araştırma sonucu İngiltere’nin Avrupalı olmakla AB’li olmak arasında bir ayrım yaptığını söylüyor. Kısacası: Avrupa Birliğine üye olmakla Avrupalı kimliğine sahip olmak farklı şeyler. İngiltere de Türkiye’nin Avrupalı bir kimliği olmadığında hemfikir. AB’yi yalnızca bir ekonomik ve siyasi birlik olarak görüyor.
Kimlik demişken, Türkiye’de bireyselliğin gelişmediğini ve holistik yaklaşımların hakim olduğunu savlayan bir üniversite öğrencisi Ömer Özgör de sunum yapıyor. Türkiye’de bireysellik gelişmedikçe ve toptancılık yok edilmedikçe Avrupalı olunamayacağını savunuyor.
Gözde Yılmaz, Türkiye’nin 2000’li yıllardan buyana ‘Azınlık Hakları’ konusunda devrimsel mesafeler katettiğini vurguluyor. Bundan 10 yıl önce hayalinin bile edilemeyeceği gelişmelere imza atıldığını, TRT Şeş ve Kürt açılımından Ermeni ve Rum açılımlarına kadar büyük bir çizgide reformların gerçekleştiğini söylüyor.
Ahmet Davutoğluyla başlayan süreçte Türkiye’nin Ortadoğu politasını değerlendiren Erlangen Üniversitesi öğrencilerinden Rana İslam ise çarpıcı tespitlerde bulunyor. Ona göre Türk Dış Politikası şu esaslar üzerinde hareket etmektedir:,
1) Komşu ülkelerle sıfır problem
2) Savunmacı ve aktif barış diplomasisi,
3) Çok boyutlu yaklaşım
4) Düzenli (ritmik) diplomasi
Türkiye’nin İran’a yapılacak ambargoyu evetlememesini ve İsrail’le olan münasebetlerini yeni Ortadoğu siyaseti olarak algılıyor. Bu siyasette Türkiye’nin son derece pragmatik hareket ettiğini ve ekonomik ve sosyal kalkınmayla ilişkinin çerçevesini belirlediğini vurguluyor. Ortadoğu siyasetinde hukuki bir çerçeveden söz edilemeyeceği görüşünde.
Workshop’a Portekizden katılan M. Sezer Özcan’ın Türkiye’nin Avrupalılaşmasının Tarihi Süreci adlı sunumuyla son buluyor. Dr. Başak Alpan’ın sunumu akademik jargon açısından çok zengin olduğundan sıradan dinleyicinin hemen hazmedeceği bir sunum değil. Kısaca Avrupa Birliği söyleminin siyasetin sınırlarını belirleyici bir hegemonya oluşturduğuna ilişkin tezleri değerlendiriyor.
Workshop’un da isabetle tespit ettiği gibi Türkiye’nin Avrupa Birliğine girme süreci buza yatırılmış durumda. En azından konu eski sıcaklığını korumuyor. Türk tarafı AB’ye kabulünü Almanca tabiriyle ‘yıldızlarda yazılı’, Türkçe söylemek gerekirse ‘kahve telvesinin kara satırlarında’ saklı buluyor. Doğrusu kaderini Brüksel’den idare etmeye hevesli bir Türk halkı da yok. Ortada ulaşılması gereken/a arzulanan standartlar var. Kahve jargonuyla ifade etmek gerekirse: Gönül ne AB ister ne Avrupa Hane, gönül standart ister AB bahane!
ARHAN KARDAŞ
[email protected]
Kaynak:
Bir yanıt yazın