İngiliz Gizli Belgelerinde Atatürk

G İ Z L İ - Ata

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün ölümünden
15 gün sonra dönemin İngiltere Büyükelçisi Percy Loraine’in
Londra’ya özel Bir kuryeyle gönderdiği ve üzerine “40 Yıl Boyunca
Açıklanmayacak” damgası
vurulan mektubun tam metnidir.

(Bu kripto metni ilk kez 10 Kasım 1997 tarihinde Kuvayı Medya
tarafından kamuoyunun bilgisine sunulmuştur)

G İ Z L İ

Telgraf No: 608
İngiltere Büyükelçiliği
Ankara, 25 Kasım 1938

Aziz Lordum,

1.Size Mösyö Kemal Atatürk’ün ölümünü bildiren 194 sayılı telgrafı çok derin üzüntüler içinde sunmuştum.

2. Bu belgeye ek olarak, Büyükelçiliğimiz Müsteşarı tarafından hazırlanan ve Kemal Atatürk’ün geçmişteki kariyerini içeren belgeyi sizlere sunma onuru yanında, bu yazımda, Atatürk’ün yaptığı işleri övmekten çok, onun kişiliği ve bu ülke insanına ne ifade ettiği konusuna değinmeye çalışacağım. Hiç şüphesiz toplumbilimciler ve tarihçiler onun çalışma hayatı ve yaptıklarıyla ilgilenip ayrıntılı bir çalışma yapacaklardır. Ancak bunların çok azı, Atatürk’ün gerçek kimliğini öğrenmeden hazırlanacaktır ki onu tanımadan yapılacak değerlendirmeler kuşkusuz yanlış olacak ve yanlış yönlendirmelere neden olacaktır.

3. Bu bilginin toplanmasında, ben belki de ayrıcalıklı bir konuma sahiptim. Her ne kadar, rahmetli Cumhurbaşkanı ile çok nadir karşılaşmış olsam da bu görüşmeler diğer diplomatik
temsilciliklerinkine nazaran daha sık ve daha uzun olmuştur. Bütün bunlar bir yana, görevimin ilk günlerinden itibaren Atatürk beni bir dost gibi görmüş, benimle görüşmekten
memnun olmuş, görüşme fırsatı doğduğunda bundan hoşnut kalmış, karşılıklı konuşmalarımız esnasında ilgi ve dikkati asla azalmamıştır. Galiba onun yeteneklerini ortaya çıkartan becerikli yaklaşımlarım vardı, bu yüzden olsa gerek görüştüğümüz konu hakkındaki fikirlerine
ya da o konuyla ilgili sunduğu sonuca karşı çıktığımda benim bu tavrıma direnmezdi.
Dolayısıyla, kendi özel kimliğini bana, diğer yabancılara gösterdiğinden daha fazla gösterdiğine inanıyorum.

4. Doğrudan edinilen tecrübelerimi sağlayan kişisel görüşmelerimiz dışında, onu çok yakın dostlarından ve hatta aramızdaki dostluğu gördükten sonra benimle onun hakkında konuşmaya hiç çekinmeyen Kabine’deki bazı Bakanlardan da birçok kez dinleme fırsatım oldu.

5. Atatürk’ün müstesna ve takdire şayan bir şahsiyet olduğunu Söylemek pek bir şey ifade etmeyebilir. Ancak gerçekten müstesna ve takdire şayan bir kişiydi, neden bu niteliklere sahip bir şahsiyet olduğunu açıklamaya çalışmalıyım.

6. Sanırım bunu temelde “çift karakterlilik” olarak açıklayabiliriz. Bu ülkede nefret uyandıran ve yasaklanan H.C.Armstrong’un Grey Wolf (Bozkurt) adlı kitabını okuyan çoğu insan, çok yetenekli; inatçı bir enerjiye sahip ancak insafsız, itici tavırları olan, serkeş mizaçlı, gem
vurulmamış zevkleri, ahlak dışı ihtirasları olan; dahası, dostluğu tanımayan bir adamın portresiyle karşılaşmaktadır. Bu tesbiti doğrular görünecek kanıtları toplamak hiç de zor
olmayacaktır ancak şahsen ben, bir insanın bu şekilde tanıtılmasını tamamıyla yanıltıcı buluyorum. Gözle görülen bir dizi kural dışılığı sadece ayrı karakterlilikle anlatabileceğime inanıyorum. Sadece şu veya bu savaşı kazanarak, şu veya bu kanunu çıkararak, harf devrimi yaparak ya da fes giyilmesini yasaklamak veya ülkeyi laik kılarak değil yüzyıllarca acı çekmiş, ruh karartıcı yönetimler yaşamış bir ırkın dehasına güvenerek, sadece artık kölelik çekilmemesi gerektiğine inandığı için çok sayıda kuvveti harekete geçirip bir insanın büyüklüğünün ve sıra dışı görüşünün kanıtı sadece iyiliği ile ölçülebilir. on beş yıl gibi kısa bir sürede bu insan bir çok iyi şey yapmıştır. Gerisi ayrıntıdan ibarettir; sadece dedikoducu zihniyetin üzerinde duracağı ancak bir tarihçinin gerektiği kadarını vereceği ayrıntılar.

7. Atatürk’ün dinamik enerjisi üzerinde durmama gerek yok. Bu enerjinin dayanılmaz gücü, Türk ırkının tarihinde şimdiden önemli bir sayfa olarak yer almıştır. Ancak ben, pek bilinmeyen bir başka özelliğine değinmek istiyorum: Bu da Atatürk’ün doğuştan gelen, belki de farkında olmadan tıpkı sütün kaymağını hemen ayıran aletler gibi, faydasızı faydalıdan
ayırma yeteneğiydi.

8. Atatürk’ün bütün kişiliğinde veya en azından mevcut şeklinde,
bazı çelişkilerle karşılaşılmaktadır. İddia edilen acımasızlığı,
onu
tanıyanların çok iyi bildiği gibi, vatandaşlarına duyduğu sevgiyle
uyuşmamaktadır.
Tensel günahlar ve geçici ilişkilere duyduğu varsayılan
zevklere karşın toplumda kadının rolü kavramı, halk devrimlerinde en
çarpıcı savunmayı ortaya koyduğu kadın hakları ve önemiyle
bağdaşmamaktadır.

Zira bir iki sene içinde çokeşliliği yasal olarak ortadan kaldırmış
ve istedikleri takdirde harem kadınlarına bile devletin liberal
mevkilerinin açık olduğunu ortaya koymuştur. (Kimi zaman toplum
içinde de olsa) Özel hayatını tanımlayan ve göz ardı edilmiş
resmiyeti, giyiminin kusursuzluğu, olağanüstü tavırları ve resmi
görevlerdeki asaleti ile garip bir çelişki yaratmaktadır. Sadece
birkaç büyük adam daha rahat ve daha güvenli hissetmenizi
sağlayabilir; sanırım yok denecek kadar
azı da gerektiğinde sizi bu kadar rahatsız hissettirebilir.

9. Atatürk, Batı’da “yes-men” ve uzun süredir Türkiye’de “evet
efendimci” olarak bilinen tarzdan hoşlanmıyor, bu tür insanları
aşağılıyordu. Ahmak ve dalkavuklara tahammülü yoktu.
Aslında belki de en çok sömürücüleri sevmez, açgözlüleri hor
görürdü. Bir insanın onun için çalışıyor olması fikrine hoş
bakmazdı. Kendisi zaten ülkesi, ırkı ve insanları için yaşıyor,
onlar için düşünüp onlar için çalışıyordu.
Diğerleri bu şekilde davranmıyorsa görevlerini yerine
getiremedikleri kanısına varıyordu.

10. Korkarım gelecek nesillere Atatürk bir diktatör olarak
aktarılacak.Bunun yanlış olacağı kanısındayım.Hem savaşta, hem
barışta evet o büyük bir liderdi ancak gerçek bir diktatör değildi.
Ne yazık ki ben, şimdiye kadar
onu anlatabilecek diktatör kelimesine ait bir tanımımız olduğuna
inanmıyorum. Ancak Hitler ve Mussolini’nin tersine, devlette idari
veya yönetim fonksiyonu bulunmuyordu; af yetkisi yoktu; mahkemelere
emir yetkisi
yoktu; diplomatik misyon temsilcilerini reddetme hakkına sahip
değildi.

Bütün bu hususlara teknik gözle bakıp bir kenara iter ve bütün
devlet meselelerinde onun isteklerinin hakim olduğu konusunda ısrar
edebilirsiniz.
Doğru ancak daha çok o konudan sorumlu kişilerin onayının hakimiyeti
şeklinde karşımıza çıkıyordu.

Olayların gidişi, Atatürk’ün görüş açısının doğruluğunu, verdiği
hükümlerin zekice olduğunu ve hata yapmadığını göstermiştir.
Dolayısıyla sıkça fikirlerine başvurulması ve memnuniyetle bu
fikirlerin uygulanmasını görmek pek de şaşırtıcı değil. Ancak onu
Mussolini, Hitler veya Primo de Rivera gibi diktatörlerden ayıran
belki de en büyük özellik, başından beri isteyerek ve çok emek sarf
ederek, kendini yaşatacak bir sistem kurmaya çalışmasıdır.

Atatürk’ten sonraki Cumhurbaşkanı seçiminin sessizce hallolması ve
ölümünden sonra kurduğu
rejimin sakince sürmesi bir kriterse evet başarılı olmuştur.

11. Atatürk’ün idrak gücünde esrarengiz bir yön vardı; küçük şeylere
önem vermeyiş veya sinsi olamayışında üstün bir yön bulunuyordu;
konsantrasyon gücü olağanüstüydü; şefkat ve ilgi bekleyen
bilinçaltının etkileyici yanı belki de şuurlu amacının buz gibi
dimdikliğinin bir başka parçasıydı.

12. Müslüman olarak doğmuş, ancak yobazlık karşıtı bir kişi
olmuştu,doğruluğu sevmiş, günahtan nefret etmişti; işini iyi bilen,
istidak sahibi bir askerdi, savaştan nefret ederdi. Bağımsızlığı
elde ettiği andan itibaren barışın peşinde koşmuş ve barış
ortamını sağlamayı başarmıştı.

Türkiye’nin kaderini elleri arasına aldığından beri, Kemalist
Cumhuriyet’in dostluk elini uzatmadığı ve aralarında Osmanlı
Imparatorluğu’nun düşmanlarının da bulunduğu tek bir komşusu dahi
yoktur.
Uzatılan dostluk eli çoğunlukla tutulmuş ve sarf edilen çabalar
sonunda ülkelerarası sürtüşme azaltılarak, doğunun bu bölgesinde
daha geniş kapsamlı barış,dikkat çekici bir biçimde sağlanmıştır.

13. Kemal Atatürk yapılması gerektiğine inandığı şeyleri korkusuzca
yerine getirmekten asla vazgeçmemişti. Hastalığının şiddetlendiği
anlarda ölüme çok yakınlaşmış olsa bile, korku asla ne yüreğine ne
beynine yerleşmeyi başaramamıştı. O, Türk Milleti’ne hizmet ederken
öldü. Ölüm bile büyük zaferini ondan çalmayı başaramamıştır.
İnsanlara hayatlarını, onur ve şereflerini ve insanca yaşama yolunu
vermiş, belki de bütün bunlardan daha önemlisi bu haklarına sahip
çıkmalarını sağlayacak bağımsızlığı tattırmıştır.

Lordum, en derin saygılarımla, sizin en sadık ve en mütevazı
hizmetkarınız olduğumu bildirmekten şeref duyarım.

Percy Loraine
G İ Z L İ

G İ Z L İ - Ata

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir