2 Eylül 2010
Olmak ya Olmamak
Mehmet Bedri Gültekin
İspanya’daki Endülüs Emevi Devletinin son kalıntısı Gırnata (Granada) emirliği (Beni Ahmer Devleti), 1492 yılında yıkılır. Papa’nın doğrudan girişimiyle Kastilya kraliçesi İsabel ile Aragon kralı Ferdinand evlenerek İspanya’nın birliğini gerçekleştirirler.
Birleşen İspanya, yarımadadaki son Müslüman varlığını da ortadan kaldırmak için harekete geçer. Başkent Gırnata 1490 yılında kuşatılır. İki yıl süren kuşatmanın ardından Hükümdar Ebu Abdullah Muhammed, şehirdeki Müslümanların can ve mal güvenliklerinin sağlanması karşılığında şehri Ferdinand ile İsabel’e teslim eder.
Emir Ebu Abdullah anlaşma uyarınca bir sabah tüm ailesiyle birlikte Gırnata’yı erk edip dağlara doğru giderken, dönüp atalarının 800 yıldır yaşadığı şehre bakar ve ağlamaya başlar.
Onun ağladığını gören annesi Ayşe’nin, tarihe geçen şu sözleri söylediği rivayet edilir: “Ağla oğlum ağla, erkekler gibi vatanlarını savunmayanlara kadınlar gibi ağlamak yaraşır.”
Emir Abdullah’ın Gırnata’ya bakarak ağladığı tepe, bugün “Gözyaşı tepesi” olarak anılmaktadır.
GÖZYAŞI KÜRSÜSÜ
Şimdi bizim de bir “Gözyaşı kürsümüz” oldu. Genelkurmay Bşkanlarımız artık görevlerini devrederlerken kürsüde ağlıyorlar.
Denebilir ki “ağlamak insani bir reflekstir. Genelkurmay başkanları da insandır. O halde onların da ağlamalarında ayıplanacak bir şey yoktur.”
Ama Türkiye Cumhuriyeti’nin bugüne kadar 28 Genelkurmay başkanı oldu. Ağlama modası ise yeni çıktı.
Daha önceki 25 Genelkurmay Başkanı içinde görevini teslim ederken ağlayan olmadı. Hilmi Özkök ile birlikte ağlamalar başladı.
Bu, üzerinde durmaya değer bir durumdur.
ÇARESİZLİK
Bir insan niçin ağlar?
Ağlamak, insanoğlunun aciz kalışının dışa vurumudur.
Kadınlarda ağlamanın çok daha sık ve yaygın olarak görülmesi, sınıflı topluma geçişle birlikte toplum içinde kadının ikinci plana düşmesinin sonucudur. “İktidar” konumundan, kendi iradesiyle gelişmelere müdahale edebilme konumundan uzaklaştırılmak, birey olarak bir çaresizlik konumuna mahkûm edilmek; kadının aciz kalışının nedenini açıklar.
İşte bu durumda “ağlamak” kaçınılmaz olmaktadır.
Aynı şekilde bir felakete uğrayan insanların durumuna aşırı derecede üzülmek ve hatta ağlamak da, bu felaketler karşısında bir şey yapamamanın insan duygularına yansımasıdır.
Genelkurmay Başkanlarının ağlamalarını da Türk Ordusu’nun son yıllarda yaşadıkları ile açıklayabiliriz.
DIŞARDAN SALDIRI
Türk Ordusu, 2003 yılından bu yana içerden ve dışardan giderek artan bir saldırının hedefidir.
Bu saldırılara karşı, Ordu’nun komuta kademesinin aldığı tavır ne yazık ki iç açıcı değildir.
2003 yılı 4 Temmuzunda Türk askerinin başına Süleymaniye’de çuval geçirildi. Bu büyük hakarete sessiz kalınmıştır. Siyasi iktidarı suçlamak, Genelkurmayı kurtarmaya yetmez.
Amerika Türk Ordusu’na sınır ötesi harekâtı yasakladı. Bu yasak 2 Nisan 2003 günü Abdullah Gül ile Colin Powell arasında imzalanan gizli anlaşmada vardır. Nitekim o günden sonra TSK, kendisine yönelen bütün ağır saldırılara rağmen sınır ötesi harekât yapamadı.
2008 yılı başında yaptığı biricik harekâtı ise, Amerika’nın ültimatomları sonucu yarıda bıraktı.
Türkiye Cumhuriyeti’nin, TSK’nın güvencesi altında olan Irak, Kıbrıs ve Kafkasya’ya ilişkin kırmızı çizgileri birer birer silindi.
Dışardan gelen bütün bu saldırılar karşısında TSK’nın sergilediği tavır, bir “aciz kalma” durumu değil midir?
İÇERDEN SALDIRI
Bir de Ergenekon tertibi ile birlikte neler olduğuna bakalım:
Emniyet Eski İstihbarat Daire Başkan Yardımcısı Hanefi Avcı’nın yayınlanan son kitabı, yıllardır anlatmaya çalıştığımız bir gerçeği olanca çıplaklığı ile gözler önüne serdi:
ABD güdümlü bir “gizli örgüt”, Polis, Yargı, Ordu başta olmak üzere bütün devlet kurumları içine sızmış, önemli mevkilere yerleşmiş ve Ordu’ya karşı bir operasyon yürütmektedir.
Bu “Gizli Örgüt” yasadışı dinlemeler yapmakta, sahte kanıtlar üretmekte, bu kanıtları hedef kişilerin evlerine veya uygun gördüğü yerlere yerleştirmekte ve ondan sonra bu gizli örgütün üyesi olan savcı ve hakimleri harekete geçirerek komutanları gözaltına almakta, tutuklamaktadır.
Bu Operasyon üç yıldır sürmektedir.
Cephede canı pahasına vatan savunma mevzisinde olan komutanın sırtına tutuklama kararları dayatılmaktadır.
F Tipi Medyada akıl almaz bir karalama kampanyası yürütülmektedir.
Ordu’nun pırıl pırıl genç subayları, en ahlaksız tertiplerin hedefi olmakta ve onları savunan kimse çıkmamaktadır.
İmzasız elektronik postalar veya kim oldukları aslında belli olan “gizli tanıkların” ifadeleri, Ordu Komutanlarını bile suçlu ilan etmek için yeterli olmaktadır.
İşte bütün bunların olmasına müsaade eden bir komuta kademesi vardır TSK’nın başında.
Kimse Ordu’dan darbe yapmasını istemiyor. Ama millet, kanunun kendisine verdiği hakları, kendisini savunmak için kullanmayan bir Komuta heyeti de istemiyor.
Son yedi yılın Genelkurmay Başkanları, işte bu gelişmelerin kuşattığı bir ruh hali içindedirler.
Bu noktadan bakıldığında neden ağladıkları anlaşılabiliyor.
mbgultekin@ip.org.tr
Bir yanıt yazın