50 YILLIK ERMENİ PROPAGANDALARININ ARKASINDAKİ TALEPLER: TÜRKİYE’YE TAZMİNAT VE TOPRAK DAVALARI!

Gülseren S. Aytaş - gulseren aytas

Gülseren S. Aytaş

Avukat

Ermeni asıllı Amerikalıların Türk hükümeti ve iki büyük Türk bankası (T.C. Merkez Bankası ve T.C. Ziraat Bankası) aleyhine dava açtıkları bildirilmiştir. (30 Temmuz 2010, Milliyet)

Sözkonusu habere göre; 1915’deki olaylarda yaşamını yitiren Ermenilerin varisleri, menkul ve gayrimenkuller ile banka hesapları için “milyarlarca dolar” talep etmişlerdir.[1] Ayrıca “toplu dava statüsü” talepleri de mevcuttur.

Anlaşılan odur ki sanki Türkiye bir savaş kaybetmiş de müzakere masasına oturmak ve mütareke imzalamak zorunda kalmış gibi yabancı mahkemelerin Türkiye’de vukû bulan olaylara el koyması, Türk kanunlarının yerine yabancı kanunların uygulanması, üstelik bu mahkemelerin vereceği kararların bundan sonraki talep sahipleri için de geçerli sayılması istenilmektedir!

Bu durum, hak-hukuk tanımazlığın geldiği son aşamadır ve Türk tarihinin en ibret verici sayfalarından birini oluşturacaktır!

Aslında tazminat ve mülk davaları ile ilgili talepler, ABD, AB ve Rusya’nın ayakta alkışladığı Zürih Protokolleri ile su yüzüne çıkmıştır:

Ermenistan Başbakanı Tigran Sarkisyan gayet açık konuşmuş ve  “protokollerin imzalanmasından sonra 1915 öncesi Ermeni ahalinin mülkleri olan bölgeyle ilgili meseleyi gündeme getireceklerini” söylemiştir.  Ermenistan Başbakanı, “Türk tarafından, arşivlerde bulunan tapu kütüklerini açmasını talep edeceğiz. Miras hakkına sahip Ermenilerin davasının arkasında durulacak.” demiştir. (9 Ekim 2009, Hürriyet, Nerdun Hacıoğlu)

Aynı dönemde Uluslararası Ceza Mahkemesi Savcısı Ocampo, Ermenistan Adalet Bakanı Danielyan ile görüşmüştür. Bu görüşmede, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin “soykırım” iddialarını ele alabileceği sonucuna varılmıştır. (9 Nisan 2010, Cumhuriyet, ANKA) Bir başka deyişle, Irak’taki uluslararası suçlar için harekete geçmeyen Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Türkiye’nin iç hukukunu ilgilendiren 1915 nakilleri için harekete geçmesinin mümkün olduğu ileri sürülmektedir!

Zürih Protokollerinin TBMM’de onaylanması için büyük bir baskı yapılmıştır. Hatta ABD Büyükelçisi Jeffry TBMM’ye gelmiş, milletvekilleriyle 1,5 saat görüşmüş ve “tek çıkış yolu protokollerin onaylanmasıdır” demiştir. (17 Şubat 2010, Milliyet, Önder Yılmaz)

Türkiye’nin Zürih Protokollerini onaylaması için yapılan uluslararası baskılar Nisan 2010 tarihi itibariyle sonuç vermemiş, TBMM protokolleri onaylamamıştır. Nihayet Ermenistan, “Türkiye’de uygun bir ortam oluştuğunda” yeniden değerlendirmek üzere protokolleri askıya almıştır. (23 Nisan 2010, Milliyet, Cenk Başlamış)

Bu arada TBMM’ye bir görüşme önergesi verilmiştir. Bu önergede şu vahim durum ifade edilmiştir: AB ülkelerinin mahkemeleri, en geç Kasım 2010’dan itibaren herhangi bir olayın “soykırım” olup olmadığına karar vermeye ve ‘inkârcıları’ cezalandırmaya yetkili olacaktır! Bu kararlar AB normlarını kabul etmekte olan Türkiye’yi bir çıkmaza sokacaktır. (23 Mart 2010, Hürriyet; AB’nin “Irkçılık ve Yabancı Düşmanlığı ile Mücadele Çerçeve Belgesi” ile ilgili TBMM’ye verilen görüşme önergesi.)

ABD’de açılan davalar, Avrupa mahkemelerinin “soykırım” kararı verme yetkisi ile birlikte Türkiye’nin protokolleri onaylaması için baskı olarak kullanılabilir. Çünkü protokoller yürürlüğe girdiği takdirde Türkiye uluslararası komisyonlar/mahkemeler önünde yargılanabilecek, Ermenistan’a da tazminat ve toprak yolu açılacaktır![2]

Bu davalar, ortak komisyon kurulması ile ilgili protokol maddelerinin hayata geçirilebilmesi için de açılmış olabilir. Nitekim Ermenistan Uluslararası Çalışmalar Merkezi Direktörü Giragosian, “bundan böyle protokollerin tek tek maddelerini hayata geçirmeliyiz” şeklinde konuşmuştur. (22 Nisan 2010, TRT-Türk  Televizyonu, Dünyamız Detay programı)

Ne olursa olsun, bu davalar ile birlikte Ermeni iddialarının arkasındaki talepler inkâr edilemez biçimde ortaya çıkmıştır.

Türk milleti Ermeni propagandaları karşısında bir milim bile geri adım atmamalıdır!

Ermeni talepleri ile ilgili duyulan binlerce söz arasında unutulmaması gereken temel hukuki gerçek şudur:

Herhangi bir uluslararası komisyonun veya mahkemenin veya başka bir devlet mahkemesinin, Ermeni iddiaları nedeniyle Türkiye’yi/ Türk hükümetini/ Türk kurumlarını/ Türk vatandaşlarını yargılamaya hakkı ve yetkisi yoktur! 95 yıl sonra açılan bu davalar gerek uluslararası hukuka, gerek bu konuda tek yetkili hukuk olan Türk hukukuna ve gerekse Atatürk zamanında Ermenistan’la imzalanan 1921 Kars Antlaşması’na aykırıdır.

Üstelik Lozan Barış Antlaşması ile 1914-1924 yılları arasındaki olaylar hakkında sulh ve ibra olunmuş, 1914-1922 olayları için genel af çıkarılmış, sınırlı/ geçici yetkili karma hakem mahkemeleri kurularak Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılması ile değişen sınırlar arasında kalan bütün borç ve alacaklar tasfiye edilmiştir.

Şükrü Server Aya’nın verdiği bilgilere göre; Lozan’da bulunmayan ABD ile yapılan anlaşmayla ABD ile ilgili borç ve alacaklar da tasfiye edilmiştir. (Şükrü Server Aya, Soykırım Tacirleri ve Gerçekler, Der Yay., 2009, s. 440 vd.)

Unutulmamalıdır ki Lozan, Türkiye’nin viran halde iken kabul ettirdiği asgari haklarıdır. Lozan’daki haklardan geri adım atılamaz. Aksine Atatürk zamanında Lozan’daki haklarımız ileriye götürülmüştür. Sözgelimi Türkiye, 1936’da Boğazlardaki egemenliğini yeniden eline almıştır. Türkiye geriye değil daima ileriye gitmelidir.

1) Türkiye, hiçbir ulusal veya uluslararası mahkemenin bu konuda Türk hükümetini/ kurumlarını/ vatandaşlarını yargılayamayacağını, böyle bir yargılamanın/kararın uluslararası hukuka aykırı olacağını/tanımayacağını resmi olarak açıklamalı, hiçbir mahkemenin davetine imza atmamalı, icabet etmemeli ve kararını tanımamalıdır.[3]

2) 2009 yılında Ermenistan’la imzalanan Zürih Protokolleri, Türkiye’nin 1921 Kars Antlaşması’ndan doğan haklarını yok saymakta ve Ermenistan’a toprak ve tazminat talebi yolunu açmaktadır. T.C. Anayasası’na, Türkiye’nin egemenlik haklarına aykırı olan bu protokoller, derhal ve gün geçirilmeden TBMM’den geri çekilmeli ve geçersiz olduğu resmi olarak ilân edilmelidir. Uluslararası antlaşmaların Anayasa’ya uygun olup olmadıklarının denetlenebilmesi için gerekli Anayasa değişikliği mutlaka yapılmalıdır.

3) Ermenistan soykırım iftiralarını geri almalı ve Türk milletinden özür dilemelidir.

4) Ermenistan Kars Antlaşması’na aykırı olarak Karabağ’ı işgal etmiştir; Karabağ’daki işgali sona erdirmelidir.

5) Ermenistan 1921 Kars Antlaşması’nın geçersiz olduğunu ileri sürmektedir; Kars Antlaşması’nı kabul ettiğini yazılı olarak beyan etmelidir. (Aksi halde geçersizlik iddiası hukuken devam etmektedir.)

6) Ermenistan Anayasası’nda Doğu Anadolu topraklarına “Batı Ermenistan” denilmektedir ve soykırım iddiasında bulunulmaktadır; Ermenistan bu iddialarından vazgeçmeli, Anayasası’nı değiştirmelidir.

7) Küresel devletler Türkiye’nin bağımsızlık ve egemenlik haklarına saygı göstermelidir.

23.08.2010

Gülseren S. Aytaş

Avukat


[1] Hatırlanacağı üzere daha önce de Amerika’da “soykırım kurbanlarının mirasçıları” olarak tanıtılan Ermenilere sigorta ödemeleri yapılmıştı. “Amerikan New York Life Şirketinin 1254 Ermenistan vatandaşına, ABD’de yaşayan 896 Ermeni’ye ve Türkiye’den de 8 kişiye ödeme yaptığı, alınan paraların Ermenilerce ‘soykırım tazminatı’ olarak adlandırıldığı, Amerikan şirketinin Türkiye’den soykırım tazminatı isteyebileceği söylentilerinin çıktığı”  bildirilmişti. (2 Eylül 2007, Milliyet) Aynı tarzda ödemeleri Fransız Axa Sigorta şirketi de yapmıştı. (20 Kasım 2007, Milliyet)

2009 yılına gelindiğinde Kaliforniya Temyiz Mahkemesi, adı geçen sigorta poliçeleri için dava açılmasını ABD’nin dış politikasına aykırı bulmuştu. (22 Ağustos 2009, Hürriyet) Türkiye’yi rahatlatan bu gelişmeden sadece 9 gün sonra ise Ermenistan protokolleri kamuoyuna duyurulmuştu. 10 Ekim 2009 tarihinde imzalanan Zürih Protokolleri TBMM tarafından onaylandığı takdirde Türkiye’nin Ermeni iddiaları ile yargılanması mümkün hale gelecek, Ermenistan’a tazminat ve toprak yolu açılacaktır.

Öte yandan 93 yıl sonra ABD’de ve Fransa’da yapılan bu  sigorta ödemeleri, gerek uluslararası hukuka, gerek sigorta hukukuna ve gerekse hayatın olağan akışına aykırıdır. Nitekim Lozan Antlaşması’na göre I. Dünya Savaşı sırasındaki sigorta sözleşmeleri konusu çözümlenmiş, 3 ve 12 aylık başvuru süreleri öngörülmüştür. (Lozan Antlaşması 2. Fasıl hükümleri) Türkiye, taraflar arasındaki sigorta ilişkisinden kaynaklanan sorumluluğu üstlenmiş de değildir.

[2] 1920 Sevr projesine göre Türkiye, 1915 nakil ve sevkleriyle ilgili olarak uluslararası komisyonlar kurulmasını kabul etmişti.  Ayrıca Türklerin milletlerarası mahkemede yargılanmaları da mümkün olacaktı. (Sevr, md. 144, md.230) Oysa bu konuda sadece Türk mahkemeleri yetkili idi ve sadece Türk kanunları uygulanabilirdi. İşte Sevr projesi Türkiye’nin yargı egemenliğini yok saymaktaydı. Ancak Türk milleti yargı egemenliğini işgal altında bile devretmemiştir.

Ne var ki 2009 yılına gelindiğinde Türkiye ile Ermenistan arasında ABD-AB-Rusya ittifakının ayakta alkışladıkları Zürih Protokolleri imzalanmıştır:

– Türkiye, protokolleri imzalarken Ermenistan Anayasası’ndaki hükümlere itiraz etmediği gibi Kars Antlaşması’ndaki haklarını da saklı tutmamıştır.

– Protokoller Türkiye topraklarında hak iddia eden Ermenistan Anayasası’na uygundur/ Kars Antlaşması’na aykırıdır.

– Protokoller yürürlüğe girerse Kars Antlaşması’yla çözümlenen her konu “uluslararası uyuşmazlık” haline getirilebilecektir.

– Ermenistan, başta soykırım, insanlığa karşı suçlar ve savaş suçları olmak üzere her türlü iddiasını ve eski mülklerin iadesi gibi her türlü talebini protokollerle irtibatlandırabilecek, Türkiye itiraz ederse konuyu uluslararası mahkemeye/ Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne/ özellikle Lahey Adalet Divanı’na intikal ettirebilecektir. (BM Antlaşması md.33 vd.) Türkiye yine itiraz ederse konu BM Güvenlik Konseyi’ne intikal edecektir. (BM Antlaşması md.37/1)

– Lahey Adalet Divanı’nda görülecek davalara menfaati olan diğer ülkeler de katılabilecektir. (Örnek: Pontus iddiaları/ Yunanistan) (M.sı Adalet Divanı Statüsü md.62)

– Türkiye uluslararası mahkemenin vereceği bütün kararlara uymak zorundadır. Divan kararlarına karşı itiraz yolu yoktur. (BM Antlaşması md.94/1-2, M.sı Adalet Divanı Statüsü md.60)

Kısacası 10 Ekim 2009 tarihli Zürih Protokolleri TBMM tarafından onaylandığı takdirde Türkiye’nin Ermeni iddiaları ile yargılanması mümkün hale gelecek, Ermenistan’a tazminat ve toprak yolu açılacaktır.

[3] Bilindiği üzere Osmanlı Devleti’nin isyan ve savaş ortamında aldığı (1915) Bakanlar Kurulu Kararı’na göre, bir kısım Ermeniler Osmanlı Devleti içindeki güney vilâyetlere nakil ve sevk edileceklerdi. Nakledilen Ermenilere ait mal, alacak ve borçların tasfiyesi ve bedellerinin sahiplerine ödenmesi işlemleri için kanun ve yönetmelikler çıkarılmıştı.

Ermeni iddialarının haksız olması bir yana, bu olaylar o zaman yürürlükte olan Türk kanunlarına ve Türk mahkemelerine tâbidir. Hiçbir biçimde uluslararası uyuşmazlık konusu yapılamaz. Başka bir devletin Türkiye’nin yargı egemenliği içindeki konulara müdahale yetkisi yoktur. (BM Antlaşması md.2/7, T.C. Anayasası md. 6, 9, 38, 37, BM İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi özellikle md. 11/2)

Nitekim 1915 nakillerinden sadece üç yıl sonra 1918 yılında Ermenistan Cumhuriyeti ile Osmanlı Devleti arasında dostane ilişkiler kurulmuş ve Batum Anlaşmaları imzalanmıştır. Ne var ki 30 Ekim 1918 tarihinde Mondros Mütarekesi imzalanınca Ermenistan derhal tutumunu değiştirmiş, İngilizlerin bölgeye egemen olmalarını istemiştir. Bu tutum değişikliğinin neticesi Sevr’deki talepler olacaktır. (Şükrü Server Aya, Soykırım Tacirleri ve Gerçekler, Der Yay., 2009, s. 233)

Atatürk’ün önderliğinde egemenliğini yeniden eline alan Türk milleti, Ermeni iddialarının uluslararası uyuşmazlık haline getirilmesini işgal altında iken dahi reddetmiştir! 1921’de ise iki ülke arasındaki uyuşmazlıklar giderilmiş, Ermenistan haksız iddia ve taleplerinden vazgeçmiştir. Üstelik karşılıklı genel af ilân edilmiştir. (Kars Antlaşması md. 2, 15) Ermenistan sınır tespit eden bu antlaşmaya uymakla yükümlüdür.

Öte yandan Lozan Barış Antlaşması ile Türkiye’nin bağımsızlığı ve egemenliği kabul edilmiş, bazı sınırları tespit edilmiş, 1914-1924 yılları arasındaki olaylar hakkında sulh ve ibra olunmuş, askeri ve sivil esirler iade edilmiş, 1914-1922 olayları için genel af çıkarılmış, sınırlı/ geçici yetkili karma hakem mahkemeleri kurulmuş, bütün borç ve alacaklar tasfiye edilmiştir. (Lozan Antlaşması, 8. Ek Protokol, md.65, md.94 vs.)  Lozan’da bulunmayan ABD ile olan borç ve alacaklar ise daha sonra tasfiye edilmiştir. (Şükrü Server Aya, Soykırım Tacirleri ve Gerçekler, Der Yay., 2009, s. 440 vd.)

Gülseren S. Aytaş - gulseren aytas

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir