Allah üzerimde şahittir ve bütün okuyucularımla bütün dostlarım şunu iyi bilsinler ki; Diyanet’in Emin Çölaşan’ı ve Hanefi Avcı’sı olmak istemiyorum(1). Ancak Diyanet yöneticilerinin şahsıma karşı takınmış olduğu umursamaz ve hoyratça tavır beni buna mecbur edecek gibi gözüküyor. Umarım sabrımı daha fazla denemeye kalkışmazlar. Bu ikazı yaptıktan sonra, okuyucularımın yüksek müsaadesiyle bu yazımda Diyanet’in şahsıma ve eserime karşı sergilemiş olduğu önyargılı ve umursamaz tavırdan bir örnek vermek istiyorum. Daha doğrusu, Türkiye Diyanet Vakfı İlim Kültür Sanat ve Yayın Kurulu Başkanlığı’na hitaben yazmış olduğum bir dilekçeyi yayınlamak suretiyle, milletin ortak kurumu olan Diyanet’i milletime şikayet etmek istiyorum. İşte dilekçem:
TDV İLKSAY KURULU BAŞKANLIĞINA
“Kadına Dayak Allah’ın Emri (mi)dir!” isimli kitabımın TDV. Yayınevlerinde satışının uygun görülmediğini öğrenmiş bulunmaktayım. Hangi mülahaza ve gerekçe ile böyle bir kanaat ve karara varıldı bilmiyorum ama bu kararınıza kesinlikle saygı duymuyorum! Çünkü bu kararın büyük ölçüde hazımsızlıkla ve önyargılarla alınmış olduğuna inanıyorum. Böyle bir karar, en başta tamamı akademisyen olan TDV. Yayın Kurulu’nun tarafsızlığına, objektifliğine ve bilim namusuna aykırıdır. Böyle bir tavır, düşünce özgürlüğüne aykırılık içermesinin yanında, Türkiye Diyanet Vakfı gibi toplumun bütün kesimlerini kucaklama azminde olduğunu savunan ve toplumun vermiş olduğu maddi ve manevi destekle ayakta duran bir kurumun ilke ve prensiplerine de aykırıdır.
Yapmış olduğunuz şey, tam anlamıyla pozitif ayrımcılıktır! Yayınevlerinde birçoğu belli cemaat ve tarikatlara ait yayınevlerinin ve bu kabil yazarların yazılı ve sesli eserlerinin dini yayın adı altında satan, her yıl düzenlemiş olduğu kitap ve kültür fuarlarında bu tür yayıncıların çoğu bit’at, hurafe ve israiliyat içeren kitaplarının dini yayın adı altında okuyucuya ulaşmasını sağlayan bir kurum, böyle bir ayrımcılığı asla yapamaz. Ki; özellikle TDV tarafından düzenlenen fuarlarda rüya tabirinden tutun da falcılık ve üfürükçülüğe kadar varacak ölçüde muhtelif konuları işleyen yayınlar satılmakta “cevşen” adı altında hazır muskalar pazarlanmakta, tarikat şeyhleri ve cemaat liderlerine ait vaaz kasetleri satılabilmektedir. Yayınevlerinde bazı cemaat ve tarikatlara ait yayınevlerinin kitapları ön plana çıkarılmakta, fuarlarda konumu en uygun stantlar özellikle bu tür yayıncılara tahsis edilmektedir.
Böyle bir vaziyet içinde eski bir TDV çalışanı olarak benim, naklin yanında aklı da esas alarak hazırlamış olduğum küçük bir kitabın satışına izin verilmemesi oldukça anlamlıdır. Oysa TDV çalışanı sıfatıyla daha önce yayınlamış olduğum üç kitabın yayınevlerinde satışına sorgusuz sualsiz, hatta incelemesiz izin verilmişti. Sadece bu durum bile, TDV. Yayın Kurulu’nun objektif olmadığının en büyük kanıtıdır…
Kitabımın satışına izin verilmemesinin sebebi şunlar olabilir mi?
a- Kitap kadına yönelik şiddetin dini temelsizliğini ortaya çıkarmaktadır!
b- Bu konudaki geleneksel İslami düşüncenin, aslında kof, içi boş, çürük ve kadınlar üzerinde erkek egemenliğini kurmaya yönelik bir düşünce olduğunu ispatlamaktadır!
c- Saçma sapan düşünce ve fetvalarla Türk kadınını kadın-erkek eşitliği açısından dünyanın 134 ülkesi arasında İran’dan bile geri olmak üzere 129. sıraya düşüren zihniyete başkaldırmaktadır!
d- Kadın ve erkeklerin İslam şeriatı yönünden de tam anlamıyla eşit olduğunu ortaya koymaktadır!
e- Gerekli hallerde kadının dövülebileceğine ilişkin olarak verilen fetvaların maksatlı ve temelsiz olduğunu ve bu konudaki ayetin başka anlamlara da geldiğini söylemektedir!
Muhtemelen bu gerekçelerle bizim kitabımızın TDV Yayınevlerinde satışını uygun görmeyen zihniyet bakın kadınlar hakkında ne düşünüyor:
“… Dayımın kızı elimi öptü, komşu teyzenin elini öptüm, yok böyle şeyler. Nikâh düşer. Nikâh düşen kişinin elini öpemezsin. Bazıları diyor ki, ‘Benim kalbim temiz’. Senin kalbin ne kadar temiz olabilir ki? Senin kalbin Hazreti Peygamber’in kalbinden daha mı temiz? Peygamberimiz hiç kadınların elini öpmedi. Yanlış işler bunlar… El öpme konusunda genç oluyor, nikâh düşüyor. Ya da ‘uzaktan geldiler’ diye öpüşüyorlar. Fitneye meydan vermemek için dikkat edilmesi gerekir…”(2) veya “Eşini çalıştıran adamın biri gelerek, karısının kendisini patronu ile aldattığını söyledi. Bakın, karılarınızı çalıştırmayın, günaha girersiniz. Çünkü kadının 9 nefsi var. Hangisine hakim olsun. Erkeğin tek nefsi var ve buna hakim olabiliyor. Bunları kendim uydurmuyorum. İslam’ın emrini tebliğ ediyorum”(3).
Isparta’da düşen Atlasjet uçağında hayatını kaybeden hostes Mümine Bulut’un cenaze namazını kıldırırken, günahtır diye merhumenin tabuta dayalı fotoğrafını kaldırtıp, cemaatin yakalarındaki fotoğrafları söktüren bir müftü şöyle diyor:
“Yüksek sesle ağlamak, yüzünü gözünü yırtmak bizim dinimizin yasak ettiği cahiliye âdetidir. Kadınların sesi dört duvar arasından dışarıya asla çıkmayacak. Kadın sesi dört duvar arasından çıktı mı bu hayâ perdesinin yırtılmasıdır, Allah korusun. Çocuklarınızı mutlaka sabah namazına kaldırın. Çocuklarınızı sabah namazına kaldırmadınız mı kıyamet günü onun hakkını veremezsiniz. Televizyonları fazla seyretmeyiniz göz nurunuz, yüz nurunuz gitmesin”(4).
Tabi, bir yandan “Bugün elimizde bulunan Tevrat ve İnciller tahrif edilmiştir. Bu sebeple onların yerine kaim olmak üzere son kitap olarak Kur’an, son peygamber olarak da Hz. Muhammed gelmiştir” diye haklı olarak caka satan, öbür yandan da “Hz. Peygamber’in çok eşliliği o zamanın toplumsal kabulüdür. Doğaya da uygundur. İslâm’dan önceki peygamberler de çok eşle evlidirler. Hz. Süleyman’ın bin tane karısı vardı. Babası Davud da yüz kadınla evliydi. Bunları Tevrat yazıyor. İslâm geldiği zaman toplumda çok evlilik egemendi. Bir adam istediği kadar kadınla evlenebilirdi. Peygamberimiz de 13 kadınla evlenmiştir Kendisi vefat ettiği zaman geriye dokuz hanımı kalmıştır. Ancak bu evlenmeleri, evliliği dört kadınla sınırlayan ayetin inmesinden önce olmuştur.”(5) diyerek, tahrif edilmiş Tevrat’taki yalan yanlış ve uydurma bilgilerden hareketle günümüz Müslümanlarına ve günümüz meselelerine fetvâ vermeye kalkışan adamların başkanlık edebildiği bir kurumun bazı mensuplarından da ancak din adına sergilenen ve yukarıda üç örnekle belgelendirdiğimiz toplumsal münasebetsizlikler beklenebilir.
Peki, TDV Yayın Kurulu yazmış olduğu kitaplarda bazı konuları açıklarken Muharref Tevrat’ta yazılanları esas alan Prof. Dr. Süleyman Ateş’in kitaplarına “TDV. Yayınevlerinde satılamaz!” diyebiliyor mu? Diyemez! Çünkü bu takdirde kendi kendileriyle çelişkiye düşmüş olurlar. Çünkü bugünkü Yayın Kurulu Başkanı Sayın Prof. Dr. M.Saim Yeprem, “Kur’an’da bahsedilen ehli kitaptan maksat, günümüz Yahudi ve Hıristiyanlarıdır…” diyor. Böyle bir kabulün, kalkıp da Tevrat ve İncil’de yazılanları inkâr etme şansı olabilir mi? Üstelik böyle bir yaklaşım, “Dinlerarası Diyalog” çalışmalarına da engel teşkil etmez mi?
Kulakların çınlasın Prof. Dr. Mehmet Bayrakdar: 2007 yılında Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi sıfatınla yazmış olduğun ve daha sonra kitaplaştırılan “Dinlerarası Diyalog ve Başkalaştırılan İslam” başlıklı makalende, Diyanet’te bu konuda yaşanan çelişkileri ve gariplikleri ne güzel anlatmışsın!
Fethullah Gülen ve Mahmut Ustaosmanoğlu kimdir biliyor musunuz?! Her ikisi de İslam’ın genel emrine aykırı olarak kendi cemaat üyelerinden başkalarını farklı gören iki cemaat lideri. Yani her ikisi de ötekileştirici bir kimliğe sahipler. Peki, bu adamlar nerede yetişmişler? Diyanet’te yetişip oradan emekli olmuşlar. Birisi vaiz, diğeri İmam-Hatip’tir. Mehmet Doğan’ı tanır mısınız? Tanımazsınız. Kendisi, El-Kaide terör örgütünün Türkiye sorumlusu olarak tutuklanmış bir İmam’dır. Öğrendiğimiz kadarıyla 1998 yılında Diyanet’ten emekli olmuş(6). Diyanet bir yandan Alevileri kazanmak adına Alevi klasiklerini yayınlamaya çalışıyor, bir yandan da “Cem evleri” ne “cümbüş evi” diyen bir adamı hâlâ görevde tutmaya devam ediyor. Böyle bir kurumun yönetimindeki Vakfın Yayın Kurulu, bizim gibileri elbette dışlayacaktır. Bu durum, zaten beklediğim bir sonuçtu!
Şimdi de Değerli Yayın kurulunuzun bırakın satışına, TDV yayını olarak yayınlanmasına izin verdiği yayınlarda ileri sürülen düşüncelerden birkaç örnek verelim:
“…Tabii veya sûni yöntemle çocuk sahibi olmayan çiftler çocuk özlemini kimsesiz bir çocuk alarak giderebilirler. Ancak çocuğun nüfusa kaydedilmesi, neticede onun mirasçısı olması dinen caiz değildir. Ayrıca eğer nesep veya evlilik sebebiyle ‘mahremlik’ söz konusu değilse buluğa erince erkek çocuğu kadına, kız çocuğu da erkeğe karşı ‘namahrem’ olur. Yani aralarında evlilik caiz olur. Kadının erkek çocuğu ile erkeğin de kız çocuğu ile tek başına bir yerde kalmaları dinen caiz olmaz.”(7).
“Ergenlik biyolojik bir olgunluğu ifade eder. Bu da insandan insana, bölgeden bölgeye göre değişir. Bu bakımdan herkes için sabit bir ergenlik yaşı belirlemek mümkün değildir. Bu sebeple İslâm hukukçuları ergenlik için genel duruma bakarak bir alt bir de üst sınır belirlemişlerdir. Bu iki sınır arasında kişi ne zaman biyolojik olarak ergen olursa o andan itibaren bâliğ sayılır. Alt sınırdan önce ergenlik iddiası dinlenmez. Üst sınıra ulaşan kimse de ergenliğe ulaşmasa bile bâliğ kabul edilir. Alt sınır kızlarda dokuz, erkeklerde on ikidir. Üst sınır ise Ebû Hanîfe’ye göre kızlarda on yedi, erkeklerde on sekiz, İmam Mâlik’e göre her iki cins için on sekiz, Ebû Yûsuf ve Muhammed’e göre yine her iki cins için onbeştir…”(8).
“…1917 tarihli Osmanlı Hukûk-ı Âile Kararnâmesi on sekiz yaşını bitirmiş erkeğin kendi iradesiyle evlenebilmesini, kız on yedi yaşını bitirmişse hâkim tarafından velisinin itirazının olup olmadığının sorulmasını, on iki-on sekiz yaş arasındaki erkekle dokuz-onyedi yaş arasındaki kızın hâkim izniyle evlenebilmesini, ayrıca kızlar için veli izni alınmasını hükme bağlamıştır(md.4-8)”(9).
Yazarlarınızdan Doç. Dr. İsmail Karagöz, evlatlık ile evlat edinenin birbirine namahrem olduğunu, yani evlenmelerinde herhangi bir engel olmadığını, bu sebeple buluğ çağına geldiklerinde tek başlarına bir yerde kalamayacaklarını söylerken, Prof. Dr. M.Akif Aydın ve Prof. Dr. Fahrettin Attar buluğ yaşının alt sınırının 9-12 (DOKUZ-ONİKİ) olduğunu söylüyorlar(10).
Bu noktada Yayın Kurulu’na şu soruları sormadan geçemeyeceğim:
1- Bazılarının torun sahibi dedeler olduğunu bildiğim Sayın Yayın Kurulu üyeleri, yaşı henüz 9-12 arasında olan kendi kız çocuklarına veya aynı yaştaki kendi kız torunlarına evlenme maksadıyla talipler çıksa hiç düşünmeden ve tereddüt etmeden “Evet” diyebilirler mi?
2- Bazıları 70’li yaşlarda olan Sayın Yayın Kurulu üyeleri, henüz 9-12 yaşındaki küçük bir kız çocuğu ile evlenmeyi düşünebilirler mi?
3- Böyle bir düşünce sübyancılığı ve aile içi cinsel ilişkileri (ensest) teşvik etmekten başka hangi amaca hizmet eder?
4- Peki, 9-12 yaşındaki kendi kızlarının veya aynı yaştaki kendi torunlarının evlenmesine rıza göstermeyen ve bu yaştaki kızlarla evlenmeyi muhtemelen reddedecek olan Yayın Kurulu Üyeleri, bu görüşleri ileri süren kitapların TDV Yayını olarak yayınlanmasına nasıl rıza gösterirler?
5- Yok, Hz. Peygamber evlatlığı Zeydin boşadığı eşi Zeynep ile evlenmişti, yok “Kur’an’da evlatlıklarınız sizin çocuklarınız değildir. Onları babalarına nispetle çağırın…” şeklinde hüküm var diyerek bugünkü şartlarda ve insanlığın bugün ulaşmış olduğu medeniyet seviyesinde sübyancılığı ve ensesti teşvik edecek şekilde fetvalar verilmesinin kime ne faydası vardır?
6- TDV. Yayın Kurulu, cahiliye devri Arap kültüründen beslenen ve İslam’ın ilk devirlerinde bazı menfaat çevrelerince geliştirilip hükümleştirilen bu tür fikirlerin TDV yayını olarak yayınlanmasına, bu tür eserlerin Vakıf yayınevlerinde satılmasına, bu yayınlar için yazarlarına vakıf kaynaklarından ücret ödenmesine nasıl izin verebilir? TDV Yayın Kurulu bu yayınlara izin verme ameliyesi için TDV kaynaklarından nasıl ücret alabilir?
Hem bu tür yayınların TDV yayını olarak yayınlanmasına ve birçok kişinin buradan nemalanmasına göz yumacaksınız, hem de benim gibi bazı rivayetleri akıl süzgecinden geçirerek yorumlayan yazarların kaleme almış olduğu ve TDV’nin pek çok yayınından bin kere daha zararsız olan eserlerin TDV yayınevlerinde satışına izin vermeyeceksiniz! Bunu hangi insaf ve vicdan ölçüleriyle bağdaştırabiliyorsunuz?
Bir taraftan Ebu Hüreyre’nin yalancılıkla itham edildiğini, Hz. Ömer, Hz. Aişe ve Hz. Ali tarafından Hz. Peygamber’e yalan isnat etmemesi konusunda uyarıldığını, hatta Hz. Ömer tarafından tehdit edildiğini söyleyeceksiniz(11), bir taraftan da Ebu Hüreyre’nin hadislerinden hareketle din adına hüküm oluşturup bu konuda kitaplar yazacaksınız. Projeler üreteceksiniz. Kitaplarında Hz. Ebû Hüreyre (r.a) diyerek onun rivayetleriyle kitaplarını dolduran Diyanet mensubu Nihat Hatipoğlu’nun isimleri gönül okşayıcı ancak içleri büsbütün hurafe kokan ve menkıbelerle dolu kitaplarını, yayınevlerinizin başköşesine koyacaksınız!
Bu konuda bırakın TDV yayınevlerinde satışına izin verdiklerinizi, TDV. Yayını olarak yayınlanmasını uygun gördüğünüz yüzlerce kitaptan tutarsızlıklar ve hatta hurafeye belenmiş yüzlerce düşünce gösterebilirim size. Örnek mi istiyorsunuz? İşte size örnek:
“Kur’an Yolu Meâl ve Tefsir” isimli DİB yayınının II. Cildinde;
“… Çünkü kişinin kendi câriyesiyle nikâh yapma mecburiyeti yoktur. Ayrıca ‘gayra müsâfihîn’ (zinaya sapmaksızın) kaydı da mânaya karîne olmaktadır. ‘Onlardan faydalanmanıza karşılık…’ cümlesinde kullanılan istimtâ‘ kelimesi müt‘a kökünden gelmektedir. En azından İslâm’ın ilk yıllarında uygulanmış bazı ictihadlara dayanılarak bazı mezheblere göre halen câri olan bir nikâhın, yani belli bir süre ile sınırlı evlenmenin adı da ‘müt‘a nikâhı’dır”(12) denildikten sonra “… İmâmî-Şiiler’den başka İbn Abbas, İbn Mes’ûd, Übey b. Kâb, Katâde, Mücâhid, Süddî, İbn Cübeyr gibi sahâbe ve tâbiîn müfessir ve müctehidleri bunu (âyetin müt‘a nikâhı konusunda olduğunu) savunmuşlardır.”(13) denilerek, görüş ve rivayetleri Sünnî İslam Fıkhı’nın teşekkülünde de etkili olan bir kısım büyük sahabî ve Tabiîn fıkıhçısının, müt‘a nikâhına cevaz verdikleri ifade edilmiştir.
Aynı yerde bulunan şu bilgiler ise çok daha ilginçtir:
“İhtiyaç bulunduğu için müt‘a nikâhının bir müddet mubah kılındığı konusunda ittifak vardır. Müslümanların devamlı evlilik imkânı bulmaları ve geçici nikâha ihtiyacın ortadan kalkması sonucu yasaklanmış olduğu konusunda ise ihtilâf vardır. Ehl-i sünnet çoğunluğu, nihaî yasaklama yılında ve yasaklayan nas konusunda ihtilâf etmekle beraber bu nikâhın, ebedî olarak yasaklandığı hükmünü benimsemişlerdir… İmâmî-Şiîler’e göre ihtiyaç ve zaruret şartı bulunmaksızın müt‘a nikâhı câizdir, onu Hz. Peygamber değil halife yasaklamıştır. İmrân b. Husayn bunu söylerken İbn Abbas da ‘Ömer müt‘a nikâhını yasaklamasaydı çok az kişi zina ederdi’ demiştir. İbn Mes‘ûd, Câbir gibi sahâbeden de bu nikâhın câiz olduğu rivayet edilmiş, aynı zamanda bu sahâbenin görüş değiştirdikleri ve sonunda müt‘a nikâhının câiz olmadığına kani oldukları da rivayet edilmiştir…”(14).
Benim, şahsen Diyanet’in tefsirinde bulunan bu bilgilerden çıkaracağım netice şudur: İhtiyaç bulunduğu zamanlarda, yani sürekli evli olunan eş ile cinsel ilişkide bulunma imkânı bulunmayan hallerde, örneğin eşlerden birisinin muhtelif sebeplerle seferde bulunması veya evli bulunan kadının, geçici bir sebeple kocasının cinsel arzularını gideremeyeceği durumlarda Müslüman erkek kısa süreli nikâh (müt‘a) yapabilir ve müt‘a yaptığı bu kadınla cinsel ilişkiye girebilir. Böyle bir nikâh câiz olduğu için, yapılan bu nikâha istinaden cinsel ilişkiye girmiş olan Müslüman erkek ve kadın zina işlemiş olmaz! Bu konuda Sünni ve Şii âlimleri arasında ittifak vardır.
Durun, hemen “sen yanlış anlıyorsun!” diye celallenmeyin ve yazılanları te’vile çalışmayın. Bahsi geçen yayının 2003 baskısında yer alan bu bilgileri herkes benim gibi anladığından olacak, eserin daha sonraki baskılarında bu bölüm çıkarılmıştır. Ancak biz, böylece bahse konu tefsiri hazırlayanların ve bu tefsirin yayınına izin verenlerin niyetlerini ve bilinçaltlarında yatan gerçek düşüncelerini öğrenmiş olduk. Anladığımız kadarıyla bahse konu eseri hazırlayanlar ve yayınını uygun görenler, bu ülkede, tıpkı İran’da olduğu gibi müt’a nikâhını hakim kılmak için can atıyorlar! Esasen İslami sosyetede ve İlahiyat öğrencileri arasında bu tür nikâhların uygulandığı konusunda yaygın dedikodular vardır. Dolayısıyla; özellikle Zina’nın suç olmaktan çıkarılmasıyla birlikte birileri bu ülkede alenen fuhuş ve zina yaparken, onları zina yapmakla eleştirenler, kendileri için Müt’a’yı, yani geçici nikahı münasip görüyorlar. Üzülerek söylemeliyim ki; Diyanet de bütün bunlara çanak tutar duruma getirilmiş bulunmaktadır…
Şu sözler Diyanet İşleri Başkanı Sayın Ali Bardakoğlu’na aittir ve 70 yaşındaki Gazeteci Hüseyin Üzmez’in 14 Yaşındaki bir kız çocuğuna uygulamış olduğu cinsel tacizi, yukarıda bazı TDV yayınlarında yerini bulan örnekler çerçevesinde mazur göstermeye çalışanları hedef alarak söylenmiştir:
“… Kız çocuklarının cinsel taciz ve istismara maruz bırakılması hiçbir zaman kabul edilemez. Böyle çirkin ve utanç verici bir davranışın, dini kültüre referansla ve ondan argümanlar üretilerek savunulmaya kalkışılması ise daha vahim bir durumdur… Üçüncü-beşinci asırda yazılan kitapların pasajları arasına sıkışıp kalınmaması, 21. yüzyıla uygun bir dindarlık profili çizilmesi gerekir. Üçüncü-beşinci asırda yazılan din kitaplarından işimize gelen pasajları kendi çıkarımız için kullanmamalıyız… İnsanlar kendisini nasıl adlandırırsa adlandırsın, kamu vicdanını rahatsız eden böyle bir davranışı yapanı hiç kimsenin savunmaması, arka çıkmaması, küçük çocuklara cinsel tacizde bulunanları hepimizin ortaklaşa ayıplaması, kınaması gerektiği gibi, bu mağdur çocuklara da hepimizin sahip çıkması gerekiyor… Utanılacak bir davranışta bulunanların kimliği, dini, yanı, tarafı önemli değil, bu yanlışı topyekun kınayabilmemiz önemli. Temel insani ve ahlaki kurallara, değerlere aykırı davranan, toplumun ortak vicdanını yaralayan bir davranış, herkes tarafından kınanması gereken, hiç kimse tarafından sevindirici bir örnek veya fırsat olarak da görülmemesi gereken bir durumdur. Bu itibarla son günlerde yaşanan bazı olayları hep birlikte kınamalı ve bunu bir din ve dindarlık tartışmasına çevirmemeliyiz.
… Dindarlığı sadece belli şekil, söz ve davranıştan ibaret görenler, diğer alanlarda ve zamanlarda dinin özüne taban tabana zıt davranışları rahat yapabiliyor, giderek bu yanlışları da dine onaylatacak argümanları üretiyor. Bu da giderek, toplumda hem dine hem dindara olan güveni sarsacak tipik bir vaka olmaya başlıyor. Bu arada biz de yanlış olarak, dini belli şahısların ve belli davranışların temsil ettiğini zannediyoruz. Halbuki İslam dininde her birey dindar olma, dini temsil etme ve dinle ilişki kurma açısından eşit durumdadır. Kişiler, kendi nefsani davranışlarından, hayasız ve gayriahlaki davranışlarından utanmak ve yüzünü olsun gizlemek yerine onları cahilce ifadelerle dini argümanlar kullanarak mazur göstermeye çalıştıklarında farkında olmadan toplumun dine ve dini değerlere olan umudunu ve saygısını da tahrip etmektedirler. Bu tür vakalar üzerinden dindar profili çizmek ve onun tartışmasını yapmak da bir başka yanlışlıktır. Çünkü din ve dindarlık, belli şahıslara hasredilmeyecek kadar hepimizin ortak değeridir.”(15).
Şimdi burada durup şu soruları sormama ve cevabını vermeme lütfen müsaade ediniz:
Bir tarafta İslam’ın ilk asırlarında oluşmuş fikirlerden hareketle 9-12 yaşına gelmiş kızlarla evlenmenin caiz olduğunu söyleyen Doç. Dr. İsmail Karagöz, Prof. Dr. M. Akif Aydın ve Prof. Dr. Fahrettin Attar var (ve üstelik bunlar konuya ilişkin düşüncelerini, maliyeti TDV tarafından karşılanmış yayınlarda ileri sürüyorlar), diğer tarafta da bırakın 9-12 yaşını, 14 yaşına gelmiş bir genç kıza yönelik cinsel istismara “Kız çocuklarının cinsel taciz ve istismara maruz bırakılması hiçbir zaman kabul edilemez. Böyle çirkin ve utanç verici bir davranışın, dini kültüre referansla ve ondan argümanlar üretilerek savunulmaya kalkışılması ise daha vahim bir durumdur… Üçüncü-beşinci asırda yazılan kitapların pasajları arasına sıkışıp kalınmaması… gerekir” diye karşı çıkan Prof. Dr. Ali Bardakoğlu var. Peki, hangisi doğru söylüyor? Daha doğrusu hangi tarafın görüşü, çok daha insani, insaflı ve hatta İslami’dir? Bize göre de Sayın Ali Bardakoğlu’nun görüşleri çok daha isabetli, insaflı, insani ve İslami’dir…
TDV Yayın Kurulu olarak “Hadis Projesi” adı altında bir proje yürütüyorsunuz. Toplum olarak Diyanet adına yürütülen bu projenin gayesini gerçekten de tam olarak anlamış değiliz. Toplum, bu projenin amacının “Zayıf ve uydurma hadislerin ayıklanması projesi” olarak biliyor. Ancak ortalıkta böyle bir çalışmanın olmadığını en azından ben biliyorum. Demek ki; bu proje topluma tam ve net olarak anlatılmadı. Onu, bunu bilmem; “Riyâzü’s-Sâlihîn ve Tercemesi” isimli Diyanet yayınında da bulunan ve çoğunluğu Ebu Hüreyre rivayeti olan şu sözlere açıkça “Bunlar hadis değildir. Bu sözler Hz. Peygamber’e yakışmaz. Bunlar ona yapılmış birer iftiradır…” diyemiyorsanız, bence alın o projeyi hemen çöpe atın! Bakar mısınız lütfen sözüm ona şu hadislere(16):
– “Bir kimse karısını yatağına davet edip de (mâzereti olmadığı halde) gelmez ve kocası da ona dargın olarak gecelerse, sabah oluncaya kadar melekler o kadına lânet ederler.”.
– “Kadın, ocak başında olsa dahi erkeğinin davetine icabet etsin.”.
– “Bir kimsenin bir kimseye secde etmesini emredecek olsaydım, herhalde kadının kocasına secde etmesini emrederdim.”.
– “Dünyada bir kadın kocasına eziyet ederse, o erkeğin hûrilerden olan zevcesi o kadına hitap ederek: -Allah canını alsın; bu adama eziyet etme. O, dünyada senin yanında bir misafirdir; yakında senden ayrılıp bize kavuşacak, diyerek muâheze eder.”.
– “Benden sonra erkekler için kadınlardan daha zararlı bir fitne bırakmadım.”
…
Dolayısıyla TDV yayın kurulu üyeleri olarak siz, hiç kimsenin Molla Kasım’ı değilsiniz. Bu sebeple boşu boşuna düşünce özgürlüğüne darbe vurmayın. Bırakın kim ne yazarsa yazsın, kim ne okursa okusun. Engel olmayın ki; İslami düşünce inkişaf etsin. Birisi yanlış yazarsa, diğeri de doğrusunu yazar ve böylece İslami düşünce gelişmesine ivme kazandırılmış olur. TDV. Yayınevleri, sıradan ticari kuruluşlardır ve bu yayınevlerinin toplumu ıslah ve terbiye etmek gibi herhangi bir fonksiyonu ve misyonu yoktur. Ancak sizin “şu yayın satılabilir, şu satılamaz” şeklinde vermiş olduğunuz kararlar, tam tersi bir anlam içermektedir. Sizin yapacağınız şey, muzır, yasaklanmış, İslam Dini’nin genel esaslarına, genel ahlaka ve adaba aykırı yayınların satışını engellemek olmalıdır. Yoksa önünüze gelen ve hoşunuza gitmeyen her yayına engel olursanız, İslami düşünce, İslam’ın ilk birkaç yüzyılında ulaştığı noktayı tekrarlamaktan öteye geçemez. Kim bilir belki de asıl doğru, sizlerin yanlış olarak gördüklerinizdir. Bana kalırsa kendinize çok fazla güvenmeyin. Gereğini bilgilerinize arz ederim. Saygılarımla. 28.01.2010 Ömer Sağlam
__________
Dipnotlar:
1- Emin Çölaşan, Hürriyetten ayrıldıktan sonra Hürriyet’te dönen dolapları “Kovulduk Ey Halkım Unutma Bizi” isimli kitabında, Hanefi Avcı da Emniyette dönen dolapları ve cemaatçi yapılanmayı “Haliç’te Yaşayan Simonlar” kitabında anlatmaktadırlar. Dolayısıyla aynı duruma düşmek istemiyorum. Ancak bir gün gelip, devletim ve milletim ile çalıştığım kurumdan birisini tercih etmek durumunda kalırsam, devletimi ve milletimi tercih edeceğimden hiç kimsenin kuşkusu olmamalıdır.
2- 19.12.2007 tarihli Milliyet Gazetesinde bulunan “Müftüden ‘Kadın eli öpmeyin’ vaazı” başlıklı haber(Habere konu Müftü Bolu Mudurnu Müftüsüdür).
3- 30.12.2007 tarihli Akşam Gazetesi, “İmamdan Çıldırtan Vaaz: Kadını Çalıştırmayın” başlıklı ve Ercan Öztürk imzalı haber, s. 4. Ayrıca bk.04.01.2008 tarihli Milliyet Gazetesi, “-Çalışan kadın aldatır- diyen imama ceza talebi” başlıklı ve Önder Yılmaz imzalı haber(habere konu olan İmam-Hatip, İstanbul’da Fatih Sultan Mehmet Camii İmamı Hasan Hakyemez’dir).
4- http:// www.haberturk.com internet adresinde bulunan 03.12.2007 tarihli ve “Cenazede Fotoğraf Günahmış” başlıklı, internet adresinde bulunan 25.03.2008 tarihli ve “Yine o imam” başlıklı ve internet adresinde bulunan 26.03.2008 tarihli ve “İmam, babayla vedalaştırmadı!” başlıklı haberler(Bu haberlere konu olan kişi İstanbul Müftü Yardımcılığı da yapan Zeytinburnu Eski Müftüsü Abdullah Cihangir’dir)
5- Prof. Dr. Süleyman Ateş, “İslâm geldiği zaman toplumda çok evlilik vardı” başlıklı makalesi, Vatan Gazetesi, 28.12.2007.
6- Bk. 26.01.2010 tarihli Milliyet, “El Kaidecilerde saka bağı” başlıklı haber, s, 14.
7- Doç. Dr. İsmail KARAGÖZ, Sorumluluk ve Sorunları Açısından Aile ve Gençlik, s.46, TDV. Yayınları, 4. Baskı, Ankara, 2007.
8- İlmihal-II (İslâm ve Toplum), s. 204-205, 210-211, TDV. İSAM İslam Araştırmaları Merkezi Yayını, İstanbul, 1999.
9- bkz. TDV. İslam Ansiklopedisi, c.33, s. 115, TDV. Yayını, İstanbul, 2007.
10- Kızların büluğ ve dolayısıyla evlenme yaşının 9-12 olduğunu söyleyen Prof. Dr. Mehmet Akif Aydın, aynı zamanda TDV İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM)başkanıdır. Akif Aydın, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından 1 Mart 2009 tarihinden geçerli olmak üzere YÖK üyeliğine atanmış bulunuyor. Doğrusu bu atama, eşiyle 15 yaşında iken evlendiği söylenen Sayın Gül’e yakışan bir atama olmuştur!
11- TDV. İslam Ansiklopedisi, “Ebû Hüreyre” Maddesi, c,10, s, 164, TDV. Yayını, İstanbul, 1994.
12- bkz. Prof. Dr. Hayreddin Karaman ve arkadaşları, Kur’an Yolu Meâl ve Tefsir, c.II, s. 33, 1. Baskı, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayını, Ankara-2003.
13- Age, s. 33.
14- Age, s. 33.
15-bkz. internet sitesinde yayınlanan 5.11.2008 tarihli ve “Ali Bardakoğlu’ndan taciz açıklaması” başlıklı haber. Ayrıca bkz.http://www.milliyet.com.tr/ internet sitesinde yayınlanan 6.11.2008 tarihli ve “Utanıp gizleneceğine konuşuyor” başlıklı haber.
16- Hadis metinleri için bkz. Riyâzü’s-Sâlihîn ve Tercemesi, c.1, s.323-327, Musannifi Muhyiddîn-i Nevevî, Çev. Kıvamüddin Burslan-Hasan Hüsnü Erdem, DİB. Yayını, Ankara,1995.
Bir yanıt yazın