İhsan Özkes’le Hayırlı Ramazanlar ve İslam’da Kadın Hakları

İhsan Özkes, bir din adamıdır. Üsküdar, Şile ve Beyoğlu müftülükleri yapmıştır. Ancak İhsan Özkes, sadece bir din adamı değil, aynı zamanda bir yazar ve fikir adamıdır. Yayınlanmış pek çok kitabı ve bilimsel makalesi mevcut. Onun en ciddi çalışmalarından birisi, İmam Nevevî’nin “Riyâzüs Sâlihîn” isimli 6 ciltlik oldukça hacimli hadis kitabının Türkçe çevirisidir. Anlaşılacağı gibi İhsan Özkes, çeviri ve tercüme yapacak kadar Arap dili ve edebiyatına hâkim bir din adamıdır. Ayrıca onun, birçok telif eseri de var. Elimizdeki en son eseri “Daraltılan Din Tartılan İman” adını taşıyor.

İhsan Özkes, oldukça renkli bir din adamıdır. Onu, diğer din adamlarından ayıran önemli bir özellik de onun aynı zamanda bir siyasetçi olmasıdır. Üstelik de sol siyasetçi! Yani o, alışılmışın dışında genelde sol partilerde siyaset yapmaktadır. Bunun için 1999’dan beri, muhtelif seçimlerde genelde “Solcu” ve “Sosyal Demokrat” olarak tanımlanan partilerden aday ya da aday adayı olmuş.

Ancak ülkemizdeki sol partilerin, bugün için değme milliyetçi partilere taç çıkarttıracak derecede sağa kaymış olmaları ve ulusalcı söylemlerin bayraktarlığını yapıyor olmaları, bu konuda üzerinde durulması gereken bir noktadır. Yani onun siyaseten sol partileri tercih ediyor olmasının önemli bir sebebi de, muhtemelen Marksizm, Komünizm ve Sosyalizm gibi ideolojilerin tarih sahnesinden çekilerek, hemen bütün partilerin aynı eksende siyaset yapmaya başlamış olmalarıdır. Zira günümüzde kendisine “Sosyal Demokrat” diyen partiler de, “Muhafazakâr” ve “Milliyetçi” diyen partiler de hemen hemen aynı değerleri savunmaktadırlar.

Açık söylemek gerekirse, bu noktada ülkemizde MHP ile TİP arasında fazla bir fark yoktur. Ve bana göre Doğu Perinçek’in liderliğini yaptığı İşçi Partisi’nin kimi söylemleri ve eylemleri, MHP’nin söylem ve eylemlerinden çok daha milliyetçi unsurlar taşımaktadır. Bu bakımdan, İhsan Özkes gibi bir din adamının, önce DSP, ardından da CHP’de siyaset yapmasına şaşırmamak gerekir. Çünkü her iki siyasi parti de milli ve dini değerlerimize, toplumsal yapımıza, toplumsal bütünlüğümüze, ulus devlet ve üniter devlet yapımıza sahip çıkan, hatta bu konuda başta iktidar partisi AKP olmak üzere pek çok sağcı partiden fersah fersah ileride bulunan partilerdir.

Uzun süre müftülük yapmış bir din adamı olarak İhsan Özkes’in siyasi tercihini sol partilerden yana kulanmış olması, onun, muhafazakâr, özellikle de “İslamcı” şeklinde isimlendirilen kesimlerce, “Tıpkı Yaşar Nuri Öztürk gibi bizim mahallede aradığını bulamadığı ve itibar görmediği için karşı mahalleye geçmiştir…” şeklinde itham edilmesine sebep olmuştur. Hatta belki de onun aynı zamanda Alevi ve Bektaşi vatandaşlarımızın yoğunlukla yaşadığı Çorum nüfusuna kayıtlı bulunması, yine aynı kesimlerce haksız yere “Bektaşi” olmakla itham edilmesine sebep olmuştur. Sayın Özkes, hakkında yapılan bu tür çirkin itham ve karalamaları, “Daraltılan Din ve Tartılan İman” isimli kitabında ayrıntılarıyla anlatmaktadır.

Öte yandan Diyanet İşleri Başkanlığı Başmüfettişlerinden ve aynı zamanda Alevilik-Bektaşilik üzerine incelemeleri bulunan Dr. Abdülkadir Sezgin’in, özellikle Bektaşiliği bir “Ehl-i Sünnet” mezhebi olarak nitelendirdiğini, geçmişte padişahlar da dahil olmak üzere pek çok üst düzey devlet adamının Bektaşi olduğunu, hatta halen büyükşehirlerimizden birisinde İl Müftülüğü yapmakta olan bir İl Müftüsünün de Bektaşi olduğunu dile getirdiğini belirmekte fayda vardır.

İhsan Özkes’i, ekseri din adamlarından ayıran bir başka hususiyet, onun aynı zamanda bir televizyoncu, daha doğrusu televizyoncu adayı olmasıdır. Halk TV’de hazırlamış olduğu Ramazan Programlarını zevkle izliyoruz. DİB Din İşleri Yüksek Kurulu uzmanı Nihat Hatipoğlu’nun, efsanelerle, menkıbelerle, çoğu İsrailiyat kokan rivayetlerle ördüğü, İstanbul Müftü Yardımcısı Yusuf Kavaklı’nın avâmi tabirler kullanarak basit İlmihal bilgileri vermeye çalıştığı dini programların yanında İhsan Özkes’in hazırlamış olduğu “Hayırlı Ramazanlar” isimli program, çok daha doyurucu, çok daha entelektüel boyutta.

Konuklarını, genelde şovmen olmadıkları için meşhur olamamış ve genelde görmezden gelinmiş eser sahibi akademisyenler arasından seçen Sayın Özkes, bence çok da doğru yapıyor. Çünkü o, sürekli olarak herkesin duymaktan ve dinlemekten bıkmış olduğu kıssalarla ya da basit ilmihal bilgileriyle seyirciyi oyalamayı alışkanlık haline getirenleri veya toplum çoğunluğunun duymak istediği nabza göre şerbet kabilinden şeyleri söyleyenleri değil, genelde yeni bir şeyler söyleyenleri tercih ediyor. Genelde ihmal edilmiş ve görmezden gelinmiş “Öteki İslam”ı, daha doğrusu “Kur’an’daki Gerçek İslam”ı anlatmaya çalışanları tercih ediyor. Özetle İhsan Özkes, tıpkı Hz. Mevlânâ gibi “Geçen gün geçti cancağızım. Bugün yeni şeyler söylemenin zamanıdır” demek istiyor programında. Bu konuda kendisini içtenlikle kutluyorum.

Hazırlamış olduğu programla ilgili olarak kendisine yöneltilebilecek tek tenkit, genelde program sırasında konuklarından çok daha fazla konuşuyor olmasıdır. Çünkü onun konuğuna soru sorarken yapmış olduğu uzun açıklamalar, bazen konuğunu ve herhalde seyircilerini de sıkıyor olmalıdır. İhsan Özkes’in bu tavrı, muhtemelen onun, aynı zamanda bir kürsü, yani minber hatibi olmasından ileri gelmektedir. Din adamı olarak cami kürsü ve minberlerinde uzun yıllar konuşmuş olması, onun cami kürsüsü ile TV ekranını özdeşleştirmesine sebep olmaktadır. Kim bilir İhsan Özkes, belki de kendisini sadece “Türkan Saylan’ın cenaze namazını kıldıran hoca efendi” olarak tanıyanlara ve “Sırf bu sebepten CHP parti meclisine girdi” diyenlere cevap olması bakımından yapıyor bunları. Yani bir anlamda sahip olduğu bilgi derinliğini göstermek suretiyle “Bu da size kapak olsun” demeye getiriyor lafı. Oysa bu tür programlarda asıl gaye, çağrılan konuğu konuşturmak, ondan azami derecede istifade etmek olmalıdır. Aksi halde, farkında olmadan hem konuğa, hem de seyirciye karşı haksızlık yapılmış olacaktır.

İslam’da Kadın ve Kadın Hakları

Böyle bir yazıyı yazmaktaki maksadıma gelince: İhsan Hoca sağ olsun, programına beni de konuk etti. 23 Ağustos 2010 günü konuğu ben idim. O günkü program, çok beğenilmiş olmalı ki; 28 Ağustos akşamı tekrar yayınlandı. Programın konusu ise “İslam’da Kadın ve Kadın Hakları” idi. Sayın Özkes beni, kadına şiddetin dinsel temelsizliğini ortaya çıkaran “Kadına Dayak Allah’ın Emri (mi)dir” isimli kitabımdan dolayı konuk etmişti. Programda söylediklerim özetle şunlar idi:

“İslam’ın kadınlar hakkında getirmiş olduğu hüküm ve düzenlemeler, adeta bir devrim niteliğindedir. Çünkü İslam, kadını, gerektiğinde diri diri toprağa gömülebildiği çukurdan tutup çıkarmış ve kendisini o çukura atan erkeklerle aynı seviyeye yükseltmiştir. Gerek yaratılış, gerekse hak, yetki ve yükümlülükler açısından kadını erkekle eşit kabul etmiş ve her ikisini aynı statüde muhatap almıştır. Bazen de özel durumlarını dikkate alarak kimi yükümlülükler konusunda kadına pozitif ayrımcılık yapmış, onları bazı yükümlülüklerden sorumlu tutmamıştır.

İslam’ın kadına tanımış olduğu en önemli statü, onu birey olarak kabul etmesi ve ona erkekten bağımsız olarak şahsiyet hakkı vermesi olmuştur. Bu anlamda İslam’a göre; kadınla erkek arasında hiçbir fark yoktur. Denilebilir ki; Hz. Peygamber, ömrü boyunca kadını birey yapmak ve ona şahsiyet kazandırarak, onun erkekten bağımsız olarak kendi kendine ayakta durması için çabalamıştır. Bu alamda, Hz. Peygamber’i en iyi anlayanlardan birisi Ulu Önden Mustafa Kemal Atatürk’tür. Çünkü onun kadınlara yönelik olarak yaptığı inkılapların hemen tamamı, kadınlara şahsiyet hakkı vermeye yönelik inkılaplardır. Bu konuda en kayda değer çalışmaları yapanlardan birisi de Merhume Türkan Saylan’dır. O, kurmuş olduğu dernek vasıtasıyla on binlerce kızımıza eğitim vererek, onların bağımsız bireyler olması için çaba sergilemiştir. Ancak biz, böyle yüce ruhlu bir kadının kadrini bile bilemedik, onu olmadık şeylerle itham edip suçladık.

Hz. Peygamber ve dört büyük halife devrinde İslam Kadını, hakkını savunmak için gerekirse devletin en üst makamlarına kadar çıkabiliyordu. Hatta hakkını savunmak için Hz. Peygamberle ve Halife Hz. Ömer ile tartışan ve kendi görüşlerini kabul ettiren kadınlar olmuştur. Hz. Peygamber devrinde kadınlarla erkekler aynı ortamda rahatça bulunabiliyorlardı. Bugün İslam kadını, bu hakkını büyük ölçüde yitirmiştir. Suudi Arabistan ve İran kadınlarının yaşadıkları dram ortadadır. Suudi Arabistan’daki dini anlayış, namus ve iffet kaygısıyla kadını eve hapsetmiştir ama nafile! Daha dün İstanbul’da yapılan bir fuhuş operasyonunda yakalan kadınların Suudi uyruklu çıkmaları, evlere hapsetmekle kadınların iffet ve namuslarının korunamayacağına en büyük delildir.

Bugün ülkemizde çeşitli şekillerde şiddete uğrayan kadınlar, hatta Kâhta örneğinde olduğu gibi aile meclisinin kararıyla diri diri toprağa gömülen kadın örneklerine rastlanmaktadır. Bu durum, cahiliye devri adetlerinin az da olsa halen yaşamakta olduğunu göstermektedir ve ülkemiz adına utanç vericidir…”

Program esnasında söylediklerim özetle böyle. Ancak bir de süre yetersizliği sebebiyle söyleyemediklerim vardı. Eğer yeterli süre verilseydi şunları da söylemek isterdim:

“40 yaşına gelmiş Hz. Muhammed’e Nur Dağı’ndaki Hira mağarasında peygamberlik geldiğinde, çok korkuyor, ürperiyor, hatta rivayete göre duymuş olduğu korkudan dolayı kendisini uçurumdan atmak istiyor. O korku ile evine koşuyor ve eşi Hz. Hatice’ye “Üstümü ört” diyerek, örtünün altına saklanıyor. Ürpertisi geçtikten sonra durumu, yani mağarada Cebrail ile aralarında geçen diyaloğu eşi Hz. Hatice’ye anlattığında, o sırada 55 yaşlarında olgun bir kadın olan Hz. Hatice, onu elinden tutup ayağa kaldırıyor ve “Korkma, bu işte bir iş var, sen beklenen elçi olmalısın” diyor ve onu elinden tutup kuzeni Varaka b. Nevhel’e götürüyor. Sonra da onun peygamberliğini tanıyan ilk Müslüman oluyor.

Varaka b. Nevhel, Tevrat ve İncil’i okumuş, o kitaplarda yazılanlardan haberdar birisi. Muhtemelen, o kitaplarda yer alan –Hz. Peygamber’in geleceğine ilişkin bilgiler-den de haberi var. Ayrıca okur-yazar durumda ve muhtemelen Hz. İbrahim’in tek tanrılı dini olan Hanif Dini’ne mensuptur. Tıpkı Hz. Peygamber ve yakın çevresi gibi. Hz. Hatice, bu sebeple götürüyor Hz. Muhammed’i ona. Hz. Hatice, eşi Hz. Muhammed’den emin olmasına emindir ama konuyu bir de Varaka B. Nevhel’e açıyor. Böylece hem imanı güçleniyor, hem de Hz. Peygamber’i daha kolay teskin ve teselli ediyor. O’nun, mağarada yaşadığı korku ve ürpertiye bağlı olarak yaşamakta olduğu stresten daha çabuk sıyrılmasına yol açıyor bu ziyaret.

Dikkat çekicidir; Hz. Peygamber’e inanan ilk insan bir kadındır; Hz. Hatice. Diğerleri ise bir çocuk yani Hz. Ali ve bir köle olan Hz. Zeyd b. Harise. Hz. Hatice Hz. Peygamberle yaşadığı süre boyunca onun hem en büyük destekçisi, hem de en büyük moral hocası olmuştur. Birlikte çok büyük fedakârlıklara katlanıyorlar. Bunun içindir ki; Hz. Peygamber onun sağlığında üzerine ikinci bir eş daha almıyor, üstelik ondan olma kızı Hz. Fatıma ile evli iken Hz. Ali’nin ikinci bir eş almasına da müsaade etmiyor. Hz. Hatice öldüğünde çok büyük üzüntüler yaşıyor ve yine strese giriyor. İsrâ ve Miraç denilen hadiselerin bu üzüntülü ortamda gerçekleşmesi enteresandır. Cenabı Allah, böylece, Hz. Peygamber’in, eşi Hz. Hatice ile amcası Ebu Talib’in vefatlarından duymuş olduğu elem ve acıyı, O’na kendi cemalini göstermek suretiyle hafifletmiş ve unutturmuş gözüküyor.

Hz. Peygamber vefat ederken yanında yine sadece bir kadın vardır. Eşi Hz. Aişe. Hz. Peygamber’in eşinin kucağında son nefesini vermiş olması kuvvetle muhtemeldir.

Bu durumda, peygamberliği kadınların kucağında başlayıp, kadınların kucağında son bulan bir peygamberin tebliğ ettiği bir dinin, kadını ikinci sınıf insan olarak kabul etmesi ve bazı kesimlerin önyargılı olarak ileri sürdükleri gibi kadın-erkek eşitsizliğini savunması mümkün olabilir mi”?

Nerede Hz. Peygamber’in kadınlar konusundaki örnekliği, nerede günümüz siyasilerinin, üstelik de kendisine küçük bir sitemde bulunan şehit anasına karşı “Askerlik yan gelip yatma yeri değildir” ve kendisine “Anamızı ağlattın” diyen bir çiftçiye “Haydi ananı da al git” şeklinde şekillenen hoyratça tavırları. Nerede Hz. Peygamber’e ve Hz. Ömer’e karşı hak mücadelesi veren İslam kadını, nerede geçtiğimiz günlerde Bartın’da Kültür ve Turizm Bakanı’ndan “Niyeti anlaşıldı, terbiyesiz kadın” zılgıtı diyen İslam kadını…

***
“Hayırlı Ramazanlar” programının “HAYIRLARA” vesile olmasını temenni ederken, İhsan Özkes dostuma, nice “HAYIRLI” ve “BAŞARILI” programlar diliyorum. TV dünyasına hoş gelişler yaptınız hocam. Umarım ekranlardaki kalışınız uzun soluklu olur. Reytinginiz yüksek, seyirciniz bol olur inşallah…

29.08.2010
Ömer Sağlam
_____________
Not: Yarın kutlanacak olan 30 Ağustos Zafer Bayramınızı en içten dileklerimle tebrik eder, milletimizin daha nice zaferlere ulaşmasını, ülkemizin de 12 Eylül 2010 sabahı “HAYIR” güneşiyle aydınlanmasını dilerim.

Mehmet Perinçek - Doğu Perinçek

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir