Abdülhamit BİLİCİ
İlk kez rahmetli Turgut Özal tarafından 18 yıl önce gerçekleştirilen Türk Dili Konuşan Ülkeler Zirvesi’nin dokuzuncusu öncekilerden farklı sonuçlanmıştı.
4 yıl gibi uzun bir aradan sonra Nahçıvan’da 2-3 Ekim 2009’da buluşan bağımsız Türk cumhuriyetlerinin liderleri, bu toplantıda tarihî bir anlaşmaya imza attı. O zamana kadar kurumsal çerçevesi olmadan, düzensiz şekilde bir araya gelen Türk cumhuriyetleri, ilk kez bir örgüt yapısı üzerinde anlaşıyordu. Kazakistan, Türkiye, Azerbaycan ve Kırgızistan’ın devlet başkanı düzeyinde katıldığı zirvede kabul edilen örgütün adı Türk Konseyi olacaktı. Yapı oluşturulurken, Avrupa Konseyi, İngilizce Konuşan Ülkeler Topluluğu Commonwealth, Arap Ligi, İslam Konferansı Örgütü veya Fransızca Konuşan Ülkeler Topluluğu gibi modellerden ilham alınmıştı.
Türk Konseyi, farklı alanlarda aynı hedefe yönelik çalışacak 6 alt birimden oluşacaktı. Dışişleri Bakanları Konseyi, Kıdemli Memurlar Komitesi, Aksakallar Heyeti, Parlamenterler Asamblesi (TÜRKPA), Konsey Akademisi ve Türk Kültür ve Sanatları Ortak Yönetimi (Türksoy). İmzalanan anlaşmaya göre, şimdiye kadarki yapıdan farklı olarak konseyin İstanbul’da daimi bir sekretaryası olacak ve genel sekreter 3 yıllığına görev yapacaktı.
Cumhurbaşkanı Gül, Nahçıvan’daki bu toplantıya giderken bir grup gazeteciyle birlikte aynı uçaktaydık. Türk dünyası ile ilişkilere çok önem veren Gül, ilişkilerin gelmesi gereken seviyeyi şu hayaliyle anlatıyordu: “Nasıl Avrupalı liderler, protokol ve mütekabiliyet gibi formalitelere takılmadan birbirleriyle sık sık görüşüyor. Sabah bir başkentte kahvaltı yapıp akşam yemeğine bir başkasına geçiyorlarsa, bizim ilişkiler de öyle olmalı.”
Türk Konseyi’nin kuruluşunu gerçekleştiren anlaşmalara imza attıktan sonra ise Gül duyduğu mutluluğu şu sözlerle ifade etmişti: “Bugün tarihî bir adım attık. Kendini Türk hisseden herkes bundan gurur duymalıdır. Bu birlik diğer beraberliklere alternatif veya engel değildir. Şu bir gerçek ki, hepimizin dili aynıdır. Bu gerçeği hiçbir şey değiştiremez.”
Bir yıl geçip bir adım atılmayınca şahsen biraz karamsarlığa kapıldım. Büyük umutlarla çıkılan yolda yine başa mı dönülecekti? Zira Türk dünyasının en önemli ülkelerinden Özbekistan, bu zirveye hiçbir şekilde katılmamıştı. Türkmenistan’dan alt düzeyde bir katılım vardı. Bunların ikna edilmesi gerekiyordu. Ayrıca anlaşmaların ülke meclislerinden geçmesi, genel sekreterliğin oluşturulması ve hepsinden önemlisi örgütün harekete geçtiğini görebilmemiz için bir genel sekreterin belirlenmesi gerekiyordu.
Cumhurbaşkanı Gül’le bir yıl sonra yine Azerbaycan’a, ama bu kez Nahçıvan’a değil Bakü’ye giderken, biraz gecikmeli de olsa umut verici haberleri aldık. Anlaşmaların Meclis’teki onay süreçleri tamamlanmıştı. Hatta TBMM’nin tatile girmeden son kabul ettiği kanun bu anlaşmaydı.
Kırgızistan’da yapılması gereken toplantı, bu ülkede yaşanan tatsız hadiseler yüzünden İstanbul’a alınmış ve günü belirlenmişti. Türk dünyası liderleri 15-16 Eylül tarihlerinde Türk Konseyi Zirvesi için bir araya gelecekti. Özbekistan’ı ikna gayretleri sürüyordu. Ama bu kez Türkmenistan’ın devlet başkanı düzeyinde katılması kesinleşmişti. Devlet Başkanı Gurbanguli Berdimuhammedov İstanbul’a gelecekti.
Nihai karar zirvede verilecek olsa da bölgeyi yakından tanıyan ve Rusça bilen Moskova Büyükelçimiz Halil Akıncı, örgütün ilk genel sekreteri olarak belirlenmişti. Bürokratik engellere takılmazsa, Genel Sekreterlik binasının adresi de belliydi. En güçlü aday, II. Abdülhamid tarafından yaptırılan Yıldız Sarayı’ndaki Cihannüma Köşkü. Böylece zarf büyük oranda hazır hale gelmişti. Şimdi sıra, bu kardeş dünya içinde ilişkileri maksimum düzeye taşıyacak fikir ve projelere, yani mazrufa gelmişti.
Kazak lider Nazarbayev, Azeri lider Aliyev ve Cumhurbaşkanı Gül üçlüsü arasındaki sıcak ilişki olmasaydı, bu sorunlar aşılabilir miydi, bilmiyorum. Ama bu aşamaya gelindiğine göre, gelin ümit edelim, Özbekistan için de bir formül bulunsun ve Cumhurbaşkanı Gül’ün tabiriyle Kırgızistan’daki son krizde devlet adamına yaraşır bir siyaset izleyen Özbek lider Kerimov da İstanbul’a gelsin. Bu harika bir haber olmaz mı?