A.A
Türk Tarih Kurumu (TTK) Ermeni Araştırmaları Masası Başkanı Prof.Dr. Kemal Çiçek, Ermenilerin Osmanlı dönemindeki mülklerine ilişkin Türkiye’den tazminat talep edemeyeceklerini, 1934 yılında Türkiye ile ABD arasındaki anlaşmanın ardından ödenen 900 bin dolarlık tazminatla bu konunun kapandığını belirtti.
Çankaya Köşkü, Erzurum Kongresi Binası, Çarkçı Mektebi gibi binaların Ermeni mülkü olduğu yönündeki iddiaları da değerlendiren Çiçek, “Binanın tarihçesine ilişkin belgeler Çankaya Köşkü arşivinde vardır. Ama terk edilmiş mal dahi olsa Çankaya Köşkü, konu bizim açımızdan 1934 yılında kapandı” dedi.
Çiçek, ABD’de yaşayan 2 Ermeni vatandaşının avukatları aracılığıyla açtıkları davalarda geçmişte Türk topraklarında bulunan mallarıyla ilgili tazminat talebinde bulunmalarını değerlendirdi.
Bu konuda ellerinde Türk ve Amerikan arşivlerinden edindikleri belgelerin bulunduğunu dile getiren Çiçek, “Bu davaların hukuki bir geçerliliği olamaz. Neden olamaz? Benim yaptığım araştırmalara göre Lozan’da başlayan ve 1937’de sona eren süre içerisinde ABD ve Türkiye’de Ermeni ve Rumların tazminat talepleriyle ilgili komisyonlar kuruldu. Bu komisyonlar, taleplerini uluslararası bir anlaşmayla sona erdirmiş ve bitirmişler” dedi.
1914-22 yılları arasında meydana gelen kayıp ve zararlarından dolayı Ermeniler, Rumlar ve o dönemde Osmanlı imparatorluğunda bulunan Amerikan şirketlerinin Türkiye’den tazminat talep ettiklerini anlatan Çiçek, Lozan Antlaşması esnasında bir müzakere heyeti oluşturulduğunu, bu heyette de çok etkili ve yetkili kişilerin yer aldığını söyledi.
Antlaşmanın imzalanmasından sonra tazminat meselesiyle ilgili müzakerelerin başlatıldığını, ABD’de Yüksek Komiser Amiral Mark L. Bristol, Türkiye’de ise Adnan Adıvar başkanlığında iki heyetin görev yaptığını aktardı.
ABD’de gazeteler aracılığıyla duyuru yapılarak Türkiye’den tazminat talebi olanların bunu iletmesinin istendiğini anlatan Çiçek, 1923-33 dönemine ait bin 880 tazminat talebi dosyası geldiğini, bunların incelendiğini söyledi. Çiçek, ABD’de o dönemde tazminat taleplerine ilişkin yaşanan süreci şöyle anlattı:
“O dönemde komisyon, ‘elimizde bulunan ve Amerikan şirketlerinin talepleri dışındaki Ermeni ve Rumlara ait talepler hukuken çok zayıf. Tapu senedi diye sunulan senetlerin bir çoğu, alım satım anlaşması diye görünenler ve tanıkların çoğu sahte’ değerlendirmesini yapıyor. Yani, elindeki dosyalara güvenemiyor. Ancak bir tazminat beklentisi de kamuoyunda oluşuyor. Bunu yatıştırmak için ‘dosya dosya talep edersek bir şey elde edemeyiz. En iyisi Türkiye’den bir maktu bir miktar ödeme isteyelim’ deniliyor.
Taleplerin değerlendirilmesinin üzerinden uzun bir süre geçiyor. İki ülke heyetleri 1933’te yeniden toplanıyor, Amerikan heyetinde Fred Nielsen adlı avukat, tazminat talepleri konusunda etkili ve konuyu bilen bir kişi. O esnada 1933-34 yılları arasında da yeni 750 dosya daha ekleniyor. Komisyon, kafasındaki miktarı şekillendiriyor ve 4 Nisan 1933’te 55 milyon dolar tazminat talep etmeye karar veriyor. Fakat elindeki dosyalar zayıf olduğundan uluslararası hukuk açısından savunmanın güçlüğüne hükmederek bu rakamın yüzde 10’undan azına, yani 5 milyon dolara razı olacağını belirtiyor. İç yazışmalarında bunu tartışıp Türkiye’den 5 milyon dolar istiyor. Türkiye ise 500 bin dolar teklif ediyor.”
Sonraki süreçte Türkiye’nin ABD’ye tazminat olarak 1 milyon 300 bin doları 13 taksit halinde ödemeye karar verdiğini ve anlaşmanın kabul edildiğini belirten Çiçek, 25 Aralık 1934 tarihinde de anlaşmanın imzalandığını kaydetti. Çiçek, “Osmanlı tebaasından olup, Amerikan tabiyetini de alanların tazminat talepleri anlaşma kapsamına alınıyor. Bunu da özellikle söylüyorum, çünkü bazıları bu anlaşmanın Osmanlı tebaasından olup Amerikan tabiyetine geçenleri karşılamadığını söylüyor” diye konuştu.
ABD’nin Türkiye’nin yaptığı 9 ödemeden sonra artık tazminat ödenecek kimsenin kalmadığını bildirdiğini ve kalan 4 ödemeyi talep etmediğini aktaran Çiçek, “Şimdi ben diyorum ki, o tarihte bile ABD’nin tazminat dosyaları arasında sağlam tapular, alım satım senetleri olmadığı halde bugün nasıl bir dava açılıyor ki daha iyi deliller var deniliyor?” diye konuştu.
ABD’de sigorta şirketlerinin tazminat taleplerine ilişkin Ermeniler tarafından bir dava açıldığını da anlatan Çiçek, “Mesela bir Değirmenciyan Davası vardı, bu dava yerel mahkeme tarafından reddedildi. ‘Türkiye ile ABD Aralık 1934’te bir anlaşma yapmışlar ve Türkiye ile ABD vatandaşları arasındaki tazminat meselesini çözmüşlerdir, bu uluslararası bir anlaşma olduğu için mahkememizin yetkisini aşar ve biz bu davayı göremeyiz’ denildi” açıklamasında bulundu.
“Dolayısıyla artık bu davayı tekrar açmamaları lazım normalde. Psikolojik sebeplerden dolayı yine açıyorlar. Yüksek rakam zikretmek, 1.5 milyon ölü Ermeni zikretmekte olduğu gibi dikkat çekmek için yapıyorlar” diyen Çiçek, konu kapanmasına rağmen farklı biçimlerde davaların açılmasının hukuki bir geçerliliği olmadığını söyledi.
ÇANKAYA KÖŞKÜ VE ERZURUM KONGRESİ BİNASI
Çiçek, bir kitapta yer alan, Çankaya Köşkü, Erzurum Kongresi Binası, Çarkçı Mektebi, Ermeni Mezarlığı gibi mülklerin de Ermeniler’e ait olduğu yönündeki iddialarla ilgili olarak da bunlarla ilgili belgelerin o kurumların arşivlerinde yer alabileceğini ifade etti.
Yerel tapu kayıtlarının da incelenmesi gerektiğini dile getiren Çiçek, “Binanın tarihçesine ilişkin belgeler Çankaya Köşkü arşivinde vardır. Ama terk edilmiş mal dahi olsa Çankaya Köşkü, konu bizim açımızdan 1934 yılında kapandı. Biz Türkiye olarak ABD’ye bu taleplerle ilgili maktu bir miktarı ödedik, konu kapandı” değerlendirmesini yaptı.
Çiçek, Ermenilerin el konulduğunu ileri sürdükleri mallarının kaydedildiği defterlerin kayıp olduğu iddiasına ilişkin olarak da şunları söyledi:
“Giden Ermenilerin mallarını defterlere kaydediyorlar, bu defterlerin bir nüshasının da merkeze gönderilmesi gerekiyor. Ama savaş esnasında gönderilmiş mi, gönderilmemiş mi bunu bilemiyoruz. Bu defterler tutulmuş, fakat bir kısmı defterdarlıklarda olabilir, kaza ve vilayetlerin depolarında olabilir. Geniş çaplı bir araştırma gerektiriyor.
Fakat bunlar bazılarının iddia ettiği gibi halen Osmanlı arşivleri genel müdürlüğünün arşivlerinde değiller. Öyle bir gizlenme yok, yani bu defterlerin gizlenmesi için bir sebep yok. Bu defterler niye gizlensin? Zaten Lozan Antlaşmasının ek maddelerinde ve bu tazminat anlaşmasında bu konu kapandığına göre bu defterlerin gizlenmesine bir neden yok. Bunlar savaş sırasında birçok belge gibi tahribat görmüş olabilir. Yani ortaya çıkması da Türkiye’nin aleyhine değil iddia edildiği gibi…”
Bir yanıt yazın