MANDA, MANDACI, MANDACILIK (1)
Hüseyin MÜMTAZ
Mandacılık bir gütme biçimidir, mandacı da “güden”dir..
Doğal olarak “mandacı” olabilmeniz için de herşeyden önce üzerine binebileceğiniz bir “manda” gereklidir.
Özetle ve veciz olarak, manda olmalıdır ki mandacı olsun..
Bu kısa ve hayli etimolojik açıklamadan sonra konuya girebiliriz..
Yok.. Wilson Prensiplerine kadar filan gitmeyeceğiz. Rice’ın GOP’unun, Ralph Peters haritalarının ne olduğunu zannediyorsunuz?
“Free Kurdistan”, doğal olarak küçültülmüş bir “Turkey”, “Greater Jordan”, “Sunni Iraq”, Basra merkezli “Arab Shia State”, “Baghdat city state”, yine küçültülmüş bir “Persia”, büyütülmüş bir “Armenia” ve karşılığında küçük “Azerbaıjan”..
Parçalanmış bir “Saudi Homelands” ve “Free Baluchistan”.
Yukarıdaki, “Manifest Destiny”ye uygun biçimde çizilerek “şekillendirilmiş” ülke isimleri; “Ortadoğu’nun Tekrar Çizim Planları” başlığı ile Haziran 2006’da Amerikan Ordu Dergisi’nde Albay Ralph Peters tarafından “çizilen” haritadan alınmıştır.
Amerika’nın eski “Milli Güvenlik Danışmanlarından” Zbigniew Brzezinski’nin “Hegemonya, insanlık kadar eskidir” sözünü de altını çizerek not edelim.
Bu yüzden öteden beri Amerika’da yapılan bu tür “atölye çalışmalarına”, “beyin fırtınalarına” hep şüphe ile baktığım için, geçen hafta Amerikan Dışişleri’nde Clinton Başkanlığında gerçekleştirildiği “sızdırılan” “gizli” Türkiye toplantısını da duyunca “eyvah” dedim..
“Gizli” ise “Türkiye ile ilgili olduğu” neden “duyuruldu?
Yeni Ankara Büyükelçisi nedene göreve başlayamadı?
ABD’nin Ankara Büyükelçiliği neden Türkiye’nin üç ili için üç “özel temsilci” atadı?
YÖK neden âniden İngilizce Eğitimi için Amerika’dan öğretmen ithaline karar verdi?
Çocuklar “Amerikanca” öğrenmeyecekse, öğretmenlerin İngiltere’den getirilmesi uygun değil miydi?
Amerikan Dışişleri Bakanlığı’nı denetleyen Başmüfettişlik Bürosu’nun bir başka ama tam da bu araya denk gelen “Değerlendirme Raporu”, neden “hassas ama gizli değil” notuyla herkese açık bir sitede kullanıma sunuldu?
Ne deniyor bu raporda?
“Temel soru Türkiye’nin İslâmi özelliklerinin işini kolaylaştıracağı ve potansiyel olarak ek bir değer getireceği Doğu’ya gözünü dikip dikmediği ve Mustafa Kemal Atatürk tarafından kurulan batılı yöneliminden uzaklaşıp uzaklaşmadığı ve eğer öyleyse bunun ne ölçüde olduğudur”. (Cumhuriyet. 15 Ağustos 2010. Elçin Poyrazlar)
Dikkatli okuyun..
Ben bu ifadenin satır aralarında Amerika’nın “temel merakı”nın, bir süredir uygulanmakta olan plan uyarınca Türkiye’nin; Atatürk tarafından kurulan batılı yönelimden ne ölçüde uzaklaş(tırıl)mış olduğu noktasındaki durum tesbitinin yapılmak istendiğini okuyorum..
Brezinski ne diyordu; “Hegemonya, insanlık kadar eskidir”.
Biz ne dedik lâfın başında; “Binecek manda bulursan, mandacı olursun”.
Peki Mustafa Kemal ne diyor?
Önce kabına sığamayan “aydın mandacılar”dan (Mandacılar nedense hep “aydın geçinenlerden” oluşuyor; Halide Edip’in mektubunu okuyalım ki cevabı içimize sindirebilelim);
“Biz İstanbul’da kendimiz için Amerikan mandasını ehveni şer olarak görüyoruz…İzzeti nefsimizden epeyse fedakârlık etmek mecburiyetinde bulunuyoruz.. Amerika’nın fikri, örtülü olarak şudur; Türkiye’yi olduğu gibi hiç bir parçaya ayırmamak, eski sınırları içinde birlik içinde muhafaza etmek şartıyla umumi ve bir tek manda altına almak istiyorlar”. (“YENİ MANDACILAR”. Alev Coşkun. Cumhuriyet Kitap.Nisan 2008. S.13,14)
Lütfetmişler..
Fakat ya 90 yılda fikirleri değişmiş, yahut Halide Edip tam olarak anlamamış veya aktarmak istememiş ki 2006’da açıkça Rice-Peters imzasıyla “bölerek manda” noktasına gelmişler..
Bakın Mustafa Kemal ne diyor cevabî mektubunda?
“Lehimize bu kadar şerait dermeyanına müsait bulunacak olan Amerika hükümeti bu şekildeki mandaterliği kabul etmesine, yani buna katlanmasına karşılık Amerika namına ne gibi faydalar ve menfaatler temin etmiş olacaktır?” (Coşkun. S.8)
“Yâni,” diyor Mustafa Kemal, “Kara kaşımız, kara gözümüz için mi Amerika manda istiyor?”
Peki, Amerikan Dışişleri Bakanlığı’nı denetleyen Başmüfettişlik Bürosu’nun Değerlendirme Raporu’nda başka ne söyleniyor?
Raporun Başkonsolosluk Halka İlişkiler Bölümü’yle ilgili kısmında, “İstanbul, dünyanın en büyük Kürt nüfusunu barındıran şehri olduğunu öne sürüyor. Kırsal alanlardan ve Doğu Türkiye’den gelen göç, kentin yapısını dramatik şekilde değiştirmiş ve bu değişimler de siyasi düzende hissedilmiştir” deniliyor. (Hürriyet. İrem Köker.14 Ağustos 2010)
1839 Tanzimat Fermanı ile kendilerine tanınan büyük ayrıcalıklara batılıların kefil-garantör olmasıyla “gizli din taşıyan” dini azınlıklar asıl kimliklerini fâş etmişler, böylelikle yaratılan-büyütülen çeşitli dini azınlıkların sınır tanımayan ihtirasları “imparatorluğun” tasfiyesi sonucunu doğurmuştu.
1995’li GB-AB yıllarından itibaren de etnik azınlıkları keşfettik.
Biz değil, o zamana kadar Türk bellediğimiz nice âdem ile havva da keşfetti, daha doğrusu bildiği ama sakladığı kimliğini kabak çiçeği gibi uluorta sergilemeye başladı..
Sonuçta Amerika’nın dediği oldu, “İstanbul’un, dünyanın en büyük Kürt nüfusunu barındıran şehri” olduğu kayıtlara geçti.
“İstanbul’lu” M.Ali Erbil’in aslında Erbil’li; yine “İstanbul’lu” Şevval Sam’ın da aslında Kerküklü olduklarını keşif ve beyan etmeleri bu sürecin doğal sonucudur.
Fakat çok şükür ki İstanbul sadece; raporda belirtildiği gibi “dünyanın en büyük Kürt nüfusunu barındıran şehri”dir.
“Dünyanın en büyük Kürt şehri” değildir.
Şimdilik..
Raporun dikkat çeken bir diğer tespiti de, “Uzun süre egemen olan laik elite karşı, İslami kuruluşlar tarafından başarılı bir şekilde meydan okundu. Bu meydan okumanın demokratikleştirici bir etkisi olsa da Türkiye demokratik yönetimin doğasını tam olarak tanımlayabilmiş değil. Yaşanan bu değişimlerin büyükelçiliğin yaklaşımları üzerinde de etkisi var. Türkiye’deki misyonun daha geniş, daha derin ve daha uzağa ulaşarak Türkleri bilgilendirmesi ve etkilemesi gerekmektedir” bölümüdür.
1.Demek Türkiye “demokratik yönetimin doğasını tam olarak tanımlayabilmiş değil”, öyle mi?
Nasıl tanımlamalıymışız acaba “demokratik yönetimi”?
Amerika’nın orta ve güney Amerika ülkelerine dayatmaya çalıştığı gibi mi?
Amerika’nın Irak ve Afganistan’a getirmeye çalıştığı gibi mi?
“Diktatör” Saddam zamanında Irak bir ve bütündü. “Amerikan tipi demokrasi” Irak’ı Şii, Sünni ve Kürt bölgeleri olmak üzere üçe bölmektedir. R.Peters haritasını hatırlayın lütfen.
Krallık ve Cumhuriyet dönemlerinde Afganistan yine bir ve bütündü..
Amerika’nın getirmeye çalışıp da bir türlü getiremediği “demokrasi”de ise neyin ne olduğu halâ belli değildir..
2.Ve Türkiye’nin henüz “demokratik yönetimin doğasını tam olarak tanımlayabilmemiş olması” “Türkiye’deki misyona” “yeni görevler yüklemekte”ymiş.
“Türkiye’deki misyon”un, “daha geniş, daha derin ve daha uzağa” ulaşarak Türkleri bilgilendirmesi ve etkilemesi gerekmekte”ymiş.
Allah korusun…
Acaba Amerika’nın “şimdilik” üç ilde, Konya, Kayseri ve İzmir’de açtığı “temsilcilikler” bir alıştırma denemesi mi?
Arkası gelecek mi, alıştıra alıştıra?
Ne diyordu Mustafa Kemal?
“Lehimize bu kadar şerait dermeyanına müsait bulunacak olan Amerika hükümeti bu şekildeki mandaterliği kabul etmesine, yani buna katlanmasına karşılık Amerika namına ne gibi faydalar ve menfaatler temin etmiş olacaktır?”
Allah korusun..15 Ağustos 2010
57’İNCİ ALAY HER YERDE
HEPİMİZ 57’İNCİ ALAY’IN NEFERLERİYİZ
Bir yanıt yazın