Kıymet Nadir Bindebir
“Korucu kızı Hevidan, çok küçüktü, 12 yaşındaydı. Apo’nun çıkardığı “korucu çocuklarını kaçırıp PKK’lı yapma” kanunuyla kaçırılıp getirilmişti. 1997 Temmuz’unda 16 yaşına basmıştı. Kaçma planları yaptı ama anlaşıldı, tutuklandı. İnfaz kararı verildikten sonra Hevidan’ın eline kazma kürek verip mezarını kazdırdılar. Temmuz sıcağında çukur açarken söylediği türkü dağlarda yankılanıyordu. Son isteği sorulduğunda af dilemedi. “Kahrolsun Apo” dedi, o köylü kızı. “Ahım sizin boynunuzda kalacak!” İnfaz mangasında tek bacağı protezli Siirtli Rengin, Hevidan’ı gözünü kırpmadan taradı. Ölmüyordu bir türlü. Kadınlar başını taşlarla ezerek öldürdüler.”
Yüreğinizin orta yerine taş oturdu değil mi?
Devam edin okumaya:
“Öcalan’ın Şam’daki evine Yoğunlaştırma Evi denir. Yoğunlaştırma Evi’ne bakire, genç ve güzel kadınlar alınır. Vahşi, “çöl güzeli” kızlardan hoşlanırdı ama sarışınlara daha çok ilgi duyardı. Ben de Yoğunlaştırma Evi’ne çağrıldım. Apo bir gün beni masaja çağırdı. Gittim, ılık su dolu leğendeki ayaklarını yıkadım. Hani köy ağaları gibi. Beni azarlamaya başladı, bilmiyorum diye. Sırtüstü uzandı, şimdi bütün vücuduma, dedi. Anladım neler olacağını. Çünkü cinsel istek uyandığını gördüm. Soyun, dedi. Soyundum. İç çamaşırlarını da çıkar, dedi. Ayağa kalkıp sarılıp sıkınca korktum. Kendimi savunmak için Apo’ya vurdum. Üç yumruk attı yüzüme ve kafama. Küfretti bana. “Düşkün, fahişe, rezil kadın. Seni özgürleştirmeye, tabulaştırdığın zincirleri kırmaya çalışıyorum” dedi. Titrediğimi görünce kovdu beni. “Sen köle kalacaksın!” diye bağırdı. Ama bu daha ilk denemeydi. Dışarıda bekleyen tecrübeli kadınlar, beni psikolojik olarak hazırlama toplantısına çağırdı. Ağladım. İçlerinden biri, Osmanlı Sarayı’ndaki Valide Sultan gibiydi. Beni azarladı. “Başkan bizi özgürleştiriyor. Sen özgürleşmek istemiyor musun? Başkana erkek gözüyle bakıyorsun. O başkan, o zincirlerimizi kıran bir peygamber.” Beni akşam yemeğinden sonra yine çağırdı Apo. Bu kez çözümsüzdüm. Kime derdimi anlatacaktım? O ana kadar ölüme hiç bu kadar yaklaşmamıştım. Bekaretimi aldı. Sonraki günlerde iki kez daha sevişti benimle.”
Okumaya devam;
“Mardinli Rojin’in bir eli yoktu. Hamile bırakıldı, üst düzey bir komutan tarafından. Sonra da idam edildi. Tecavüzcü ise şu an Osman Öcalan’ın partisinde. Yedi aylık hamile Ronahi’nin Zele’de infaz edildiğini Osman Öcalan da Cemil Bayık da iyi biliyor. Çünkü onlar karar verdi. 1991’den beri arkadaşımdı. Suriye-Kamışlılı’ydı. Son isteğini sordular. “Çocuğumun hayatını bağışlayın. O doğduktan sonra beni idam edin” dedi. Suçu, biriyle ilişki kurmasıydı. Babasına dokunmadılar. Ronahi, karnını kuşakla bağlıyordu ama büyüyünce gizleyemedi. Açığa çıktı. İnfaz manga komutanı, Cemil Bayık’a, Ronahi’nin son isteğini söyledi. Cemil Bayık, “Hayır, idam edin” dedi. Karnında bebeğiyle öldürüldü.”
—
Bunlar, 1991’den 2003’e kadar dağ kamplarında sürünmüş PKK militanı Kürt kızı Dilaram’ın “Özgürlüğe Kaçış” anı-romanından.
—
Önce Emine Ayna (Ahmet Türk yumruklandığında) konuştu. “Namertçe kadınlığımıza ve cinselliğimize saldıranlar bir gün utançlarından yüzlerini yerden kaldıramayacaklar”dedi, ‘fesüphanallah’ çekip sustum…
Sonra Kürt kadınları çocuk istismarı, cinsel taciz, tecavüz ile çocuk ölümlerini protesto etmek için yürüdüler. Ellerinde “Meclis’i basarız Başbakanı asarız” pankartı.
Recep Bey’i savunmaya geçmek içimden gelmedi, sustum…
Sonra bir günde 12 asker öldürüldü, 14 asker yaralandı.
İçimiz kan ağlarken BDP-PKK’lı vekil Gültan Kışanak konuştu. “Arkadaşlar hergün oluyor. Sayı 1 ya da 10 ne farkeder?” dedi. Yine fesüphanallah, sustum…
En son, nikah memurunun ‘yazar’ eylediği Nazlı Ilıcak konuştu. “PKK muhatap alınsın”dedi.
Daha fazla susamayacağım!
Tane tane yazacağım…Emine, Nazlı, Pervin, Fatma, Gülten, tüm PKK destekçileri anlasın diye.
—
Raporlar, anketler, röportajlar gösteriyor ki; Güneydoğu’daki kadınlar en fazla cinsel taciz-tecavüzden, , şiddete maruz kalmaktan (yani ‘töre’den), çocuk istismarından şikayetçidir. Sonra işsizlikten, fukaralıktan. Ve devletten yeterince yardım görmemekten.
Geleneksel ‘ulusal dayanışma’ önce Güneydoğu’da bozuldu. Dayanışma bozulduğunda, doğal olarak ‘kökene dönme arzusu’ başgösterdi. ‘Terkedilmiş çocuk’ sendromuyla güvenebilecekleri, dayanabilecekleri bir ‘baba’ya ihtiyaç duyduklarında, baba koltuğunda Abdullah Öcalan oturuyordu.
Babaları, dağda kadınlardan güzellerini seçip, döve döve tecavüz ederek ‘özgürleştirdi’ (!). Hamile kalanı öldürttü. Babanın çetesi, bu ülkede barışın, özgürlüğün, umudun yollarına mayın döşerken, kadınlar dağda doğurdukları çocukların adını Barış, Özgür, Umut koydular.
Baba’nın çetesi, köy basıp militan toplarken, ev yıkar köy yakarken Güneydoğu’lular şehir varoşlarına kaçıştılar. Kadınları ‘temizlikçi’ oldu, erkekleri hamal.
1999’da yakalanan ‘liderlik’, ‘peygamber’, ‘baba’ Öcalan, uyuşturucu imalatı ve kaçakçılığından, silahlı bölücü terör örgütü kurmak-yönetmekten, katliamlardan yargılandı. Mahkeme’nin gerekçeli kararında “Göçlerin, köy boşaltmaların ana kaynağı ve sebebi PKK terör örgütüdür” ifadesine Öcalan’ın bir itirazı olmadı. Avukatlarından biri Aysel Tuğluk’tu.
Şimdi Kürt kadınları, hesabı henüz sorulmamış tecavüzlerin hesabını sormak yerine, Öcalan posteri açıp “Barış! Özgürlük! Tacize-tecavüze son!” gösterileri yapınca ‘şaşırma’ hakkımı kullanıyorum.
Taciz-tecavüz, çocuk istismarından şikayet edenlerin, neden Nimet Çubukçu’yu, hasıraltı ettirdiği “Güneydoğu’da Çocuk İstismarı Raporu”nu açıklamaya zorlamadıklarını anlamıyorum.
Güneydoğu’da ‘kadına şiddetin, çocuk istismarının önlenmesi’ işini imamlara havale eden İslamcı AKP’ye, Kürt kadınları, islamcıların bu konuda sabıkalı olduğunu hatırlatmalılar. Birileri çıkıp, İslamın nasıl güçsüzü, kurbanı cezalandıran bir din olduğunu da anlatmalı.
Güneydoğu’lu kadınların, bir yandan çocuk istismarını protesto ederken, neden bir yandan da Filistin’e özenip, çocukların eline taş verip yanlış zamanda yanlış yerde yanlış hedefe yönlendirdiklerini düz akılla anlayamıyorum. Çocuğu manipüle etmek kolay olduğu için mi?
PKK destekçilerinin, Öcalan’ın Mahkeme’ye beyan ettiği 250 milyon dolar yıllık gelirini, uyuşturucudan değil de dergi satışından, dükkan haracından topladığına inandıklarını da sanmıyorum.
Ellerinde PKK bayraklarıyla “Bölge ihmal edildi” diye yırtınanların, PKK’dan Diyarbakır’a yatırım yapanların iş makinelerini, petrol tesislerini yaktığının hesabını neden sormadıklarını da (kıt) aklım almıyor.
Tecavüzcü Öcalan yakalandığında, üzerinden bilmemne marka saat, S. ve RB. marka gözlükler çıkmıştı. DTP-BDP-PKK’lı kadınlar da Meclis’e girdiklerinden beri iki şey yaptılar: Öcalan propagandası ve gardroplarını marka giyim-aksesuarla düzmek.
Rojin, Hejin, Berivan! Sözüm insanlığını değil etnisitesini öne çıkartan, PKK’ya destek veren Kürt kadınlarına!
Tecavüz güç gösterisidir, ‘cinsellik’ değil. İktidar/güç gösterisi beden üzerinden işler. Sen insanın en değerli varlık olduğunu çocuğuna öğretmezsen, kimse öğretmez. Sen uyuşturucu baronlarının kıçına takılıp memenden kankırmızı şiddet emzirirsen, ne akan kan durur, ne sen taciz-tecavüzden kurtulursun. Şu peşine takıldığın adamların kadınların çapına bir bak hele…
Kürt kadınları! Gelin sorgulamaya önce ‘halkınız’a ihanet ederek başlayın. Birşeyleri düzeltebilmek için önce ona ihanet etmek gerekir. Cerahate önce neşter…
Gelin kadın olarak uğradığınız bütün saldırıları kendiniz anlatın bu topluma. Çocuklarınızı kimden-neden koruyamadığınızı anlatın. Çıkın anlatın abinizin, amcanızın, babanızın tecavüzünü. Yamultulmuş haberlerden değil sizden duyalım gerçekleri. Çözümü birlikte arayalım.
Başbakanı asmaya kalkacağınıza, cinsel soruna da ekonomik soruna da ‘dinsel’ çözüm önermesinin hesabını sorun! Sizleri korumayı neden imamlara havale ettiğinin hesabını sorun! Kadın Bakanı’nın ne hakla ‘bekaret’i savunabildiğini sorgulayın!
Önce kendi bedeniniz üzerindeki egemenliğinizi erkeğin elinden alın bir. Sonra ‘egemen devlet’ lamba kümbe arayışına girersiniz. Önce kendi çocuklarınızı uyuşturucu tüccarlarının elinden kurtarın hele, sonra Filistin’linin çocuklarını kurtarırsınız.
Kürtler iddia ettiğiniz gibi bir ‘ulus’sa, önce akraba evlilikleriyle bataklığa dönmüş genetik havuzunuzu bir temizleyin hele! Meclis’e soktuğunuz vekillerden akraba evliliğini yasaklayan yasalar talep edin.
Bedava dağıtılan çamaşır makinesini alıp kümese folluk yapacağınıza, iktidardan o buzdolabının parasını, onurununuzla, emeğinizle kendiniz kazanmak için iş isteyin! “Sen bana iş bulmak-yaratmak zorundasın” diye ihtar çekin. Hobareyy abareyy diye Başbakan asmaya kalkmayın da, Başbakan’dan ‘Tehlikeli işte çocuk çalıştırma’nın cezası 904 YTL iken, o cezayı neden 100 YTL’ne indirdiğinin hesabını sorun.
Tecavüzcünüzle evlenmeye razı olduğunuzda, adamın ceza almasını engelleyen Yasa maddesini Meclis’tekilerin kafasına geçirin mesela!
Erkekten, politikacıdan ‘ahlaki’ davranmasını beklerken, kendi ahlak çıtanızı da yükseltmeye çalışın. Mesela kaçak elektrik-su kullanmaya itirazınız olsun. Başkalarının hakkını, vergisini gasp etmeye itirazınız olsun. Kullandığı suyun parasını ödemeyen Diyarbakırlı’nın hangi parayla bir günde 3 milyon 3G telefonu aldığı sorusu sizi rahatsız etsin.
Rojin, Hejin, Berivan!
Peşine takıldığın adamlar, evini, köyünü yakıp seni göç mağduru eden tecavüzcülerin!
Savunduğun adamlar, kan davasında öldürülmekten kurtulmak için bile kadını ‘berdel’ veren aşiret düzeninin savunucuları!
Amerika’nın kucağında kalkıştığınız, ‘bağımsızlık mücadelesi’ sandığınız bu terör, aslında Batı’nın su, petrol, maden yatakları ve uyuşturucu trafiği paylaşım savaşı!
Al sana, eski PKK militanı, Kürt kızı Dilaram’ın kitabından bir paragraf daha:
“Tecavüz edenlerin cezalandırıldığına hiç tanık olmadım. Tecavüze uğrayan kadın hep susmak zorundaydı. Eğer susmazsa erkek, yetkisine yaslanıyordu. Merkez Komitesi üyelerinden biliyorum, yetkileri nedeniyle istediği kadınla birlikte oldular. Kadın asla şikayetçi olamadı. Kadın bir raporla bildirmek istese bile o rapor, ancak tecavüzcü komutanının eliyle Suriye’ye ulaştırılabilirdi. Komutan hiç kendi tecavüzünü yukarıya bildirir mi!”
Rojin, Hejin, Berivan! Elinde tecavüz-uyuşturucu-haraç çetesinin başının resmiyle, bayrağıyla bu neyin taciz-tecavüz protestosu?
Amerikalı Irak’ta milyonlarca kadına tecavüz etti, fuhuşa zorladı. Bırak Irak’lı kadını, herif kendi kadın subaylarına bile tecavüz etti yahu! Şimdi Amerikan planlarının tam ortasında olduğunu bile bile bu neyin özgürlük mücadelesi?
Yoksa ‘töre adına’, ‘örgüt yararına’ tecavüze uğrarken şimdi de Filistin olup, ‘Allah adına’ hamle edecek tecavüzcü mü arıyorsun? Ya da ‘Amerikan çıkarları’ uğruna abanacak eroinman asker?
Nazlı, şimdi de sen söyle! Türkiye Cumhuriyeti bu uyuşturucu baronu tecavüzcülerle mi masaya otursun? Hadi destek at, akıl ver Türkiye’nin yeniyetme devlet olmadığını anlaması 8 sene sürmüş yeniyetme başbakanına!. Bak, gündemi kendisi belirleyemeyince nasıl da şaşkın yüz ifadesi Şemdinli sınır karakolunda. Hadi Nazlı! PKK’lıların özgürlük savaşçıları olduğunu anlat bize… Ama önce şu kitabı bir oku!
SİZ, İSTEDİĞİNİZ KADAR…
Saadet PESEN
Siz, istediğiniz kadar;
‘Devletin araçlarını kullanarak, EVET mitingleri yapamazsınız..’ deyin ve gerekli yerlere başvurularınızı yapın.
Siz, istediğiniz kadar;
Milletin vergileri ile yaşatılan ve devletin olan TRT’nin EVET’çi tutumunu protesto edin ve hatta YSK’den uyarı almasını sağlayın.
Siz, istediğiniz kadar;
Zaman, Samanyolu vb alanlardan TRT’ye geçerek proğram başına ve haftada bir 40-60 bin TL alanları isim isim tespit ederek yayınlayın ve gerçekleri kendilerinden öğrenmek üzere sorun.
Siz, istediğiniz kadar;
Bir siyasi parti olarak, ‘Halkın oyunu etkilemek üzere’ propaganda yapmak amaçlı olarak; İmza masaları açmak, Binanızın duvarına HAYIR pankartı asmak, Bildiri dağıtmak gibi eylemlerin yasal hakkınız olduğunu savunun.
Siz istediğiniz kadar;
12 Eylül 2010 Pazar günü oylamaya sunulacak olan Anayasa değişikliği paketinin, BOP Eşbaşkanı RTE’nin, yargıdan kaçış paketi olduğunu anlatın.
Siz istediğiniz kadar;
‘Seçim alanlarında verdiğin sözü tut. Dokunulmazlıkları kaldır.’ Diye dövünün.
Görmek istemeyen GÖZ GÖRMEZ
İşitmek istemeyen KULAK DUYMAZ
Bilmek istemeyen BEYİN ALGILAMAZ
Peki, ne yapmak gerekir?
1) Milleti kardeş kavgasına götürme ve vatan topraklarını bölme amaçları olan işbirlikçilerin etkilemeye çalıştıkları tabana gitmek; önce dinlemek sonra gerçekleri anlatmak. (Tabana inmek)
2) Referandumun, siyasi parti ve yönetim SEÇİM’i olmadığını, bu vatan ve millet için TERCİH olduğunu kavratmak.
3) Yasaların verdiği hakları kullanarak; imza masaları açmak. (İstanbul’da TKP ve İP’nin masa açmasına İstanbul Valisi karşı çıktı. İP İstanbul İl Başkanı ÖNSEL, valilik önünde protesto açıklaması yaparak, AKP’nin tüm imza masalarının karşılarında bir de İP imza masaları olacağını açıkladı)
4) Partilerin, binalarının duvarlarına ve hatta İlçe Seçim Kurullarının belirlediği ve siyasi partilere gönderdiği çizelgede yer alan noktalara HAYIR ve nedenlerini açıklayan pankartları asmak.
5) Siyasi parti tüzükleri gereği, yapmaları gereken ve sorumlulukları alanlarında olan, ‘Bildiri dağıtmak’ (YSK’nin belirlediği son ana kadar)
6) Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak; Görev ve sorumluluklarımız gereği, yerleşim birimimizde (Ev, apartman, site) ve yaşam alanlarımızda (Komşuluk ilişkileri, alısveriş alanlarımız vb) Atatürkçü bakışımızı bıkmadan usanmadan anlatmak.
7) Özellikle CHP ve MHP’nin Genel Merkezlerinden başlamak üzere, Türkiye’deki 112 bin (Anımsadığım kadarıyla) olan sandık sayısının en az 3 katı kadar görevli-sorumlu kişileri sandık başlarında 12 Eylül 2010 sabahından 13 Eylül 2010 sabahına kadar görevlendirmek. (Galatasaray Üniversitesi Öğretim Üyesi Ümit KOCASAKAL’ın dediği gibi, sandıklara sandık başında sahip çıkmak ve bilgisayar sonuçları ile sandık sonuçlarının AYNI çıkmasını sağlamak.) Milletin ve ülkenin geleceğine sahip çıkmak için önce 112 bin sandığa SAHİP ÇIKABİLMEK.
8) ‘Tatilden dönemeyiz-dönemedik’ ya da ‘Bayram ziyaretindeydik’ türünden gerekçelerin, bir daha hiç tatil yapamayacak ya da bayram ziyaretlerine gidemeyecek olasılıklarını düşünerek, ikinci plana atmak. En güzel tatilleri ve en güzel ziyaretleri, VATAN varolursa ve MİLLET birlikteliği olursa olabileceğini düşünmek.
9) Sonradan KEŞKE dememek için, görev ve sorumluluk bilinciyle HAYIR diyebilmek.
Ne istediğimizi tam olarak bilelim.
Ne yapmamız gerektiğini de.
Ve ne yaptığımızı da .
Saadet05@yahoo.com
HAYDİ BASTIR KILIÇDAROĞLU!.. HERŞEY İYİ GİDİYOR!..
Mehmet Halil Arık, Emekli eğitimci – DENİZLİ
Mehmethalilarik@gmail.com
Recep bey öfkeli..
Recep bey kaygılı,
Recep bey telaşta…
Yüce divana gitmenin telaşında..
Konuşmaları ele veriyor Recep Bey’i…
Medet arıyor.. Menderesten..
Mevlana’dan, Dadaloğlu’dan, Özal’dan..
12 Mart’tan, 12 Eylül mağdurlarından..
Yeni bir 28 Şubatı, çok bekledi, ordudan;
Olmadı, oysa memnundu mağduru oynamaktan..
Ergenekon, Balyoz, Kafes, Eldiven, Ayışığı daha bilmem ne bela,
Darbeler planından, ne yazık ki, bir muhtıra çıkmadı!…
Gözyaşı döküyor Recep Bey.. Medet umduklarına sığınıp!..
Dökülen gözyaşı, asılanlara değil,
Asılanların gösterdiği metanete hiç değil!..
Zinhar yanlış anlaşılması!..
Dilenci gözyaşlarıdır, ailecek salya sümük dökülen..
Senden zengindir amma;
Yalvarır-yakarır, gerekirse ağlar, ister senden dilenci!..
Verirsen iyi olursun, vermezsen, öfkeye, bedduaya garkolursun,
Birgün bakmışsın, Ergenekona ortak olmuşsun,
Kendini Silivri’de bulursun!..
Gözyaşı korosunun gösterisi, tezgahların bozulmuş olmasınadır..
Yürekleri yanıyor yandaşlar tayfasının;
Kurulan tezgahamı, yarıda kalana mı yansın, dayansın yürekler!..
Ya öfkeyle bağıracaklar, ya oturup ağlayacaklar!..
Meydanlarda, sesi titrek recep Bey’in..
Suçüstü olduğunun resmidir..
Telaşta Recep Bey;
Oysa ne de güzel kurulmuştu tezgah!..
Tam da mahkeme mülk olacaktı kadıya!..
Olmıyacaktı bir daha zeval!..
Durup dururken, nereden çıktı, bu memur Kemal!..
Başarırsa, inanıyor ki, deliğe süpürülmeyecek!..
ABD gezileri sayıca beşyüzleri geçecek!..
Özgürlük, demokrasi, hak, hukuk, diye diye,
Takiyyeyle işler idare edilip, kurumlarla ilgili, planlar işleyecek.
80 yıllık laiklik tarihe gömülecek!..
Oysa, Kılıçdaroğlu geldi, meydanları doldurdu!..
Recep Bey’in planları bozuldu, herşeye maydanoz oldu!..
Şimdi artık, pilanlar bir bir suya düşecek!..
Yüce divan için kendi hakimini seçemiyecek!..
BOP eşbaşkanlığı artık sona erecek!..
Açılım küfesinin yükü altında ezim ezim ezilecek!..
Yetmiyecek Habur’un hesabını verecek!..
Oğluna damadına yeni kredi muslukları kesilecek,
Özelleştirme dosyaları bir bir raftan inecek!..
Recep Bey’e yüce divan yolu görünecek,
Bugün çevresinde fır dönen çıkar halkası,
Buhar olup görünmeyecek!..
İşte o an Tayyip Bey;” ben bitmişim” diyecek!..
Öfkeli tayyip bey,
Gördükleri, “düş olsun!.” istiyor!..
Ama gerçekleri biliyor, geleceği görüyor;
Yüreği cızz!.. ediyor!..
Keşke gördüklerim düş olsa diyor;
“Gece gündüz, aynı rüya olmaz ki!..” diyor.
Bunlar yetmezmiş gibi, birde Memur Kemal Yükleniyor!..
Meydanlarda Memur Kemal Efendi;
Recep Bey’in salt oyunlarını değil, kimyasını bozuyor!..
Çaresiz recep Bey, öfke saçıyor;
Yetmiyor, kaşlarını çatıyor, iki kaşın arasında öfke yumruk oluyor.
O an, dil-mantık zincirinin bağlantısı kopuyor,
Ne, ne dedğini dinliyor, ne de; ne dediğini biliyor!..
Dürüstlükten dem vururken, her kurum azarlardan nasibini alıyor!..
Öfkeli tayyip bey!..
Bu yüzden, örnekleri gerçeklere uymuyor..
Kurduğu cümleler salt vicdanları değil, mantıkları zorluyor!..
Ne yazık ki, Recep Bey sağlığından oluyor!..
Recep Bey’in çevresi, bal gibi, bu durumu bilyor;
İnsanoğlu bu işte, gör, çıkarı için neleri kullanıyor!..
DE Kİ;
KILIÇDAROĞLU!;
“Kardeşim(!)” dediğn o Recep Bey’e
Öfke, aklın düşmanıdır..
Akıl baştan gidince; düşüncede sistem bozulur,
Dil, yüreği duymaz olur,
Artık, ne candan konuşma kalır ortada,
Ne camdan konuşma kurtarır öfkenin sahibini..
Artık;
Mantık esarettedir,
İzan esarettedir,
Vicdan hakeza;
Us esarettedir..
Ama!.., fiziko motor kontrolsuz devrededir..
El kol hareketleri tutmaz birbirini
Bu durum sağlık için çok büyük tehlikedir!..
De ki; Recep Bey’den sorumlu, ehl-i beşere;
Mukayyet olmak gerek,
Haşmetmeap Son Sultan,1. Recep Erdoğana,
Dese de;
“Ben beyaz gömleği giydimde çıktım yola”;
Kefensiz gitmeli, haşmetlü Yüce Divan’a!..
Deniz Feneri ve referandum
Fevzi Yurdakul
Deniz Feneri yolsuzluğu soruşturmasını,
Ergenekon ve Balyoz soruşturmalarının ardına sakladılar!!!
* * *
Eyy halkın parasını iç eden,
Bağışları develeyen,
Siyasi yatırım yapan,
Deniz Feneri yolsuzluğu,
Elma dersem çık !!!
* * *
Ama ne ses var, ne de nefes…
Asrın yolsuzluğu olan bu dava,
Ergenekon ve Balyoz davaları gibi yapay değil, İçi dolu…
MASAK uzun süre bu davaya ait soruşturma evraklarını sümenaltı yaptı.
Çünkü bu davanın ucunun üst düzey siyasetçilere gittiği söyleniyor.
* * *
Ne yazık ki bu büyük yolsuzluk toplum bilincinden siliniyor.
Fener davası hakkında yayın yasağı getirildi…
Ama TSK’nin askeri sırları, kozmik bilgileri Dava Dosyalarına kondu.
Casuslara gün doğdu.
Tüm savunma sırlarımız bir klasörde açıklandı.
Sağ olsun!!! Bunu yapanlar…
* * *
Yandaş adalet sağlayıcıları ile…
Deniz Feneri yolsuzluğunun delilleri karartıldı.
Düzmece suikast ihbarı, imzasız ihbar mektuplarıyla
TSK’nin ve Generallerinin sorgulanmasını istedi…
Ama Deniz Feneri davasının baş aktörlerinden olan Zahit Akman için
Başbakan soruşturma izini vermedi…
Neden acaba ???
* * *
İşte AKP hukuku böyle bir şeydir.
Onların kabul ettiği hukuk, Onlara dokunmayan hukuktur…
Bunu da sağlamanın yolu referandumdan geçmektedir.
Yaşasın karanlık AKP demokrasisi!!!
Yaşamak için HAYIR!
Ender Erdemir
Başbakan Erdoğan grup toplantılarında, mitinglerde Anayasa Değişiklik Paketine evet desinler diye vatandaşa söylenmedik yalan bırakmıyor. Mektuplar okuyor. Ağlıyor. 12 Eylül’le hesaplaşacağını söylüyor…
Ağustos ayının başında vatandaşa kömür dağıtılıyor. İftarlık erzak dağıtılıyor. Erzakı dağıtanların kafalarında birer turuncu şapka. Üzerinde evet yazılı. Bir başkası erzak dağıtmayı bırakmış, evet yazılı bir pankart açıyor…
İstanbul valisi, hayır kampanyası yürütmek isteyenlere izin vermiyor. Başka illerin valileri siyasi parti binalarında asılı pankartları indirtiyor…
Yapacak. Daha da fazlasını yapacak. BOP Eş-Başkanıdır. 2011 yılı sonuna kadar Irak’tan askerini çekmeyi planlayan ABD’ye çekilme sırasında Türkiye topraklarını kullandırma sözü vardır.
ABD; Irak’ın kuzeyinde Kürt devletini resmen ilan etmek için, Türkiye’nin Barzani için güvenli bir bölge haline getirilmesini istemiştir BOP Eş-Başkanından.
Başkanlık sisteminin kurulmasının, Türkiye’nin federal bir yapıya dönüştürülmesinin planları 2004 yılından beri bir türlü düzgün yürütülemiyordur. Bu amaçla çıkarılan Yerel Yönetimler yasasını Anayasa Mahkemesi iptal edince 2006 yılında çıkarılan Kalkınma Ajanslarının kurulması hakkında kanun öksüz kalmıştır.
Türkiye’nin dönüştürülmesi, Cumhuriyetin tamamen ortadan kaldırılması bir türlü gerçekleşmiyordur. Yüksek yargı sürekli pürüz çıkarıyordur. O yüzden Anayasa değiştirilmeli, Yüksek yargının seçilmişlerin işine burnunu sokması önlenmelidir…
2011’e bir şey kalmamıştır. Bu yüzden adımlar hızlı atılmalı, ne bahasına olursa olsun Cumhuriyet’i ayakta tutan tek güç olarak kalmış yargıyı da siyasi iktidarın gücü haline getirmelidir…
Getirmelidir ki, bir yandan Cumhuriyet’in yıkılmasına karşı çıkanlara haddini bildirmeli, cezaevlerini Guantanamo’ya çevirmeli; diğer yandan da başkanlık sistemi, federatif yapı, Kuzeyiyle, Güneyiyle büyük Kürdistan projeleri, Kıbrıs’ta ver kurtul ve daha saymadığımız pek çok yıkım projesini pürüzsüz yürütebilmelidir.
Çıkarılan yasalar Anayasa’ya; yapılan işler yasalara uygun olmasa da engellenemememelidir…
Başbakan Erdoğan, ABD’nin Irak’tan çekilme telaşını Türkiye’ye taşımıştır. Yavaş yavaş yapabileceği işleri ivedilikle yapabilmek için sınırsız bir güç yaratma peşindedir. Bu yüzden de Anayasa değişiklik paketinin kabul edilmesi için hile de dahil her şeyi yapmayı göze almıştır.
Anayasa’yı değiştirmeyi başarırsa onu durduracak bir güç kalmayacak; Türkiye’yi babasının çiftliği gibi yönetmeye başlayacaktır. Cumhuriyet’i savunanları hallaç pamuğu gibi atmak için ne gerekiyorsa yapacaktır.
Cumhuriyet’i savunanlara yapacaklarının en hafif örneği Silivri’dedir.
12 Eylül’de yapılacak referandum, Türkiye Cumhuriyeti’nin ölüm kalım savaşıdır. Referandum’dan hayır çıkması Türkiye Cumhuriyeti’nin yaşatılabilmesi için bir fırsat sunacaktır önümüze…
Bu yüzden referandumda Anayasa Değişiklik Paketine “hayır” demek, en önemli yurttaşlık görevidir.
HAYRI ŞER, ŞERRİ HAYIR GÖSTERMEK
Mehmet Emin Koç
Başbakan R. T. Erdoğan’ın “milletin değerlerini istismar etmeye dayalı politik anlayışı” referandum vesilesiyle ayyuka çıktı.
Dün “Minareler süngü, kubbeler miğfer” çıkışlarıyla meydanlarda muhafazakar kesimi gazlayan Erdoğan, bugün “ya Allah Bismillah!” nidalarıyla kilise açıyor.
En temel değerlerin içini boşaltıyor.
Erdoğan’ın istismarı öyle bir raddeye varıyor ki, AKP’nin “Amerikan patentli paketi”ne “hayır” diyenleri, “şer ittifakı” olarak dillendiriyor.
Erdoğan, Hatay’da “bunlar şerde ittifak ediyorlar” diye haykırıyor.
İmam bilmem ne yaparsa, cemaat bilmem ne yapar, der atalarımız!
Erdoğan bunu yaparsa, Amerika’nın sesi gibi Pensilvanya’dan bu tarafa seslenen Fetullah Efendi, “ölüleri ayağa kaldırmaya” varıncaya kadar her yolu elbette denetecektir.
Hatta cemaat daha da ileriye gidecektir.
Nitekim ölçüsüzlük ve hadsizlik almış başını gidiyor…
İstismar çığırından çıktı.
Dün Said Nursî, Osmanlı–İslam hinterlandında İngiliz ve Amerikan güdümünde “Ehl–i Kitap ile ittifak” planlarını yeşertiyordu; bugün onun yol evlatları, kendisinin Şam hutbesinden hareketle, aynı Amerika’ya endeksli referandum paketine “evet” devşirmeye kalkışıyorlar. Bu öyle bir istismar ki, ne ölçü bırakıyor, ne adap…
Şakirtleri aynen şöyle fısıldıyorlar milletimizin kulağına, internet üzerinden aynen şu ölçüsüz cümleleri yayıyorlar: “Saidi Nursi, 1911 yılında Şam’da verdiği vaazda 100 yıl sonrasına atıfta bulunarak küffarın hezimete uğrayacağını müjdelerken, hatta bazı kanaat önderleri ve din alimlerinin “vacib”e denk bir zorunluluk olarak nitelerken siz bu anayasa değişikliğine nasıl hayır diyebilirsiniz…” Bu ölçüsüzce yönlendirmenin e–mail kayıtları bende var!
Deccal (yani ahir zamanda hakkı batıl, batılı ise hak göstermeye kalkışacak kamuflajlı fitneci) olsa, bu kadarını yapamaz!
Referandum paketindeki Amerikan sistemini, “küffarın hezimeti” ve desteklenmesi vacip bir iş olarak yutturmaya çalışmak, Deccal ve şeytanın dahi aklına gelmez…
Niye Amerikancı diyorum, niye “Amerikan patentli paket” diyorum… Ben demiyorum; paketin bizzat sahibi diyor, Erdoğan baklayı haftasonu dilinin altında çıkarıyor!
Erdoğan, İzmir meydanından referandum paketini tanıtırken “Biz burada ABD’deki sistem, AB üyesi ülkelerdeki sistem ne ise onu aynen aldık getirdik ve bunu şimdi halkımıza takdim ediyoruz” diyor. Cemaati ise, bu paketi, Said Nursî’nin yüzyıl öncesinden haber verdiği “küffarı hezimete uğrayacak paket” olarak pazarlıyor.
Erdoğan da, cemaati de, “hayır” ve “şer”ri birbirine karıştırmış vaziyettedir.
Medeniyetimizin ölçülerinde ve halkımız nezdinde şer, “Ya Allah bismillah!” nidasıyla kilise açmaktır. Erdoğan, bu şerri işlemiştir.
Şer, milyonlarca Müslüman’ın canına, malına, namusuna kast eden işgalci Amerika’nın BOP’unda misyon üstlenmektir, eş başkanlık görevi almaktır. Kendi beyanlarıyla Erdoğan, bu misyonu üstlenmiş, bu görevi ifa etmektedir.
Şer, TBMM’nin “Amerikan tezkeresini” reddetmesine rağmen, 103 bin 900 Amerikan savaş uçağının Türkiye üzerinden havalanıp Müslümanların evlerinin–barklarının başlarına yıkılmasına imkan tanımaktır, bu uçakların bombalarıyla milyonlarca masum insanın can vermesidir. Erdoğan ve AKP hükümeti, maalesef bu “şer icraat”ın sahibidirler, hatta bununla iftihar etmektedirler.
Şer, işgalci ABD’nin, Haçlı AB’sinin, sömürgeci IMF ve yayılmacı İsrail’ın safında olmaktır, stratejik ortakçısı olmaktır, bu uğurda millet ve devletin kaynaklarını peşkeş çekmektir.
Şer, açlık ve yoksulluk içinde kıvranan Türk milletinin madenlerini, altınını, mermerini, bakırını, en kârlı işletmelerini, TÜPRAŞ’ını, POAŞ’ını, TELEKOM’unu, SEKA’sını, GALATAPORT’unu, Suriye sınırında mayınlı arazilerini, şehit kanlarıyla yoğrulmuş 269 milyon 700 bin metrekare toprağını… vs. ecnebilere, İsraillilere, Yahudi Sami Ofer’e, 350’yi aşkın ecnebi şirketlerine özelleştirme adı altında peşkeş çekmektir, bedavaya vermektir, ihale ve rekabet şartları gözetilmeksizin elden çıkartmaktır. Erdoğan ve AKP hükümeti, bu şer icraatların sahibidir.
Erdoğan, anlaşılır biçimde anlatsın, sorsun yüce milletimize; o zaman herkesten alacağı ortak cevap şu olacaktır: Gerçek “şer ittifakı” bu icraatlardır!
Referandum vesilesiyle ortalıkta Müslüman kisveli öyle istismarcılar türedi ki, Deccal’in pabucunu bile dama attılar!
Türk milleti, bu “şer ittifakı” içinde yer almamak için AKP’nin paketine “hayır” diyor, hayırda yarışıyor!
Bütün bu peşkeşlere, yalana ve talan “dur” demek, hayır demek, asla şer değil, bilakis “hayrın ta kendisi”dir.
Bütün bu peşkeşlere dur diyen Danıştay ve Anayasa Mahkemesinin “kuvvetler ayrılığı esasına uygun” olan yapısına çomak sokanların, oralara kendi adamlarını yerleştirip peşkeşin önünü açmak için hile–i şeriyye yoluna gitmeye kalkışanların hilelerine “hayır” demek, hayrın ta kendisidir.
Hayrı şer, şerri de hayır göstermek, Yüce Peygamberimizin ikazıyla ancak Müslümanların arasından çıkacak ahir zaman Deccal’lerinin maharetidir. Deccal ve çömezlerinin sinsi oyunlarını boşa çıkartmak için, “hayır”da yarışmak lazımdır!
Hangisi doğru? Hangisi yalan?
Rifat SERDAROĞLU
“Tanrı, iradesini hakim kılmak için yeryüzündeki iyi insanları kullanır. Yeryüzündeki kötü insanlar ise iradelerini hakim kılmak için Allah’ı kullanırlar.”
Halbuki esas aldananlar, Allah’ı kandırdıklarını sananlardır.
Kim demiş bu şarkı yarım kalacak, / Kim demiş bu şiir burada bitecek,
Takma sen kafanı yürü aslanım, / İnançlı olanlar üstün değil mi?Minareler süngü, kubbeler miğfer, Camiler kışlamız, müminler asker…
“Tayyip için herkes, her gün 2 rekat şükür namazı kılmalıdır”.
(Trabzon-Of İlçesi AKP Belediye Başkanı Oktay Saral)
“Tayyip Allah yolunun bekçisidir, / Tayyip’i üzmek Allah’ı üzmektir,
Sevenleri de üzmek aynıdır, / Suçun şiir değil, dini yaşamandır
(Diyanetin de onayından geçen ‘İlahilerle halka çağrı’ isimli ve halka bedava dağıtılan kitaptan)
“Zincirler kırılacak elbet, Ayasofya ibadete açılacak elbet.” “Referansımız İslam” RTE.
“Ve Tayyip Erdoğan’ın harfler hiyerarşisindeki peygamberi; Erdoğan, İbn Arabî’nin çizelgesine göre Musa Peygamber soyundan geliyor. Yani hem Musa Peygamberin karakteristik özelliklerini taşıyor hem de hayatı bu peygamberin yaşam öyküsüyle paralellik gösteriyordu.”
(RTE’nin Danışmanı Akif Beki’nin yazdığı, AKP Milletvekili Faruk Bayrak’ın yayınevinde basılan kitabın 14. Sayfası.)
“Bakınız, Tayyip Erdoğan Yeşilyurt Harp Okuluna o tarihte girmiş olsaydı, bugün Pilot Albay Erdoğan olurdu. Ben Pilot Binbaşı Hasan Hüseyin Ceylan olurdum.Geçen sene körfez harbi vardı. İncirlikten Schwarskop’un telsizine uyan Philips uçakları kalktı. Abdülkadir Geylani’nin üzerine, İmam-ı Azam’ların üzerine… Ben ve benim gibiler Pilot Binbaşılıklarını, Pilot Albaylıklarını aldığı zaman oradan herhangi bir kafir uçağı kalkmazdı arkadaşlar.
Sıkı mı Amerika Müslümanlara bomba attırsın. Sıkı mı komutanlar Müslümanları ezdirsin.”
(Tayyip Bey’in yakın arkadaşı ve Ankara Ramada İş Merkezinin Zahid Akmanla beraber ortaklarından H.H.Ceylan)
Aralık 2009 ‘da Fener Patriği 1.Bartholomeos’un sözcüsü Anagnostopulos;
“Hıristiyanlar için böyle çalışan bir Başbakan görmedim. Bu insan(RTE) tarihe geçecektir.”
9 Mayıs 2010 Musevi Cemaati Lideri Sami Herman’a;
“ Zaten siz benim en önemli referansımsınız” (RTE)”
RTE Pilot Albay olamadı ama, Türkiye Cumhuriyetine Başbakan oldu. ABD askerleri tarafından 1,5 milyona yakın Iraklı Müslüman öldürüldü. On binlerce Müslüman kadına tecavüz edildi. Irak’ın tüm varlıklarına el konuldu, 1 milyondan fazla Iraklı ülkesini terk etti. RTE, Pilot Albay olsaydı, bunların biri bile yaşanır mıydı? Yapmayanlar utansın!..
* * *
“Erdoğan’ı 80 öncesinden tanıyorum. Refah Partisi İstanbul İl Başkanlığı dönemi ile İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olduğu dönemde beraberdik kendisiyle. Çok yakından tanıdığım ve bildiğim bir insan.
Evet Rizelidir. Laz kökenlidir. Türk değildir”.
(Bana Türk demeyin, utanırım, ben Türk değilim diyen Tüsiad Üyesi Ethem Sancak’ın Star Gazetesinin köşe yazarı ve RTE’nin sırdaşı Mehmet Metiner)
“Ben Gürcüyüm. Ailemiz Batum’dan Rize’ye göçmüş bir Gürcü ailesidir”
(Ağustos 2004 RTE Gürcistan ziyareti konuşması)
“Türklük ne demek, mezarda rabbin kim, kitabın ne, kimin ümmetindensin diye soracaklar, kavmin ne, diye bir soru yok.”
( RTE, Refah Partisi İstanbul İl Başkanı)
“Habur’da güzel şeyler oluyor” RTE
Teröristler rahatsız olmasın diye, Türk Bayrakları yok edildi, Atatürk’ün resimleri kaldırıldı. Cumhurbaşkanı’nın yakını, İçişleri Bakanı’nın ayarladığı “seyyar mahkeme” adam başı 4 dakika 31 saniyede her bir teröristi tahliye etti!..
İzninizle yukarıda alıntılar yapılmış bu bölüm için yorum yapmak istemiyorum, takdir sizlerin…
* * *
Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç; İslami Büyük Doğu Akıncılar Cephesi ya da bilinen ismiyle İBDA-C’ nin yayınladığı “Gölge” adlı derginin Ankara Temsilcisiydi. Dergi, İslam devrimi için silahlı mücadele çağrılarıyla yayın yapıyor, bu uğurda yapılan eylemleri de kutsuyordu. İBDA-C’nin lideri Salih Mirzabeyoğlu, “Tilki Günlüğü” , “İşkence” adlı kitaplarında Haşim Kılıç’tan bahsederken “Arkadaşım Haşim Kılıç” diyordu. Mirzabeyoğlu yıllardır cezaevinde.
Avukatı Ahmet Arslan soruyor; “Mirzabeyoğlu, Akıncılar teşkilatının liderliğini yaparken, Recep Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül onun etrafında gezinmekteydi.” Biri Cumhurbaşkanı, biri Başbakan, eski Ankara temsilcisi şu an Anayasa Mahkemesi Başkanı, onu Anayasa Mahkemesine seçen de eskiden Cumhurbaşkanı idi. Tamam da Salih Mirzabeyoğlu niçin içerde?
Cevabını kendisi veriyor; “Salih Mirzabeyoğlu,Büyük Doğucu olduğu için içerde… AKP ise Büyük Ortadoğucu olduğu için iktidarda.”
Biz de izninizle iki soru soralım;
1) Sayın Başbakan, YARSAV’dan “İhsas-ı Rey” de bulundukları için şikayetçisiniz ve kapatmak için harekete geçtiniz. Peki sadece İhsas-ı Rey değil, İhsas-ı İdeoloji,İhsas- ihanet eylemiş kişilerin Ankara Temsilcisinden şikayetçi değilsiniz, değil mi?
2) Zaman zaman bana AKP değişti, görmüyor musun diyen AKP’li dostlara soruyorum; bu yazdıklarımın tek harfine itiraz edin, size hak vereyim…
Yazımızı iki bilgenin güzel iki sözü ile noktalayalım;
*Yamuk ağaçtan, düz baston çıkmaz.
*Denenmişi denemek aptallıktır.
Denemişi ikinci kez denemek aptallığın tescil edilmesidir. Denenmişi üçüncü kez denemek ise ihanetle eşdeğerdir. Üçüncüsü 12 Eylül’deki halkoylamasıdır. AKP’nin yalanlarına kanıp, evet verirseniz…..
Ben lafımı söyler ortaya koyarım, herkes üzerine düşeni alsın…
Not: Sayın Ergun Poyraz’ın “Takunyalı Führer” isimli kitabını tavsiye ediyorum.
Sağlık ve başarı dileklerimle
===================================================================
Bir yanıt yazın