ABD’NİN AJANLARINA VERDİĞİ TÜRKİYE BİLGİLENDİRME METNİ‏

TÜRK KÜLTÜRÜNE BAKIŞ 20 nci yüzyılın başlarında İngiltere’de, madenciler korunma amacı ile madenlerin aşağı kesimlerine yanlarında sarı kanaryaları taşırlardı. Kanaryalar karbon monaksit gibi ölümcül, kokusuz ve renksiz toksik gazlara karşı duyarlıydılar ki genelde yerin alt tabakalarında yangınlar ve patlamalar görülürdü. Eğer kanarya ölürse bu madenciler için madeni tahliye etmelerini bildirecek bir işaret teşkil ederdi. 11 Eylül’deki terörist saldırılar ve çıkan savaş sonucunda İslamiyet Türkiye’de yeni bir şekil kazanmıştı. Kasım 2003’te bir sinagoga, İngiliz Konsolosluğuna ve Londra merkezli bir bankaya düzenlenen intihar saldırıları sonucunda Terörizme Karşı Küresel Savaşta laik Müslüman olarak belirtilen 50 kişi ölmüştür. Türkiye’nin laikliği şimdi, özellikle İstanbul’daki bombalama olaylarından sonra seçimlerde İslami bir devlet yönetiminin başa gelmesiyle, Terörizme Karşı Küresel Savaş ortamındaki bir kanarya gibidir. Bombalama olaylarındaki Müslüman bir kurbanın babası umut beklemektedir fakat bu İslami aşırıcılık Birleşmiş Milletlerle yarım yüzyıldan beri müttefik olan böyle güçlü bir ülkeyi yok etmeye yetmeyecektir. Baba oğlunun öldüğü yeri işaret ederek “Yahudiler benim kardeşlerim, nasıl olurda ben onlara gitmeleri için baskı yaparım?”, demişti. “Terörizm sona ermelidir.”- Ali Şahin, Kasım 2003’te İstanbul’da bir sinagogun bombalanmasında 37 yaşındaki oğlu Murat öldürüldü. Bundan sonraki bölümler bütün içeriği ile tasnif dışıdır.
Bu dersin icrasında kullanılacak nitelikler ve standartlar açıkça belirtilmiştir. Sunuların üst sağ köşesinde resmi buluna şahıs Atatürk’tür ve kendisi derste tanıtılacak ünlü bir Türk’tür. Bu ders süresince listelenen Türkiye ile ilgili coğrafi, tarihi ve Kültürel içerikler ile ilgili bilgiler belli bir süre göz önünde bulundurulmayacaktır ve kültür bir karakter ile betimlenerek sunulacaktır. Hoca (Nasreddin Hoca) halk figürünü böylece daha iyi anlayacaksınız: Hoca hastadır ve eşeğini beslemekten bıkmış olduğu için karısına eşeği beslemesini söyler. Karısı da bunu reddeder. Tartışmaya başlarlar. Daha sonra bir iddiaya girerler. Kim önce konuşursa eşeği o besleyecektir. Hoca kaybetmemeye kararlıdır. Bir gün karısı dışarıdayken eve hırsız girer. Hoca evdedir fakat iddiayı kaybetmemek için hiç ses çıkarmaz. Hırsız her şeyi toparlar ve gider. Hoca’nın karısı eve geldiğinde her şeyin gitmiş olduğunu görür ve “Aman Allahım ne oldu?” diye bağırmaya başlar. Hoca zevkten dört köşe sıçrayarak “İddiayı ben kazandım! Eşeği sen beslemek zorundasın!”, der. Türkiye stratejik açıdan güneydoğu Avrupa’yı ve Asya’yı birleştiren bir yarımadadır ve Bulgaristan Yunanistan, Gürcistan, Ermenistan, Azerbaycan, Irak, İran ve Suriye olmak üzere sekiz ülke ile sınır komşusudur. Üç tarafı denizlerle çevrilidir ve doğu sınırı boyunca yüksek dağlarla korunmaktadır. Ülke genel olarak iyi-tanımlanmış doğal sınırlara sahiptir. Şekil olarak dikdörtgendir, doğudan batıya 995 Mil ve kuzeyden güneye yaklaşık 500 Mil uzanmaktadır. Ülke kapladığı yer açısından Amerika haritası üzerinde düşünülecek olursak; Kansas City, Missouri’den Atlantik kıyısına ve Memphis, Tennessee’den Danville, Ilinois’e kadar yer kaplar. 464,562 mil’i Asya tarafında ve 14,766 mil’i Avrupa tarafında olmak üzere ülkenin toplam yüzölçümü 484,329 mil karedir. Ülkenin Avrupa’da bulunan batı parçası ve ülkenin geri kalan kısmından Boğaz Köprüsü, Marmara Denizi ve Çanakkale Boğazı ile ayrılan kısmı Trakya olarak bilinir. Türkiye’nin Asya’da bulunan doğu kısmı ise sık kullanılan isimler olarak; Anadolu, Asya, Asyalı Türkiye ve Anadolu Ovası gibi isimlerle adlandırılır. Anadolu, Türkiye için bir referans olarak kullanılmasının yanında benzersiz orta iklim kuşağı karakteristiği ile gerçekten belirgin 7 coğrafik bölgeden biridir. Dağlar haricinde Türkiye’deki sıcaklık ortalaması 86 Fahrenheit’ın üstündedir (Yaklaşık 30°) . Doğu tarafındaki dağlık bölgeler, Karadeniz kıyısı, Ege kıyısı, Akdeniz kıyısı, Pontus ve Toros Dağları ile Arabistan platformu diğer 6 bölgedir. Suriye ile sınır olan küçük bir istisnai Arap platformu haricinde Türkiye, Atlantik Okyanusundan Himalaya Dağlarına kadar uzanan Alp Kuşağının bir parçasıdır ve milyonlarca yıl önce Arabistan, Afrika, Hindistan gibi kıtaların birbirinden ayrılmasından ve Avrasya’nın oluşumundan beri mevcuttur. Türkiye’nin bu jeolojik tarihinin oluşumunda ise sık depremler ve genellikle volkanik patlamalar mevcuttur. Bazı depremler Richter (Rihter) ölçeğinde 5 ve daha yüksek olabilmektedir. Türkiye’nin jeolojik olarak en hassas bölgesi ise genel olarak Kocaeli’nden Ermenistan ve Gürcistan sınırındaki Van Gölü’nün kuzeyine uzanan bölümdür. Türkiye’de iki bilinen dağ sırası uzanmaktadır: Pontus ve Toros Dağları. Kuzey Anadolu Dağları olarak da isimlendirilen Pontus Dağları, Karadeniz kıyısına paralel bir şekilde uzanmaktadır. Bu dağların içlerinde uzun vadi ve havzalar bulunur. Nehirler güneyden kuzeye, Karadeniz’in içine doğru akarlar. Anadolu Platosuyla yüzleşen araziler seyrek bitki örtüsüne sahiptir; fakat kuzeydeki topraklar belirli mevsimlerde dökülen ve aynı zamanda daima yeşil kalan sık ormanları içermektedir. Akdeniz kıyısına paralel uzanan Toros Dağları, deniz kıyısından doğuya doğru bir istikamette yükselmektedir ve Arap Platformuyla bir kemer oluşturmaktadır. Toroslar, Pontus Dağları’ndan daha engebelidir ve daha az akarsu ile çevrilidir. Ayrıca bu dağlar geçmişte stratejik açıdan önemli anlamda Anadolu’yu, Adana’nın kuzeybatısındaki Gülek Boğazı ile isyanlardan korumuştur. Türkiye’nin %85’nden arta kalan kısmının yüksekliği deniz seviyesinden 1476 feet yüksektir ve Türkiye’nin ortalama yükseltisi deniz seviyesinden 3700 feet yüksektir. İki dağ grubu da batıdan doğuya yükselmektedir ve ortalama yükselti olarak batıda yaklaşık 5000 feet yüksekliktir. Nuh’un Gemisi’nin üstünde bulunduğu Ararat Dağı, 16.949 feet ile Türkiye'nin en yüksek noktasıdır ve Türkiye’nin güneydoğusunda İran, Ermenistan ve Azerbaycan sınırının yanında bulunur. Dağlardaki iklim serttir ve sıcaklık eksi (-) 40 Fahrenheit’a düşebilmektedir. Yüksekliğe bağlı olarak kar toprak üstünde yılda 120 gün kalabilmektedir ve kış fırtınaları süresince köyler günlerce mahsur kalabilmektedir. Pontus ve Toros dağlarının birbirine yakınlaştığı batıdaki dağlık bölge Anti-Toros olarak adlandırılır. Ararat dağı ve Türkiye’nin en büyük gölü olan Van Gölü, bu bölgede bulunmaktadır ve deniz seviyesinden 9,800 feet yüksekliktedir. Anti-Toros’ta eriyen karlar üç büyük akarsuya kaynak olmaktadır: Dicle, Fırat ve Aras nehirleri. Bu bölgede Güney Doğu Anadolu Projesi (GAP) yer almaktadır ve buna bağlı olarak Dicle ve Fırat nehirleri üstüne 21 sıralı baraj kurulmuştur ki bu tarihteki en büyük altyapı gelişimlerinden birisidir. Planlanan elektrik çıkışı 7.460 mega-wat’tır ki bu Hoover Barajı’nın kapasitesinin 4 katıdır. Yapılan rezervuarlar 1,7 milyon hektar Türkiye toprağını sulayacaktır ve sonuçta bu tarım ve endüstrideki artışla Doğudaki insanların gelirlerini beşe katlayacaktır. GAP Türkiye’nin milli güvenliği için kritik bir husustur, çünkü Anti-Toros başka bir isimle de bilinmektedir : Kürdistan. Kürtler Türkiye’nin, güneydoğuda bulunan 7 ilinde yoğunlaşmış olan Türk karşıtı etnik gruptur. Kürtler bu bölgede milattan önce 5nci yüzyılın başlarında ikamet etmişlerdir ve eski Yunan tarihçisi Xeneophon onlar hakkında yazmıştır. Birçok tarihçi Kürtlerin Eski Ahit’te belirtilen Medes gibi Aryan (Hint) soyundan geldiklerini düşünmektedir. Modern çağlarda devletler Kürtlere Türkiye’de yaşadıkları her yerde eziyet etmişlerdir ki Kürtler ayrı bir etnik grup olarak tanınmışlardır ve sivil hayatta kendi dillerini kullanmaları yasaklanmıştır. Türkiye’de resmi olarak Kürtler “Dağ Türkleri” olarak nitelendirilmektedirler ve Kürtlerin Türkiye’de belirlenen nüfusları 6 milyon ile 12 milyon arasındadır. Ayrıca Türkler ve Kürtler arasında din açısından da bir ayrılık mevcuttur. Türklerin büyük çoğunluğu Hanefi ve Sünni’dir. Fakat Kürtler genel olarak Şafi ve Sünni’dir. Kürtlerin küçük bir kısmı da Şii’dir. Bu büyük nüfusla beraber Kürdistan İşçi Partisinin (PKK) isyanı milli birliği tehdit eden bir unsur olarak farkedilmiştir. Devlet isyanı bastırmak için askeri kuvvetleri kullanırken, bu aynı zamanda Kürtlerin “insan hakları” umutlarını bağımsız bir devlette yaşamaktansa elverişli bir Türkiye’de yaşamayı seçmelerini oluşturacak ve Kürtlerin yaşam standartlarını arttıracak GAP projesinin başlamasına neden olmuştur. Ne yazık ki GAP, su ihtiyacını Fırat ve Dicle’den sağlayan ve komşu ülkeler olan Suriye ve Irak ile bir kriz kaynağı oluşturmuştur. Suriye’nin su rezervi %40 ve Tabqua Barajı’ndaki elektrik rezervi %12 azalmıştır. Aynı şekilde Irak tarıma elverişli alanların ancak 1/5’ini karşılayabilecek kadar olan %80 gibi bir yüzde ile su kaybı yaşamıştır. Suriye ve Irak su konusu sebebiyle Türkiye’yi savaşa girmek konusunda tehdit etmiştir. Buna karşılık da Türkiye iki ülkeyi de suyu kısıtlayacağına dair tehdit ederek krizi arttırmıştır. Anadolu ya da Anadolu Platosu coğrafi açıdan Türkiye’nin kalbidir. Nüfusu 3,69 milyon olan başkent Ankara, Anadolu Platosu’nun, Ege’nin iç kısmından uzanan ve Toros ile Pontus Dağlarıyla çevrili kuzey kısmındadır. Platodaki iki en büyük ova, Konya Ovası ve Tuz Gölü’nün oluşturduğu havzadır. Bu topraklar aynı zamanda Türkiye’nin en kuru yerleridir. Ovanın yüksekliği batıdan doğuya 2000 feet ile 4000 feet’e kadar değişmektedir. İklim karasal olmakla beraber yıllık yağış ortalaması yaz mevsiminde çok düşüktür ve kış mevsiminde kar yağışı çok fazladır. Nehirlerin geçtiği ve yeterli yer altı suyunun olduğu yerlerde seyrek olmakla beraber yağışa dayalı ürün yetiştirme yaygındır. Buğday, yetiştirilen ana mahsuldür, bununla beraber sulak bölgelerde arpa, mısır, pamuk, çeşitli meyveler, üzüm, şeker pancarı, gül ve tütün yetiştirilir. Afyon ve haşhaş da belirli bölgelerde yetiştirilmektedir. Ayrıca fazla otlatma toprak erozyonunda etkili olmasına rağmen, ovalarda çiftlik hayvanlarının otlatılması yaygındır. Yaz mevsimi boyunca sık sık sarı bir kum fırtınası ortaya çıkar. Nisan ve Mayıs aylarında ovanın doğu kısımlarında çekirge unsuru ortaya çıkmaktadır. Tarihi olarak Karadeniz kıyısı, Zonguldak çevresinden doğuda Rize’ye kadar, Anadolu’dan ayrı bir kesim oluşturmuştur. İç kesimlerden kıyıya erişim sadece birkaç dar vadi ile gerçekleştirilebilmektedir, çünkü Pontus Dağları, bütün bir duvar gibi kıyı kesimini iç kesimlerden ayırır. Kuzeybatıyı karşılayan daha yüksek eğimler, sık orman örtüsüne sahiptir. Dar kıyı şeridi kayalıktır ve sıralı akarsularla sarptır fakat birkaç yerde genişleyerek verimli, güçlü ekili deltalara açılır. Karadeniz, yıllık ortalama 55 inch ile Türkiye’deki yıl boyunca yağış alan tek bölgedir. Samsun ve çevresi tütün yetiştirmede başı çeken bölgedir. Samsun’un batısında ise birçok turunçgil yetişmektedir. Trabzon fındık yetiştirilmesi ile bilinir ve Rize’nin batı kesiminde çeşitli çay üretimi mevcuttur. Bölgede bazı kömür ve bakır yatakları vardır ve Zonguldak, madencilik ve ağır sanayinin merkezidir. Aynı zamanda turizm ve balıkçılık da bölgedeki ekonomik gelir kaynaklarıdır. Bu bölgedeki belirgin etnik azınlıklar Müslüman Gürcüleri ve Lazları içermektedir. Lazlar balıkçılıkla geçinirler ve Rize’deki köylerde yaşarlar. Gürcistan, Kafkasya’da yaşayan ve çok yönlü anlaşılmaz bir dil kullanan birçok ırk için model olmuştur. Birçok Gürcü, Artvin ilinde yaşamaktadır. Genel olarak Çoruh Nehri’nin doğusunda ve Gürcistan sınırı boyunca Gürcülere ait bir diğer grup ise genel olarak çiftçilikle ve çobanlıkla uğraşan Abhazlar’dır. Ege Bölgesi’nin ve Trakya’nın içinde bulunduğu Avrupa kısmı olan bölge, tarıma çok uygun olan bir ova şeklinde ülkeye uyum sağlamıştır. Yıllık yağış miktarı 20 inch civarındadır. Yoğun nüfusa sahip bu bölge toplam bölgelerin %3’ünü kuşatmaktadır ve İstanbul (nüfus: 9,6 milyon) ile Edirne’yi (nüfus: 132 000) içine alarak toplam nüfusun %10’una ev sahipliği etmektedir. Karadeniz ile Marmara Denizi’ni birleştiren İstanbul Boğazı 16 mil uzunluğunda ve ortalama 1 mil genişliğindedir, fakat bazı kesimlerde 1/3 mil’e kadar daralır. Asya ve Avrupa kıyılarının ikisi de dik bir şekilde yükselir ve tepelere, körfezlere ve kara ile çevrili koylara çok güzel bir şekil verir. Kıyıların bir çoğu sık bitki örtüsüne sahiptir ve birçok küçük kasaba ve köy içerir. Marmara Denizi ve Ege Denizi’ni birbirine bağlayan Çanakkale Boğazı yaklaşık 25 mil uzunluğundadır ve güneye doğru genişliği artmaktadır. İstanbul Boğazı’nın tersine Çanakkale Boğazı kıyı boyunca az yerleşim bölgesine sahiptir. Asya tarafında; Ege Bölgesi verimli topraklara ve nemli kışları ile sıcak kuru yazlarıyla tipik Akdeniz iklimine sahiptir. Geniş işlenmiş vadi düzlükleri ülkenin zengin, tarıma elverişli alanlarının yarısını oluşturmaktadır. Başlıca ürünler zeytin, turunçgil, kabuklu yemiş (özellikle badem) ve tütündür. En önemli düzlükler Kocaeli vadisi, Bursa Ovası ve Truva Ovası’dır. Vadi ovalarında yoğun olarak nüfus bulunur. Bölge olarak Bursa (nüfus: 1,2 milyon) ve ülkenin üçüncü büyük şehri ve başlıca imalat merkezi olan İzmir (nüfus: 2,4 milyon) başı çeker. Ege, ayrıca Türkiye’nin etnik açıdan en çeşitlilik gösteren bölgesidir. Türkiye içindeki bütün etnik gruplar, ülkenin en büyük şehri olan İstanbul’da ikamet eder. Kürtlerin ve Gürcülerin yanı sıra bölgede Ermeniler, Dönmeler, Yunanlar (Pomak) ve Yahudiler mevcuttur. Ermeniler 19ncu ve 20nci yüzyılın başlarına kadar büyük bir azınlık topluluğuydular ve Yunan tarihçisi Xenephon’un anlattığı üzere milattan önce 700 tarihinde Anadolu’da Van Gölü civarında bulunuyorlardı. Osmanlı İmparatorluğu çökmeye ve Türk milliyetçiliği artmaya başladığında Türklerin ve Ermenilerin etnik açıdan araları açıldı ve 1890 yılında 100,000 kadar Ermeni imparatorluğu terk etti. Çöküşün ve Kurtuluş Savaşı’nın devamıyla beraber iki grup arasındaki ilişkiler daha da kötüleşti ve Türk Ordusu, Ermenilere ülkeyi terk etmelerini emretti. 1915 kışının Mart ayında 600,000 ile 2 milyon civarında Ermeni katledildi. 1921’de Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun devamında 2 milyon kadar Ermeni ve Yunan da öldürüldü ve hayatta kalabilenler göç etmeleri ya da din değiştirmeleri için zorlandılar. Türkiye bu olayları inkar etse de ve Ermenilerin ile Yunanların sivil savaşta zayiat verdiğini belirtse de, bunlar toplu olarak Helenik Katliam ve Ermeni Soykırımı olarak nitelendirilir. Şu an Ermeni katliamını resmi olarak tanıyan sadece birkaç ülke vardır. Bunlar: Fransa, İsviçre, Rusya, Uruguay, Arjantin, Vatikan, Yunanistan, İsveç ve Kanada’dır. Amerika Birleşik Devletleri bu katliamları Türkiye ile olan politik hassasiyetinden dolayı resmen tanımasa da birçok şehir ve eyalet bunun bilincindedir. Türkiye’de 1995 yılındaki mevcut Ermeni nüfusu 40,000’dir. Birçoğu İstanbul içinde veya çevresinde yaşamaktadır ve bu insanlar orta sınıf üstü insanlar olup önemli mevkilerde ve işlerde bulunmaktadır. Türkiye’deki mevcut Ermeniler kendi okullarına gitmekte, kendi gazetelerini okumakta ve Hıristiyan inanç ve kimliklerini yoğun bir şekilde korumaktadırlar. Bölgedeki ve ülkedeki diğer reddedilen azınlık ise 1995 yılında nüfusları 20,000 olan Yunanlardır. Türk-Yunanlar “Rum” olarak bilinirler. Birçoğu İstanbul’da ya da Çanakkale’nin batı tarafındaki İmroz ve Bozcaada’da yaşamaktadır. Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşü ve Kurtuluş Savaşı’ndan önce 2 milyon kadar Yunan Anadolu’da yaşıyordu, fakat Ermeniler gibi onlar da Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan sonra terk etmeleri için zorlanmışlardı. 1924 Lozan Antlaşması 200,000 Yunanın Türkiye’de kalmasını sağlamıştır, fakat birçoğu terk etmiş ve Türkiye’deki Yunanların sayıları azalmaya devam etmiştir. Buna rağmen Yunanlar, Türkiye’deki en varlıklı gruptur. Dönmeler, 1666’da İslam’ı seçmeleri için zorlanmış olan ve Yahudilerin soyundan gelen insanlardır. Onların özel İslam tefsirleri, bazı Yahudi öğretileri ile elde tutulmaktadır ve bu genel olarak Sünni olan Türklerin zulmüne maruz kalmıştır. Dönme Türkçe’de din değiştirmeye ikna edilmiş anlamına gelir, fakat toplum arasında popüler olarak “Vatan Haini” anlamını kazanmıştır. Dönmeler ayrımın önlenmesi için kimliklerini saklamışlardır ve kapalı gruplar olarak gelişimlerini sürdürmüşlerdir. Ermeniler ve Yahudiler gibi, Dönmeler de üst sınıf insanlardır ve birçoğu ticaret, hukuk ve ilaç sanayi gibi işlerde başarılı konumdadır. Sonuç olarak 1995 süresinde Türkiye’deki Yahudilerin nüfusu yaklaşık 18,000 ile 20,000 arasındadır. 1948’de İsrail’in kuruluşundan önce sayıları 90,000’di. Türkiye’deki Yahudiler, Gürcülere benzer şekilde; Yunanlar ya da Ermeniler gibi homojen bir grup değildi. Türkiye’deki Yahudilerin birçoğu İspanya’dan Engizisyon tarafından kovulan Sephardic (İspanyol asıllı) Yahudilerdir. Ladino dili konuşmaktadırlar. Ladino dili 15nci yüzyıl İspanyolcasına benzemektedir ve bunun yanı sıra pek çok dilden pek çok kelimeyi almıştır. Aşkenaz Yahudileri (Rus, Polonya ve Alman Kökenli) ve Karayitler bu Yahudi topluluğundan azınlık olarak ayrılmaktadırlar. Aşkenaz Yahudileri köken olarak kuzey ve orta Avrupa’dandır ve Yiddiş adı verilen İbranice ile Almanca karışımı olan bir dil konuşurlar. Karayitler diğer Museviler tarafından inançsız olarak görülmektedirler. Karayitler Yunanca konuşurken, Türkiye’deki tüm Yahudiler İbranice alfabesini kullanmaktadırlar. Ancak bunun yanı sıra çoğu Türkçe’yi ikinci bir dil olarak konuşmaktadırlar. Türkiye’deki Yahudiler genellikle kendi işyerlerini işletmektedirler ve kendi topluluklarının dışında insanlar ile evlenmezler. Akdeniz kıyıları Anadolu’dan Toros Dağları ile ayrılmaktadır. Sıcak ve kuru geçen yaz mevsimi ve büyüleyici kumsalları ile Akdeniz ve Ege kıyıları pek çok Avrupalı turistin ziyaret ettiği bölgelerdir. Akdeniz kıyıları eşsiz kumsallarının yanı sıra verimli topraklar ile çevrilidir. Ilıman hava bu toprakları turunçgil, üzüm, incir, muz, arpa ve buğday gibi tarım ürünleri konusunda çok verimli kılmıştır. Ayrıca Çukurova Bölgesi pamuk, pirinç yetiştiriciliğinde ve tekstil üretiminde önemli yere sahiptir. Bölgenin en gelişmiş şehri olan Adana dışarıdan göç almaktadır. 1,1 milyonluk nüfusu ile Adana, yakın geçmişte Amerika’nın Kuzey Irak’a müdahalesinde çok kullanılan İncirlik Hava Üssü’ne çok yakındır. Adana’da hatırı sayılır büyüklükte bir Çerkez nüfuz bulunmaktadır. 18nci yüzyılda Rusya’dan göç eden Çerkezler 70,000 kişilik nüfusu ile tarımdan ya da tarım işçiliğinden para kazanmaktadır. Akdeniz Bölgesi, Türkiye ile Suriye arasında gerilimin ortaya çıktığı bölgedir. Osmanlı İmparatorluğunun dağılmasının ardından Suriye Fransız mandası altında yönetilmeye başlandı. İskenderun, Hatay bölgesi Suriye’ye yakın illerdir. 1939’da Hatay’ın yönetimi Fransızlar tarafından Suriye’nin karşı çıkmalarına rağmen Türkiye’ye bırakılmıştır. Ancak 1946 yılında Suriye Fransızlardan bağımsızlığını kazanınca, Hatay’ın yönetimini tekrar almak istedi. Buna rağmen Türkiye’nin şiddetli karşı çıkmaları sonucunda Hatay’daki 1 milyon Arap kökenli vatandaşın mal varlığına karşılık Hatay Türkiye’nin yönetiminde kaldı. Hatay’daki Arapların büyük bir bölümü Alevi Şii’lerinden gelen bir koldur ve Suriye’yi yöneten elit grubun akrabalarıdır. Türkiye coğrafyası incelenirken güneyde bulunan Arabistan platformunun kuzeye doğru Toros Dağları ile çevrili olduğu görülür. Bölgeyi çevreleyen platolar ve tepeler Suriye’ye kadar genişlemektedir. Bölgedeki dağların yüksekliği kuzeyden güneye doğru inildikçe deniz seviyesinden en az 2000 metre yüksekliğe kadar iner. Tarım bu bölgedeki ana geçim kaynağıdır. Özellikle buğday ve arpa yetiştirilen başlıca ürünlerdir. Anadolu’nun tarihsel yapısı çok eski zamanlara kadar dayanmaktadır. Bir çok medeniyetin beşiği olmuştur. Anadolu tarihi üç kısım halinde incelenebilir. Eski Anadolu Medeniyetleri Dönemi, Osmanlı İmparatorluğu Dönemi ve Türkiye Cumhuriyeti Dönemi. Anadolu stratejik konumu açısından Asya ile Avrupa arasında bulunan doğal bir köprü konumundadır. Arkeolojik kanıtlara göre, Konya Ovası civarında milattan önce 6500 yıllarında dahi bu topraklarda insanların yaşadığı görülmektedir. Anadolu’da ilk kurulan medeniyetin milattan önce 3000 yılında burada yaşamış olan Hititlerin olduğu bilinmektedir. Hitit İmparatorluğu, Anadolu’nun büyük bir bölümünü ve Suriye’yi kontrol altında tutmuştur. Hitit ve Mısır orduları birkaç kez savaşmışlardır. MÖ 1400 yıllarında zayıflamaya başlayan imparatorluk MÖ 1200 yılında Frigyalıların isyanı sonucunda yıkılmıştır. Hititler, Anadolu’nun iç kesimlerinde hüküm sürerken Anadolu’nun batısındaki Ege Bölgesinde başka medeniyetler de bulunmaktaydı. Eski Yunan medeniyetlerinden olan Girit Medeniyeti MÖ 2600-1200 yılları arasında Batı Anadolu’daki adalarda sömürgeler kurmaktaydı. Bunların en ünlüsü Homeros’un İlyadası’nda adı geçen Truva’dır. Truva medeniyeti Çanakkale ile Edremit Körfezi arasında kurulmuştur. Dorların MÖ 1200 yıllarında Anadolu’yu işgali sonucunda Anadolu karanlık çağını yaşamıştır. İyonya Yunanları, Dorları püskürterek Anadolu’daki en geniş koloniyi kurmuşlardır. Bizans Şehri adıyla kurulan şehir bölgenin en büyük yerleşim merkezi olmuştur. Daha sonra Konstantinopolis adını alan şehir günümüzde İstanbul olarak bilinmektedir. Bizans ile aynı anda kurulan Frigya ve Lidya İmparatorlukları Anadolu’da hüküm süren diğer medeniyetlerdir. Ankara yakınlarında kurulan Gordiyan kenti Friglerin başkenti olmuştur. MÖ 900-700 yıllarında bölgeyi yöneten Frigler “Kimerler” olarak adlandırılırlar. Lidyalılar MÖ 546 yılında Persler tarafından işgal edilene kadar yönetilmişlerdir. Persler Anadolu’yu işgal ettiklerinde tüm Yunan medeniyetlerini de otonomi vererek yönetmeye başlamışlardır. Ancak Büyük İskender’in ortaya çıkışı Anadolu’da Pers Hükümdarlığı’na son vermiştir. MÖ 323 yılında Büyük İskender’in ölmesiyle Anadolu’da bir karışıklık yaşanmıştır. Anadolu’da birliği tekrar sağlayan Roma İmparatorluğu zamanında Hıristiyanlık yayılmaya başlamıştır, ancak Hıristiyanlara yapılan baskınlar sonucunda, Hıristiyan nüfus Adana yakınlarındaki Kapadokya bölgesine kaçmıştır. Roma İmparatorluğu döneminde, Latin dili ve Yunan dili konuşulan iki dildir. MS 330 yılında İmparator Konstantin, Bizans’ı başkent ilan etmiştir. Aynı zamanlarda şehrin adını Konstantinopolis olarak değiştirdi ve imparatorluğun dininin Hıristiyanlık olduğunu açıkladı. Böylelikle Bizans İmparatorluğu bir Hıristiyan devleti haline geldi ve Yunan Hıristiyanlığının Ortodoks mezhebini benimsedi. Bizans İmparatorluğu yönetimindeki Anadolu, hızla Hıristiyanlaştı. Ancak Kuzey Afrika, Suriye, Mısır, Anadolu ve Balkanlarda var olan Bizans Hükümdarlığı Müslüman Arapların saldırıları sonucunda zayıfladı. Türkiye tarihinin üçte biri ironik bir biçimde Türklerden bahsedilmeden, Yunan ve Pers medeniyetleri kontrolünde gün yüzüne çıkmıştır. Türkler’in göç sonunda Anadolu’ya ulaşmaları ironiktir, çünkü Türkler Orta Asya’da Çin’in ve Moğolistan’ın iç bölgelerinden gelmektedirler. Türkler’in iddia ettiği ve Çin kaynaklarınca da tanımlandığı üzere Türk olan Hunların bilinen ilk yöneticileri Oğuz Kağan’dır. Oğuz Türkleri, Orta Asya’dan batıya doğru göç etmişlerdir. Bu göç Rusya içlerinde ve Anadolu’daki medeniyetlerle ilişkiye girmelerine zemin hazırlamıştır. İlk göç eden Hunlar, Yunan-Roma kültürleri içerisinde asimile olarak bugünkü Macaristan’ın (Hungary) kurucusu olmuşlardır. Çin tarihçilerine göre, Türklerin atalarının ortaya çıkışı bir efsaneyle anlatılmaktadır. Bu efsaneye göre Çin topraklarında bulunan bir göçmenin kolları ve ayakları kesilmiş ve idam cezasına mahkum edilmiştir. Ancak şahısı öldürecek olan askerler acıyıp onu serbest bırakmışlardır. Bir dişi kurdun bulup iyileştirdiği göçmen kurttan on çocuk sahibi olmuştu. Bu on çocuk Türk boylarının ataları olmuştur. Çin hükümdarı göçmenin ölmediğini öğrenince, idamın gerçekleşmesini ister ve göçmen bulunup öldürülür. Ancak, Asena adındaki dişi kurt ve on çocuk kaçarak Türk soyunun ortaya çıkmasını sağlar. Çin kaynakları Türkler hakkında bilgi toplanan en eski ve güvenilir kaynaklardır. Türk sözcüğü Orta Asya’da ve Anadolu’da yaşayan pek çok topluluğa gönderme yapmaktadır. Azerbaycan, Kazakistan, Türkmenistan, Özbekistan ve Türkiye Türklerin yoğun olarak yaşadığı ve hakimiyet sahibi olduğu bölgelerdir. Bunun yanı sıra Kıbrıs, İran, Rusya, Çin, Irak, Afganistan, Moldova, Macaristan, Bulgaristan ve Bosna Hersek’te de Türkler yaşamaktadır. Ayrıca, Türkmen terimi tüm Oğuz Türklerini kapsayan ve tek etnik yapı ve milliyete gönderme yapan bir terimdir. Türkler Hakkında ilk bildiğimiz şey göçebe barbarlar oldukları ve Çin İmparatorluğuna saldırdıklarıdır. Cai Dong Fan adlı Çinli tarihçi Türkleri farklı bir ırk olarak ifade etmektedir. Türkler, Tiele kabilesini yok ederek yükselen güç olmuşlardır. Türklerin “Türk” adını vererek kurdukları en eski devlet Göktürklerdir. İsa’dan önce 552 yılında kurulan bu devlet tüm göçebeleri bir bayrak altında toplamıştır. Göktürk yazıtlarının 1896’da bulunup yazıların deşifre edilmesi sonucunda Göktürklerin kullandığı dil ile Çince arasında bir bağlantı ortaya çıkmıştır. Göktürklerden sonra Uygurlar tarih sahnesinde yer almışlardır. Uygurlar, Göktürk soyundan gelen Türklerin kurduğu bir devlettir. Doğu Türkmenistan bölgesinde kurulmuştur. Türkçe, Ural-Altay dil grubuna aittir. Moğollar, Macarlar, Finler ve Estonyalılar’ın konuştuğu diller de Ural-Altay dil gurubundan gelmektedir. Uygur Devleti, Çinliler ve Sasani Araplarının saldırıları ile göç etmiş ve bir bölümü Hazar Devleti’ni kurmuşlardır. Hazar Türkleri, Yahudi olmalarıyla dikkat çekerler ve Doğu Avrupa ve Rus Yahudilerinin atalarını oluşturmaktadırlar. Arapların Semerkand ve Amu Derya ötesine gelmesi ve Türklerin Sünni Araplar ile çatışması sonucunda Türkler Müslümanlaşarak Orta Doğu’ya göç etmişlerdir ve Bağdat’taki halifenin koruyuculuğunu üstlenmişlerdir. Ancak 1055 yılında Tuğrul Bey saltanatlığını ilan eder ve Selçuklu İmparatorluğunu kurarak Abbasi İmparatorluğuna son verir. Selçuklular, İran’ın büyük bir bölümünü, Gürcistan’ı, Ermenistan’ı, Suriye’yi ve Anadolu’nun çok büyük bir bölümünü (İstanbul hariç) fethettiler. Bu gelişmeler Haçlı seferlerine zemin hazırlamıştır. Moğolların, Cengizhan yönetiminde başlattıkları saldırılar Türk ve Moğolların yeni bir göçüne neden oldu. Moğol topluluğu Kırgız, Kerait, Ugharz, Naiman ve Merkit boylarından oluşmaktaydı. Moğolların Selçuklu İmparatorluğu topraklarına ulaşmaları sonucunda imparatorluk kolayca yok edilebilecek olan beylikler haline dönüştü. Selçuklu imparatorluğunun sonlanması ile imparatorluğu Bizans saldırılarına karşı koruyan Osmanlı Türkleri (isimlerini liderleri olan Osman Bey’den almaktadırlar) yükselen güç olmaya başladılar. Osmanlı İmparatorluğu adını alacak olan beylik Osman Bey’den sonra Orhan Bey tarafından yönetildi. Orhan Bey’in başarılı politikaları ile Gelibolu yarımadası Osmanlıların eline geçti ve Avrupa’da ilk Osmanlı tehdidi ortaya çıktı. Orhan Bey’in oğlu . Murat kendisini sultan ilan eden ilk Osmanlı Hakan’ıdır. Balkanlarda Osmanlı Hakimiyetini kuran Sultan Murat, Kosova Savaşı’nda bir sırp tarafından öldürüldü. Oğlu Beyazıt bunun üzerine tüm sırp esirleri katletti. Osmanlılar Bulgaristan’ı ve Yunanistan’ın kuzeyini idare altına aldılar. Ancak Osmanlının genişlemesi Timur yönetimindeki Moğol-Türk Devleti tarafından 1402 yılında Ankara Savaşı’nda durduruldu. Beyazıt bir yıl sonra öldü ve bunun ardından dört oğlu arasında taht kavgası çıktı. Bu sırada Avrupa’daki Osmanlı Hakimiyeti yok oldu. Sultan Mehmet Çelebi kardeşleriyle olan taht mücadelesine son verdi ve iktidarı ele geçirdi. 1453 yılında Konstantinopolis’in Osmanlı Türklerinin eline geçmesiyle Osmanlı’nın genişlemesi büyük bir hız aldı. Şehrin ana adı İstanbul olarak değiştirildi. Aya Sofya Kilisesi, imparatorluk camii haline geldi. Atina 1460 yılında fethedildi. Ardından Macaristan ele geçirildi. Aynı zamanda Orta Doğu’da Suriye ve Cezayir ele geçirilirken Mısırdaki Memlük İmparatorluğu’na son verildi ve Osmanlı Sultanı tüm dünyadaki Müslümanların yöneticisi anlamına gelen halifelik ünvanını aldı. Osmanlı İmparatorluğu’nun batıdaki ilerleyişi Avusturya-Viyana sınırında durdu. Viyana kuşatması Osmanlı adına başarısızlıkla sonuçlandı. Osmanlının Rusya’yı mağlup etmesi ile Ukrayna Osmanlının eline geçti, ancak Trablusgarp’taki savaş (1801) Osmanlının çöküşüne zemin hazırladı. Artık Osmanlı İmparatorluğu, Avrupa’nın “hasta adam”ı olarak tanımlanıyordu. Osmanlı yönetimindeki azınlıklar bir bir bağımsızlıklarını kazandılar. Osmanlı İmparatorluğu’ndaki bu çöküş Türk Milliyetçiliği’nin yükselen değer olmasına yol açtı. Jön Türkler bu süreçte önemli rol oynadılar. Birinci Dünya Savaşı başladığında Osmanlı, Almanya’nın yanında yer alırken İngiltere Rusya’ya karşı mücadele verdi. Gelibolu’daki savaşta İngiliz kontrolündeki Yeni Zelanda ve Anzak askerleri ile Türkler arasındaki savaşta Osmanlı İmparatorluğu sonunun yaklaştığını anlaşılmıştır. Birinci Dünya Savaşı’nın ardından Sevr Antlaşması imzalanarak Osmanlı İmparatorluğu’nun varlığına son verildi. Antlaşmaya göre Orta Doğu’daki Osmanlı toprakları Fransa ve İngiltere arasında paylaşıldı. Ermenistan bağımsız bir devlet oldu ve Kürtlere kendi devletlerini kurma garantisi verildi. Anadolu’nun büyük bir bölümü Yunan ve İtalyan devletleri arasında paylaşıldı. Ancak Türk ulusu bu durumu reddederek Gelibolu zaferinin kahramanı Mustafa Kemal önderliğinde padişaha ve işgalcilere karşı ayaklandı. Atatürk’ün yönettiği Türk ordusu, Kurtuluş Savaşı’nda Türkiye tarihinin gördüğü en kötü katliamı yaptı. Ermeni soykırımı ve Yunan katliamı. Bu durumda Yunan ve İtalyan birlikleri Türk ordusunu durduramadı. İngiltere ve Fransa, Birinci Dünya Savaşı boyunca verdikleri büyük kayıplar nedeniyle daha fazla müdahale edemediler. Aynı zamanda Rusya’daki Bolşevik Devrimi nedeniyle Rusya’da Bolşevikler ve Beyaz Ruslar arasında bir iç savaş ortaya çıkmıştı. Bu durumdan faydalanan Türk Kuvvetleri, yeni kurulan Ermeni devletini yıktı ve Kürtleri de yönetimi altına aldı. 29 Ekim 1923 tarihinde Atatürk’ün önderliğinde başkenti Ankara olan yeni Türkiye Cumhuriyeti kuruldu. Böylelikle modern Türkiye doğmuş oldu. Mağrur bir subay olan Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra politik, sosyal ve ekonomik alanlarda çok radikal reformlar yaparak Türkiye’yi hızla modern laik devletlerinin arasına sokmayı amaçladı. Örneğin Türk kadını 1934 yılında tam anlamıyla seçme ve seçilme hakkı elde etti. Halbuki Fransız kadınının aynı haklara sahip olması on yıl sonra gerçekleşti. Laik sistemi seçen Türkiye’de halifelik kaldırıldı ve Arap alfabesinin yerini Latin alfabesi aldı ve Cumhurbaşkanı (Atatürk) harf devrimini kendisi başlatarak baş öğretmen oldu. Bu gelişmelerin ardından dini eğitim veren medreseler kapatıldı ve eğitim laikleştirildi. Osmanlının sembolü olan fesin kullanımı yasaklandı ve Türklerin görünümü Avrupalılaştı. Bu devrimler sırasında Şeyh Sait ayaklanması sorunu ortaya çıktı. Bu ayaklanma muhtemelen Kürt isyancılar ile Türk ordusu arasındaki mücadelenin temelini oluşturdu. Türkiye II. Dünya Savaşı’na girmeyi reddetti ve 1944 yılının Ağustos’unda Almanya ile olan diplomatik ilişkilerini askıya aldı. Türkiye Birleşmiş Milletlerin ilk 51 kurucu üyesinden birisidir. Kore savaşında ABD kuvvetlerinin yanında savaşan Türkiye, savaştaki başarısıyla bir anlamda ödüllendirilerek 1952 yılında NATO’ya dahil edildi. Küba’nın Rusya tarafından Füzeyle donatılması üzerine ABD Türkiye’yi orta mesafeli nükleer füzeler ile donattı. Ancak Türkiye’nin Kıbrıs’ı işgali konusunda Türk-ABD ilişkileri yara aldı. 1974-1978’e kadar olan ordu gereçlerine ambargo konuldu. Ancak Irak’ın Kuveyt’i işgalinin ardından ABD’yi destekleyen Türkiye, Irak’tan gelen petrol boru hatlarını durdurarak Irak’ın ihracını durdurdu ve 150,000 kişilik bir gücünü Irak sınırına hareketlendirdi. Bu Irak ordusunun etkilenmesine yol açtı. Amerikan-Türk ilişkileri “IRAK’I ÖZGÜRLEŞTİRME OPERASYONU” ile tekrar gerginleşti. Türkiye Irak’ı işgal edebileceği tehdidini savurdu. Aynı zamanda Türkiye, Kürtlere verilebilecek olan otonomdan rahatsızlık duydu. I. Körfez Savaşı’nda ekonomik zarar gören Türkiye, ikinci savaşta Kürt probleminin milletler arası bir hal almasıyla karşılaştı ve İsrail ile karşı karşıya geldi. Baas rejimine karşı isyan eden Kürtlerin yenilmesinin ardından Kürtler Türkiye’ye ve İran’a doğru göç etmeye başladılar. 400,000 mülteci Mardin sınırına dayandığında, Türkiye sınır kapılarını kapattı. Aynı zamanda Türk Ordusu 500,000 Kürtün göçmen kamplarından ayrılmasını engellemiştir. Bunun sonucunda ABD, Kürtlere insani yardım yapmaya başlamıştır. Türkiye kendi Kürt nüfusunu arttırmak istemiyordu. Dolayısıyla Kürtler için Irak’ta güvenli bölgeler oluşturulmasına çalışıldı. Kuzey Irak’ta 1991 Haziranı’nda uçuşa yasak bölge belirlendi ve Türkiye, Amerikan, İngiliz ve Fransız savaş uçaklarının Adana yakınındaki İncirlik Üssü’nde konuşlandırılmalarına ve uçuşa yasak Kuzey Irak’ı kontrol etmelerine olanak tanındı. Bu oluşturulan otonom bölge sayesinde Kuzey Irak’ta güvenlikli bir bölge oluşturuldu ve Irak Kürtleri bölgelerine döndüler. Bu gelişmelerle birlikte Türkiye’nin Irak’ta kurulacak olan bir Kürt devletine muhalefeti, şiddetli bir biçimde devam etmektedir. Türkiye bağımsız bir Kürt ırkının varlığının Irak’ın birliğini tehdit ettiğini düşünmektedir. Türkiye 1985 yılından beri Kürt isyancılar ile savaşmaktadır ve Irak’ta kurulabilecek olan bir Kürt devletinin, Kürt milliyetçiliğini körükleyebileceğinden korkmaktadır. Bunun sonucunda PKK’ya olan desteğin artacağından endişe eden Türkiye Irak’a ait topraklarda 8 mil uzunluğunda bir güvenlik alanı oluşturmuştur. Bu güvenlik alanındaki PKK kamplarını bombalayan Türk ordusu Suriye ve İran’ın tepkisini çekmiştir. Suriye ve İran Türkiye’nin tepkisine rağmen PKK’yı desteklemekteydiler. Lübnan’da Beka Vadisi, PKK’nın eğitildiği alanlardan birisidir. Aynı zamanda İran Devrim Muhafız Birlikleri, PKK’yı eğitmişlerdir ve Suriye de Türk diplomatlarına saldıran Ermeni teröristlerine destek vermiştir. İran ve Suriye’nin ittifakı, PKK ve Ermeni teröristlerinin bu iki ülke tarafından desteklenmesi, GAP için kullanılan su problemi ve Hatay problemi Türkiye’yi İsrail ile daha iyi ilişkiler kurmaya itmiştir. 1947’de İsrail’in Birleşmiş Milletlere giriş isteğine Türkiye’nin olumsuz oy atmasına rağmen 1948 yılında İsrail’i tanıyan ilk Müslüman ülke olmuştur. 1996 yılında İsrail ve Türkiye çift taraflı Savunma Antlaşması imzalayarak bölgedeki ülkeleri şaşırtmıştır. Türkiye İsrail’e su konusunda avantajlar sağlarken, İsrail’in askeri teknolojisinden faydalanarak ordusunu güçlendirmiştir. İki ülke birlikte eğitim yapar hale geldi. Bu yakınlaşma devasa bir ekonomik hareketliliğe dönüştü ve 1997 yılında İsrail 715 milyon dolarlık bir F4 ve F5 savaş uçağı yenileme projesinde Türk Ordusu’nun ihtiyacını gidermiştir. Aynı zamanda anti-gemi füze sistemleri konusunda da ortak bir proje başlatılmıştır. Ekim 1998’de Suriye ve Türkiye ilişkileri kırılma noktasına gelmiştir. 10,000 kişilik bir güçle Suriye sınırına hareketlenen Türk Ordusu, PKK’yı yok etmek için topraklarına girmekle tehdit ederek gözdağı vermiştir. Çünkü Suriye topraklarında PKK kampları bulunuyordu. Türkiye’nin bu tehdidi sonucunda Şam, İsrail ile Türkiye arasında sıkışmış oldu. Körfez Savaşı’nın yanı sıra Sovyetler Birliği’nin çöküşü ve soğuk savaşın sona ermesi Türkiye tarihi açısından çok önemli bir dönüm noktası olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluşundan itibaren Rusya, geleneksel düşman olarak görülmüştür. Bu durum soğuk savaş süresince Sovyetler Birliği ve Varşova Paktı üyeleri için de geçerli olmuştur. Komünizm ideolojisi İslamiyet’e karşı bir kavram olarak ele alınmıştır. Bunun yanı sıra Sovyetler Birliği de Rusya gibi Türkiye’nin kontrolündeki boğazlara ve böylece sıcak denizlere inmeyi hedef edinmiştir. Sovyetler Birliğinin çökmesi ile bu sorunların yerlerini yeni sorunlar almıştır. Türkiye Sovyetler Birliğinin çöküşünün ardından Gürcistan, Ermenistan, Azerbaycan, Rusya, Moldavya ve Ukrayna ile komşu olmuştur. Siyasi belirsizlikler ve hatalar bu ülkelerin ekonomik açıdan gelişememelerine neden olmuştur. Ermenistan ile Azerbaycan arasındaki savaş daha Sovyetler Birliği çökmeden başlamıştır. Ermeniler ile Türkler arasındaki tarihsel gerginlikler Türklerin akrabaları olan Azerilerin yanında yer almasına zemin hazırlamıştır. Aynı zamanda Türkiye petrol nedeni ile müdahalelerini hızlandırmıştır. Türkiye’nin ekonomik müdahalesi ve elektrik vermemesi nedeni ile Ermenistan zor durumda kalmıştır. Ancak savaşın sonucu tam olarak Türkiye’nin istediği gibi olmadığı için bir hayal kırıklığı oluşmuştur. Türkiye ve Türkiye destekli Azeri hükümeti bir siyasi getiri elde edememiştir. İran yeni rejim değiştiren Rusya ile daha etkili ilişkiler kurmaya başlar. Bu durum Türkiye için önemli siyasi engeller oluşturdu. Ayrıca Gürcistan’daki Gürcüler ile Abazalar arasındaki iç savaş ve Rusya’da yaşanan Çeçen problemi Türkiye için sorun oluşturmaktadır.
Azerbaycan ve diğer Orta Asya devletleri Türkiye ile aynı kültürü paylaşmaktadır. Türkiye bu yeni devletlerin doğal lideri ve modeli olarak görülmektedir. Dolayısıyla Pan-Türkizm adlı yeni milliyetçilik akımı gündeme geldi. Azerbaycan konusunda yaşanan büyük hayal kırıklığının ardından Ankara; Kazakistan, Kırgızistan, Türkmenistan ve Özbekistan’ı içeren bir birlik konusunda harekete geçti. Bu girişim ABD tarafından desteklendi. ABD, bu ülkelerin laik ve demokratik bir yapıya kavuşmasını istemekteydi. Türkiye’nin içinde bulunduğu durum İran’ın İslami rejiminden ve Afganistan’daki anarşiden daha tercih edilir bir durumda bulunmaktadır. Bu etmenlerin etkisiyle Orta Asya Devletleri ile Türkiye arasında kültürel ve ekonomik alanlarda anlaşmalar yapıldı. Bu anlaşmalara Türk kökenli olmayan Tacikistan da katıldı. Ancak Körfez Savaşı esnasında Türklerin Orta Asya Devletleri ile olan ilişkileri geriledi ve bu devletler tekrar Rusya’nın etkisi altına girdi. Sovyetler Birliği’ndeki çok önemli siyasi değişiklikler Doğu Avrupa ve Varşova Paktı ülkelerine de sıçradı. Bulgaristan, komünist rejim döneminde ülkedeki Türklerin isimlerini Hıristiyanlaştırması ve Türkçe’yi yasaklaması nedeniyle Türkiye ile 1985 yılından beri olumsuz ilişkiler içerisindeydi. Bu süreçte tahmini olarak 320,000 Türk Bulgaristan’dan Türkiye’ye göç etmek durumunda kaldı. Bulgaristan’ın komünizmin çöküşünün ardından kurduğu demokratik hükümet, Türkler üzerindeki asimilasyon yaptırımlarını kaldırdı ve Türkiye’ye göç edenleri geri çağırdı. Böylelikle Türkiye ile Bulgaristan arasındaki ilişkiler gelişti. Özellikle Bulgaristan’ın Romanya ile birlikte NATO üyesi olması, bu ülkeyi Türkiye’nin doğal müttefiki yaptı. Ancak Balkanlar’daki yakınlaşma ve ilişkilerin düzelmesi kolay bir biçimde ilerlemiyordu. Osmanlı İmparatorluğu’nun bir vilayeti olan Bosna Hersek’in Yugoslavya’dan ayrılması üzerine çıkan çatışmalarda Türkiye Bosnalı Müslümanların yanında yer aldı. Bu da NATO müttefikleri olan ülkeler arasında gerginliğe yol açtı. Bosna Hersek hükümetini destekleyen Türkiye’ye karşı Fransa ve Yunanistan Sırpları Almanya, Hırvatistan’ı destekledi. NATO çatışmayı durdurmak için müdahale ettiğinde Türkiye, Barış Gücü kuvvetlerini bölgeye yolladı. Benzer olaylar 1999 yılında Kosova’da tekrar ettiğinde Türkiye bu bölgeye de kuvvet gönderdi. Türkiye 1987 yılından itibaren resmi olarak Avrupa Birliği üyesi olmak istemektedir. Ancak 1992 yılında başvuru yapıp kabul edilen Avusturya, Finlandiya, Norveç ve İsveç’in durumu Türkiye için bir hayal kırıklığı oluşturdu. Türkiye’nin özellikle Avrupa Birliği’ne üye olması durumunda Türk işçilerin serbest dolaşım hakkı kazanacak olmaları Avrupa devletlerini korkutmaktaydı. Bu durumla ilgili olarak Avrupa’daki seçmenler oylarını mülteci karşıtı siyasetçiler lehine kullandılar. Türkiye bu olaylar sonucunda Avrupa Birliği’ni Müslüman karşıtı bir kuruluş olmakla suçladı. Avrupa Birliği ise birliğin liberal demokrat yapısı olduğunu ve Türkiye’nin bu yapıya uygun olmadığını belirtti. Buna Türkiye’de yaşanmış 1960, 1971, 1980 darbelerini ve 1995 yılındaki darbe tehdidini gösterdi. Aynı zamanda Türkiye’de insan hakları konusunda yaşanan sıkıntılar belirtilirken, özellikle görevden alınan sivil liderlerin idamları, Kürtlere yapılan muameleler ve Ermeni Soykırımı sorunu üzerinde duruldu. NATO müttefiki olmalarına rağmen Yunanistan ve Türkiye birçok kez savaşın eşiğinden döndüler. 1999 yılında Nairobi’de Abdullah ÖCALAN’ın yakalanması sırasında işin içinde Yunan elçiliğinin olması ve pasaportunun Kıbrıs’tan alınmış olması iki ülke arasında gerginliğe yol açtı. Türkiye, Abdullah ÖCALAN’ı vatana ihanet ve Kürt isyanı başlatmak ve 30,000 insanın ölümüyle suçlayarak ölüm cezasına çarptırdı. Bu mahkumiyet Avrupa Birliğinin idam cezasına karşı olması nedeniyle sorun oluşturdu. Yunanistan bir Avrupa Birliği üyesi olarak Türkiye’nin Avrupa Birliğine girişine karşı çıktı. Bunun temel nedeni Kıbrıs problemidir. Bilindiği üzere Kıbrıs, Osmanlı İmparatorluğu tarafından Britanya yönetimine bırakılmıştır. Britanya’dan bağımsızlığını kazanan Kıbrıs’ta 1960 yılında büyük bir iç savaş çıkmıştır. Rum kesiminin çoğunluğu Yunanistan ile birleşmek istemiştir. Bunun üzerine Türkiye 1974’te adayı işgal etmiştir. Adanın kuzeyi 1983 yılında Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti olarak adlandırıldı. 250,000 kişilik Türk kuvveti adada bölünen sınırlar arasında beklemektedir. Güney Kıbrıs (Rum Kesimi), 1 Mayıs 2004’te adanın kuzeyi ile olan birleşme referandumunu reddedip Avrupa Birliğine üye olmuştur. Kıbrıs meselesine ek olarak Yunanistan’ın PKK’yı ve Ermeni teröristleri desteklemesi de ayrı bir sorun oluşturmuştur. Aynı zamanda kıta sahanlığı konusunda sorunlar yaşanmıştır. Doğal kaynaklar açısından zengin olduğu düşünülen Ege Denizi konusu da bu sorunların devamını oluşturmuştur. Uluslar arası yasalara göre her ülke kendi kara sularında ekonomik faaliyetler düzenleme hakkına sahiptir. Türkiye, Ege Denizi’ni Anadolu’nun bir uzantısı olarak görmekte ve üzerinde hak iddia etmektedir. Ancak Yunanistan da Ege Denizi’nin kontrolünü elinde tutmak istemektedir. Ege Denizi’ndeki adaların %71’ini elinde bulunduran Yunanistan, Akdeniz ve Karadeniz arasındaki Türk denizciliğine sorun oluşturabilmektedir. Bu durum hava sahası konusunda da ortaya çıkmaktadır. NATO anlaşmaları ile hava ve deniz sahanlığı kontrolü Yunanistan kontrolüne bırakılmışken, 1974’ten 1980’e kadar olan sürede bu durum askıya alınmıştır. Ancak komite yapısı içine girilince eski duruma dönülmüştür. Türkiye’nin Uluslar Arası İlişkilerinin Özeti: Türkiye konumu itibarı ile düşman ülkelerle çevrilmiş bir ülkedir. Suriye, İran ve Yunanistan Türkiye aleyhine teröristleri desteklemişlerdir. Önceleri Osmanlı İmparatorluğu’nun eyaletleri olan Arap ülkeleri Türkiye’nin İsrail ile olan yakınlaşmasına olumsuz bakmaktadırlar. ABD, Türkiye’nin ekonomik gerçekleri konusunda yakın tarihlerde önemli hayal kırıklıklarına yol açmaktadır (1991 Körfez Savaşı). Rusya Türkiye için hala potansiyel düşman olma durumunu sürdürmektedir. Aynı zamanda yeni bağımsızlık kazanan Ermenistan da soykırım meselesi yüzünden Türkiye’ye düşmanlık beslemektedir. Çeçenistan ve Abhazya’daki problemlerin Türkiye’ye sıçrama olasılığı bulunmaktadır. Pan-Türkizm akımı Türkiye’nin Rusya, İran, Çin ve ABD ile olan ilişkileri yüzünden başarısızlığa uğramıştır. Avrupa Birliği ile olan ilişkiler göz önüne alındığında Türkiye; Fransa, Almanya ve Yunanistan sebebiyle izolasyon yaşamaktadır. Türkiye Avrupa Birliğine katılmak için demokratikleşmeye çalışmaktadır. Şu anda İslami akımlar Kemalizm’e tepki olarak yükseliş göstermektedir ve Orta Doğu’daki radikal İslami terörizm de yükseliş içerisindedir. Kemalizm’in ve İslami yaklaşımın karmaşık yapılarının anlaşılması için bu kavramlar tanımlanmalı, karşılaştırılmalı ve aradaki farklar ortaya çıkarılmalıdır. Kemalizm; Türkiye’nin geleneksel olarak Mustafa Kemal ruhu ile elitler tarafından yönetilmesini sağlayan siyasi ideolojidir. Kemalizm’in kökenlerinde laiklik yatmaktadır. Atatürk Osmanlının çöküşünü laik olmayışına bağlamaktadır. Atatürk çok radikal reformlar gerçekleştirmiştir. Atatürk’ün gerçekleştirdiği devrimler ile Osmanlı İmparatorluğu ortadan kaldırılmıştır. Atatürk devrimleri muhafazakar insanlar tarafından tepki almıştır. Devrimler ile pek çok alanda eşitlik sağlanmıştır. Atatürk devrimleri sonunda güçlenen bir orta sınıf ve profesyonel bir çalışanlar grubu oluşmuştur. Bu sosyo-ekonomik grup zaman geçtikçe elindeki gücün yardımı ile farklılaşmıştır. Aynı zamanda yüksek sınıf subaylar kendilerini Atatürk’ün mirasçıları ve laikliğin koruyucuları olarak tanımlamışlardır. Devrimler sonucunda güçlenen doktor, mühendis, iş adamı, avukat, mimar ve yüksek subay gibi sınıflar demokratikleşmeye olumsuz etki yapmışlardır. Aynı zamanda laikliğin savunucuları demokrasiye zarar vermişlerdir. Ordunun müdahalesi ile İslami akımlar azalmıştır. Ancak İslami akımların liderleri İslami partileri destekleyerek mücadelelerini siyasi alana kaydırmışlardır. Türkiye’de laikliğin ve Atatürkçülüğün garantörü NATO’nun ikinci büyük ordusu olan Türk Ordusudur. Türk Kara Kuvvetleri 500,000 kişilik modernize edilmiş güce ve silahlara sahiptir. Türk Ordusu’nda 600 AH-1 Apache helikopteri, Tow Anti-Tank füzeleri ve çok amaçlı roketleri bulunmaktadır. Aynı zamanda F-16’lar, F-4’ler, F-5 Tiger’lar Türk ordusunun emrindedir. Türk Deniz Kuvvetleri 64,000 personeli, 14 denizaltısı, 5 Destroyer’i, 21 Fırkateyn’i ile Akdeniz’in en büyük deniz gücüdür. Türk Silahlı Kuvvetleri’nde Osmanlı İmparatorluğu’ndan miras kalan yöntemler bulunmaktadır. 18 yaşına gelen her ,Türk erkeği orduya hizmet etmek zorundadır. Orduya hizmet etmek bir onur meselesi olarak görülmektedir. Köylerde askerliğe uğurlanan ve askerlikten dönen askerler için törenler düzenlenmektedir. Kemalistler okullara din eğitimi verdirerek bir kontrol sistemi oluşturmuşlardır. Hükümet Ankara’da bir İlahiyat Fakültesi kurarak imamlar ve din öğretmenleri yetiştirmeyi amaçlamıştır. İslami akım, soğuk savaş döneminde sosyalizme ya da komünizme oranla daha olumlu görülmekteydi. 1980 darbesi İslami akıma çok sert davranmamıştır. Kemalistler, Türk kültürü ile harmanlanmış İslami akımın laikliğe sadık kalacağını umut etmişlerdir. Devletin dini ağırlıklı okullara gösterdiği tolerans sonucunda birçok dinsel faaliyette artış görülmüştür ve camilerde, medreselerde yeni yapılanmalara giden İslami akım güçlenmiştir. Özellikle hükümetin dini eğitimi hizmete sunamadığı varoş kesimler ve köylerde dini yapılanmalarda farklılıklar görülmektedir. Hükümetin kontrol edemediği alanlarda İslami kesim, kendi gazetelerini, kitap dağıtım şirketlerini, sağlık merkezlerini, finans merkezlerini ve öğrenci yurtlarını oluşturmuştur. Bunun yanı sıra yasal işlemler yapıldıktan sonra, 1990 yılında İslami radyo ve televizyon kanalları yayın hayatlarına başlamıştır. Erken yaşlarda başlayan İslami eğitim ve dini haklardaki özgürleşme 1980’lerde yeni bir entelektüel neslin oluşmasına yol açmıştır. Bu neslin yazarları yeni ve özel İslami medyayı da kullanarak, sosyal sorunları ve Kemalizm’i eleştirmeye başlamıştır. Aynı zamanda laikliğe de eleştirilerini yöneltmişlerdir. Yeni nesil İslami entelektüel kesimin eleştirdiği kavramlardan biri de batı materyalizmidir. Dindar Müslüman kadınların giyinişi devlet ile aralarında bazı problemlerin yaşanmasına sebep olmuştur. Bu durum binlerce öğrenci tarafından protesto edilmiştir. Söz konusu gelişmelerin ardından Türkiye’de Kemalist ve laikçiler ile dindar kesim arasında bir kutuplaşma meydana gelmiştir. Bir grup dindarlığını ortaya çıkarırken, diğer grup da Atatürkçü kimliğini vurgulamıştır. Daha önce İslami göndermeler yapan bir şiir okuduğu için hapsedilen Tayyip ERDOĞAN’ın seçimle başbakan seçilmesiyle, İslami kesim Kemalistler karşısında tekrar güç kazanmıştır. Türkiye’deki İslami diriliş her zaman var olabilecek bir durumdur. Türkiye iki grup arasında kutuplaşmıştır. Buna göre, kırsal alanlarda yaşayanlar geleneksel ve muhafazakar politikaları benimserken, şehir merkezlerinde yaşayanlar laik ve modern olan batı kültürünün destekleyicisi olan politikaları benimsemektedir. Kırsal alanlardaki muhafazakar kesimin laiklik karşıtı davranışları radikal İslam’ı güçlendirmektedir. Geleneksel Türk Kültürü, Osmanlı İmparatorluğunun sosyal ve ekonomik yapısında da olduğu gibi köy merkezlidir. Cumhuriyet kurulduktan sonra bile laiklikle ilgili reformlar köydeki yapılanmalara zorlanmıştır. Laiklik şehirler üzerinde yoğunlaştırılmıştır. Osmanlı İmparatorluğu döneminde de sultan ve askerleri şehirlerde ikamet ederken kırsal alanlardan sadece yeterli vergiyi toplayıp bu bölgelerden vergi toplama işi dışında hep uzak kalmışlardır. Türkiye’deki köy yaşantısı şaşırtıcı bir sabitlik gösterir. Köyde, köyün her sosyal faaliyetini takip eden bir ileri gelen bulunmaktadır. Köyden toplanıp Anakara’ya gönderilen para hayvan sahipliğine, arazi sahipliğine ve aile bireylerinin sayısına göre değişiklik gösterir. Köye sadakat kırsal alan için çok önemli bir kavramdır. Köyün çevrelediği ve sahiplendiği alan köyün gurur kaynağıdır. Köyün sahip olduğu otlaklara izinsiz giriş yapmak ve buralarda başka sürülerin otlatılması ciddi problemlere yol açabilir. Köyler arasında kan davaları ortaya çıkabilmektedir. Kırsal alanlarda var olan sosyo-ekonomik durum sağlam bir aile yapısına dayanmaktadır. Geniş aileler karı, koca, erkek çocuk ve onların eşleri, kız çocuklar, evlenmemiş kız kardeşler ve torunlardan oluşmaktadır. Köy kültürüne göre bir erkek çocuk, babası ile birlikte yaşar ve aile işleri için babasına yardım eder. Erkek çocukları olmayan aileler ya yeğenlerini yanlarına alırlar ya da evlatlık edinirler. Türk aile yapısı ataerkil bir yapıdadır. Birbirleri ile yakın olmayan erkekler birbirlerinin evlerine girmezler. Özel konular her yerde konuşulmaz. Özellikle cinsellik bir tabudur. Erkekler için avantaj sağlayan bir cinsiyet ayrımı söz konusudur. Erkekler babalarının izlerinden giderler. Erkek çocuklar babalarının yanında izinsiz konuşamazlar ve sigara içemezler. 8 yaşından itibaren ailenin hayvanlarını beslerler. 12 yaşından sonra da toprağı sürme faaliyetlerine katılırlar. Babalar erkek çocuklarını evlendirmekle yükümlüdürler. Geleneksel Türk aile yapısında baba baskıcı bir güce sahiptir. Kardeşler arasında çok güçlü bir ilişki vardır. Evlenen kadınlar genellikle evlendikleri erkeklerin ailesi ile birlikte yaşarlar. Ancak bu gelin kaynana çatışmasına yol açabilir. Türkçe’de “gelin”, gelen kökünden türemektedir. Türkiye’nin kırsal kesimlerinde evlilik romantik bir durumdan çok sosyo-ekonomik bir anlam kazanmaktadır. Yaygın bir söyleyiş biçimiyle “Türk erkekleri karılarını yalnız gece sever” denilmektedir. Gelinler eşleri ile tartışamaz ve izinsiz konuşamaz. Ancak ne zaman bir gelin erkek bir çocuk doğurursa ailenin gerçek bir üyesi olur. Ailenin reisi olan erkek genellikle karısı ile doğrudan bir ilişki kurmaz. Türkiye’de çok eşlilik 1924 yılında yasaklanmasına rağmen bazı bölgelerde halen çok eşlilik görülmektedir. Çok eşlilik, ilk eşin çocuk yapamadığı ya da erkek çocuk doğuramadığı durumlarda daha sık görülmektedir. Eğer bir çift kız çocuk dünyaya getirirse bu durumdan dolayı utanırlar ve çocuk sayısı sorulduğunda baba kız çocuklarını saymadan cevap verir. Türk kırsal hayatında en güçlü bağlantı anne ile oğul arasındadır. Bir kadın için, kendi evliliği de dahil olmak üzere, en önemli ilişki oğlu ile olan ilişkidir. Türk anneleri oğullarına karşı koruyucu ve göz yuman bir tavır geliştirmektedirler. Oğlu evlenen bir kadın gelinini yardımcısı olarak görür. Gelin ile kayın valide arasında yaşanabilecek gerginlikler erkek bir torunun dünyaya gelmesi ile sonlanır. Köyün imamı, baba yada büyükbaba yeni doğan bebeğe isim verir. Verilen ilk isim Kuran’dan rasgele seçilmektedir. İkinci isim öldükten sonra çağrılacağı isimdir. Türk çocukları genellikle akrabaları ve arkadaşları tarafından kullanılan bir lakaba sahiptir. Soyad ise Atatürk devrimlerinin ardından yaygınlaşmıştır. En yaygın soyadları Öztürk, Özkan, Akcan, Aydın, Aslan ve Gürbüz’dür. Türkiye’de nazar inancı kuvvetlidir. Aile, çocuklarını nazara ve şeytana karşı korumak için Kuran’dan ayetler okurlar ve çocukları çeşitli kutsal yerlere götürürler. Yunan ve Türk kültüründe mavi gözlü insanlar şeytan bakışlı olarak adlandırılır. Türk köy yaşamında çocukların evlenmesi Türk köy yaşantısı için çok önemlidir. Erkek çocuğun babası çocuğu için uygun bir gelin arar. İlk önce kardeş çocukları düşünülür. İslami inanca göre kardeş çocuklarının evlenmesinde bir sakınca yoktur. Türk çocuklarının süt anneleri vardır. Erkek çocukları genellikle 16-22 yaşları arasında evlenirken kızlar 14-18 yaşları arasında evlendirilmektedirler. Damadın babası düğün için para ödediği gibi, gelini aldığı için de para öder. Evlenen kız bir süre babasının evine dönemez. Bu geriye dönüş olmadığını gösteren bir adettir. Boşanma Türkiye’de çok yaygın değildir, ancak boşanma nedenleri çok eşlilik ve aldatmadan kaynaklanmaktadır. Kemalist reformlar sonucunda ve gerçekleşen başarılı sanayileşme hamlesi sonucunda köyden kente göç gerçekleşmiştir. Özellikle 1950’lerde köylüler kendi gelenekleri ile şehir yaşamına girmeye başlamışlardır. Yerleşim alanlarını gecekondular ile dolduran bu sınıf altyapı eksikliği ile karşılaşmıştır. Elektrik, asfalt ve benzeri konularda özellikle eksiklik yaşamaktadırlar. 1995 yılında Türkiye nüfusunun 2/3’ü şehirlerde yaşarken, şehirlerde yaşayan nüfusun da 2/3’ü gecekondularda ikamet etmektedir. Şehirlere göç eden göçmenler yeni fabrikalarda çalışırken sendikalar kurdular. 1975’te sanayi işçilerinin %80’i bir sendikaya üyeydi, ancak 80 darbesi ile bu sendikalar kapatılmıştır. Buna karşılık pek çok fabrika faaliyetlerini ve üretimini durdurmuştur. Bu da gece kondu bölgelerindeki işsizlik oranının %25’lere varmasına yol açmıştır. İşsizlik sorunu 90’lı yılları da etkilemiştir. İşsizlik, köyden kente göçün getirdiği boşluk, devletin yüzsüzleşmesi ve benzeri sorunlar İslami akımların güçlenmesine yol açmıştır. İslami kesimi temsil eden imam ve İslami politikacıların saldırgan politikaları ile seçimlerde Kemalistlere karşı üstünlük sağlamışlardır. Türkiye’yi ziyaret ettiğinizde Türk Silahlı Kuvvetlerini veya Atatürk’ü rencide edecek tavırlarda bulunursanız mahkum edilmeniz söz konusu olabilir. Kültürler arası bazı uyuşmazlıklar bulunmaktadır. İslam milleti olan Türkler İslami etiketleri taşırlar. İşaret ve orta parmağınız arasında baş parmağınızı göstermeniz burnunuza bir yumruk yemenize neden olabilir. Aynı zamanda sakız çiğnemek de kaba bir davranıştır. Köpekler temiz olmayan hayvanlar olarak kabul görür. Bir köpeğin uzun süre havlaması ve uluması ölüm haberi olarak görülür. Özet olarak, Türkler milliyetleri ile övünmektedirler. Birçoğu dindar Müslüman olan Türkler, yaşamlarını İslamiyet’e göre şekillendirmişlerdir. Kemalistler laik kuralları yürütmeye çalışsa da İslami kesim orta ve alt sınıfların desteğini çalmaktadır. Amaçları Türkiye’yi geleneksel İslam kuralları ile yönetmektir. Türkler İstiklal Savaşı’nda Gelibolu’da Yunanları ve İngilizleri yenmelerini İslam’ın zaferi olarak nitelendirirler. Aynı zamanda 2003 Kasım’ında İstanbul’da yapılan terör saldırılarını İslam’a saldırı olarak nitelerler. Türkiye bugün tarihi bir dönüm noktasındadır. Avrupa Birliği’ne kabul, Türkiye’deki yaşam standardlarını yükseltirken radikal İslami akımların gücünü azaltacaktır. Buna karşılık Avrupa, Türkiye’nin başvurusunu reddederse Türkiye İslam devleti olma yolunda ilerleyecek ve Avrupa laikliğine oryante olamayacaktır. Türk Ordusu’nun Orta Doğu’nun en güçlü ordusu olması Avrupa’nın gelecekte yaşayabileceği olumsuz olaylar için önemli bir unsurdur. Buna ek olarak ABD’nin Irak’taki harekatları ve bağımsız bir Kürt devletinin kurulabilecek olması Türkiye’de yeni bir etnik ayrımcılığın fitilini tutuşturabilir - DALGALI BAYRAK.gif
TÜRK KÜLTÜRÜNE BAKIŞ
20 nci yüzyılın başlarında İngiltere’de, madenciler korunma amacı ile madenlerin aşağı kesimlerine yanlarında sarı kanaryaları taşırlardı. Kanaryalar karbon monaksit gibi ölümcül, kokusuz ve renksiz toksik gazlara karşı duyarlıydılar ki genelde yerin alt tabakalarında yangınlar ve patlamalar görülürdü. Eğer kanarya ölürse bu madenciler için madeni tahliye etmelerini bildirecek bir işaret teşkil ederdi. 11 Eylül’deki terörist saldırılar ve çıkan savaş sonucunda İslamiyet Türkiye’de yeni bir şekil kazanmıştı. Kasım 2003’te bir sinagoga, İngiliz Konsolosluğuna ve Londra merkezli bir bankaya düzenlenen intihar saldırıları sonucunda Terörizme Karşı Küresel Savaşta laik Müslüman olarak belirtilen 50 kişi ölmüştür. Türkiye’nin laikliği şimdi, özellikle İstanbul’daki bombalama olaylarından sonra seçimlerde İslami bir devlet yönetiminin başa gelmesiyle, Terörizme Karşı Küresel Savaş ortamındaki bir kanarya gibidir. Bombalama olaylarındaki Müslüman bir kurbanın babası umut beklemektedir fakat bu İslami aşırıcılık Birleşmiş Milletlerle yarım yüzyıldan beri müttefik olan böyle güçlü bir ülkeyi yok etmeye yetmeyecektir. Baba oğlunun öldüğü yeri işaret ederek “Yahudiler benim kardeşlerim, nasıl olurda ben onlara gitmeleri için baskı yaparım?”, demişti. “Terörizm sona ermelidir.”- Ali Şahin, Kasım 2003’te İstanbul’da bir sinagogun bombalanmasında 37 yaşındaki oğlu Murat öldürüldü.
Bundan sonraki bölümler bütün içeriği ile tasnif dışıdır.
Bu dersin icrasında kullanılacak nitelikler ve standartlar açıkça belirtilmiştir. Sunuların üst sağ köşesinde resmi buluna şahıs Atatürk’tür ve kendisi derste tanıtılacak ünlü bir Türk’tür.
Bu ders süresince listelenen Türkiye ile ilgili coğrafi, tarihi ve Kültürel içerikler ile ilgili bilgiler belli bir süre göz önünde bulundurulmayacaktır ve kültür bir karakter ile betimlenerek sunulacaktır. Hoca (Nasreddin Hoca) halk figürünü böylece daha iyi anlayacaksınız:
Hoca hastadır ve eşeğini beslemekten bıkmış olduğu için karısına eşeği beslemesini söyler. Karısı da bunu reddeder. Tartışmaya başlarlar. Daha sonra bir iddiaya girerler. Kim önce konuşursa eşeği o besleyecektir. Hoca kaybetmemeye kararlıdır. Bir gün karısı dışarıdayken eve hırsız girer. Hoca evdedir fakat iddiayı kaybetmemek için hiç ses çıkarmaz. Hırsız her şeyi toparlar ve gider. Hoca’nın karısı eve geldiğinde her şeyin gitmiş olduğunu görür ve “Aman Allahım ne oldu?” diye bağırmaya başlar. Hoca zevkten dört köşe sıçrayarak “İddiayı ben kazandım! Eşeği sen beslemek zorundasın!”, der.
Türkiye stratejik açıdan güneydoğu Avrupa’yı ve Asya’yı birleştiren bir yarımadadır ve Bulgaristan Yunanistan, Gürcistan, Ermenistan, Azerbaycan, Irak, İran ve Suriye olmak üzere sekiz ülke ile sınır komşusudur. Üç tarafı denizlerle çevrilidir ve doğu sınırı boyunca yüksek dağlarla korunmaktadır. Ülke genel olarak iyi-tanımlanmış doğal sınırlara sahiptir.
Şekil olarak dikdörtgendir, doğudan batıya 995 Mil ve kuzeyden güneye yaklaşık 500 Mil uzanmaktadır. Ülke kapladığı yer açısından Amerika haritası üzerinde düşünülecek olursak; Kansas City, Missouri’den Atlantik kıyısına ve Memphis, Tennessee’den Danville, Ilinois’e kadar yer kaplar. 464,562 mil’i Asya tarafında ve 14,766 mil’i Avrupa tarafında olmak üzere ülkenin toplam yüzölçümü 484,329 mil karedir. Ülkenin Avrupa’da bulunan batı parçası ve ülkenin geri kalan kısmından Boğaz Köprüsü, Marmara Denizi ve Çanakkale Boğazı ile ayrılan kısmı Trakya olarak bilinir. Türkiye’nin Asya’da bulunan doğu kısmı ise sık kullanılan isimler olarak; Anadolu, Asya, Asyalı Türkiye ve Anadolu Ovası gibi isimlerle adlandırılır. Anadolu, Türkiye için bir referans olarak kullanılmasının yanında benzersiz orta iklim kuşağı karakteristiği ile gerçekten belirgin 7 coğrafik bölgeden biridir. Dağlar haricinde Türkiye’deki sıcaklık ortalaması 86 Fahrenheit’ın üstündedir (Yaklaşık 30°) . Doğu tarafındaki dağlık bölgeler, Karadeniz kıyısı, Ege kıyısı, Akdeniz kıyısı, Pontus ve Toros Dağları ile Arabistan platformu diğer 6 bölgedir.
Suriye ile sınır olan küçük bir istisnai Arap platformu haricinde Türkiye, Atlantik Okyanusundan Himalaya Dağlarına kadar uzanan Alp Kuşağının bir parçasıdır ve milyonlarca yıl önce Arabistan, Afrika, Hindistan gibi kıtaların birbirinden ayrılmasından ve Avrasya’nın oluşumundan beri mevcuttur. Türkiye’nin bu jeolojik tarihinin oluşumunda ise sık depremler ve genellikle volkanik patlamalar mevcuttur. Bazı depremler Richter (Rihter) ölçeğinde 5 ve daha yüksek olabilmektedir. Türkiye’nin jeolojik olarak en hassas bölgesi ise genel olarak Kocaeli’nden Ermenistan ve Gürcistan sınırındaki Van Gölü’nün kuzeyine uzanan bölümdür.
Türkiye’de iki bilinen dağ sırası uzanmaktadır: Pontus ve Toros Dağları. Kuzey Anadolu Dağları olarak da isimlendirilen Pontus Dağları, Karadeniz kıyısına paralel bir şekilde uzanmaktadır. Bu dağların içlerinde uzun vadi ve havzalar bulunur. Nehirler güneyden kuzeye, Karadeniz’in içine doğru akarlar. Anadolu Platosuyla yüzleşen araziler seyrek bitki örtüsüne sahiptir; fakat kuzeydeki topraklar belirli mevsimlerde dökülen ve aynı zamanda daima yeşil kalan sık ormanları içermektedir. Akdeniz kıyısına paralel uzanan Toros Dağları, deniz kıyısından doğuya doğru bir istikamette yükselmektedir ve Arap Platformuyla bir kemer oluşturmaktadır.
Toroslar, Pontus Dağları’ndan daha engebelidir ve daha az akarsu ile çevrilidir. Ayrıca bu dağlar geçmişte stratejik açıdan önemli anlamda Anadolu’yu, Adana’nın kuzeybatısındaki Gülek Boğazı ile isyanlardan korumuştur. Türkiye’nin %85’nden arta kalan kısmının yüksekliği deniz seviyesinden 1476 feet yüksektir ve Türkiye’nin ortalama yükseltisi deniz seviyesinden 3700 feet yüksektir. İki dağ grubu da batıdan doğuya yükselmektedir ve ortalama yükselti olarak batıda yaklaşık 5000 feet yüksekliktir. Nuh’un Gemisi’nin üstünde bulunduğu Ararat Dağı, 16.949 feet ile Türkiye’nin en yüksek noktasıdır ve Türkiye’nin güneydoğusunda İran, Ermenistan ve Azerbaycan sınırının yanında bulunur. Dağlardaki iklim serttir ve sıcaklık eksi (-) 40 Fahrenheit’a düşebilmektedir. Yüksekliğe bağlı olarak kar toprak üstünde yılda 120 gün kalabilmektedir ve kış fırtınaları süresince köyler günlerce mahsur kalabilmektedir.
Pontus ve Toros dağlarının birbirine yakınlaştığı batıdaki dağlık bölge Anti-Toros olarak adlandırılır. Ararat dağı ve Türkiye’nin en büyük gölü olan Van Gölü, bu bölgede bulunmaktadır ve deniz seviyesinden 9,800 feet yüksekliktedir. Anti-Toros’ta eriyen karlar üç büyük akarsuya kaynak olmaktadır: Dicle, Fırat ve Aras nehirleri. Bu bölgede Güney Doğu Anadolu Projesi (GAP) yer almaktadır ve buna bağlı olarak Dicle ve Fırat nehirleri üstüne 21 sıralı baraj kurulmuştur ki bu tarihteki en büyük altyapı gelişimlerinden birisidir. Planlanan elektrik çıkışı 7.460 mega-wat’tır ki bu Hoover Barajı’nın kapasitesinin 4 katıdır. Yapılan rezervuarlar 1,7 milyon hektar Türkiye toprağını sulayacaktır ve sonuçta bu tarım ve endüstrideki artışla Doğudaki insanların gelirlerini beşe katlayacaktır.
GAP Türkiye’nin milli güvenliği için kritik bir husustur, çünkü Anti-Toros başka bir isimle de bilinmektedir : Kürdistan. Kürtler Türkiye’nin, güneydoğuda bulunan 7 ilinde yoğunlaşmış olan Türk karşıtı etnik gruptur. Kürtler bu bölgede milattan önce 5nci yüzyılın başlarında ikamet etmişlerdir ve eski Yunan tarihçisi Xeneophon onlar hakkında yazmıştır. Birçok tarihçi Kürtlerin Eski Ahit’te belirtilen Medes gibi Aryan (Hint) soyundan geldiklerini düşünmektedir. Modern çağlarda devletler Kürtlere Türkiye’de yaşadıkları her yerde eziyet etmişlerdir ki Kürtler ayrı bir etnik grup olarak tanınmışlardır ve sivil hayatta kendi dillerini kullanmaları yasaklanmıştır. Türkiye’de resmi olarak Kürtler “Dağ Türkleri” olarak nitelendirilmektedirler ve Kürtlerin Türkiye’de belirlenen nüfusları 6 milyon ile 12 milyon arasındadır. Ayrıca Türkler ve Kürtler arasında din açısından da bir ayrılık mevcuttur. Türklerin büyük çoğunluğu Hanefi ve Sünni’dir. Fakat Kürtler genel olarak Şafi ve Sünni’dir. Kürtlerin küçük bir kısmı da Şii’dir. Bu büyük nüfusla beraber Kürdistan İşçi Partisinin (PKK) isyanı milli birliği tehdit eden bir unsur olarak farkedilmiştir. Devlet isyanı bastırmak için askeri kuvvetleri kullanırken, bu aynı zamanda Kürtlerin “insan hakları” umutlarını bağımsız bir devlette yaşamaktansa elverişli bir Türkiye’de yaşamayı seçmelerini oluşturacak ve Kürtlerin yaşam standartlarını arttıracak GAP projesinin başlamasına neden olmuştur.
Ne yazık ki GAP, su ihtiyacını Fırat ve Dicle’den sağlayan ve komşu ülkeler olan Suriye ve Irak ile bir kriz kaynağı oluşturmuştur. Suriye’nin su rezervi %40 ve Tabqua Barajı’ndaki elektrik rezervi %12 azalmıştır. Aynı şekilde Irak tarıma elverişli alanların ancak 1/5’ini karşılayabilecek kadar olan %80 gibi bir yüzde ile su kaybı yaşamıştır. Suriye ve Irak su konusu sebebiyle Türkiye’yi savaşa girmek konusunda tehdit etmiştir. Buna karşılık da Türkiye iki ülkeyi de suyu kısıtlayacağına dair tehdit ederek krizi arttırmıştır.
Anadolu ya da Anadolu Platosu coğrafi açıdan Türkiye’nin kalbidir. Nüfusu 3,69 milyon olan başkent Ankara, Anadolu Platosu’nun, Ege’nin iç kısmından uzanan ve Toros ile Pontus Dağlarıyla çevrili kuzey kısmındadır. Platodaki iki en büyük ova, Konya Ovası ve Tuz Gölü’nün oluşturduğu havzadır. Bu topraklar aynı zamanda Türkiye’nin en kuru yerleridir.
Ovanın yüksekliği batıdan doğuya 2000 feet ile 4000 feet’e kadar değişmektedir. İklim karasal olmakla beraber yıllık yağış ortalaması yaz mevsiminde çok düşüktür ve kış mevsiminde kar yağışı çok fazladır. Nehirlerin geçtiği ve yeterli yer altı suyunun olduğu yerlerde seyrek olmakla beraber yağışa dayalı ürün yetiştirme yaygındır. Buğday, yetiştirilen ana mahsuldür, bununla beraber sulak bölgelerde arpa, mısır, pamuk, çeşitli meyveler, üzüm, şeker pancarı, gül ve tütün yetiştirilir. Afyon ve haşhaş da belirli bölgelerde yetiştirilmektedir. Ayrıca fazla otlatma toprak erozyonunda etkili olmasına rağmen, ovalarda çiftlik hayvanlarının otlatılması yaygındır. Yaz mevsimi boyunca sık sık sarı bir kum fırtınası ortaya çıkar. Nisan ve Mayıs aylarında ovanın doğu kısımlarında çekirge unsuru ortaya çıkmaktadır.
Tarihi olarak Karadeniz kıyısı, Zonguldak çevresinden doğuda Rize’ye kadar, Anadolu’dan ayrı bir kesim oluşturmuştur. İç kesimlerden kıyıya erişim sadece birkaç dar vadi ile gerçekleştirilebilmektedir, çünkü Pontus Dağları, bütün bir duvar gibi kıyı kesimini iç kesimlerden ayırır. Kuzeybatıyı karşılayan daha yüksek eğimler, sık orman örtüsüne sahiptir. Dar kıyı şeridi kayalıktır ve sıralı akarsularla sarptır fakat birkaç yerde genişleyerek verimli, güçlü ekili deltalara açılır. Karadeniz, yıllık ortalama 55 inch ile Türkiye’deki yıl boyunca yağış alan tek bölgedir. Samsun ve çevresi tütün yetiştirmede başı çeken bölgedir. Samsun’un batısında ise birçok turunçgil yetişmektedir. Trabzon fındık yetiştirilmesi ile bilinir ve Rize’nin batı kesiminde çeşitli çay üretimi mevcuttur. Bölgede bazı kömür ve bakır yatakları vardır ve Zonguldak, madencilik ve ağır sanayinin merkezidir. Aynı zamanda turizm ve balıkçılık da bölgedeki ekonomik gelir kaynaklarıdır. Bu bölgedeki belirgin etnik azınlıklar Müslüman Gürcüleri ve Lazları içermektedir. Lazlar balıkçılıkla geçinirler ve Rize’deki köylerde yaşarlar.
Gürcistan, Kafkasya’da yaşayan ve çok yönlü anlaşılmaz bir dil kullanan birçok ırk için model olmuştur. Birçok Gürcü, Artvin ilinde yaşamaktadır. Genel olarak Çoruh Nehri’nin doğusunda ve Gürcistan sınırı boyunca Gürcülere ait bir diğer grup ise genel olarak çiftçilikle ve çobanlıkla uğraşan Abhazlar’dır.
Ege Bölgesi’nin ve Trakya’nın içinde bulunduğu Avrupa kısmı olan bölge, tarıma çok uygun olan bir ova şeklinde ülkeye uyum sağlamıştır. Yıllık yağış miktarı 20 inch civarındadır. Yoğun nüfusa sahip bu bölge toplam bölgelerin %3’ünü kuşatmaktadır ve İstanbul (nüfus: 9,6 milyon) ile Edirne’yi (nüfus: 132 000) içine alarak toplam nüfusun %10’una ev sahipliği etmektedir. Karadeniz ile Marmara Denizi’ni birleştiren İstanbul Boğazı 16 mil uzunluğunda ve ortalama 1 mil genişliğindedir, fakat bazı kesimlerde 1/3 mil’e kadar daralır. Asya ve Avrupa kıyılarının ikisi de dik bir şekilde yükselir ve tepelere, körfezlere ve kara ile çevrili koylara çok güzel bir şekil verir. Kıyıların bir çoğu sık bitki örtüsüne sahiptir ve birçok küçük kasaba ve köy içerir. Marmara Denizi ve Ege Denizi’ni birbirine bağlayan Çanakkale Boğazı yaklaşık 25 mil uzunluğundadır ve güneye doğru genişliği artmaktadır. İstanbul Boğazı’nın tersine Çanakkale Boğazı kıyı boyunca az yerleşim bölgesine sahiptir. Asya tarafında; Ege Bölgesi verimli topraklara ve nemli kışları ile sıcak kuru yazlarıyla tipik Akdeniz iklimine sahiptir. Geniş işlenmiş vadi düzlükleri ülkenin zengin, tarıma elverişli alanlarının yarısını oluşturmaktadır. Başlıca ürünler zeytin, turunçgil, kabuklu yemiş (özellikle badem) ve tütündür. En önemli düzlükler Kocaeli vadisi, Bursa Ovası ve Truva Ovası’dır. Vadi ovalarında yoğun olarak nüfus bulunur. Bölge olarak Bursa (nüfus: 1,2 milyon) ve ülkenin üçüncü büyük şehri ve başlıca imalat merkezi olan İzmir (nüfus: 2,4 milyon) başı çeker.
Ege, ayrıca Türkiye’nin etnik açıdan en çeşitlilik gösteren bölgesidir. Türkiye içindeki bütün etnik gruplar, ülkenin en büyük şehri olan İstanbul’da ikamet eder. Kürtlerin ve Gürcülerin yanı sıra bölgede Ermeniler, Dönmeler, Yunanlar (Pomak) ve Yahudiler mevcuttur. Ermeniler 19ncu ve 20nci yüzyılın başlarına kadar büyük bir azınlık topluluğuydular ve Yunan tarihçisi Xenephon’un anlattığı üzere milattan önce 700 tarihinde Anadolu’da Van Gölü civarında bulunuyorlardı. Osmanlı İmparatorluğu çökmeye ve Türk milliyetçiliği artmaya başladığında Türklerin ve Ermenilerin etnik açıdan araları açıldı ve 1890 yılında 100,000 kadar Ermeni imparatorluğu terk etti.
Çöküşün ve Kurtuluş Savaşı’nın devamıyla beraber iki grup arasındaki ilişkiler daha da kötüleşti ve Türk Ordusu, Ermenilere ülkeyi terk etmelerini emretti. 1915 kışının Mart ayında 600,000 ile 2 milyon civarında Ermeni katledildi. 1921’de Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun devamında 2 milyon kadar Ermeni ve Yunan da öldürüldü ve hayatta kalabilenler göç etmeleri ya da din değiştirmeleri için zorlandılar. Türkiye bu olayları inkar etse de ve Ermenilerin ile Yunanların sivil savaşta zayiat verdiğini belirtse de, bunlar toplu olarak Helenik Katliam ve Ermeni Soykırımı olarak nitelendirilir. Şu an Ermeni katliamını resmi olarak tanıyan sadece birkaç ülke vardır. Bunlar: Fransa, İsviçre, Rusya, Uruguay, Arjantin, Vatikan, Yunanistan, İsveç ve Kanada’dır. Amerika Birleşik Devletleri bu katliamları Türkiye ile olan politik hassasiyetinden dolayı resmen tanımasa da birçok şehir ve eyalet bunun bilincindedir. Türkiye’de 1995 yılındaki mevcut Ermeni nüfusu 40,000’dir. Birçoğu İstanbul içinde veya çevresinde yaşamaktadır ve bu insanlar orta sınıf üstü insanlar olup önemli mevkilerde ve işlerde bulunmaktadır. Türkiye’deki mevcut Ermeniler kendi okullarına gitmekte, kendi gazetelerini okumakta ve Hıristiyan inanç ve kimliklerini yoğun bir şekilde korumaktadırlar.
Bölgedeki ve ülkedeki diğer reddedilen azınlık ise 1995 yılında nüfusları 20,000 olan Yunanlardır. Türk-Yunanlar “Rum” olarak bilinirler. Birçoğu İstanbul’da ya da Çanakkale’nin batı tarafındaki İmroz ve Bozcaada’da yaşamaktadır. Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşü ve Kurtuluş Savaşı’ndan önce 2 milyon kadar Yunan Anadolu’da yaşıyordu, fakat Ermeniler gibi onlar da Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan sonra terk etmeleri için zorlanmışlardı. 1924 Lozan Antlaşması 200,000 Yunanın Türkiye’de kalmasını sağlamıştır, fakat birçoğu terk etmiş ve Türkiye’deki Yunanların sayıları azalmaya devam etmiştir. Buna rağmen Yunanlar, Türkiye’deki en varlıklı gruptur.
Dönmeler, 1666’da İslam’ı seçmeleri için zorlanmış olan ve Yahudilerin soyundan gelen insanlardır. Onların özel İslam tefsirleri, bazı Yahudi öğretileri ile elde tutulmaktadır ve bu genel olarak Sünni olan Türklerin zulmüne maruz kalmıştır. Dönme Türkçe’de din değiştirmeye ikna edilmiş anlamına gelir, fakat toplum arasında popüler olarak “Vatan Haini” anlamını kazanmıştır. Dönmeler ayrımın önlenmesi için kimliklerini saklamışlardır ve kapalı gruplar olarak gelişimlerini sürdürmüşlerdir. Ermeniler ve Yahudiler gibi, Dönmeler de üst sınıf insanlardır ve birçoğu ticaret, hukuk ve ilaç sanayi gibi işlerde başarılı konumdadır.
Sonuç olarak 1995 süresinde Türkiye’deki Yahudilerin nüfusu yaklaşık 18,000 ile 20,000 arasındadır. 1948’de İsrail’in kuruluşundan önce sayıları 90,000’di. Türkiye’deki Yahudiler, Gürcülere benzer şekilde; Yunanlar ya da Ermeniler gibi homojen bir grup değildi. Türkiye’deki Yahudilerin birçoğu İspanya’dan Engizisyon tarafından kovulan Sephardic (İspanyol asıllı) Yahudilerdir. Ladino dili konuşmaktadırlar. Ladino dili 15nci yüzyıl İspanyolcasına benzemektedir ve bunun yanı sıra pek çok dilden pek çok kelimeyi almıştır. Aşkenaz Yahudileri (Rus, Polonya ve Alman Kökenli) ve Karayitler bu Yahudi topluluğundan azınlık olarak ayrılmaktadırlar. Aşkenaz Yahudileri köken olarak kuzey ve orta Avrupa’dandır ve Yiddiş adı verilen İbranice ile Almanca karışımı olan bir dil konuşurlar. Karayitler diğer Museviler tarafından inançsız olarak görülmektedirler. Karayitler Yunanca konuşurken, Türkiye’deki tüm Yahudiler İbranice alfabesini kullanmaktadırlar. Ancak bunun yanı sıra çoğu Türkçe’yi ikinci bir dil olarak konuşmaktadırlar. Türkiye’deki Yahudiler genellikle kendi işyerlerini işletmektedirler ve kendi topluluklarının dışında insanlar ile evlenmezler.
Akdeniz kıyıları Anadolu’dan Toros Dağları ile ayrılmaktadır. Sıcak ve kuru geçen yaz mevsimi ve büyüleyici kumsalları ile Akdeniz ve Ege kıyıları pek çok Avrupalı turistin ziyaret ettiği bölgelerdir. Akdeniz kıyıları eşsiz kumsallarının yanı sıra verimli topraklar ile çevrilidir. Ilıman hava bu toprakları turunçgil, üzüm, incir, muz, arpa ve buğday gibi tarım ürünleri konusunda çok verimli kılmıştır. Ayrıca Çukurova Bölgesi pamuk, pirinç yetiştiriciliğinde ve tekstil üretiminde önemli yere sahiptir. Bölgenin en gelişmiş şehri olan Adana dışarıdan göç almaktadır. 1,1 milyonluk nüfusu ile Adana, yakın geçmişte Amerika’nın Kuzey Irak’a müdahalesinde çok kullanılan İncirlik Hava Üssü’ne çok yakındır.
Adana’da hatırı sayılır büyüklükte bir Çerkez nüfuz bulunmaktadır. 18nci yüzyılda Rusya’dan göç eden Çerkezler 70,000 kişilik nüfusu ile tarımdan ya da tarım işçiliğinden para kazanmaktadır. Akdeniz Bölgesi, Türkiye ile Suriye arasında gerilimin ortaya çıktığı bölgedir. Osmanlı İmparatorluğunun dağılmasının ardından Suriye Fransız mandası altında yönetilmeye başlandı. İskenderun, Hatay bölgesi Suriye’ye yakın illerdir. 1939’da Hatay’ın yönetimi Fransızlar tarafından Suriye’nin karşı çıkmalarına rağmen Türkiye’ye bırakılmıştır. Ancak 1946 yılında Suriye Fransızlardan bağımsızlığını kazanınca, Hatay’ın yönetimini tekrar almak istedi. Buna rağmen Türkiye’nin şiddetli karşı çıkmaları sonucunda Hatay’daki 1 milyon Arap kökenli vatandaşın mal varlığına karşılık Hatay Türkiye’nin yönetiminde kaldı. Hatay’daki Arapların büyük bir bölümü Alevi Şii’lerinden gelen bir koldur ve Suriye’yi yöneten elit grubun akrabalarıdır.
Türkiye coğrafyası incelenirken güneyde bulunan Arabistan platformunun kuzeye doğru Toros Dağları ile çevrili olduğu görülür. Bölgeyi çevreleyen platolar ve tepeler Suriye’ye kadar genişlemektedir. Bölgedeki dağların yüksekliği kuzeyden güneye doğru inildikçe deniz seviyesinden en az 2000 metre yüksekliğe kadar iner. Tarım bu bölgedeki ana geçim kaynağıdır. Özellikle buğday ve arpa yetiştirilen başlıca ürünlerdir.
Anadolu’nun tarihsel yapısı çok eski zamanlara kadar dayanmaktadır. Bir çok medeniyetin beşiği olmuştur. Anadolu tarihi üç kısım halinde incelenebilir. Eski Anadolu Medeniyetleri Dönemi, Osmanlı İmparatorluğu Dönemi ve Türkiye Cumhuriyeti Dönemi. Anadolu stratejik konumu açısından Asya ile Avrupa arasında bulunan doğal bir köprü konumundadır. Arkeolojik kanıtlara göre, Konya Ovası civarında milattan önce 6500 yıllarında dahi bu topraklarda insanların yaşadığı görülmektedir. Anadolu’da ilk kurulan medeniyetin milattan önce 3000 yılında burada yaşamış olan Hititlerin olduğu bilinmektedir. Hitit İmparatorluğu, Anadolu’nun büyük bir bölümünü ve Suriye’yi kontrol altında tutmuştur. Hitit ve Mısır orduları birkaç kez savaşmışlardır. MÖ 1400 yıllarında zayıflamaya başlayan imparatorluk MÖ 1200 yılında Frigyalıların isyanı sonucunda yıkılmıştır.
Hititler, Anadolu’nun iç kesimlerinde hüküm sürerken Anadolu’nun batısındaki Ege Bölgesinde başka medeniyetler de bulunmaktaydı. Eski Yunan medeniyetlerinden olan Girit Medeniyeti MÖ 2600-1200 yılları arasında Batı Anadolu’daki adalarda sömürgeler kurmaktaydı. Bunların en ünlüsü Homeros’un İlyadası’nda adı geçen Truva’dır. Truva medeniyeti Çanakkale ile Edremit Körfezi arasında kurulmuştur. Dorların MÖ 1200 yıllarında Anadolu’yu işgali sonucunda Anadolu karanlık çağını yaşamıştır. İyonya Yunanları, Dorları püskürterek Anadolu’daki en geniş koloniyi kurmuşlardır. Bizans Şehri adıyla kurulan şehir bölgenin en büyük yerleşim merkezi olmuştur. Daha sonra Konstantinopolis adını alan şehir günümüzde İstanbul olarak bilinmektedir. Bizans ile aynı anda kurulan Frigya ve Lidya İmparatorlukları Anadolu’da hüküm süren diğer medeniyetlerdir. Ankara yakınlarında kurulan Gordiyan kenti Friglerin başkenti olmuştur. MÖ 900-700 yıllarında bölgeyi yöneten Frigler “Kimerler” olarak adlandırılırlar. Lidyalılar MÖ 546 yılında Persler tarafından işgal edilene kadar yönetilmişlerdir. Persler Anadolu’yu işgal ettiklerinde tüm Yunan medeniyetlerini de otonomi vererek yönetmeye başlamışlardır. Ancak Büyük İskender’in ortaya çıkışı Anadolu’da Pers Hükümdarlığı’na son vermiştir. MÖ 323 yılında Büyük İskender’in ölmesiyle Anadolu’da bir karışıklık yaşanmıştır. Anadolu’da birliği tekrar sağlayan Roma İmparatorluğu zamanında Hıristiyanlık yayılmaya başlamıştır, ancak Hıristiyanlara yapılan baskınlar sonucunda, Hıristiyan nüfus Adana yakınlarındaki Kapadokya bölgesine kaçmıştır.
Roma İmparatorluğu döneminde, Latin dili ve Yunan dili konuşulan iki dildir. MS 330 yılında İmparator Konstantin, Bizans’ı başkent ilan etmiştir. Aynı zamanlarda şehrin adını Konstantinopolis olarak değiştirdi ve imparatorluğun dininin Hıristiyanlık olduğunu açıkladı. Böylelikle Bizans İmparatorluğu bir Hıristiyan devleti haline geldi ve Yunan Hıristiyanlığının Ortodoks mezhebini benimsedi. Bizans İmparatorluğu yönetimindeki Anadolu, hızla Hıristiyanlaştı. Ancak Kuzey Afrika, Suriye, Mısır, Anadolu ve Balkanlarda var olan Bizans Hükümdarlığı Müslüman Arapların saldırıları sonucunda zayıfladı.
Türkiye tarihinin üçte biri ironik bir biçimde Türklerden bahsedilmeden, Yunan ve Pers medeniyetleri kontrolünde gün yüzüne çıkmıştır. Türkler’in göç sonunda Anadolu’ya ulaşmaları ironiktir, çünkü Türkler Orta Asya’da Çin’in ve Moğolistan’ın iç bölgelerinden gelmektedirler. Türkler’in iddia ettiği ve Çin kaynaklarınca da tanımlandığı üzere Türk olan Hunların bilinen ilk yöneticileri Oğuz Kağan’dır. Oğuz Türkleri, Orta Asya’dan batıya doğru göç etmişlerdir. Bu göç Rusya içlerinde ve Anadolu’daki medeniyetlerle ilişkiye girmelerine zemin hazırlamıştır. İlk göç eden Hunlar, Yunan-Roma kültürleri içerisinde asimile olarak bugünkü Macaristan’ın (Hungary) kurucusu olmuşlardır.
Çin tarihçilerine göre, Türklerin atalarının ortaya çıkışı bir efsaneyle anlatılmaktadır. Bu efsaneye göre Çin topraklarında bulunan bir göçmenin kolları ve ayakları kesilmiş ve idam cezasına mahkum edilmiştir. Ancak şahısı öldürecek olan askerler acıyıp onu serbest bırakmışlardır. Bir dişi kurdun bulup iyileştirdiği göçmen kurttan on çocuk sahibi olmuştu. Bu on çocuk Türk boylarının ataları olmuştur. Çin hükümdarı göçmenin ölmediğini öğrenince, idamın gerçekleşmesini ister ve göçmen bulunup öldürülür. Ancak, Asena adındaki dişi kurt ve on çocuk kaçarak Türk soyunun ortaya çıkmasını sağlar.
Çin kaynakları Türkler hakkında bilgi toplanan en eski ve güvenilir kaynaklardır. Türk sözcüğü Orta Asya’da ve Anadolu’da yaşayan pek çok topluluğa gönderme yapmaktadır. Azerbaycan, Kazakistan, Türkmenistan, Özbekistan ve Türkiye Türklerin yoğun olarak yaşadığı ve hakimiyet sahibi olduğu bölgelerdir. Bunun yanı sıra Kıbrıs, İran, Rusya, Çin, Irak, Afganistan, Moldova, Macaristan, Bulgaristan ve Bosna Hersek’te de Türkler yaşamaktadır. Ayrıca, Türkmen terimi tüm Oğuz Türklerini kapsayan ve tek etnik yapı ve milliyete gönderme yapan bir terimdir.
Türkler Hakkında ilk bildiğimiz şey göçebe barbarlar oldukları ve Çin İmparatorluğuna saldırdıklarıdır. Cai Dong Fan adlı Çinli tarihçi Türkleri farklı bir ırk olarak ifade etmektedir. Türkler, Tiele kabilesini yok ederek yükselen güç olmuşlardır. Türklerin “Türk” adını vererek kurdukları en eski devlet Göktürklerdir. İsa’dan önce 552 yılında kurulan bu devlet tüm göçebeleri bir bayrak altında toplamıştır. Göktürk yazıtlarının 1896’da bulunup yazıların deşifre edilmesi sonucunda Göktürklerin kullandığı dil ile Çince arasında bir bağlantı ortaya çıkmıştır. Göktürklerden sonra Uygurlar tarih sahnesinde yer almışlardır. Uygurlar, Göktürk soyundan gelen Türklerin kurduğu bir devlettir. Doğu Türkmenistan bölgesinde kurulmuştur. Türkçe, Ural-Altay dil grubuna aittir. Moğollar, Macarlar, Finler ve Estonyalılar’ın konuştuğu diller de Ural-Altay dil gurubundan gelmektedir. Uygur Devleti, Çinliler ve Sasani Araplarının saldırıları ile göç etmiş ve bir bölümü Hazar Devleti’ni kurmuşlardır. Hazar Türkleri, Yahudi olmalarıyla dikkat çekerler ve Doğu Avrupa ve Rus Yahudilerinin atalarını oluşturmaktadırlar.
Arapların Semerkand ve Amu Derya ötesine gelmesi ve Türklerin Sünni Araplar ile çatışması sonucunda Türkler Müslümanlaşarak Orta Doğu’ya göç etmişlerdir ve Bağdat’taki halifenin koruyuculuğunu üstlenmişlerdir. Ancak 1055 yılında Tuğrul Bey saltanatlığını ilan eder ve Selçuklu İmparatorluğunu kurarak Abbasi İmparatorluğuna son verir. Selçuklular, İran’ın büyük bir bölümünü, Gürcistan’ı, Ermenistan’ı, Suriye’yi ve Anadolu’nun çok büyük bir bölümünü (İstanbul hariç) fethettiler. Bu gelişmeler Haçlı seferlerine zemin hazırlamıştır.
Moğolların, Cengizhan yönetiminde başlattıkları saldırılar Türk ve Moğolların yeni bir göçüne neden oldu. Moğol topluluğu Kırgız, Kerait, Ugharz, Naiman ve Merkit boylarından oluşmaktaydı. Moğolların Selçuklu İmparatorluğu topraklarına ulaşmaları sonucunda imparatorluk kolayca yok edilebilecek olan beylikler haline dönüştü. Selçuklu imparatorluğunun sonlanması ile imparatorluğu Bizans saldırılarına karşı koruyan Osmanlı Türkleri (isimlerini liderleri olan Osman Bey’den almaktadırlar) yükselen güç olmaya başladılar. Osmanlı İmparatorluğu adını alacak olan beylik Osman Bey’den sonra Orhan Bey tarafından yönetildi. Orhan Bey’in başarılı politikaları ile Gelibolu yarımadası Osmanlıların eline geçti ve Avrupa’da ilk Osmanlı tehdidi ortaya çıktı. Orhan Bey’in oğlu . Murat kendisini sultan ilan eden ilk Osmanlı Hakan’ıdır. Balkanlarda Osmanlı Hakimiyetini kuran Sultan Murat, Kosova Savaşı’nda bir sırp tarafından öldürüldü. Oğlu Beyazıt bunun üzerine tüm sırp esirleri katletti. Osmanlılar Bulgaristan’ı ve Yunanistan’ın kuzeyini idare altına aldılar. Ancak Osmanlının genişlemesi Timur yönetimindeki Moğol-Türk Devleti tarafından 1402 yılında Ankara Savaşı’nda durduruldu. Beyazıt bir yıl sonra öldü ve bunun ardından dört oğlu arasında taht kavgası çıktı. Bu sırada Avrupa’daki Osmanlı Hakimiyeti yok oldu. Sultan Mehmet Çelebi kardeşleriyle olan taht mücadelesine son verdi ve iktidarı ele geçirdi.
1453 yılında Konstantinopolis’in Osmanlı Türklerinin eline geçmesiyle Osmanlı’nın genişlemesi büyük bir hız aldı. Şehrin ana adı İstanbul olarak değiştirildi. Aya Sofya Kilisesi, imparatorluk camii haline geldi. Atina 1460 yılında fethedildi. Ardından Macaristan ele geçirildi. Aynı zamanda Orta Doğu’da Suriye ve Cezayir ele geçirilirken Mısırdaki Memlük İmparatorluğu’na son verildi ve Osmanlı Sultanı tüm dünyadaki Müslümanların yöneticisi anlamına gelen halifelik ünvanını aldı. Osmanlı İmparatorluğu’nun batıdaki ilerleyişi Avusturya-Viyana sınırında durdu. Viyana kuşatması Osmanlı adına başarısızlıkla sonuçlandı.
Osmanlının Rusya’yı mağlup etmesi ile Ukrayna Osmanlının eline geçti, ancak Trablusgarp’taki savaş (1801) Osmanlının çöküşüne zemin hazırladı. Artık Osmanlı İmparatorluğu, Avrupa’nın “hasta adam”ı olarak tanımlanıyordu. Osmanlı yönetimindeki azınlıklar bir bir bağımsızlıklarını kazandılar. Osmanlı İmparatorluğu’ndaki bu çöküş Türk Milliyetçiliği’nin yükselen değer olmasına yol açtı. Jön Türkler bu süreçte önemli rol oynadılar. Birinci Dünya Savaşı başladığında Osmanlı, Almanya’nın yanında yer alırken İngiltere Rusya’ya karşı mücadele verdi. Gelibolu’daki savaşta İngiliz kontrolündeki Yeni Zelanda ve Anzak askerleri ile Türkler arasındaki savaşta Osmanlı İmparatorluğu sonunun yaklaştığını anlaşılmıştır.
Birinci Dünya Savaşı’nın ardından Sevr Antlaşması imzalanarak Osmanlı İmparatorluğu’nun varlığına son verildi. Antlaşmaya göre Orta Doğu’daki Osmanlı toprakları Fransa ve İngiltere arasında paylaşıldı. Ermenistan bağımsız bir devlet oldu ve Kürtlere kendi devletlerini kurma garantisi verildi. Anadolu’nun büyük bir bölümü Yunan ve İtalyan devletleri arasında paylaşıldı. Ancak Türk ulusu bu durumu reddederek Gelibolu zaferinin kahramanı Mustafa Kemal önderliğinde padişaha ve işgalcilere karşı ayaklandı. Atatürk’ün yönettiği Türk ordusu, Kurtuluş Savaşı’nda Türkiye tarihinin gördüğü en kötü katliamı yaptı. Ermeni soykırımı ve Yunan katliamı. Bu durumda Yunan ve İtalyan birlikleri Türk ordusunu durduramadı. İngiltere ve Fransa, Birinci Dünya Savaşı boyunca verdikleri büyük kayıplar nedeniyle daha fazla müdahale edemediler. Aynı zamanda Rusya’daki Bolşevik Devrimi nedeniyle Rusya’da Bolşevikler ve Beyaz Ruslar arasında bir iç savaş ortaya çıkmıştı. Bu durumdan faydalanan Türk Kuvvetleri, yeni kurulan Ermeni devletini yıktı ve Kürtleri de yönetimi altına aldı. 29 Ekim 1923 tarihinde Atatürk’ün önderliğinde başkenti Ankara olan yeni Türkiye Cumhuriyeti kuruldu. Böylelikle modern Türkiye doğmuş oldu.
Mağrur bir subay olan Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra politik, sosyal ve ekonomik alanlarda çok radikal reformlar yaparak Türkiye’yi hızla modern laik devletlerinin arasına sokmayı amaçladı. Örneğin Türk kadını 1934 yılında tam anlamıyla seçme ve seçilme hakkı elde etti. Halbuki Fransız kadınının aynı haklara sahip olması on yıl sonra gerçekleşti. Laik sistemi seçen Türkiye’de halifelik kaldırıldı ve Arap alfabesinin yerini Latin alfabesi aldı ve Cumhurbaşkanı (Atatürk) harf devrimini kendisi başlatarak baş öğretmen oldu. Bu gelişmelerin ardından dini eğitim veren medreseler kapatıldı ve eğitim laikleştirildi. Osmanlının sembolü olan fesin kullanımı yasaklandı ve Türklerin görünümü Avrupalılaştı. Bu devrimler sırasında Şeyh Sait ayaklanması sorunu ortaya çıktı. Bu ayaklanma muhtemelen Kürt isyancılar ile Türk ordusu arasındaki mücadelenin temelini oluşturdu. Türkiye II. Dünya Savaşı’na girmeyi reddetti ve 1944 yılının Ağustos’unda Almanya ile olan diplomatik ilişkilerini askıya aldı. Türkiye Birleşmiş Milletlerin ilk 51 kurucu üyesinden birisidir. Kore savaşında ABD kuvvetlerinin yanında savaşan Türkiye, savaştaki başarısıyla bir anlamda ödüllendirilerek 1952 yılında NATO’ya dahil edildi. Küba’nın Rusya tarafından Füzeyle donatılması üzerine ABD Türkiye’yi orta mesafeli nükleer füzeler ile donattı. Ancak Türkiye’nin Kıbrıs’ı işgali konusunda Türk-ABD ilişkileri yara aldı. 1974-1978’e kadar olan ordu gereçlerine ambargo konuldu. Ancak Irak’ın Kuveyt’i işgalinin ardından ABD’yi destekleyen Türkiye, Irak’tan gelen petrol boru hatlarını durdurarak Irak’ın ihracını durdurdu ve 150,000 kişilik bir gücünü Irak sınırına hareketlendirdi. Bu Irak ordusunun etkilenmesine yol açtı. Amerikan-Türk ilişkileri “IRAK’I ÖZGÜRLEŞTİRME OPERASYONU” ile tekrar gerginleşti. Türkiye Irak’ı işgal edebileceği tehdidini savurdu. Aynı zamanda Türkiye, Kürtlere verilebilecek olan otonomdan rahatsızlık duydu. I. Körfez Savaşı’nda ekonomik zarar gören Türkiye, ikinci savaşta Kürt probleminin milletler arası bir hal almasıyla karşılaştı ve İsrail ile karşı karşıya geldi.
Baas rejimine karşı isyan eden Kürtlerin yenilmesinin ardından Kürtler Türkiye’ye ve İran’a doğru göç etmeye başladılar. 400,000 mülteci Mardin sınırına dayandığında, Türkiye sınır kapılarını kapattı. Aynı zamanda Türk Ordusu 500,000 Kürtün göçmen kamplarından ayrılmasını engellemiştir. Bunun sonucunda ABD, Kürtlere insani yardım yapmaya başlamıştır. Türkiye kendi Kürt nüfusunu arttırmak istemiyordu. Dolayısıyla Kürtler için Irak’ta güvenli bölgeler oluşturulmasına çalışıldı. Kuzey Irak’ta 1991 Haziranı’nda uçuşa yasak bölge belirlendi ve Türkiye, Amerikan, İngiliz ve Fransız savaş uçaklarının Adana yakınındaki İncirlik Üssü’nde konuşlandırılmalarına ve uçuşa yasak Kuzey Irak’ı kontrol etmelerine olanak tanındı. Bu oluşturulan otonom bölge sayesinde Kuzey Irak’ta güvenlikli bir bölge oluşturuldu ve Irak Kürtleri bölgelerine döndüler.
Bu gelişmelerle birlikte Türkiye’nin Irak’ta kurulacak olan bir Kürt devletine muhalefeti, şiddetli bir biçimde devam etmektedir. Türkiye bağımsız bir Kürt ırkının varlığının Irak’ın birliğini tehdit ettiğini düşünmektedir.
Türkiye 1985 yılından beri Kürt isyancılar ile savaşmaktadır ve Irak’ta kurulabilecek olan bir Kürt devletinin, Kürt milliyetçiliğini körükleyebileceğinden korkmaktadır. Bunun sonucunda PKK’ya olan desteğin artacağından endişe eden Türkiye Irak’a ait topraklarda 8 mil uzunluğunda bir güvenlik alanı oluşturmuştur. Bu güvenlik alanındaki PKK kamplarını bombalayan Türk ordusu Suriye ve İran’ın tepkisini çekmiştir. Suriye ve İran Türkiye’nin tepkisine rağmen PKK’yı desteklemekteydiler. Lübnan’da Beka Vadisi, PKK’nın eğitildiği alanlardan birisidir. Aynı zamanda İran Devrim Muhafız Birlikleri, PKK’yı eğitmişlerdir ve Suriye de Türk diplomatlarına saldıran Ermeni teröristlerine destek vermiştir.
İran ve Suriye’nin ittifakı, PKK ve Ermeni teröristlerinin bu iki ülke tarafından desteklenmesi, GAP için kullanılan su problemi ve Hatay problemi Türkiye’yi İsrail ile daha iyi ilişkiler kurmaya itmiştir. 1947’de İsrail’in Birleşmiş Milletlere giriş isteğine Türkiye’nin olumsuz oy atmasına rağmen 1948 yılında İsrail’i tanıyan ilk Müslüman ülke olmuştur. 1996 yılında İsrail ve Türkiye çift taraflı Savunma Antlaşması imzalayarak bölgedeki ülkeleri şaşırtmıştır. Türkiye İsrail’e su konusunda avantajlar sağlarken, İsrail’in askeri teknolojisinden faydalanarak ordusunu güçlendirmiştir. İki ülke birlikte eğitim yapar hale geldi. Bu yakınlaşma devasa bir ekonomik hareketliliğe dönüştü ve 1997 yılında İsrail 715 milyon dolarlık bir F4 ve F5 savaş uçağı yenileme projesinde Türk Ordusu’nun ihtiyacını gidermiştir. Aynı zamanda anti-gemi füze sistemleri konusunda da ortak bir proje başlatılmıştır.
Ekim 1998’de Suriye ve Türkiye ilişkileri kırılma noktasına gelmiştir. 10,000 kişilik bir güçle Suriye sınırına hareketlenen Türk Ordusu, PKK’yı yok etmek için topraklarına girmekle tehdit ederek gözdağı vermiştir. Çünkü Suriye topraklarında PKK kampları bulunuyordu. Türkiye’nin bu tehdidi sonucunda Şam, İsrail ile Türkiye arasında sıkışmış oldu.
Körfez Savaşı’nın yanı sıra Sovyetler Birliği’nin çöküşü ve soğuk savaşın sona ermesi Türkiye tarihi açısından çok önemli bir dönüm noktası olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluşundan itibaren Rusya, geleneksel düşman olarak görülmüştür. Bu durum soğuk savaş süresince Sovyetler Birliği ve Varşova Paktı üyeleri için de geçerli olmuştur. Komünizm ideolojisi İslamiyet’e karşı bir kavram olarak ele alınmıştır. Bunun yanı sıra Sovyetler Birliği de Rusya gibi Türkiye’nin kontrolündeki boğazlara ve böylece sıcak denizlere inmeyi hedef edinmiştir. Sovyetler Birliğinin çökmesi ile bu sorunların yerlerini yeni sorunlar almıştır. Türkiye Sovyetler Birliğinin çöküşünün ardından Gürcistan, Ermenistan, Azerbaycan, Rusya, Moldavya ve Ukrayna ile komşu olmuştur. Siyasi belirsizlikler ve hatalar bu ülkelerin ekonomik açıdan gelişememelerine neden olmuştur. Ermenistan ile Azerbaycan arasındaki savaş daha Sovyetler Birliği çökmeden başlamıştır. Ermeniler ile Türkler arasındaki tarihsel gerginlikler Türklerin akrabaları olan Azerilerin yanında yer almasına zemin hazırlamıştır. Aynı zamanda Türkiye petrol nedeni ile müdahalelerini hızlandırmıştır. Türkiye’nin ekonomik müdahalesi ve elektrik vermemesi nedeni ile Ermenistan zor durumda kalmıştır. Ancak savaşın sonucu tam olarak Türkiye’nin istediği gibi olmadığı için bir hayal kırıklığı oluşmuştur. Türkiye ve Türkiye destekli Azeri hükümeti bir siyasi getiri elde edememiştir. İran yeni rejim değiştiren Rusya ile daha etkili ilişkiler kurmaya başlar. Bu durum Türkiye için önemli siyasi engeller oluşturdu. Ayrıca Gürcistan’daki Gürcüler ile Abazalar arasındaki iç savaş ve Rusya’da yaşanan Çeçen problemi Türkiye için sorun oluşturmaktadır.
Azerbaycan ve diğer Orta Asya devletleri Türkiye ile aynı kültürü paylaşmaktadır. Türkiye bu yeni devletlerin doğal lideri ve modeli olarak görülmektedir. Dolayısıyla Pan-Türkizm adlı yeni milliyetçilik akımı gündeme geldi. Azerbaycan konusunda yaşanan büyük hayal kırıklığının ardından Ankara; Kazakistan, Kırgızistan, Türkmenistan ve Özbekistan’ı içeren bir birlik konusunda harekete geçti. Bu girişim ABD tarafından desteklendi. ABD, bu ülkelerin laik ve demokratik bir yapıya kavuşmasını istemekteydi. Türkiye’nin içinde bulunduğu durum İran’ın İslami rejiminden ve Afganistan’daki anarşiden daha tercih edilir bir durumda bulunmaktadır. Bu etmenlerin etkisiyle Orta Asya Devletleri ile Türkiye arasında kültürel ve ekonomik alanlarda anlaşmalar yapıldı. Bu anlaşmalara Türk kökenli olmayan Tacikistan da katıldı. Ancak Körfez Savaşı esnasında Türklerin Orta Asya Devletleri ile olan ilişkileri geriledi ve bu devletler tekrar Rusya’nın etkisi altına girdi.
Sovyetler Birliği’ndeki çok önemli siyasi değişiklikler Doğu Avrupa ve Varşova Paktı ülkelerine de sıçradı. Bulgaristan, komünist rejim döneminde ülkedeki Türklerin isimlerini Hıristiyanlaştırması ve Türkçe’yi yasaklaması nedeniyle Türkiye ile 1985 yılından beri olumsuz ilişkiler içerisindeydi. Bu süreçte tahmini olarak 320,000 Türk Bulgaristan’dan Türkiye’ye göç etmek durumunda kaldı. Bulgaristan’ın komünizmin çöküşünün ardından kurduğu demokratik hükümet, Türkler üzerindeki asimilasyon yaptırımlarını kaldırdı ve Türkiye’ye göç edenleri geri çağırdı. Böylelikle Türkiye ile Bulgaristan arasındaki ilişkiler gelişti. Özellikle Bulgaristan’ın Romanya ile birlikte NATO üyesi olması, bu ülkeyi Türkiye’nin doğal müttefiki yaptı.
Ancak Balkanlar’daki yakınlaşma ve ilişkilerin düzelmesi kolay bir biçimde ilerlemiyordu. Osmanlı İmparatorluğu’nun bir vilayeti olan Bosna Hersek’in Yugoslavya’dan ayrılması üzerine çıkan çatışmalarda Türkiye Bosnalı Müslümanların yanında yer aldı. Bu da NATO müttefikleri olan ülkeler arasında gerginliğe yol açtı. Bosna Hersek hükümetini destekleyen Türkiye’ye karşı Fransa ve Yunanistan Sırpları Almanya, Hırvatistan’ı destekledi. NATO çatışmayı durdurmak için müdahale ettiğinde Türkiye, Barış Gücü kuvvetlerini bölgeye yolladı. Benzer olaylar 1999 yılında Kosova’da tekrar ettiğinde Türkiye bu bölgeye de kuvvet gönderdi.
Türkiye 1987 yılından itibaren resmi olarak Avrupa Birliği üyesi olmak istemektedir. Ancak 1992 yılında başvuru yapıp kabul edilen Avusturya, Finlandiya, Norveç ve İsveç’in durumu Türkiye için bir hayal kırıklığı oluşturdu. Türkiye’nin özellikle Avrupa Birliği’ne üye olması durumunda Türk işçilerin serbest dolaşım hakkı kazanacak olmaları Avrupa devletlerini korkutmaktaydı.
Bu durumla ilgili olarak Avrupa’daki seçmenler oylarını mülteci karşıtı siyasetçiler lehine kullandılar. Türkiye bu olaylar sonucunda Avrupa Birliği’ni Müslüman karşıtı bir kuruluş olmakla suçladı. Avrupa Birliği ise birliğin liberal demokrat yapısı olduğunu ve Türkiye’nin bu yapıya uygun olmadığını belirtti. Buna Türkiye’de yaşanmış 1960, 1971, 1980 darbelerini ve 1995 yılındaki darbe tehdidini gösterdi. Aynı zamanda Türkiye’de insan hakları konusunda yaşanan sıkıntılar belirtilirken, özellikle görevden alınan sivil liderlerin idamları, Kürtlere yapılan muameleler ve Ermeni Soykırımı sorunu üzerinde duruldu.
NATO müttefiki olmalarına rağmen Yunanistan ve Türkiye birçok kez savaşın eşiğinden döndüler. 1999 yılında Nairobi’de Abdullah ÖCALAN’ın yakalanması sırasında işin içinde Yunan elçiliğinin olması ve pasaportunun Kıbrıs’tan alınmış olması iki ülke arasında gerginliğe yol açtı. Türkiye, Abdullah ÖCALAN’ı vatana ihanet ve Kürt isyanı başlatmak ve 30,000 insanın ölümüyle suçlayarak ölüm cezasına çarptırdı. Bu mahkumiyet Avrupa Birliğinin idam cezasına karşı olması nedeniyle sorun oluşturdu.
Yunanistan bir Avrupa Birliği üyesi olarak Türkiye’nin Avrupa Birliğine girişine karşı çıktı. Bunun temel nedeni Kıbrıs problemidir. Bilindiği üzere Kıbrıs, Osmanlı İmparatorluğu tarafından Britanya yönetimine bırakılmıştır. Britanya’dan bağımsızlığını kazanan Kıbrıs’ta 1960 yılında büyük bir iç savaş çıkmıştır. Rum kesiminin çoğunluğu Yunanistan ile birleşmek istemiştir. Bunun üzerine Türkiye 1974’te adayı işgal etmiştir. Adanın kuzeyi 1983 yılında Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti olarak adlandırıldı. 250,000 kişilik Türk kuvveti adada bölünen sınırlar arasında beklemektedir. Güney Kıbrıs (Rum Kesimi), 1 Mayıs 2004’te adanın kuzeyi ile olan birleşme referandumunu reddedip Avrupa Birliğine üye olmuştur.
Kıbrıs meselesine ek olarak Yunanistan’ın PKK’yı ve Ermeni teröristleri desteklemesi de ayrı bir sorun oluşturmuştur. Aynı zamanda kıta sahanlığı konusunda sorunlar yaşanmıştır. Doğal kaynaklar açısından zengin olduğu düşünülen Ege Denizi konusu da bu sorunların devamını oluşturmuştur. Uluslar arası yasalara göre her ülke kendi kara sularında ekonomik faaliyetler düzenleme hakkına sahiptir. Türkiye, Ege Denizi’ni Anadolu’nun bir uzantısı olarak görmekte ve üzerinde hak iddia etmektedir. Ancak Yunanistan da Ege Denizi’nin kontrolünü elinde tutmak istemektedir. Ege Denizi’ndeki adaların %71’ini elinde bulunduran Yunanistan, Akdeniz ve Karadeniz arasındaki Türk denizciliğine sorun oluşturabilmektedir. Bu durum hava sahası konusunda da ortaya çıkmaktadır.
NATO anlaşmaları ile hava ve deniz sahanlığı kontrolü Yunanistan kontrolüne bırakılmışken, 1974’ten 1980’e kadar olan sürede bu durum askıya alınmıştır. Ancak komite yapısı içine girilince eski duruma dönülmüştür.
Türkiye’nin Uluslar Arası İlişkilerinin Özeti:
Türkiye konumu itibarı ile düşman ülkelerle çevrilmiş bir ülkedir. Suriye, İran ve Yunanistan Türkiye aleyhine teröristleri desteklemişlerdir. Önceleri Osmanlı İmparatorluğu’nun eyaletleri olan Arap ülkeleri Türkiye’nin İsrail ile olan yakınlaşmasına olumsuz bakmaktadırlar. ABD, Türkiye’nin ekonomik gerçekleri konusunda yakın tarihlerde önemli hayal kırıklıklarına yol açmaktadır (1991 Körfez Savaşı). Rusya Türkiye için hala potansiyel düşman olma durumunu sürdürmektedir. Aynı zamanda yeni bağımsızlık kazanan Ermenistan da soykırım meselesi yüzünden Türkiye’ye düşmanlık beslemektedir. Çeçenistan ve Abhazya’daki problemlerin Türkiye’ye sıçrama olasılığı bulunmaktadır. Pan-Türkizm akımı Türkiye’nin Rusya, İran, Çin ve ABD ile olan ilişkileri yüzünden başarısızlığa uğramıştır. Avrupa Birliği ile olan ilişkiler göz önüne alındığında Türkiye; Fransa, Almanya ve Yunanistan sebebiyle izolasyon yaşamaktadır. Türkiye Avrupa Birliğine katılmak için demokratikleşmeye çalışmaktadır.
Şu anda İslami akımlar Kemalizm’e tepki olarak yükseliş göstermektedir ve Orta Doğu’daki radikal İslami terörizm de yükseliş içerisindedir. Kemalizm’in ve İslami yaklaşımın karmaşık yapılarının anlaşılması için bu kavramlar tanımlanmalı, karşılaştırılmalı ve aradaki farklar ortaya çıkarılmalıdır.
Kemalizm; Türkiye’nin geleneksel olarak Mustafa Kemal ruhu ile elitler tarafından yönetilmesini sağlayan siyasi ideolojidir. Kemalizm’in kökenlerinde laiklik yatmaktadır. Atatürk Osmanlının çöküşünü laik olmayışına bağlamaktadır. Atatürk çok radikal reformlar gerçekleştirmiştir. Atatürk’ün gerçekleştirdiği devrimler ile Osmanlı İmparatorluğu ortadan kaldırılmıştır. Atatürk devrimleri muhafazakar insanlar tarafından tepki almıştır. Devrimler ile pek çok alanda eşitlik sağlanmıştır. Atatürk devrimleri sonunda güçlenen bir orta sınıf ve profesyonel bir çalışanlar grubu oluşmuştur. Bu sosyo-ekonomik grup zaman geçtikçe elindeki gücün yardımı ile farklılaşmıştır. Aynı zamanda yüksek sınıf subaylar kendilerini Atatürk’ün mirasçıları ve laikliğin koruyucuları olarak tanımlamışlardır.
Devrimler sonucunda güçlenen doktor, mühendis, iş adamı, avukat, mimar ve yüksek subay gibi sınıflar demokratikleşmeye olumsuz etki yapmışlardır. Aynı zamanda laikliğin savunucuları demokrasiye zarar vermişlerdir. Ordunun müdahalesi ile İslami akımlar azalmıştır. Ancak İslami akımların liderleri İslami partileri destekleyerek mücadelelerini siyasi alana kaydırmışlardır.
Türkiye’de laikliğin ve Atatürkçülüğün garantörü NATO’nun ikinci büyük ordusu olan Türk Ordusudur. Türk Kara Kuvvetleri 500,000 kişilik modernize edilmiş güce ve silahlara sahiptir. Türk Ordusu’nda 600 AH-1 Apache helikopteri, Tow Anti-Tank füzeleri ve çok amaçlı roketleri bulunmaktadır. Aynı zamanda F-16’lar, F-4’ler, F-5 Tiger’lar Türk ordusunun emrindedir. Türk Deniz Kuvvetleri 64,000 personeli, 14 denizaltısı, 5 Destroyer’i, 21 Fırkateyn’i ile Akdeniz’in en büyük deniz gücüdür.
Türk Silahlı Kuvvetleri’nde Osmanlı İmparatorluğu’ndan miras kalan yöntemler bulunmaktadır. 18 yaşına gelen her ,Türk erkeği orduya hizmet etmek zorundadır. Orduya hizmet etmek bir onur meselesi olarak görülmektedir. Köylerde askerliğe uğurlanan ve askerlikten dönen askerler için törenler düzenlenmektedir.
Kemalistler okullara din eğitimi verdirerek bir kontrol sistemi oluşturmuşlardır. Hükümet Ankara’da bir İlahiyat Fakültesi kurarak imamlar ve din öğretmenleri yetiştirmeyi amaçlamıştır. İslami akım, soğuk savaş döneminde sosyalizme ya da komünizme oranla daha olumlu görülmekteydi. 1980 darbesi İslami akıma çok sert davranmamıştır. Kemalistler, Türk kültürü ile harmanlanmış İslami akımın laikliğe sadık kalacağını umut etmişlerdir.
Devletin dini ağırlıklı okullara gösterdiği tolerans sonucunda birçok dinsel faaliyette artış görülmüştür ve camilerde, medreselerde yeni yapılanmalara giden İslami akım güçlenmiştir. Özellikle hükümetin dini eğitimi hizmete sunamadığı varoş kesimler ve köylerde dini yapılanmalarda farklılıklar görülmektedir. Hükümetin kontrol edemediği alanlarda İslami kesim, kendi gazetelerini, kitap dağıtım şirketlerini, sağlık merkezlerini, finans merkezlerini ve öğrenci yurtlarını oluşturmuştur. Bunun yanı sıra yasal işlemler yapıldıktan sonra, 1990 yılında İslami radyo ve televizyon kanalları yayın hayatlarına başlamıştır.
Erken yaşlarda başlayan İslami eğitim ve dini haklardaki özgürleşme 1980’lerde yeni bir entelektüel neslin oluşmasına yol açmıştır. Bu neslin yazarları yeni ve özel İslami medyayı da kullanarak, sosyal sorunları ve Kemalizm’i eleştirmeye başlamıştır. Aynı zamanda laikliğe de eleştirilerini yöneltmişlerdir. Yeni nesil İslami entelektüel kesimin eleştirdiği kavramlardan biri de batı materyalizmidir. Dindar Müslüman kadınların giyinişi devlet ile aralarında bazı problemlerin yaşanmasına sebep olmuştur. Bu durum binlerce öğrenci tarafından protesto edilmiştir. Söz konusu gelişmelerin ardından Türkiye’de Kemalist ve laikçiler ile dindar kesim arasında bir kutuplaşma meydana gelmiştir. Bir grup dindarlığını ortaya çıkarırken, diğer grup da Atatürkçü kimliğini vurgulamıştır. Daha önce İslami göndermeler yapan bir şiir okuduğu için hapsedilen Tayyip ERDOĞAN’ın seçimle başbakan seçilmesiyle, İslami kesim Kemalistler karşısında tekrar güç kazanmıştır.
Türkiye’deki İslami diriliş her zaman var olabilecek bir durumdur. Türkiye iki grup arasında kutuplaşmıştır. Buna göre, kırsal alanlarda yaşayanlar geleneksel ve muhafazakar politikaları benimserken, şehir merkezlerinde yaşayanlar laik ve modern olan batı kültürünün destekleyicisi olan politikaları benimsemektedir. Kırsal alanlardaki muhafazakar kesimin laiklik karşıtı davranışları radikal İslam’ı güçlendirmektedir.
Geleneksel Türk Kültürü, Osmanlı İmparatorluğunun sosyal ve ekonomik yapısında da olduğu gibi köy merkezlidir. Cumhuriyet kurulduktan sonra bile laiklikle ilgili reformlar köydeki yapılanmalara zorlanmıştır. Laiklik şehirler üzerinde yoğunlaştırılmıştır. Osmanlı İmparatorluğu döneminde de sultan ve askerleri şehirlerde ikamet ederken kırsal alanlardan sadece yeterli vergiyi toplayıp bu bölgelerden vergi toplama işi dışında hep uzak kalmışlardır. Türkiye’deki köy yaşantısı şaşırtıcı bir sabitlik gösterir. Köyde, köyün her sosyal faaliyetini takip eden bir ileri gelen bulunmaktadır. Köyden toplanıp Anakara’ya gönderilen para hayvan sahipliğine, arazi sahipliğine ve aile bireylerinin sayısına göre değişiklik gösterir. Köye sadakat kırsal alan için çok önemli bir kavramdır. Köyün çevrelediği ve sahiplendiği alan köyün gurur kaynağıdır. Köyün sahip olduğu otlaklara izinsiz giriş yapmak ve buralarda başka sürülerin otlatılması ciddi problemlere yol açabilir. Köyler arasında kan davaları ortaya çıkabilmektedir.
Kırsal alanlarda var olan sosyo-ekonomik durum sağlam bir aile yapısına dayanmaktadır. Geniş aileler karı, koca, erkek çocuk ve onların eşleri, kız çocuklar, evlenmemiş kız kardeşler ve torunlardan oluşmaktadır. Köy kültürüne göre bir erkek çocuk, babası ile birlikte yaşar ve aile işleri için babasına yardım eder. Erkek çocukları olmayan aileler ya yeğenlerini yanlarına alırlar ya da evlatlık edinirler. Türk aile yapısı ataerkil bir yapıdadır. Birbirleri ile yakın olmayan erkekler birbirlerinin evlerine girmezler. Özel konular her yerde konuşulmaz. Özellikle cinsellik bir tabudur. Erkekler için avantaj sağlayan bir cinsiyet ayrımı söz konusudur. Erkekler babalarının izlerinden giderler. Erkek çocuklar babalarının yanında izinsiz konuşamazlar ve sigara içemezler. 8 yaşından itibaren ailenin hayvanlarını beslerler. 12 yaşından sonra da toprağı sürme faaliyetlerine katılırlar. Babalar erkek çocuklarını evlendirmekle yükümlüdürler. Geleneksel Türk aile yapısında baba baskıcı bir güce sahiptir. Kardeşler arasında çok güçlü bir ilişki vardır.
Evlenen kadınlar genellikle evlendikleri erkeklerin ailesi ile birlikte yaşarlar. Ancak bu gelin kaynana çatışmasına yol açabilir. Türkçe’de “gelin”, gelen kökünden türemektedir. Türkiye’nin kırsal kesimlerinde evlilik romantik bir durumdan çok sosyo-ekonomik bir anlam kazanmaktadır. Yaygın bir söyleyiş biçimiyle “Türk erkekleri karılarını yalnız gece sever” denilmektedir. Gelinler eşleri ile tartışamaz ve izinsiz konuşamaz. Ancak ne zaman bir gelin erkek bir çocuk doğurursa ailenin gerçek bir üyesi olur. Ailenin reisi olan erkek genellikle karısı ile doğrudan bir ilişki kurmaz. Türkiye’de çok eşlilik 1924 yılında yasaklanmasına rağmen bazı bölgelerde halen çok eşlilik görülmektedir. Çok eşlilik, ilk eşin çocuk yapamadığı ya da erkek çocuk doğuramadığı durumlarda daha sık görülmektedir. Eğer bir çift kız çocuk dünyaya getirirse bu durumdan dolayı utanırlar ve çocuk sayısı sorulduğunda baba kız çocuklarını saymadan cevap verir. Türk kırsal hayatında en güçlü bağlantı anne ile oğul arasındadır. Bir kadın için, kendi evliliği de dahil olmak üzere, en önemli ilişki oğlu ile olan ilişkidir. Türk anneleri oğullarına karşı koruyucu ve göz yuman bir tavır geliştirmektedirler. Oğlu evlenen bir kadın gelinini yardımcısı olarak görür. Gelin ile kayın valide arasında yaşanabilecek gerginlikler erkek bir torunun dünyaya gelmesi ile sonlanır. Köyün imamı, baba yada büyükbaba yeni doğan bebeğe isim verir. Verilen ilk isim Kuran’dan rasgele seçilmektedir. İkinci isim öldükten sonra çağrılacağı isimdir. Türk çocukları genellikle akrabaları ve arkadaşları tarafından kullanılan bir lakaba sahiptir. Soyad ise Atatürk devrimlerinin ardından yaygınlaşmıştır. En yaygın soyadları Öztürk, Özkan, Akcan, Aydın, Aslan ve Gürbüz’dür. Türkiye’de nazar inancı kuvvetlidir. Aile, çocuklarını nazara ve şeytana karşı korumak için Kuran’dan ayetler okurlar ve çocukları çeşitli kutsal yerlere götürürler. Yunan ve Türk kültüründe mavi gözlü insanlar şeytan bakışlı olarak adlandırılır.
Türk köy yaşamında çocukların evlenmesi Türk köy yaşantısı için çok önemlidir. Erkek çocuğun babası çocuğu için uygun bir gelin arar. İlk önce kardeş çocukları düşünülür. İslami inanca göre kardeş çocuklarının evlenmesinde bir sakınca yoktur. Türk çocuklarının süt anneleri vardır. Erkek çocukları genellikle 16-22 yaşları arasında evlenirken kızlar 14-18 yaşları arasında evlendirilmektedirler. Damadın babası düğün için para ödediği gibi, gelini aldığı için de para öder. Evlenen kız bir süre babasının evine dönemez. Bu geriye dönüş olmadığını gösteren bir adettir. Boşanma Türkiye’de çok yaygın değildir, ancak boşanma nedenleri çok eşlilik ve aldatmadan kaynaklanmaktadır.
Kemalist reformlar sonucunda ve gerçekleşen başarılı sanayileşme hamlesi sonucunda köyden kente göç gerçekleşmiştir. Özellikle 1950’lerde köylüler kendi gelenekleri ile şehir yaşamına girmeye başlamışlardır. Yerleşim alanlarını gecekondular ile dolduran bu sınıf altyapı eksikliği ile karşılaşmıştır. Elektrik, asfalt ve benzeri konularda özellikle eksiklik yaşamaktadırlar. 1995 yılında Türkiye nüfusunun 2/3’ü şehirlerde yaşarken, şehirlerde yaşayan nüfusun da 2/3’ü gecekondularda ikamet etmektedir.
Şehirlere göç eden göçmenler yeni fabrikalarda çalışırken sendikalar kurdular. 1975’te sanayi işçilerinin %80’i bir sendikaya üyeydi, ancak 80 darbesi ile bu sendikalar kapatılmıştır. Buna karşılık pek çok fabrika faaliyetlerini ve üretimini durdurmuştur. Bu da gece kondu bölgelerindeki işsizlik oranının %25’lere varmasına yol açmıştır. İşsizlik sorunu 90’lı yılları da etkilemiştir. İşsizlik, köyden kente göçün getirdiği boşluk, devletin yüzsüzleşmesi ve benzeri sorunlar İslami akımların güçlenmesine yol açmıştır. İslami kesimi temsil eden imam ve İslami politikacıların saldırgan politikaları ile seçimlerde Kemalistlere karşı üstünlük sağlamışlardır.
Türkiye’yi ziyaret ettiğinizde Türk Silahlı Kuvvetlerini veya Atatürk’ü rencide edecek tavırlarda bulunursanız mahkum edilmeniz söz konusu olabilir. Kültürler arası bazı uyuşmazlıklar bulunmaktadır. İslam milleti olan Türkler İslami etiketleri taşırlar.
İşaret ve orta parmağınız arasında baş parmağınızı göstermeniz burnunuza bir yumruk yemenize neden olabilir. Aynı zamanda sakız çiğnemek de kaba bir davranıştır. Köpekler temiz olmayan hayvanlar olarak kabul görür. Bir köpeğin uzun süre havlaması ve uluması ölüm haberi olarak görülür.
Özet olarak, Türkler milliyetleri ile övünmektedirler. Birçoğu dindar Müslüman olan Türkler, yaşamlarını İslamiyet’e göre şekillendirmişlerdir. Kemalistler laik kuralları yürütmeye çalışsa da İslami kesim orta ve alt sınıfların desteğini çalmaktadır. Amaçları Türkiye’yi geleneksel İslam kuralları ile yönetmektir. Türkler İstiklal Savaşı’nda Gelibolu’da Yunanları ve İngilizleri yenmelerini İslam’ın zaferi olarak nitelendirirler. Aynı zamanda 2003 Kasım’ında İstanbul’da yapılan terör saldırılarını İslam’a saldırı olarak nitelerler. Türkiye bugün tarihi bir dönüm noktasındadır. Avrupa Birliği’ne kabul, Türkiye’deki yaşam standardlarını yükseltirken radikal İslami akımların gücünü azaltacaktır. Buna karşılık Avrupa, Türkiye’nin başvurusunu reddederse Türkiye İslam devleti olma yolunda ilerleyecek ve Avrupa laikliğine oryante olamayacaktır. Türk Ordusu’nun Orta Doğu’nun en güçlü ordusu olması Avrupa’nın gelecekte yaşayabileceği olumsuz olaylar için önemli bir unsurdur. Buna ek olarak ABD’nin Irak’taki harekatları ve bağımsız bir Kürt devletinin kurulabilecek olması Türkiye’de yeni bir etnik ayrımcılığın fitilini tutuşturabilir


TÜRK KÜLTÜRÜNE BAKIŞ 20 nci yüzyılın başlarında İngiltere’de, madenciler korunma amacı ile madenlerin aşağı kesimlerine yanlarında sarı kanaryaları taşırlardı. Kanaryalar karbon monaksit gibi ölümcül, kokusuz ve renksiz toksik gazlara karşı duyarlıydılar ki genelde yerin alt tabakalarında yangınlar ve patlamalar görülürdü. Eğer kanarya ölürse bu madenciler için madeni tahliye etmelerini bildirecek bir işaret teşkil ederdi. 11 Eylül’deki terörist saldırılar ve çıkan savaş sonucunda İslamiyet Türkiye’de yeni bir şekil kazanmıştı. Kasım 2003’te bir sinagoga, İngiliz Konsolosluğuna ve Londra merkezli bir bankaya düzenlenen intihar saldırıları sonucunda Terörizme Karşı Küresel Savaşta laik Müslüman olarak belirtilen 50 kişi ölmüştür. Türkiye’nin laikliği şimdi, özellikle İstanbul’daki bombalama olaylarından sonra seçimlerde İslami bir devlet yönetiminin başa gelmesiyle, Terörizme Karşı Küresel Savaş ortamındaki bir kanarya gibidir. Bombalama olaylarındaki Müslüman bir kurbanın babası umut beklemektedir fakat bu İslami aşırıcılık Birleşmiş Milletlerle yarım yüzyıldan beri müttefik olan böyle güçlü bir ülkeyi yok etmeye yetmeyecektir. Baba oğlunun öldüğü yeri işaret ederek “Yahudiler benim kardeşlerim, nasıl olurda ben onlara gitmeleri için baskı yaparım?”, demişti. “Terörizm sona ermelidir.”- Ali Şahin, Kasım 2003’te İstanbul’da bir sinagogun bombalanmasında 37 yaşındaki oğlu Murat öldürüldü. Bundan sonraki bölümler bütün içeriği ile tasnif dışıdır.
Bu dersin icrasında kullanılacak nitelikler ve standartlar açıkça belirtilmiştir. Sunuların üst sağ köşesinde resmi buluna şahıs Atatürk’tür ve kendisi derste tanıtılacak ünlü bir Türk’tür. Bu ders süresince listelenen Türkiye ile ilgili coğrafi, tarihi ve Kültürel içerikler ile ilgili bilgiler belli bir süre göz önünde bulundurulmayacaktır ve kültür bir karakter ile betimlenerek sunulacaktır. Hoca (Nasreddin Hoca) halk figürünü böylece daha iyi anlayacaksınız: Hoca hastadır ve eşeğini beslemekten bıkmış olduğu için karısına eşeği beslemesini söyler. Karısı da bunu reddeder. Tartışmaya başlarlar. Daha sonra bir iddiaya girerler. Kim önce konuşursa eşeği o besleyecektir. Hoca kaybetmemeye kararlıdır. Bir gün karısı dışarıdayken eve hırsız girer. Hoca evdedir fakat iddiayı kaybetmemek için hiç ses çıkarmaz. Hırsız her şeyi toparlar ve gider. Hoca’nın karısı eve geldiğinde her şeyin gitmiş olduğunu görür ve “Aman Allahım ne oldu?” diye bağırmaya başlar. Hoca zevkten dört köşe sıçrayarak “İddiayı ben kazandım! Eşeği sen beslemek zorundasın!”, der. Türkiye stratejik açıdan güneydoğu Avrupa’yı ve Asya’yı birleştiren bir yarımadadır ve Bulgaristan Yunanistan, Gürcistan, Ermenistan, Azerbaycan, Irak, İran ve Suriye olmak üzere sekiz ülke ile sınır komşusudur. Üç tarafı denizlerle çevrilidir ve doğu sınırı boyunca yüksek dağlarla korunmaktadır. Ülke genel olarak iyi-tanımlanmış doğal sınırlara sahiptir. Şekil olarak dikdörtgendir, doğudan batıya 995 Mil ve kuzeyden güneye yaklaşık 500 Mil uzanmaktadır. Ülke kapladığı yer açısından Amerika haritası üzerinde düşünülecek olursak; Kansas City, Missouri’den Atlantik kıyısına ve Memphis, Tennessee’den Danville, Ilinois’e kadar yer kaplar. 464,562 mil’i Asya tarafında ve 14,766 mil’i Avrupa tarafında olmak üzere ülkenin toplam yüzölçümü 484,329 mil karedir. Ülkenin Avrupa’da bulunan batı parçası ve ülkenin geri kalan kısmından Boğaz Köprüsü, Marmara Denizi ve Çanakkale Boğazı ile ayrılan kısmı Trakya olarak bilinir. Türkiye’nin Asya’da bulunan doğu kısmı ise sık kullanılan isimler olarak; Anadolu, Asya, Asyalı Türkiye ve Anadolu Ovası gibi isimlerle adlandırılır. Anadolu, Türkiye için bir referans olarak kullanılmasının yanında benzersiz orta iklim kuşağı karakteristiği ile gerçekten belirgin 7 coğrafik bölgeden biridir. Dağlar haricinde Türkiye’deki sıcaklık ortalaması 86 Fahrenheit’ın üstündedir (Yaklaşık 30°) . Doğu tarafındaki dağlık bölgeler, Karadeniz kıyısı, Ege kıyısı, Akdeniz kıyısı, Pontus ve Toros Dağları ile Arabistan platformu diğer 6 bölgedir. Suriye ile sınır olan küçük bir istisnai Arap platformu haricinde Türkiye, Atlantik Okyanusundan Himalaya Dağlarına kadar uzanan Alp Kuşağının bir parçasıdır ve milyonlarca yıl önce Arabistan, Afrika, Hindistan gibi kıtaların birbirinden ayrılmasından ve Avrasya’nın oluşumundan beri mevcuttur. Türkiye’nin bu jeolojik tarihinin oluşumunda ise sık depremler ve genellikle volkanik patlamalar mevcuttur. Bazı depremler Richter (Rihter) ölçeğinde 5 ve daha yüksek olabilmektedir. Türkiye’nin jeolojik olarak en hassas bölgesi ise genel olarak Kocaeli’nden Ermenistan ve Gürcistan sınırındaki Van Gölü’nün kuzeyine uzanan bölümdür. Türkiye’de iki bilinen dağ sırası uzanmaktadır: Pontus ve Toros Dağları. Kuzey Anadolu Dağları olarak da isimlendirilen Pontus Dağları, Karadeniz kıyısına paralel bir şekilde uzanmaktadır. Bu dağların içlerinde uzun vadi ve havzalar bulunur. Nehirler güneyden kuzeye, Karadeniz’in içine doğru akarlar. Anadolu Platosuyla yüzleşen araziler seyrek bitki örtüsüne sahiptir; fakat kuzeydeki topraklar belirli mevsimlerde dökülen ve aynı zamanda daima yeşil kalan sık ormanları içermektedir. Akdeniz kıyısına paralel uzanan Toros Dağları, deniz kıyısından doğuya doğru bir istikamette yükselmektedir ve Arap Platformuyla bir kemer oluşturmaktadır. Toroslar, Pontus Dağları’ndan daha engebelidir ve daha az akarsu ile çevrilidir. Ayrıca bu dağlar geçmişte stratejik açıdan önemli anlamda Anadolu’yu, Adana’nın kuzeybatısındaki Gülek Boğazı ile isyanlardan korumuştur. Türkiye’nin %85’nden arta kalan kısmının yüksekliği deniz seviyesinden 1476 feet yüksektir ve Türkiye’nin ortalama yükseltisi deniz seviyesinden 3700 feet yüksektir. İki dağ grubu da batıdan doğuya yükselmektedir ve ortalama yükselti olarak batıda yaklaşık 5000 feet yüksekliktir. Nuh’un Gemisi’nin üstünde bulunduğu Ararat Dağı, 16.949 feet ile Türkiye'nin en yüksek noktasıdır ve Türkiye’nin güneydoğusunda İran, Ermenistan ve Azerbaycan sınırının yanında bulunur. Dağlardaki iklim serttir ve sıcaklık eksi (-) 40 Fahrenheit’a düşebilmektedir. Yüksekliğe bağlı olarak kar toprak üstünde yılda 120 gün kalabilmektedir ve kış fırtınaları süresince köyler günlerce mahsur kalabilmektedir. Pontus ve Toros dağlarının birbirine yakınlaştığı batıdaki dağlık bölge Anti-Toros olarak adlandırılır. Ararat dağı ve Türkiye’nin en büyük gölü olan Van Gölü, bu bölgede bulunmaktadır ve deniz seviyesinden 9,800 feet yüksekliktedir. Anti-Toros’ta eriyen karlar üç büyük akarsuya kaynak olmaktadır: Dicle, Fırat ve Aras nehirleri. Bu bölgede Güney Doğu Anadolu Projesi (GAP) yer almaktadır ve buna bağlı olarak Dicle ve Fırat nehirleri üstüne 21 sıralı baraj kurulmuştur ki bu tarihteki en büyük altyapı gelişimlerinden birisidir. Planlanan elektrik çıkışı 7.460 mega-wat’tır ki bu Hoover Barajı’nın kapasitesinin 4 katıdır. Yapılan rezervuarlar 1,7 milyon hektar Türkiye toprağını sulayacaktır ve sonuçta bu tarım ve endüstrideki artışla Doğudaki insanların gelirlerini beşe katlayacaktır. GAP Türkiye’nin milli güvenliği için kritik bir husustur, çünkü Anti-Toros başka bir isimle de bilinmektedir : Kürdistan. Kürtler Türkiye’nin, güneydoğuda bulunan 7 ilinde yoğunlaşmış olan Türk karşıtı etnik gruptur. Kürtler bu bölgede milattan önce 5nci yüzyılın başlarında ikamet etmişlerdir ve eski Yunan tarihçisi Xeneophon onlar hakkında yazmıştır. Birçok tarihçi Kürtlerin Eski Ahit’te belirtilen Medes gibi Aryan (Hint) soyundan geldiklerini düşünmektedir. Modern çağlarda devletler Kürtlere Türkiye’de yaşadıkları her yerde eziyet etmişlerdir ki Kürtler ayrı bir etnik grup olarak tanınmışlardır ve sivil hayatta kendi dillerini kullanmaları yasaklanmıştır. Türkiye’de resmi olarak Kürtler “Dağ Türkleri” olarak nitelendirilmektedirler ve Kürtlerin Türkiye’de belirlenen nüfusları 6 milyon ile 12 milyon arasındadır. Ayrıca Türkler ve Kürtler arasında din açısından da bir ayrılık mevcuttur. Türklerin büyük çoğunluğu Hanefi ve Sünni’dir. Fakat Kürtler genel olarak Şafi ve Sünni’dir. Kürtlerin küçük bir kısmı da Şii’dir. Bu büyük nüfusla beraber Kürdistan İşçi Partisinin (PKK) isyanı milli birliği tehdit eden bir unsur olarak farkedilmiştir. Devlet isyanı bastırmak için askeri kuvvetleri kullanırken, bu aynı zamanda Kürtlerin “insan hakları” umutlarını bağımsız bir devlette yaşamaktansa elverişli bir Türkiye’de yaşamayı seçmelerini oluşturacak ve Kürtlerin yaşam standartlarını arttıracak GAP projesinin başlamasına neden olmuştur. Ne yazık ki GAP, su ihtiyacını Fırat ve Dicle’den sağlayan ve komşu ülkeler olan Suriye ve Irak ile bir kriz kaynağı oluşturmuştur. Suriye’nin su rezervi %40 ve Tabqua Barajı’ndaki elektrik rezervi %12 azalmıştır. Aynı şekilde Irak tarıma elverişli alanların ancak 1/5’ini karşılayabilecek kadar olan %80 gibi bir yüzde ile su kaybı yaşamıştır. Suriye ve Irak su konusu sebebiyle Türkiye’yi savaşa girmek konusunda tehdit etmiştir. Buna karşılık da Türkiye iki ülkeyi de suyu kısıtlayacağına dair tehdit ederek krizi arttırmıştır. Anadolu ya da Anadolu Platosu coğrafi açıdan Türkiye’nin kalbidir. Nüfusu 3,69 milyon olan başkent Ankara, Anadolu Platosu’nun, Ege’nin iç kısmından uzanan ve Toros ile Pontus Dağlarıyla çevrili kuzey kısmındadır. Platodaki iki en büyük ova, Konya Ovası ve Tuz Gölü’nün oluşturduğu havzadır. Bu topraklar aynı zamanda Türkiye’nin en kuru yerleridir. Ovanın yüksekliği batıdan doğuya 2000 feet ile 4000 feet’e kadar değişmektedir. İklim karasal olmakla beraber yıllık yağış ortalaması yaz mevsiminde çok düşüktür ve kış mevsiminde kar yağışı çok fazladır. Nehirlerin geçtiği ve yeterli yer altı suyunun olduğu yerlerde seyrek olmakla beraber yağışa dayalı ürün yetiştirme yaygındır. Buğday, yetiştirilen ana mahsuldür, bununla beraber sulak bölgelerde arpa, mısır, pamuk, çeşitli meyveler, üzüm, şeker pancarı, gül ve tütün yetiştirilir. Afyon ve haşhaş da belirli bölgelerde yetiştirilmektedir. Ayrıca fazla otlatma toprak erozyonunda etkili olmasına rağmen, ovalarda çiftlik hayvanlarının otlatılması yaygındır. Yaz mevsimi boyunca sık sık sarı bir kum fırtınası ortaya çıkar. Nisan ve Mayıs aylarında ovanın doğu kısımlarında çekirge unsuru ortaya çıkmaktadır. Tarihi olarak Karadeniz kıyısı, Zonguldak çevresinden doğuda Rize’ye kadar, Anadolu’dan ayrı bir kesim oluşturmuştur. İç kesimlerden kıyıya erişim sadece birkaç dar vadi ile gerçekleştirilebilmektedir, çünkü Pontus Dağları, bütün bir duvar gibi kıyı kesimini iç kesimlerden ayırır. Kuzeybatıyı karşılayan daha yüksek eğimler, sık orman örtüsüne sahiptir. Dar kıyı şeridi kayalıktır ve sıralı akarsularla sarptır fakat birkaç yerde genişleyerek verimli, güçlü ekili deltalara açılır. Karadeniz, yıllık ortalama 55 inch ile Türkiye’deki yıl boyunca yağış alan tek bölgedir. Samsun ve çevresi tütün yetiştirmede başı çeken bölgedir. Samsun’un batısında ise birçok turunçgil yetişmektedir. Trabzon fındık yetiştirilmesi ile bilinir ve Rize’nin batı kesiminde çeşitli çay üretimi mevcuttur. Bölgede bazı kömür ve bakır yatakları vardır ve Zonguldak, madencilik ve ağır sanayinin merkezidir. Aynı zamanda turizm ve balıkçılık da bölgedeki ekonomik gelir kaynaklarıdır. Bu bölgedeki belirgin etnik azınlıklar Müslüman Gürcüleri ve Lazları içermektedir. Lazlar balıkçılıkla geçinirler ve Rize’deki köylerde yaşarlar. Gürcistan, Kafkasya’da yaşayan ve çok yönlü anlaşılmaz bir dil kullanan birçok ırk için model olmuştur. Birçok Gürcü, Artvin ilinde yaşamaktadır. Genel olarak Çoruh Nehri’nin doğusunda ve Gürcistan sınırı boyunca Gürcülere ait bir diğer grup ise genel olarak çiftçilikle ve çobanlıkla uğraşan Abhazlar’dır. Ege Bölgesi’nin ve Trakya’nın içinde bulunduğu Avrupa kısmı olan bölge, tarıma çok uygun olan bir ova şeklinde ülkeye uyum sağlamıştır. Yıllık yağış miktarı 20 inch civarındadır. Yoğun nüfusa sahip bu bölge toplam bölgelerin %3’ünü kuşatmaktadır ve İstanbul (nüfus: 9,6 milyon) ile Edirne’yi (nüfus: 132 000) içine alarak toplam nüfusun %10’una ev sahipliği etmektedir. Karadeniz ile Marmara Denizi’ni birleştiren İstanbul Boğazı 16 mil uzunluğunda ve ortalama 1 mil genişliğindedir, fakat bazı kesimlerde 1/3 mil’e kadar daralır. Asya ve Avrupa kıyılarının ikisi de dik bir şekilde yükselir ve tepelere, körfezlere ve kara ile çevrili koylara çok güzel bir şekil verir. Kıyıların bir çoğu sık bitki örtüsüne sahiptir ve birçok küçük kasaba ve köy içerir. Marmara Denizi ve Ege Denizi’ni birbirine bağlayan Çanakkale Boğazı yaklaşık 25 mil uzunluğundadır ve güneye doğru genişliği artmaktadır. İstanbul Boğazı’nın tersine Çanakkale Boğazı kıyı boyunca az yerleşim bölgesine sahiptir. Asya tarafında; Ege Bölgesi verimli topraklara ve nemli kışları ile sıcak kuru yazlarıyla tipik Akdeniz iklimine sahiptir. Geniş işlenmiş vadi düzlükleri ülkenin zengin, tarıma elverişli alanlarının yarısını oluşturmaktadır. Başlıca ürünler zeytin, turunçgil, kabuklu yemiş (özellikle badem) ve tütündür. En önemli düzlükler Kocaeli vadisi, Bursa Ovası ve Truva Ovası’dır. Vadi ovalarında yoğun olarak nüfus bulunur. Bölge olarak Bursa (nüfus: 1,2 milyon) ve ülkenin üçüncü büyük şehri ve başlıca imalat merkezi olan İzmir (nüfus: 2,4 milyon) başı çeker. Ege, ayrıca Türkiye’nin etnik açıdan en çeşitlilik gösteren bölgesidir. Türkiye içindeki bütün etnik gruplar, ülkenin en büyük şehri olan İstanbul’da ikamet eder. Kürtlerin ve Gürcülerin yanı sıra bölgede Ermeniler, Dönmeler, Yunanlar (Pomak) ve Yahudiler mevcuttur. Ermeniler 19ncu ve 20nci yüzyılın başlarına kadar büyük bir azınlık topluluğuydular ve Yunan tarihçisi Xenephon’un anlattığı üzere milattan önce 700 tarihinde Anadolu’da Van Gölü civarında bulunuyorlardı. Osmanlı İmparatorluğu çökmeye ve Türk milliyetçiliği artmaya başladığında Türklerin ve Ermenilerin etnik açıdan araları açıldı ve 1890 yılında 100,000 kadar Ermeni imparatorluğu terk etti. Çöküşün ve Kurtuluş Savaşı’nın devamıyla beraber iki grup arasındaki ilişkiler daha da kötüleşti ve Türk Ordusu, Ermenilere ülkeyi terk etmelerini emretti. 1915 kışının Mart ayında 600,000 ile 2 milyon civarında Ermeni katledildi. 1921’de Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun devamında 2 milyon kadar Ermeni ve Yunan da öldürüldü ve hayatta kalabilenler göç etmeleri ya da din değiştirmeleri için zorlandılar. Türkiye bu olayları inkar etse de ve Ermenilerin ile Yunanların sivil savaşta zayiat verdiğini belirtse de, bunlar toplu olarak Helenik Katliam ve Ermeni Soykırımı olarak nitelendirilir. Şu an Ermeni katliamını resmi olarak tanıyan sadece birkaç ülke vardır. Bunlar: Fransa, İsviçre, Rusya, Uruguay, Arjantin, Vatikan, Yunanistan, İsveç ve Kanada’dır. Amerika Birleşik Devletleri bu katliamları Türkiye ile olan politik hassasiyetinden dolayı resmen tanımasa da birçok şehir ve eyalet bunun bilincindedir. Türkiye’de 1995 yılındaki mevcut Ermeni nüfusu 40,000’dir. Birçoğu İstanbul içinde veya çevresinde yaşamaktadır ve bu insanlar orta sınıf üstü insanlar olup önemli mevkilerde ve işlerde bulunmaktadır. Türkiye’deki mevcut Ermeniler kendi okullarına gitmekte, kendi gazetelerini okumakta ve Hıristiyan inanç ve kimliklerini yoğun bir şekilde korumaktadırlar. Bölgedeki ve ülkedeki diğer reddedilen azınlık ise 1995 yılında nüfusları 20,000 olan Yunanlardır. Türk-Yunanlar “Rum” olarak bilinirler. Birçoğu İstanbul’da ya da Çanakkale’nin batı tarafındaki İmroz ve Bozcaada’da yaşamaktadır. Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşü ve Kurtuluş Savaşı’ndan önce 2 milyon kadar Yunan Anadolu’da yaşıyordu, fakat Ermeniler gibi onlar da Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan sonra terk etmeleri için zorlanmışlardı. 1924 Lozan Antlaşması 200,000 Yunanın Türkiye’de kalmasını sağlamıştır, fakat birçoğu terk etmiş ve Türkiye’deki Yunanların sayıları azalmaya devam etmiştir. Buna rağmen Yunanlar, Türkiye’deki en varlıklı gruptur. Dönmeler, 1666’da İslam’ı seçmeleri için zorlanmış olan ve Yahudilerin soyundan gelen insanlardır. Onların özel İslam tefsirleri, bazı Yahudi öğretileri ile elde tutulmaktadır ve bu genel olarak Sünni olan Türklerin zulmüne maruz kalmıştır. Dönme Türkçe’de din değiştirmeye ikna edilmiş anlamına gelir, fakat toplum arasında popüler olarak “Vatan Haini” anlamını kazanmıştır. Dönmeler ayrımın önlenmesi için kimliklerini saklamışlardır ve kapalı gruplar olarak gelişimlerini sürdürmüşlerdir. Ermeniler ve Yahudiler gibi, Dönmeler de üst sınıf insanlardır ve birçoğu ticaret, hukuk ve ilaç sanayi gibi işlerde başarılı konumdadır. Sonuç olarak 1995 süresinde Türkiye’deki Yahudilerin nüfusu yaklaşık 18,000 ile 20,000 arasındadır. 1948’de İsrail’in kuruluşundan önce sayıları 90,000’di. Türkiye’deki Yahudiler, Gürcülere benzer şekilde; Yunanlar ya da Ermeniler gibi homojen bir grup değildi. Türkiye’deki Yahudilerin birçoğu İspanya’dan Engizisyon tarafından kovulan Sephardic (İspanyol asıllı) Yahudilerdir. Ladino dili konuşmaktadırlar. Ladino dili 15nci yüzyıl İspanyolcasına benzemektedir ve bunun yanı sıra pek çok dilden pek çok kelimeyi almıştır. Aşkenaz Yahudileri (Rus, Polonya ve Alman Kökenli) ve Karayitler bu Yahudi topluluğundan azınlık olarak ayrılmaktadırlar. Aşkenaz Yahudileri köken olarak kuzey ve orta Avrupa’dandır ve Yiddiş adı verilen İbranice ile Almanca karışımı olan bir dil konuşurlar. Karayitler diğer Museviler tarafından inançsız olarak görülmektedirler. Karayitler Yunanca konuşurken, Türkiye’deki tüm Yahudiler İbranice alfabesini kullanmaktadırlar. Ancak bunun yanı sıra çoğu Türkçe’yi ikinci bir dil olarak konuşmaktadırlar. Türkiye’deki Yahudiler genellikle kendi işyerlerini işletmektedirler ve kendi topluluklarının dışında insanlar ile evlenmezler. Akdeniz kıyıları Anadolu’dan Toros Dağları ile ayrılmaktadır. Sıcak ve kuru geçen yaz mevsimi ve büyüleyici kumsalları ile Akdeniz ve Ege kıyıları pek çok Avrupalı turistin ziyaret ettiği bölgelerdir. Akdeniz kıyıları eşsiz kumsallarının yanı sıra verimli topraklar ile çevrilidir. Ilıman hava bu toprakları turunçgil, üzüm, incir, muz, arpa ve buğday gibi tarım ürünleri konusunda çok verimli kılmıştır. Ayrıca Çukurova Bölgesi pamuk, pirinç yetiştiriciliğinde ve tekstil üretiminde önemli yere sahiptir. Bölgenin en gelişmiş şehri olan Adana dışarıdan göç almaktadır. 1,1 milyonluk nüfusu ile Adana, yakın geçmişte Amerika’nın Kuzey Irak’a müdahalesinde çok kullanılan İncirlik Hava Üssü’ne çok yakındır. Adana’da hatırı sayılır büyüklükte bir Çerkez nüfuz bulunmaktadır. 18nci yüzyılda Rusya’dan göç eden Çerkezler 70,000 kişilik nüfusu ile tarımdan ya da tarım işçiliğinden para kazanmaktadır. Akdeniz Bölgesi, Türkiye ile Suriye arasında gerilimin ortaya çıktığı bölgedir. Osmanlı İmparatorluğunun dağılmasının ardından Suriye Fransız mandası altında yönetilmeye başlandı. İskenderun, Hatay bölgesi Suriye’ye yakın illerdir. 1939’da Hatay’ın yönetimi Fransızlar tarafından Suriye’nin karşı çıkmalarına rağmen Türkiye’ye bırakılmıştır. Ancak 1946 yılında Suriye Fransızlardan bağımsızlığını kazanınca, Hatay’ın yönetimini tekrar almak istedi. Buna rağmen Türkiye’nin şiddetli karşı çıkmaları sonucunda Hatay’daki 1 milyon Arap kökenli vatandaşın mal varlığına karşılık Hatay Türkiye’nin yönetiminde kaldı. Hatay’daki Arapların büyük bir bölümü Alevi Şii’lerinden gelen bir koldur ve Suriye’yi yöneten elit grubun akrabalarıdır. Türkiye coğrafyası incelenirken güneyde bulunan Arabistan platformunun kuzeye doğru Toros Dağları ile çevrili olduğu görülür. Bölgeyi çevreleyen platolar ve tepeler Suriye’ye kadar genişlemektedir. Bölgedeki dağların yüksekliği kuzeyden güneye doğru inildikçe deniz seviyesinden en az 2000 metre yüksekliğe kadar iner. Tarım bu bölgedeki ana geçim kaynağıdır. Özellikle buğday ve arpa yetiştirilen başlıca ürünlerdir. Anadolu’nun tarihsel yapısı çok eski zamanlara kadar dayanmaktadır. Bir çok medeniyetin beşiği olmuştur. Anadolu tarihi üç kısım halinde incelenebilir. Eski Anadolu Medeniyetleri Dönemi, Osmanlı İmparatorluğu Dönemi ve Türkiye Cumhuriyeti Dönemi. Anadolu stratejik konumu açısından Asya ile Avrupa arasında bulunan doğal bir köprü konumundadır. Arkeolojik kanıtlara göre, Konya Ovası civarında milattan önce 6500 yıllarında dahi bu topraklarda insanların yaşadığı görülmektedir. Anadolu’da ilk kurulan medeniyetin milattan önce 3000 yılında burada yaşamış olan Hititlerin olduğu bilinmektedir. Hitit İmparatorluğu, Anadolu’nun büyük bir bölümünü ve Suriye’yi kontrol altında tutmuştur. Hitit ve Mısır orduları birkaç kez savaşmışlardır. MÖ 1400 yıllarında zayıflamaya başlayan imparatorluk MÖ 1200 yılında Frigyalıların isyanı sonucunda yıkılmıştır. Hititler, Anadolu’nun iç kesimlerinde hüküm sürerken Anadolu’nun batısındaki Ege Bölgesinde başka medeniyetler de bulunmaktaydı. Eski Yunan medeniyetlerinden olan Girit Medeniyeti MÖ 2600-1200 yılları arasında Batı Anadolu’daki adalarda sömürgeler kurmaktaydı. Bunların en ünlüsü Homeros’un İlyadası’nda adı geçen Truva’dır. Truva medeniyeti Çanakkale ile Edremit Körfezi arasında kurulmuştur. Dorların MÖ 1200 yıllarında Anadolu’yu işgali sonucunda Anadolu karanlık çağını yaşamıştır. İyonya Yunanları, Dorları püskürterek Anadolu’daki en geniş koloniyi kurmuşlardır. Bizans Şehri adıyla kurulan şehir bölgenin en büyük yerleşim merkezi olmuştur. Daha sonra Konstantinopolis adını alan şehir günümüzde İstanbul olarak bilinmektedir. Bizans ile aynı anda kurulan Frigya ve Lidya İmparatorlukları Anadolu’da hüküm süren diğer medeniyetlerdir. Ankara yakınlarında kurulan Gordiyan kenti Friglerin başkenti olmuştur. MÖ 900-700 yıllarında bölgeyi yöneten Frigler “Kimerler” olarak adlandırılırlar. Lidyalılar MÖ 546 yılında Persler tarafından işgal edilene kadar yönetilmişlerdir. Persler Anadolu’yu işgal ettiklerinde tüm Yunan medeniyetlerini de otonomi vererek yönetmeye başlamışlardır. Ancak Büyük İskender’in ortaya çıkışı Anadolu’da Pers Hükümdarlığı’na son vermiştir. MÖ 323 yılında Büyük İskender’in ölmesiyle Anadolu’da bir karışıklık yaşanmıştır. Anadolu’da birliği tekrar sağlayan Roma İmparatorluğu zamanında Hıristiyanlık yayılmaya başlamıştır, ancak Hıristiyanlara yapılan baskınlar sonucunda, Hıristiyan nüfus Adana yakınlarındaki Kapadokya bölgesine kaçmıştır. Roma İmparatorluğu döneminde, Latin dili ve Yunan dili konuşulan iki dildir. MS 330 yılında İmparator Konstantin, Bizans’ı başkent ilan etmiştir. Aynı zamanlarda şehrin adını Konstantinopolis olarak değiştirdi ve imparatorluğun dininin Hıristiyanlık olduğunu açıkladı. Böylelikle Bizans İmparatorluğu bir Hıristiyan devleti haline geldi ve Yunan Hıristiyanlığının Ortodoks mezhebini benimsedi. Bizans İmparatorluğu yönetimindeki Anadolu, hızla Hıristiyanlaştı. Ancak Kuzey Afrika, Suriye, Mısır, Anadolu ve Balkanlarda var olan Bizans Hükümdarlığı Müslüman Arapların saldırıları sonucunda zayıfladı. Türkiye tarihinin üçte biri ironik bir biçimde Türklerden bahsedilmeden, Yunan ve Pers medeniyetleri kontrolünde gün yüzüne çıkmıştır. Türkler’in göç sonunda Anadolu’ya ulaşmaları ironiktir, çünkü Türkler Orta Asya’da Çin’in ve Moğolistan’ın iç bölgelerinden gelmektedirler. Türkler’in iddia ettiği ve Çin kaynaklarınca da tanımlandığı üzere Türk olan Hunların bilinen ilk yöneticileri Oğuz Kağan’dır. Oğuz Türkleri, Orta Asya’dan batıya doğru göç etmişlerdir. Bu göç Rusya içlerinde ve Anadolu’daki medeniyetlerle ilişkiye girmelerine zemin hazırlamıştır. İlk göç eden Hunlar, Yunan-Roma kültürleri içerisinde asimile olarak bugünkü Macaristan’ın (Hungary) kurucusu olmuşlardır. Çin tarihçilerine göre, Türklerin atalarının ortaya çıkışı bir efsaneyle anlatılmaktadır. Bu efsaneye göre Çin topraklarında bulunan bir göçmenin kolları ve ayakları kesilmiş ve idam cezasına mahkum edilmiştir. Ancak şahısı öldürecek olan askerler acıyıp onu serbest bırakmışlardır. Bir dişi kurdun bulup iyileştirdiği göçmen kurttan on çocuk sahibi olmuştu. Bu on çocuk Türk boylarının ataları olmuştur. Çin hükümdarı göçmenin ölmediğini öğrenince, idamın gerçekleşmesini ister ve göçmen bulunup öldürülür. Ancak, Asena adındaki dişi kurt ve on çocuk kaçarak Türk soyunun ortaya çıkmasını sağlar. Çin kaynakları Türkler hakkında bilgi toplanan en eski ve güvenilir kaynaklardır. Türk sözcüğü Orta Asya’da ve Anadolu’da yaşayan pek çok topluluğa gönderme yapmaktadır. Azerbaycan, Kazakistan, Türkmenistan, Özbekistan ve Türkiye Türklerin yoğun olarak yaşadığı ve hakimiyet sahibi olduğu bölgelerdir. Bunun yanı sıra Kıbrıs, İran, Rusya, Çin, Irak, Afganistan, Moldova, Macaristan, Bulgaristan ve Bosna Hersek’te de Türkler yaşamaktadır. Ayrıca, Türkmen terimi tüm Oğuz Türklerini kapsayan ve tek etnik yapı ve milliyete gönderme yapan bir terimdir. Türkler Hakkında ilk bildiğimiz şey göçebe barbarlar oldukları ve Çin İmparatorluğuna saldırdıklarıdır. Cai Dong Fan adlı Çinli tarihçi Türkleri farklı bir ırk olarak ifade etmektedir. Türkler, Tiele kabilesini yok ederek yükselen güç olmuşlardır. Türklerin “Türk” adını vererek kurdukları en eski devlet Göktürklerdir. İsa’dan önce 552 yılında kurulan bu devlet tüm göçebeleri bir bayrak altında toplamıştır. Göktürk yazıtlarının 1896’da bulunup yazıların deşifre edilmesi sonucunda Göktürklerin kullandığı dil ile Çince arasında bir bağlantı ortaya çıkmıştır. Göktürklerden sonra Uygurlar tarih sahnesinde yer almışlardır. Uygurlar, Göktürk soyundan gelen Türklerin kurduğu bir devlettir. Doğu Türkmenistan bölgesinde kurulmuştur. Türkçe, Ural-Altay dil grubuna aittir. Moğollar, Macarlar, Finler ve Estonyalılar’ın konuştuğu diller de Ural-Altay dil gurubundan gelmektedir. Uygur Devleti, Çinliler ve Sasani Araplarının saldırıları ile göç etmiş ve bir bölümü Hazar Devleti’ni kurmuşlardır. Hazar Türkleri, Yahudi olmalarıyla dikkat çekerler ve Doğu Avrupa ve Rus Yahudilerinin atalarını oluşturmaktadırlar. Arapların Semerkand ve Amu Derya ötesine gelmesi ve Türklerin Sünni Araplar ile çatışması sonucunda Türkler Müslümanlaşarak Orta Doğu’ya göç etmişlerdir ve Bağdat’taki halifenin koruyuculuğunu üstlenmişlerdir. Ancak 1055 yılında Tuğrul Bey saltanatlığını ilan eder ve Selçuklu İmparatorluğunu kurarak Abbasi İmparatorluğuna son verir. Selçuklular, İran’ın büyük bir bölümünü, Gürcistan’ı, Ermenistan’ı, Suriye’yi ve Anadolu’nun çok büyük bir bölümünü (İstanbul hariç) fethettiler. Bu gelişmeler Haçlı seferlerine zemin hazırlamıştır. Moğolların, Cengizhan yönetiminde başlattıkları saldırılar Türk ve Moğolların yeni bir göçüne neden oldu. Moğol topluluğu Kırgız, Kerait, Ugharz, Naiman ve Merkit boylarından oluşmaktaydı. Moğolların Selçuklu İmparatorluğu topraklarına ulaşmaları sonucunda imparatorluk kolayca yok edilebilecek olan beylikler haline dönüştü. Selçuklu imparatorluğunun sonlanması ile imparatorluğu Bizans saldırılarına karşı koruyan Osmanlı Türkleri (isimlerini liderleri olan Osman Bey’den almaktadırlar) yükselen güç olmaya başladılar. Osmanlı İmparatorluğu adını alacak olan beylik Osman Bey’den sonra Orhan Bey tarafından yönetildi. Orhan Bey’in başarılı politikaları ile Gelibolu yarımadası Osmanlıların eline geçti ve Avrupa’da ilk Osmanlı tehdidi ortaya çıktı. Orhan Bey’in oğlu . Murat kendisini sultan ilan eden ilk Osmanlı Hakan’ıdır. Balkanlarda Osmanlı Hakimiyetini kuran Sultan Murat, Kosova Savaşı’nda bir sırp tarafından öldürüldü. Oğlu Beyazıt bunun üzerine tüm sırp esirleri katletti. Osmanlılar Bulgaristan’ı ve Yunanistan’ın kuzeyini idare altına aldılar. Ancak Osmanlının genişlemesi Timur yönetimindeki Moğol-Türk Devleti tarafından 1402 yılında Ankara Savaşı’nda durduruldu. Beyazıt bir yıl sonra öldü ve bunun ardından dört oğlu arasında taht kavgası çıktı. Bu sırada Avrupa’daki Osmanlı Hakimiyeti yok oldu. Sultan Mehmet Çelebi kardeşleriyle olan taht mücadelesine son verdi ve iktidarı ele geçirdi. 1453 yılında Konstantinopolis’in Osmanlı Türklerinin eline geçmesiyle Osmanlı’nın genişlemesi büyük bir hız aldı. Şehrin ana adı İstanbul olarak değiştirildi. Aya Sofya Kilisesi, imparatorluk camii haline geldi. Atina 1460 yılında fethedildi. Ardından Macaristan ele geçirildi. Aynı zamanda Orta Doğu’da Suriye ve Cezayir ele geçirilirken Mısırdaki Memlük İmparatorluğu’na son verildi ve Osmanlı Sultanı tüm dünyadaki Müslümanların yöneticisi anlamına gelen halifelik ünvanını aldı. Osmanlı İmparatorluğu’nun batıdaki ilerleyişi Avusturya-Viyana sınırında durdu. Viyana kuşatması Osmanlı adına başarısızlıkla sonuçlandı. Osmanlının Rusya’yı mağlup etmesi ile Ukrayna Osmanlının eline geçti, ancak Trablusgarp’taki savaş (1801) Osmanlının çöküşüne zemin hazırladı. Artık Osmanlı İmparatorluğu, Avrupa’nın “hasta adam”ı olarak tanımlanıyordu. Osmanlı yönetimindeki azınlıklar bir bir bağımsızlıklarını kazandılar. Osmanlı İmparatorluğu’ndaki bu çöküş Türk Milliyetçiliği’nin yükselen değer olmasına yol açtı. Jön Türkler bu süreçte önemli rol oynadılar. Birinci Dünya Savaşı başladığında Osmanlı, Almanya’nın yanında yer alırken İngiltere Rusya’ya karşı mücadele verdi. Gelibolu’daki savaşta İngiliz kontrolündeki Yeni Zelanda ve Anzak askerleri ile Türkler arasındaki savaşta Osmanlı İmparatorluğu sonunun yaklaştığını anlaşılmıştır. Birinci Dünya Savaşı’nın ardından Sevr Antlaşması imzalanarak Osmanlı İmparatorluğu’nun varlığına son verildi. Antlaşmaya göre Orta Doğu’daki Osmanlı toprakları Fransa ve İngiltere arasında paylaşıldı. Ermenistan bağımsız bir devlet oldu ve Kürtlere kendi devletlerini kurma garantisi verildi. Anadolu’nun büyük bir bölümü Yunan ve İtalyan devletleri arasında paylaşıldı. Ancak Türk ulusu bu durumu reddederek Gelibolu zaferinin kahramanı Mustafa Kemal önderliğinde padişaha ve işgalcilere karşı ayaklandı. Atatürk’ün yönettiği Türk ordusu, Kurtuluş Savaşı’nda Türkiye tarihinin gördüğü en kötü katliamı yaptı. Ermeni soykırımı ve Yunan katliamı. Bu durumda Yunan ve İtalyan birlikleri Türk ordusunu durduramadı. İngiltere ve Fransa, Birinci Dünya Savaşı boyunca verdikleri büyük kayıplar nedeniyle daha fazla müdahale edemediler. Aynı zamanda Rusya’daki Bolşevik Devrimi nedeniyle Rusya’da Bolşevikler ve Beyaz Ruslar arasında bir iç savaş ortaya çıkmıştı. Bu durumdan faydalanan Türk Kuvvetleri, yeni kurulan Ermeni devletini yıktı ve Kürtleri de yönetimi altına aldı. 29 Ekim 1923 tarihinde Atatürk’ün önderliğinde başkenti Ankara olan yeni Türkiye Cumhuriyeti kuruldu. Böylelikle modern Türkiye doğmuş oldu. Mağrur bir subay olan Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra politik, sosyal ve ekonomik alanlarda çok radikal reformlar yaparak Türkiye’yi hızla modern laik devletlerinin arasına sokmayı amaçladı. Örneğin Türk kadını 1934 yılında tam anlamıyla seçme ve seçilme hakkı elde etti. Halbuki Fransız kadınının aynı haklara sahip olması on yıl sonra gerçekleşti. Laik sistemi seçen Türkiye’de halifelik kaldırıldı ve Arap alfabesinin yerini Latin alfabesi aldı ve Cumhurbaşkanı (Atatürk) harf devrimini kendisi başlatarak baş öğretmen oldu. Bu gelişmelerin ardından dini eğitim veren medreseler kapatıldı ve eğitim laikleştirildi. Osmanlının sembolü olan fesin kullanımı yasaklandı ve Türklerin görünümü Avrupalılaştı. Bu devrimler sırasında Şeyh Sait ayaklanması sorunu ortaya çıktı. Bu ayaklanma muhtemelen Kürt isyancılar ile Türk ordusu arasındaki mücadelenin temelini oluşturdu. Türkiye II. Dünya Savaşı’na girmeyi reddetti ve 1944 yılının Ağustos’unda Almanya ile olan diplomatik ilişkilerini askıya aldı. Türkiye Birleşmiş Milletlerin ilk 51 kurucu üyesinden birisidir. Kore savaşında ABD kuvvetlerinin yanında savaşan Türkiye, savaştaki başarısıyla bir anlamda ödüllendirilerek 1952 yılında NATO’ya dahil edildi. Küba’nın Rusya tarafından Füzeyle donatılması üzerine ABD Türkiye’yi orta mesafeli nükleer füzeler ile donattı. Ancak Türkiye’nin Kıbrıs’ı işgali konusunda Türk-ABD ilişkileri yara aldı. 1974-1978’e kadar olan ordu gereçlerine ambargo konuldu. Ancak Irak’ın Kuveyt’i işgalinin ardından ABD’yi destekleyen Türkiye, Irak’tan gelen petrol boru hatlarını durdurarak Irak’ın ihracını durdurdu ve 150,000 kişilik bir gücünü Irak sınırına hareketlendirdi. Bu Irak ordusunun etkilenmesine yol açtı. Amerikan-Türk ilişkileri “IRAK’I ÖZGÜRLEŞTİRME OPERASYONU” ile tekrar gerginleşti. Türkiye Irak’ı işgal edebileceği tehdidini savurdu. Aynı zamanda Türkiye, Kürtlere verilebilecek olan otonomdan rahatsızlık duydu. I. Körfez Savaşı’nda ekonomik zarar gören Türkiye, ikinci savaşta Kürt probleminin milletler arası bir hal almasıyla karşılaştı ve İsrail ile karşı karşıya geldi. Baas rejimine karşı isyan eden Kürtlerin yenilmesinin ardından Kürtler Türkiye’ye ve İran’a doğru göç etmeye başladılar. 400,000 mülteci Mardin sınırına dayandığında, Türkiye sınır kapılarını kapattı. Aynı zamanda Türk Ordusu 500,000 Kürtün göçmen kamplarından ayrılmasını engellemiştir. Bunun sonucunda ABD, Kürtlere insani yardım yapmaya başlamıştır. Türkiye kendi Kürt nüfusunu arttırmak istemiyordu. Dolayısıyla Kürtler için Irak’ta güvenli bölgeler oluşturulmasına çalışıldı. Kuzey Irak’ta 1991 Haziranı’nda uçuşa yasak bölge belirlendi ve Türkiye, Amerikan, İngiliz ve Fransız savaş uçaklarının Adana yakınındaki İncirlik Üssü’nde konuşlandırılmalarına ve uçuşa yasak Kuzey Irak’ı kontrol etmelerine olanak tanındı. Bu oluşturulan otonom bölge sayesinde Kuzey Irak’ta güvenlikli bir bölge oluşturuldu ve Irak Kürtleri bölgelerine döndüler. Bu gelişmelerle birlikte Türkiye’nin Irak’ta kurulacak olan bir Kürt devletine muhalefeti, şiddetli bir biçimde devam etmektedir. Türkiye bağımsız bir Kürt ırkının varlığının Irak’ın birliğini tehdit ettiğini düşünmektedir. Türkiye 1985 yılından beri Kürt isyancılar ile savaşmaktadır ve Irak’ta kurulabilecek olan bir Kürt devletinin, Kürt milliyetçiliğini körükleyebileceğinden korkmaktadır. Bunun sonucunda PKK’ya olan desteğin artacağından endişe eden Türkiye Irak’a ait topraklarda 8 mil uzunluğunda bir güvenlik alanı oluşturmuştur. Bu güvenlik alanındaki PKK kamplarını bombalayan Türk ordusu Suriye ve İran’ın tepkisini çekmiştir. Suriye ve İran Türkiye’nin tepkisine rağmen PKK’yı desteklemekteydiler. Lübnan’da Beka Vadisi, PKK’nın eğitildiği alanlardan birisidir. Aynı zamanda İran Devrim Muhafız Birlikleri, PKK’yı eğitmişlerdir ve Suriye de Türk diplomatlarına saldıran Ermeni teröristlerine destek vermiştir. İran ve Suriye’nin ittifakı, PKK ve Ermeni teröristlerinin bu iki ülke tarafından desteklenmesi, GAP için kullanılan su problemi ve Hatay problemi Türkiye’yi İsrail ile daha iyi ilişkiler kurmaya itmiştir. 1947’de İsrail’in Birleşmiş Milletlere giriş isteğine Türkiye’nin olumsuz oy atmasına rağmen 1948 yılında İsrail’i tanıyan ilk Müslüman ülke olmuştur. 1996 yılında İsrail ve Türkiye çift taraflı Savunma Antlaşması imzalayarak bölgedeki ülkeleri şaşırtmıştır. Türkiye İsrail’e su konusunda avantajlar sağlarken, İsrail’in askeri teknolojisinden faydalanarak ordusunu güçlendirmiştir. İki ülke birlikte eğitim yapar hale geldi. Bu yakınlaşma devasa bir ekonomik hareketliliğe dönüştü ve 1997 yılında İsrail 715 milyon dolarlık bir F4 ve F5 savaş uçağı yenileme projesinde Türk Ordusu’nun ihtiyacını gidermiştir. Aynı zamanda anti-gemi füze sistemleri konusunda da ortak bir proje başlatılmıştır. Ekim 1998’de Suriye ve Türkiye ilişkileri kırılma noktasına gelmiştir. 10,000 kişilik bir güçle Suriye sınırına hareketlenen Türk Ordusu, PKK’yı yok etmek için topraklarına girmekle tehdit ederek gözdağı vermiştir. Çünkü Suriye topraklarında PKK kampları bulunuyordu. Türkiye’nin bu tehdidi sonucunda Şam, İsrail ile Türkiye arasında sıkışmış oldu. Körfez Savaşı’nın yanı sıra Sovyetler Birliği’nin çöküşü ve soğuk savaşın sona ermesi Türkiye tarihi açısından çok önemli bir dönüm noktası olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluşundan itibaren Rusya, geleneksel düşman olarak görülmüştür. Bu durum soğuk savaş süresince Sovyetler Birliği ve Varşova Paktı üyeleri için de geçerli olmuştur. Komünizm ideolojisi İslamiyet’e karşı bir kavram olarak ele alınmıştır. Bunun yanı sıra Sovyetler Birliği de Rusya gibi Türkiye’nin kontrolündeki boğazlara ve böylece sıcak denizlere inmeyi hedef edinmiştir. Sovyetler Birliğinin çökmesi ile bu sorunların yerlerini yeni sorunlar almıştır. Türkiye Sovyetler Birliğinin çöküşünün ardından Gürcistan, Ermenistan, Azerbaycan, Rusya, Moldavya ve Ukrayna ile komşu olmuştur. Siyasi belirsizlikler ve hatalar bu ülkelerin ekonomik açıdan gelişememelerine neden olmuştur. Ermenistan ile Azerbaycan arasındaki savaş daha Sovyetler Birliği çökmeden başlamıştır. Ermeniler ile Türkler arasındaki tarihsel gerginlikler Türklerin akrabaları olan Azerilerin yanında yer almasına zemin hazırlamıştır. Aynı zamanda Türkiye petrol nedeni ile müdahalelerini hızlandırmıştır. Türkiye’nin ekonomik müdahalesi ve elektrik vermemesi nedeni ile Ermenistan zor durumda kalmıştır. Ancak savaşın sonucu tam olarak Türkiye’nin istediği gibi olmadığı için bir hayal kırıklığı oluşmuştur. Türkiye ve Türkiye destekli Azeri hükümeti bir siyasi getiri elde edememiştir. İran yeni rejim değiştiren Rusya ile daha etkili ilişkiler kurmaya başlar. Bu durum Türkiye için önemli siyasi engeller oluşturdu. Ayrıca Gürcistan’daki Gürcüler ile Abazalar arasındaki iç savaş ve Rusya’da yaşanan Çeçen problemi Türkiye için sorun oluşturmaktadır.
Azerbaycan ve diğer Orta Asya devletleri Türkiye ile aynı kültürü paylaşmaktadır. Türkiye bu yeni devletlerin doğal lideri ve modeli olarak görülmektedir. Dolayısıyla Pan-Türkizm adlı yeni milliyetçilik akımı gündeme geldi. Azerbaycan konusunda yaşanan büyük hayal kırıklığının ardından Ankara; Kazakistan, Kırgızistan, Türkmenistan ve Özbekistan’ı içeren bir birlik konusunda harekete geçti. Bu girişim ABD tarafından desteklendi. ABD, bu ülkelerin laik ve demokratik bir yapıya kavuşmasını istemekteydi. Türkiye’nin içinde bulunduğu durum İran’ın İslami rejiminden ve Afganistan’daki anarşiden daha tercih edilir bir durumda bulunmaktadır. Bu etmenlerin etkisiyle Orta Asya Devletleri ile Türkiye arasında kültürel ve ekonomik alanlarda anlaşmalar yapıldı. Bu anlaşmalara Türk kökenli olmayan Tacikistan da katıldı. Ancak Körfez Savaşı esnasında Türklerin Orta Asya Devletleri ile olan ilişkileri geriledi ve bu devletler tekrar Rusya’nın etkisi altına girdi. Sovyetler Birliği’ndeki çok önemli siyasi değişiklikler Doğu Avrupa ve Varşova Paktı ülkelerine de sıçradı. Bulgaristan, komünist rejim döneminde ülkedeki Türklerin isimlerini Hıristiyanlaştırması ve Türkçe’yi yasaklaması nedeniyle Türkiye ile 1985 yılından beri olumsuz ilişkiler içerisindeydi. Bu süreçte tahmini olarak 320,000 Türk Bulgaristan’dan Türkiye’ye göç etmek durumunda kaldı. Bulgaristan’ın komünizmin çöküşünün ardından kurduğu demokratik hükümet, Türkler üzerindeki asimilasyon yaptırımlarını kaldırdı ve Türkiye’ye göç edenleri geri çağırdı. Böylelikle Türkiye ile Bulgaristan arasındaki ilişkiler gelişti. Özellikle Bulgaristan’ın Romanya ile birlikte NATO üyesi olması, bu ülkeyi Türkiye’nin doğal müttefiki yaptı. Ancak Balkanlar’daki yakınlaşma ve ilişkilerin düzelmesi kolay bir biçimde ilerlemiyordu. Osmanlı İmparatorluğu’nun bir vilayeti olan Bosna Hersek’in Yugoslavya’dan ayrılması üzerine çıkan çatışmalarda Türkiye Bosnalı Müslümanların yanında yer aldı. Bu da NATO müttefikleri olan ülkeler arasında gerginliğe yol açtı. Bosna Hersek hükümetini destekleyen Türkiye’ye karşı Fransa ve Yunanistan Sırpları Almanya, Hırvatistan’ı destekledi. NATO çatışmayı durdurmak için müdahale ettiğinde Türkiye, Barış Gücü kuvvetlerini bölgeye yolladı. Benzer olaylar 1999 yılında Kosova’da tekrar ettiğinde Türkiye bu bölgeye de kuvvet gönderdi. Türkiye 1987 yılından itibaren resmi olarak Avrupa Birliği üyesi olmak istemektedir. Ancak 1992 yılında başvuru yapıp kabul edilen Avusturya, Finlandiya, Norveç ve İsveç’in durumu Türkiye için bir hayal kırıklığı oluşturdu. Türkiye’nin özellikle Avrupa Birliği’ne üye olması durumunda Türk işçilerin serbest dolaşım hakkı kazanacak olmaları Avrupa devletlerini korkutmaktaydı. Bu durumla ilgili olarak Avrupa’daki seçmenler oylarını mülteci karşıtı siyasetçiler lehine kullandılar. Türkiye bu olaylar sonucunda Avrupa Birliği’ni Müslüman karşıtı bir kuruluş olmakla suçladı. Avrupa Birliği ise birliğin liberal demokrat yapısı olduğunu ve Türkiye’nin bu yapıya uygun olmadığını belirtti. Buna Türkiye’de yaşanmış 1960, 1971, 1980 darbelerini ve 1995 yılındaki darbe tehdidini gösterdi. Aynı zamanda Türkiye’de insan hakları konusunda yaşanan sıkıntılar belirtilirken, özellikle görevden alınan sivil liderlerin idamları, Kürtlere yapılan muameleler ve Ermeni Soykırımı sorunu üzerinde duruldu. NATO müttefiki olmalarına rağmen Yunanistan ve Türkiye birçok kez savaşın eşiğinden döndüler. 1999 yılında Nairobi’de Abdullah ÖCALAN’ın yakalanması sırasında işin içinde Yunan elçiliğinin olması ve pasaportunun Kıbrıs’tan alınmış olması iki ülke arasında gerginliğe yol açtı. Türkiye, Abdullah ÖCALAN’ı vatana ihanet ve Kürt isyanı başlatmak ve 30,000 insanın ölümüyle suçlayarak ölüm cezasına çarptırdı. Bu mahkumiyet Avrupa Birliğinin idam cezasına karşı olması nedeniyle sorun oluşturdu. Yunanistan bir Avrupa Birliği üyesi olarak Türkiye’nin Avrupa Birliğine girişine karşı çıktı. Bunun temel nedeni Kıbrıs problemidir. Bilindiği üzere Kıbrıs, Osmanlı İmparatorluğu tarafından Britanya yönetimine bırakılmıştır. Britanya’dan bağımsızlığını kazanan Kıbrıs’ta 1960 yılında büyük bir iç savaş çıkmıştır. Rum kesiminin çoğunluğu Yunanistan ile birleşmek istemiştir. Bunun üzerine Türkiye 1974’te adayı işgal etmiştir. Adanın kuzeyi 1983 yılında Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti olarak adlandırıldı. 250,000 kişilik Türk kuvveti adada bölünen sınırlar arasında beklemektedir. Güney Kıbrıs (Rum Kesimi), 1 Mayıs 2004’te adanın kuzeyi ile olan birleşme referandumunu reddedip Avrupa Birliğine üye olmuştur. Kıbrıs meselesine ek olarak Yunanistan’ın PKK’yı ve Ermeni teröristleri desteklemesi de ayrı bir sorun oluşturmuştur. Aynı zamanda kıta sahanlığı konusunda sorunlar yaşanmıştır. Doğal kaynaklar açısından zengin olduğu düşünülen Ege Denizi konusu da bu sorunların devamını oluşturmuştur. Uluslar arası yasalara göre her ülke kendi kara sularında ekonomik faaliyetler düzenleme hakkına sahiptir. Türkiye, Ege Denizi’ni Anadolu’nun bir uzantısı olarak görmekte ve üzerinde hak iddia etmektedir. Ancak Yunanistan da Ege Denizi’nin kontrolünü elinde tutmak istemektedir. Ege Denizi’ndeki adaların %71’ini elinde bulunduran Yunanistan, Akdeniz ve Karadeniz arasındaki Türk denizciliğine sorun oluşturabilmektedir. Bu durum hava sahası konusunda da ortaya çıkmaktadır. NATO anlaşmaları ile hava ve deniz sahanlığı kontrolü Yunanistan kontrolüne bırakılmışken, 1974’ten 1980’e kadar olan sürede bu durum askıya alınmıştır. Ancak komite yapısı içine girilince eski duruma dönülmüştür. Türkiye’nin Uluslar Arası İlişkilerinin Özeti: Türkiye konumu itibarı ile düşman ülkelerle çevrilmiş bir ülkedir. Suriye, İran ve Yunanistan Türkiye aleyhine teröristleri desteklemişlerdir. Önceleri Osmanlı İmparatorluğu’nun eyaletleri olan Arap ülkeleri Türkiye’nin İsrail ile olan yakınlaşmasına olumsuz bakmaktadırlar. ABD, Türkiye’nin ekonomik gerçekleri konusunda yakın tarihlerde önemli hayal kırıklıklarına yol açmaktadır (1991 Körfez Savaşı). Rusya Türkiye için hala potansiyel düşman olma durumunu sürdürmektedir. Aynı zamanda yeni bağımsızlık kazanan Ermenistan da soykırım meselesi yüzünden Türkiye’ye düşmanlık beslemektedir. Çeçenistan ve Abhazya’daki problemlerin Türkiye’ye sıçrama olasılığı bulunmaktadır. Pan-Türkizm akımı Türkiye’nin Rusya, İran, Çin ve ABD ile olan ilişkileri yüzünden başarısızlığa uğramıştır. Avrupa Birliği ile olan ilişkiler göz önüne alındığında Türkiye; Fransa, Almanya ve Yunanistan sebebiyle izolasyon yaşamaktadır. Türkiye Avrupa Birliğine katılmak için demokratikleşmeye çalışmaktadır. Şu anda İslami akımlar Kemalizm’e tepki olarak yükseliş göstermektedir ve Orta Doğu’daki radikal İslami terörizm de yükseliş içerisindedir. Kemalizm’in ve İslami yaklaşımın karmaşık yapılarının anlaşılması için bu kavramlar tanımlanmalı, karşılaştırılmalı ve aradaki farklar ortaya çıkarılmalıdır. Kemalizm; Türkiye’nin geleneksel olarak Mustafa Kemal ruhu ile elitler tarafından yönetilmesini sağlayan siyasi ideolojidir. Kemalizm’in kökenlerinde laiklik yatmaktadır. Atatürk Osmanlının çöküşünü laik olmayışına bağlamaktadır. Atatürk çok radikal reformlar gerçekleştirmiştir. Atatürk’ün gerçekleştirdiği devrimler ile Osmanlı İmparatorluğu ortadan kaldırılmıştır. Atatürk devrimleri muhafazakar insanlar tarafından tepki almıştır. Devrimler ile pek çok alanda eşitlik sağlanmıştır. Atatürk devrimleri sonunda güçlenen bir orta sınıf ve profesyonel bir çalışanlar grubu oluşmuştur. Bu sosyo-ekonomik grup zaman geçtikçe elindeki gücün yardımı ile farklılaşmıştır. Aynı zamanda yüksek sınıf subaylar kendilerini Atatürk’ün mirasçıları ve laikliğin koruyucuları olarak tanımlamışlardır. Devrimler sonucunda güçlenen doktor, mühendis, iş adamı, avukat, mimar ve yüksek subay gibi sınıflar demokratikleşmeye olumsuz etki yapmışlardır. Aynı zamanda laikliğin savunucuları demokrasiye zarar vermişlerdir. Ordunun müdahalesi ile İslami akımlar azalmıştır. Ancak İslami akımların liderleri İslami partileri destekleyerek mücadelelerini siyasi alana kaydırmışlardır. Türkiye’de laikliğin ve Atatürkçülüğün garantörü NATO’nun ikinci büyük ordusu olan Türk Ordusudur. Türk Kara Kuvvetleri 500,000 kişilik modernize edilmiş güce ve silahlara sahiptir. Türk Ordusu’nda 600 AH-1 Apache helikopteri, Tow Anti-Tank füzeleri ve çok amaçlı roketleri bulunmaktadır. Aynı zamanda F-16’lar, F-4’ler, F-5 Tiger’lar Türk ordusunun emrindedir. Türk Deniz Kuvvetleri 64,000 personeli, 14 denizaltısı, 5 Destroyer’i, 21 Fırkateyn’i ile Akdeniz’in en büyük deniz gücüdür. Türk Silahlı Kuvvetleri’nde Osmanlı İmparatorluğu’ndan miras kalan yöntemler bulunmaktadır. 18 yaşına gelen her ,Türk erkeği orduya hizmet etmek zorundadır. Orduya hizmet etmek bir onur meselesi olarak görülmektedir. Köylerde askerliğe uğurlanan ve askerlikten dönen askerler için törenler düzenlenmektedir. Kemalistler okullara din eğitimi verdirerek bir kontrol sistemi oluşturmuşlardır. Hükümet Ankara’da bir İlahiyat Fakültesi kurarak imamlar ve din öğretmenleri yetiştirmeyi amaçlamıştır. İslami akım, soğuk savaş döneminde sosyalizme ya da komünizme oranla daha olumlu görülmekteydi. 1980 darbesi İslami akıma çok sert davranmamıştır. Kemalistler, Türk kültürü ile harmanlanmış İslami akımın laikliğe sadık kalacağını umut etmişlerdir. Devletin dini ağırlıklı okullara gösterdiği tolerans sonucunda birçok dinsel faaliyette artış görülmüştür ve camilerde, medreselerde yeni yapılanmalara giden İslami akım güçlenmiştir. Özellikle hükümetin dini eğitimi hizmete sunamadığı varoş kesimler ve köylerde dini yapılanmalarda farklılıklar görülmektedir. Hükümetin kontrol edemediği alanlarda İslami kesim, kendi gazetelerini, kitap dağıtım şirketlerini, sağlık merkezlerini, finans merkezlerini ve öğrenci yurtlarını oluşturmuştur. Bunun yanı sıra yasal işlemler yapıldıktan sonra, 1990 yılında İslami radyo ve televizyon kanalları yayın hayatlarına başlamıştır. Erken yaşlarda başlayan İslami eğitim ve dini haklardaki özgürleşme 1980’lerde yeni bir entelektüel neslin oluşmasına yol açmıştır. Bu neslin yazarları yeni ve özel İslami medyayı da kullanarak, sosyal sorunları ve Kemalizm’i eleştirmeye başlamıştır. Aynı zamanda laikliğe de eleştirilerini yöneltmişlerdir. Yeni nesil İslami entelektüel kesimin eleştirdiği kavramlardan biri de batı materyalizmidir. Dindar Müslüman kadınların giyinişi devlet ile aralarında bazı problemlerin yaşanmasına sebep olmuştur. Bu durum binlerce öğrenci tarafından protesto edilmiştir. Söz konusu gelişmelerin ardından Türkiye’de Kemalist ve laikçiler ile dindar kesim arasında bir kutuplaşma meydana gelmiştir. Bir grup dindarlığını ortaya çıkarırken, diğer grup da Atatürkçü kimliğini vurgulamıştır. Daha önce İslami göndermeler yapan bir şiir okuduğu için hapsedilen Tayyip ERDOĞAN’ın seçimle başbakan seçilmesiyle, İslami kesim Kemalistler karşısında tekrar güç kazanmıştır. Türkiye’deki İslami diriliş her zaman var olabilecek bir durumdur. Türkiye iki grup arasında kutuplaşmıştır. Buna göre, kırsal alanlarda yaşayanlar geleneksel ve muhafazakar politikaları benimserken, şehir merkezlerinde yaşayanlar laik ve modern olan batı kültürünün destekleyicisi olan politikaları benimsemektedir. Kırsal alanlardaki muhafazakar kesimin laiklik karşıtı davranışları radikal İslam’ı güçlendirmektedir. Geleneksel Türk Kültürü, Osmanlı İmparatorluğunun sosyal ve ekonomik yapısında da olduğu gibi köy merkezlidir. Cumhuriyet kurulduktan sonra bile laiklikle ilgili reformlar köydeki yapılanmalara zorlanmıştır. Laiklik şehirler üzerinde yoğunlaştırılmıştır. Osmanlı İmparatorluğu döneminde de sultan ve askerleri şehirlerde ikamet ederken kırsal alanlardan sadece yeterli vergiyi toplayıp bu bölgelerden vergi toplama işi dışında hep uzak kalmışlardır. Türkiye’deki köy yaşantısı şaşırtıcı bir sabitlik gösterir. Köyde, köyün her sosyal faaliyetini takip eden bir ileri gelen bulunmaktadır. Köyden toplanıp Anakara’ya gönderilen para hayvan sahipliğine, arazi sahipliğine ve aile bireylerinin sayısına göre değişiklik gösterir. Köye sadakat kırsal alan için çok önemli bir kavramdır. Köyün çevrelediği ve sahiplendiği alan köyün gurur kaynağıdır. Köyün sahip olduğu otlaklara izinsiz giriş yapmak ve buralarda başka sürülerin otlatılması ciddi problemlere yol açabilir. Köyler arasında kan davaları ortaya çıkabilmektedir. Kırsal alanlarda var olan sosyo-ekonomik durum sağlam bir aile yapısına dayanmaktadır. Geniş aileler karı, koca, erkek çocuk ve onların eşleri, kız çocuklar, evlenmemiş kız kardeşler ve torunlardan oluşmaktadır. Köy kültürüne göre bir erkek çocuk, babası ile birlikte yaşar ve aile işleri için babasına yardım eder. Erkek çocukları olmayan aileler ya yeğenlerini yanlarına alırlar ya da evlatlık edinirler. Türk aile yapısı ataerkil bir yapıdadır. Birbirleri ile yakın olmayan erkekler birbirlerinin evlerine girmezler. Özel konular her yerde konuşulmaz. Özellikle cinsellik bir tabudur. Erkekler için avantaj sağlayan bir cinsiyet ayrımı söz konusudur. Erkekler babalarının izlerinden giderler. Erkek çocuklar babalarının yanında izinsiz konuşamazlar ve sigara içemezler. 8 yaşından itibaren ailenin hayvanlarını beslerler. 12 yaşından sonra da toprağı sürme faaliyetlerine katılırlar. Babalar erkek çocuklarını evlendirmekle yükümlüdürler. Geleneksel Türk aile yapısında baba baskıcı bir güce sahiptir. Kardeşler arasında çok güçlü bir ilişki vardır. Evlenen kadınlar genellikle evlendikleri erkeklerin ailesi ile birlikte yaşarlar. Ancak bu gelin kaynana çatışmasına yol açabilir. Türkçe’de “gelin”, gelen kökünden türemektedir. Türkiye’nin kırsal kesimlerinde evlilik romantik bir durumdan çok sosyo-ekonomik bir anlam kazanmaktadır. Yaygın bir söyleyiş biçimiyle “Türk erkekleri karılarını yalnız gece sever” denilmektedir. Gelinler eşleri ile tartışamaz ve izinsiz konuşamaz. Ancak ne zaman bir gelin erkek bir çocuk doğurursa ailenin gerçek bir üyesi olur. Ailenin reisi olan erkek genellikle karısı ile doğrudan bir ilişki kurmaz. Türkiye’de çok eşlilik 1924 yılında yasaklanmasına rağmen bazı bölgelerde halen çok eşlilik görülmektedir. Çok eşlilik, ilk eşin çocuk yapamadığı ya da erkek çocuk doğuramadığı durumlarda daha sık görülmektedir. Eğer bir çift kız çocuk dünyaya getirirse bu durumdan dolayı utanırlar ve çocuk sayısı sorulduğunda baba kız çocuklarını saymadan cevap verir. Türk kırsal hayatında en güçlü bağlantı anne ile oğul arasındadır. Bir kadın için, kendi evliliği de dahil olmak üzere, en önemli ilişki oğlu ile olan ilişkidir. Türk anneleri oğullarına karşı koruyucu ve göz yuman bir tavır geliştirmektedirler. Oğlu evlenen bir kadın gelinini yardımcısı olarak görür. Gelin ile kayın valide arasında yaşanabilecek gerginlikler erkek bir torunun dünyaya gelmesi ile sonlanır. Köyün imamı, baba yada büyükbaba yeni doğan bebeğe isim verir. Verilen ilk isim Kuran’dan rasgele seçilmektedir. İkinci isim öldükten sonra çağrılacağı isimdir. Türk çocukları genellikle akrabaları ve arkadaşları tarafından kullanılan bir lakaba sahiptir. Soyad ise Atatürk devrimlerinin ardından yaygınlaşmıştır. En yaygın soyadları Öztürk, Özkan, Akcan, Aydın, Aslan ve Gürbüz’dür. Türkiye’de nazar inancı kuvvetlidir. Aile, çocuklarını nazara ve şeytana karşı korumak için Kuran’dan ayetler okurlar ve çocukları çeşitli kutsal yerlere götürürler. Yunan ve Türk kültüründe mavi gözlü insanlar şeytan bakışlı olarak adlandırılır. Türk köy yaşamında çocukların evlenmesi Türk köy yaşantısı için çok önemlidir. Erkek çocuğun babası çocuğu için uygun bir gelin arar. İlk önce kardeş çocukları düşünülür. İslami inanca göre kardeş çocuklarının evlenmesinde bir sakınca yoktur. Türk çocuklarının süt anneleri vardır. Erkek çocukları genellikle 16-22 yaşları arasında evlenirken kızlar 14-18 yaşları arasında evlendirilmektedirler. Damadın babası düğün için para ödediği gibi, gelini aldığı için de para öder. Evlenen kız bir süre babasının evine dönemez. Bu geriye dönüş olmadığını gösteren bir adettir. Boşanma Türkiye’de çok yaygın değildir, ancak boşanma nedenleri çok eşlilik ve aldatmadan kaynaklanmaktadır. Kemalist reformlar sonucunda ve gerçekleşen başarılı sanayileşme hamlesi sonucunda köyden kente göç gerçekleşmiştir. Özellikle 1950’lerde köylüler kendi gelenekleri ile şehir yaşamına girmeye başlamışlardır. Yerleşim alanlarını gecekondular ile dolduran bu sınıf altyapı eksikliği ile karşılaşmıştır. Elektrik, asfalt ve benzeri konularda özellikle eksiklik yaşamaktadırlar. 1995 yılında Türkiye nüfusunun 2/3’ü şehirlerde yaşarken, şehirlerde yaşayan nüfusun da 2/3’ü gecekondularda ikamet etmektedir. Şehirlere göç eden göçmenler yeni fabrikalarda çalışırken sendikalar kurdular. 1975’te sanayi işçilerinin %80’i bir sendikaya üyeydi, ancak 80 darbesi ile bu sendikalar kapatılmıştır. Buna karşılık pek çok fabrika faaliyetlerini ve üretimini durdurmuştur. Bu da gece kondu bölgelerindeki işsizlik oranının %25’lere varmasına yol açmıştır. İşsizlik sorunu 90’lı yılları da etkilemiştir. İşsizlik, köyden kente göçün getirdiği boşluk, devletin yüzsüzleşmesi ve benzeri sorunlar İslami akımların güçlenmesine yol açmıştır. İslami kesimi temsil eden imam ve İslami politikacıların saldırgan politikaları ile seçimlerde Kemalistlere karşı üstünlük sağlamışlardır. Türkiye’yi ziyaret ettiğinizde Türk Silahlı Kuvvetlerini veya Atatürk’ü rencide edecek tavırlarda bulunursanız mahkum edilmeniz söz konusu olabilir. Kültürler arası bazı uyuşmazlıklar bulunmaktadır. İslam milleti olan Türkler İslami etiketleri taşırlar. İşaret ve orta parmağınız arasında baş parmağınızı göstermeniz burnunuza bir yumruk yemenize neden olabilir. Aynı zamanda sakız çiğnemek de kaba bir davranıştır. Köpekler temiz olmayan hayvanlar olarak kabul görür. Bir köpeğin uzun süre havlaması ve uluması ölüm haberi olarak görülür. Özet olarak, Türkler milliyetleri ile övünmektedirler. Birçoğu dindar Müslüman olan Türkler, yaşamlarını İslamiyet’e göre şekillendirmişlerdir. Kemalistler laik kuralları yürütmeye çalışsa da İslami kesim orta ve alt sınıfların desteğini çalmaktadır. Amaçları Türkiye’yi geleneksel İslam kuralları ile yönetmektir. Türkler İstiklal Savaşı’nda Gelibolu’da Yunanları ve İngilizleri yenmelerini İslam’ın zaferi olarak nitelendirirler. Aynı zamanda 2003 Kasım’ında İstanbul’da yapılan terör saldırılarını İslam’a saldırı olarak nitelerler. Türkiye bugün tarihi bir dönüm noktasındadır. Avrupa Birliği’ne kabul, Türkiye’deki yaşam standardlarını yükseltirken radikal İslami akımların gücünü azaltacaktır. Buna karşılık Avrupa, Türkiye’nin başvurusunu reddederse Türkiye İslam devleti olma yolunda ilerleyecek ve Avrupa laikliğine oryante olamayacaktır. Türk Ordusu’nun Orta Doğu’nun en güçlü ordusu olması Avrupa’nın gelecekte yaşayabileceği olumsuz olaylar için önemli bir unsurdur. Buna ek olarak ABD’nin Irak’taki harekatları ve bağımsız bir Kürt devletinin kurulabilecek olması Türkiye’de yeni bir etnik ayrımcılığın fitilini tutuşturabilir - DALGALI BAYRAK.gif

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir