13/08/2010 2:00
ABD’deki Ermenilerin tazminat iddiaları zaten 70 yılı aşkın bir süre önce hukuksal çözüme ulaştırıldığı için, Garbis Davouyan ve Hrayr Turabian adlı iki Amerikalı Ermeni hukukçunun Merkez ve Ziraat Bankalarına karşı dava açmaları, hukuken mümkün değildir
// NURŞEN MAZICI (Arşivi)
1970’lerde ASALA terör örgütünün eylemlerine başlamasıyla birlikte ‘4T’ (terör, tanıma, tazminat, toprak) olarak adlandırdıkları taleplerinin 3.’sü olan tazminat talebi, ABD’den geldi. Türkiye aleyhine 1915’teki olaylara ilişkin taşınır ve taşınmaz malların tazminine yönelik Los Angeles’ta, Garbis Davouyan ve Hrayr Turabian adlı iki Amerikalı Ermeni hukukçu Merkez ve Ziraat Bankası’na dava açtı. Avukat Mark Geragos, 1915 olaylarına ilişkin davada ilk kez Türkiye’nin doğrudan sanık olarak geçtiğini ve davada yer alan tüm avukatların, 1915 olaylarında hayatını kaybeden ya da bu olaylardan kaçanların yakınları olduğunu belirterek “Bu bizim için davaya ayrı bir acı anlam katıyor” dedi.
Tazminat davasının neden Avrupa’da yaşayan Ermenilerce açılmamış olmasının nedeni kanımca şudur: Lozan Barış Antlaşması’nda, ırk, dil, din vb. ayırım gözetmeme temeline dayalı insan hakları hukuku kapsamındaki konular ve hükümler, Ermenileri de dolaylı olarak içermiş, Lozan Barış Antlaşması’nın eki olan, ‘Genel Affa İlişkin Bildiri ve Protokol’, Türk tarafının değil, Uzlaşan Devletleri’nin ısrarıyla hazırlanmıştır. Anılan Bildiri’nin 6 no’lu paragrafı ile, Osmanlı İmparatorluğu’nun savaşı kaybettiği 1918 yılından 1922 yılı sonuna kadar, özellikle İstanbul’un ve Osmanlı Mebusan Meclisi’nin işgal altında bulunduğu süre zarfında, Türkiye sınırlarının dışında kalmış (Suriye gibi) yerlerdeki Ermenilerin geriye dönmeleri, mal ve mülklerinin iade edilmesi konularında İngilizlerin ve Fransızların aldığı kararların olduğu gibi uygulanması, Türkiye Devleti’nce kabul edilmiştir. Buna göre, geri gelmek isteyen Ermeniler gelebilecek, Türkiye sınırları içinde olup da mal ve mülkleri iade edilmiş Ermenilere ilişkin işlemler de geçerliliğini koruyacaktır.
İktisadi hükümler
Adları doğrudan geçmediği halde Ermenilerle ilgili olan 65-72. maddelerin hükümleri ise, İktisadî hükümlerdir. İktisadî hükümler içinde, ‘mallar, haklar, menfaatler’ olarak isimlendirilen bir bölüm bulunmaktadır. Bu bölümde, tehcire tabi tutulmuş olanların tüm hukuki ve mülki çıkarları korunmaktadır.
Lozan Barış Antlaşması’nda, genel olarak sigorta sözleşmeleri, özel olarak da hayat sigortası sözleşmeleri konusunda ise, Ermenilerin yararlanabilecekleri bazı hükümler, madde 74 ve bu maddeye ekli 1’inci Bölüm: Hayat Sigortası’dır. Ancak sonuç olarak bu, özel hukuk çerçevesinde ele alınacak bir konudur. Yani bir Ermeni gelip, ‘Ben şu evimi kaybettim, bana bunu tazmin et, tazmin etmek zorundasın’ demek hakkına sahiptir. Tehcir sonrasında Suriye’de bulunan Ermeniler, tazmin taleplerini Suriye mandasını elinde tutan Fransa’ya yöneltebilmişlerdir. Bu gibi meşru hak ve çıkarları Ermenilere tanımak karşılığında bir düzenleme daha gerçekleşmiştir. Balkan Savaşları sırasında Balkanlar’dan benzeri biçimde Türkiye’ye gelmek zorunda bırakılmış olanların ‘malları, hakları ve çıkarları’ da aynı hükümler çerçevesinde korunmuştur. Yunanistan, Bulgaristan ve o tarihlerde Yugoslavya yerine ‘Hırvatistan, Slovenya ve Sırbistan’ diye tanınan ülkedeki Türk ve Müslümanlara, Ermenilere verilen hakların aynını tanımak zorunluluğu getirilmiştir. Bu hakları talep için belli bir süre belirlenmiş, çıkabilecek uyuşmazlıkların çözümü için bir de mahkeme kurulmuştur. ‘Muhtelit Hukuk Mahkemesi’ olarak adlandırılan bu mahkemeler ceza mahkemeleri değil, hukuk mahkemeleridir ve Türkler yanında diğer çeşitli ülke yargıçlarından oluşturulmuşlardır. Hukuk düzeninde, bu gibi konulardaki hakların kullanımı belli sürelerle sınırlandırılır.
Kullanımın sonsuza kadar açık tutulması, hukuk ilişkilerini ve geleceğe yönelik planlamaları belirsiz bırakır. Bu nedenle, ‘zaman aşımı’ kavramı çerçevesinde, eylemlere ve işlemlere süreklilik kazandırılabilir. İşte bu çerçevede, örneğin bir Ermeni tarafından Türk kamu yönetimine başvurulduğunda, altı ay içinde olumlu bir cevap alınması gerektiği, aksi halde, bundan sonraki bir yıl içinde Muhtelit Hukuk Mahkemesi’ne başvurulabileceği kabul edilmiştir. Şu halde, Lozan Barış Antlaşması’nın imzalandığı tarihten itibaren toplam on sekiz ay içinde, mülkiyet sorunlarının çözümlenmesi sürecinin sonuçlandırılmış, gerekli idiyse konunun mahkeme önüne götürülmüş olması gerekmektedir. Uyuşmazlık böylece, bu mahkemelerin kararı ile kesin olarak çözümlenmiş olacaktı. Şu halde, zaman aşımı süreleri nedeniyle, günümüzde artık bu hükümlerin uygulama alanı kalmamıştır. (1)
Birincil kaynak
Bu bağlamda devletler hukukunun birincil kaynakları, Uluslararası Adalet Divanı Statüsü’nün 38. maddesine göre, antlaşmalar, teamül ve hukukun genel ilkeleri olarak kabul edilmiştir. Türkiye’yi uluslararası düzeyde bağlı kılan antlaşmalar ise, Avrupa devletleriyle Lozan Barış Antlaşması’dır. Ancak, Lozan görüşmelerine gözlemci statüsünde katılan ABD, daha sonra bu antlaşmayı kabul etmek istediğinde ABD’deki Ermeni lobileri başta Vahan Kardaşyan olmak üzere karşı kampanya başlattıkları için, Lozan Antlaşması ABD tarafından kabul edilmemiştir. ABD ticaret odalarının ve o dönem Türkiye’deki Amerikalıların girişimleriyle 1927’de Türkiye ile ABD arasında ikili bir antlaşma yapılmıştır.
Türkiye’den talepler
Bu arada 1. Dünya Savaşı sonrası ya da 1915 Tehciri’yle ABD’ye göçen Ermeniler ve Rumlar, Türkiye’de kalan mülklerine ilişkin taleplerde bulunmuşlardır. 24 Aralık 1923 tarihlinde ABD,vatandaşlarının alacaklarını takip ederek tazminat istemiştir.Türkiye Cumhuriyeti de haklı bir tazminat talebi varsa ödemeyi kabul etmiş müzakereler uzun sürmüş,tüm tazminat talepleri tek tek incelenmiş ve 23 Eylül 1937 tarihinde bir ek anlaşma yapılarak ABD vatandaşlarının haklı görülen tazminat taleplerinin ve faizlerinin 899 bin 338 dolar olduğu hususunda mutabakata varılmış, bu tutarın 539 bin 844,13 doları tazminat, gerisi faiz olarak ödemiştir.Ancak, Tevfik Rüştü Aras’ın dışişleri bakanlığı döneminde Rumların talepleri yerinde bulmuş,Rum mülklerine karşılık ödeme yapmış olmasına karşın, Amerika Ermenilerinin, iddia ettikleri mülkleri asılsız çıktığından ödeme yapılmamıştır.
Kısacası,
1- ABD’deki Ermenilerin bugünkü tazminat iddiaları zaten 70 yılı aşkın bir süre önce hukuksal çözüme ulaştırıldığı için, Garbis Davouyan ve Hrayr Turabian adlı iki Amerikalı Ermeni hukukçunun Merkez ve
Ziraat Bankalarına karşı dava açmaları, hukuken mümkün değildir.
2- Merkez Bankası ve Ziraat Bankası, devlet bankaları olduğu için, bu bankalara dava açmak ya da ABD’deki Ziraat Bankası’nın varlıklarına el koymak, Türkiye devletine dava açmak ya da Türkiye’nin Washington Büyükelçiliği’nin varlıklarına el koymak kadar hukuk dışıdır.
3- Ayrıca, bir devlet (ABD) bir başka dokunulmazlığı olan devlete (Türkiye) uluslararası mahkeme önünde dava açamaz. Açsa bile, devletler hukuku sözleşmesine göre Türkiye’yi davalı olarak sorgulayamaz ve dava kendiliğinden düşer.
4- Her şeye rağmen mülk talebinde bulunarak tazminat davası açmak isteyen Amerika Ermenilerinin, Türkiye’nin de imzaladığı Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Ek Protokolleri çerçevesinde, sözleşmenin 35. maddesine göre, örneğin Van’da mülkleri olduğunu iddia ediyorlarsa, Van Asliye Hukuk Mahkemesi’ne dava açmaları, orada davayı kaybederlerse, Temyiz Mahkemesi’ne gitmeleri, orada da davayı kaybederlerse, yani iç hukuk yolları tükenirse Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne dava açmaları mümkündür. AİHM hâkimleri ise, öncelikle Türk mahkemelerinin davayı red gerekçesine, yani Lozan Antlaşması ya da ABD ile yapılan 1927 Antlaşması ve ödenen tazminat tutarlarını inceleyerek davaya bakacaklarına göre, bu uluslararası mahkemede de davayı kazanma şansları çok zayıf bir olasılıktır.
Adalet Divanı’na dava
5- Fransa’dan iki Ermeni, 1915 olaylarının 1985’te Avrupa Parlamentosu’nda soykırım olarak kabul edilmesine karşın, AB’nin Türkiye’yle üyelik görüşmesine başlaması sonucu, Birlik aleyhine 30 bin avro’luk Avrupa Adalet Divanı’na dava açmışlardı. Avrupa Adalet Divanı, 2003’te 1915 olaylarının soykırım olduğunun, hukuksal bir dayanağı olmadığını, Avrupa Parlamentosu’nun kararının siyasi olduğu gerekçesiyle davayı reddetmişti. ABD’de ise, Kaliforniya Eyalet Mahkemesi’nin soykırım kararını, Federal Temyiz Mahkemesi, Amerikan Devleti’nin ulusal düzeyde böyle bir kabulü olmadığını, eyalet mahkeme kararının federal mahkeme kararına aykırı olamayacağı gerekçesiyle hem davayı reddetti, hem de Kaliforniya Eyalet Mahkemesi’nin 2000 yılı soykırım kararını iptal etti. Bu bağlamda, soykırımı kabul etmeyen Avrupa ve ABD mahkeme kararları var olduğu sürece, bu iddiaya dayanarak tazminat talebinde bulunmak da hukuksal dayanaktan yoksun demektir.
6- Lozan’da 1. Dünya Savaşı sırasında Ermenilerin başına gelenlerle Balkan savaşlarında Türklerin başına gelenler aynı hukuki esas ve usullere tabi kılınmıştır. Yani bu halklardan birinin maruz kaldığı uygulamaya soykırım denecekse, diğerinin maruz kaldığı uygulamanın da soykırım olarak nitelendirilmesi gerekmektedir. Başka bir ifadeyle, Ermenilere ve Türklere, maruz kaldıkları olaylar dolayısıyla aynı hukuk kurallarının uygulanması gerekmektedir. Bu nedenle, söz konusu olabilecek eylemlerin de aynı ölçülere göre nitelendirilmesi gerekmektedir. Bu antlaşma gereğince, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığına geçmiş olan bir Balkan göçmeni Türkün, örneğin, Yunanistan ya da Bulgaristan’a karşı tazminat davası açması söz konusu değildir. Çünkü bu konu, yukarıda değindiğim üzere, Lozan’da hükme bağlanmıştır.
Dönüş hakkı
7- Çarlık Rusya’sı ve SSCB döneminde 10 milyonlarca Tatar, Çerkez, Rus yurtdışına sürülmüş, ya da ülkelerinden kaçmak zorunda kalmışlardı. Ancak SSCB’nin dağılımıyla Rusya Federasyonu bir yasa çıkararak bu insanların isterlerse beş yıl ikamet etme koşuluyla Rusya’ya geri dönebileceklerini kabul etti. Türkiye devleti de Lozan Barış Antlaşması’nın 31. maddesiyle vatandaşlığını kaybetmemiş bütün Ermenilerin zaten geri dönme haklarına ek olarak vatandaşlığını kaybetmiş olanların da çocukları, 18 yaşına geldikleri zaman, belli bir süre içinde Türk vatandaşlığını tercih ederlerse, aynı şekilde Türkiye’ye dönebileceklerdir, hükmünü kabul etmişti. Belli süre aşılmış olsa da, Türkiye de Rusya gibi, Van, Diyarbakır, Bitlis kökenli olduklarını kanıtlayan ve bu yerlerde beş, yedi ya da 10 yıl ikamet etmeleri koşuluyla Türkiye’ye dönmek isteyen Ermenilere bir fırsat verebilir. Her ne denli Rusya’ya dönen olmadıysa da belki, Garbis Davouyan ve Hrayr Turabian Los Angeles’tan gelir ve ABD vatandaşlıklarından vazgeçip TC vatandaşı olarak Muş’a, Sason’a, Divriği’ye yerleşebilirler. “ABD vatandaşlığından vazgeçerek” dedim. Çünkü, geçmiş yıllarda hem ABD, hem de TC vatandaşlığı alıp, Türkiye’de terörist eylemlere katılıp, sonra Amerikan Konsolosluklarına sığınan çok sayıda Ermeni, Türkikye-ABD ilişkilerinde bir hayli gerginliğe neden oluştu.
Sonuç olarak, ikisi de hukukçu olan Amerika Ermenileri Garbis Davouyan ve Hrayr Turabian’ın da bu sürecin anlattığım biçimde gerçekleşebileceğini bildiklerini sandığım halde böyle bir taleple ortaya çıkmaları, görüldüğü gibi, varsayılan kayıp mülkün tekrar elde edilmesi girişiminden öte, büyük bir olasılıkla dünya kamuoyunda soykırım iddialarının yaygınlık kazanması ve meşruiyetini arttırması amacını taşımaktadır. Oysa, Ermeni lobilerinin bu 4T yönünde attığı her hukuksal girişim, aleyhlerine sonuçlanma eğimi göstermektedir. Yani Türkiye’nin eli, bu konuda yeterince güçlüdür, yeter ki, Türk hükümeti, Filistin davası gibi, ulusal davalara da sahip çıksın.
(1) Gündüz AKTAN,” Ermeni Sorunu’nun tarihsel Boyutu”,http://www.eraren.org/bilgibankasi/tr/
index1_1_2.htm
Prof. Dr. Nurşen Mazıcı: Siyaset Bilimci, Marmara Üniversitesi
Bir yanıt yazın