Doç. Dr. Mehmet Seyfettin EROL
Sonunda “mutabakat”a varıldı ve devletin zirvesindeki kriz şimdilik sona erdi. En azından Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK)’nin bir ve iki numaraları olan “Genel Kurmay Başkanı” ile “Kara Kuvvetleri Komutanı”nın kim oldukları artık belli.
Fakat herkes gayet iyi biliyor ki, asıl sorun bu değildi. Bir ve iki numara sorunu, temel meseledeki eksen ya da gündem kaymasının, kaydırılmasının ta kendisi olup, krizde tarafların pozisyonlarını koruma stratejisi çerçevesinde attıkları taktik adımların sonucunda ortaya çıkan bir kilitlenme noktasıydı.
Dolayısıyla ortaya çıkan çözüm ne kadar tatmin edicidir, bunu zaman gösterecek. Yalnız, burada TSK açısından, asker-sivil ilişkilerinde yeni bir dönemin ortaya çıktığı artık netlik kazanmıştır.
Bazıları buna hemen itiraz edebilir ve AKP öncesi yaşanan bir takım krizleri örnek olarak gösterebilir. Ama burada önemli bir ayrım noktası var. Bu ayrım noktası, esası itibarıyla YAŞ öncesinde yaşananların ve bundan sonraki süreçte yaşanması muhtemel gelişmelerin bir anlamda temel gerekçesini oluşturmaya devam edecek bir husus olup, Türkiye’nin geleceğini şekillendirecek yapının kendisi ile doğrudan ilgilidir.
Bilindiği üzere, daha önceki krizler, mevcut sistemin kendi içinde yaşanan bir takım hesaplaşmaların birer sonucu olarak ortaya çıkarken; bu son kriz eski sisteme, statükoya meydana okuyan yeni yapının Türkiye’yi dönüştürme yolunda attığı bir adım olarak değerlendirilmektedir.
Bir diğer ifadeyle, son yıllarda derin bir güç mücadelesine sahne olan Ankara’da YAŞ ile yeni bir döneme girilmiş ve bu güç mücadelesindeki derin fay hatları daha belirgin bir hal almaya ve keskinleşmeye başlamıştır.
Bu kapsamda son YAŞ toplantısı, uluslararası konjonktürü ve onun arkasındaki temel dinamikler-güçler ile birlikte “demokrasi” ve “hukuk” anlayışını ön plana çıkartan, “sivil toplum” anlayışı üzerinden yeni bir toplum ve devlet inşasını esas alan, milli iradeyi temsil ettiklerini her fırsatta ortaya koyan yeni siyasi iradenin bir anlamda gövde ve güç gösterisine dönüşmüştür.
“Değişim” ve “açılım” politikaları çerçevesinde Türkiye’yi yeniden yapılandırmaya dönük bir tasfiye ve yeniden yapılandırma süreci başlatan yeni yapı ile statüko olarak bahsedilen eski derin yapı arasındaki bu güç mücadelesinde ortaya konulan söylemler ve karşılıklı ithamlar, açıkçası kamuoyunun kafasını daha da karıştırmakta ve devlete bakış noktasında bir zafiyete yol açmaktadır.
Bu bağlamda, millet adına hareket ettiğini her fırsatta dile getiren ve siyasi iradeyi temsil eden hükümet ile yine bu milletin gözbebeği konumunda olan TSK arasında ayyuka çıkan güç mücadelesi, bir taraftan toplumda beka sorununu gündeme getirirken; diğer taraftan zihni derinliklerde hükümete ve devletin kurumlarına karşı yeni bir sorgulama sürecini de başlatmış bulunmaktadır.
Özellikle terfilerde, milletin-devletin çıkarlarının ötesinde demokrasi adına partilerin ön plana çıkan gelecek kaygıları ve yine bir takım kişisel intikamların zaman içinde alınıyor görüntüleri, açıkçası hiç de iyi olmamıştır. Diğer taraftan, askerin “heron skandalındaki” kuşkuları giderme noktasındaki derin sessizliği ya da bu süreçteki ağır hareketleri, açıkçası TSK üzerindeki güvenirliliğin her geçen gün toplumsal-siyasi bazda sorgulanmasına neden olmaktadır. Bu ise, önümüzdeki dönemde askeri kesime dönük olası operasyonlara meşruiyet ve toplumsal destek zemini anlamına gelmektedir ki, bu durum son yıllarda asker-halk arasında yeni bir ilişki sürecini tesis etmeyi hedefleyen strateji ile hiç de örtüşmemektedir.
Dolayısıyla gelinen aşamada halk bir taraftan gerçekte kimin milli, bağımsız ve güçlü bir Türkiye istediği ve kimin temiz bir siyaset ve strateji izlediği noktasında bir zihin bulantısı yaşarken; diğer taraftan da sorunun ve hainlerin kim olduğu hususunda artık eskisi kadar emin olamamaktadır.
Burada, PKK terör örgütünün saldırıları devam ederken, ülkeyi özerklik, federasyon-konfederasyon tartışmaları adı altında sistematik bir şekilde iç savaşa doğru sürükleyen gelişmeler karşısında sivil-asker kesimin takındığı tavır, açıkçası topluma daha büyük darbe vurmaya başlamıştır, İnegöl ve Dörtyol bunun somut birer göstergesidir. Dolayısıyla, terör-bölücülük noktasında gelinen yeni aşama ve yerel-küresel bazda önemli bir mesafe kat eden “büyük tehlike” ile sınırlarımızın hemen ötesinde savaş tamtamlarının çaldığı bir ortamda Türkiye’nin aynen Balkan Savaşları’nı andıran bir görüntü içinde bulunması, açıkçası Türk halkı tarafından kabul edilebilir bir durum değildir.
Hele hele Erdoğan-Başbuğ görüşmesi öncesi Obama’nın son dakika telefonu, açıkçası işin tuzu-biberi olmuştur. Kim ne derse desin, bu telefon krizi bitiren bir uyarı telefonu olarak değerlendirilmekte ve bu da toplumda farklı çağrışımlara neden olmaktadır.
Dolayısıyla, bu son YAŞ sürecinde adeta bir bilek güreşine dönüşen krizde aslında her iki taraf da (hükümet ve TSK) bir yünüyle toplum nazarında kaybetmiştir. Kazanan ise bir kez daha dışarısı olmuştur, ABD olmuştur.
Bizde bu kafa, hırs ve kişisel hesaplaşmalar düşüncesi milli çıkar-hedeflerin önünde olduğu sürece de böyle olmaya devam edecektir!
O zaman bir kez daha sormak lazım, nerede milli irade, milli çıkar-hedefler ve anlayış?
Yoksa…
Bir yanıt yazın