Kılıçdaroğlu, “darbelerle mücadelede samimiyseniz hadi gelin TSK iç tüzüğünden 35. maddeyi kaldıralım” dedikten sonra, satranç masasında bu hamleyi beklemeyen AKP panikledi. Erdoğan başına gökten düşen bu hediyeyi reddedecek değildi ama, bunun parsasını da CHP’nin toplamasına razı olmazdı!. O nedenle hemen işi içeriksiz polemiklere çekip, hem teklife sahip çıkmaya hem de “gerekirse o işi biz yaparız” demeye başladı. Aynı şekilde paydaş medya da, ani bir dönüşle teklifin CHP’den geldiğini ısrarla örtbasa yeltendi.
Tabii “Balyoz” tutuklama kararları akıl almaz şekilde geçen hafta yeniden çıkabilirken, şu çelişkiyi, lütfen bir hukukçu izah etsin: 35. maddeyi kaldırmayı birileri düşündüğüne göre, demek ki şu anda var ve geçerli. İyi de, hukuki olarak buna inandıklarına göre o zaman bu “Ergenekon” davaları, “Balyoz” soruşturmaları nasıl yaşanabiliyor? Anayasa Mahkemesi’nin “Anti-laik faaaliyetlerin Odağı olduğu”nu saptadığı bir Parti iktidardayken, şayet bir Genelkurmayda böyle bir teorik düzeyde bir Harekat planı toplantısı yapıldıysa, o zaman bu zaten yürürlükte olan ve ancak şu anda kaldırılmasından söz edilen 35. maddenin kapsamına girmiyor mu? Giriyorsa da o zaman bu zaten “legal” olarak yasada var olan bir hak etrafında TSK’nın yaptığı teorik bir çalışmadan ibaret! Girmiyorsa, zaten ortada sadece hayali bir çalışma var. Her iki şıkta da ortada bir suç nasıl oluyor, anlayamadım!. 35. madde henüz kaldırılmamış olmasına rağmen bu davaların bir izahını, Asker veya hukukçular veya sanık avukatları nasıl yapıyor, bilemiyorum! Yarın bu madde değişse de, bence yine suç teşkil etmez çünkü yasa geriye doğru çalışamaz. Hani AKP durmadan uygunsuz şekilde Ahmet Kaya’nın şarkılarını sahiplenmeye çalışıyor ya? Ellerini hiç birine uzatmaya kalkmasınlar, Ahmet’in kemikleri sızlar da, ben onlara en sevdiğim şarkısındaki “Bu ne yaman çelişki Anne!” dizelerini hatırlatmakla yetineyim!
Bugün bu 35. maddeyi değiştirmeye kalkışmayı neye benzetiyorum biliyor musunuz? 1989’da Demir Perdenin çöküşünden sonra, komünist propagandayı yasaklayan 141 ve 142’nin Türk Ceza Kanunundan çıkarılmasına! Genel Kurmay’ın “niyet düzeyi”nde bile yandaş medyaya hesap verdiği bir dönemde, neden bahsediyoruz ki? Bu konu zaten toptan gündem dışı!
Türkiye’de görüyoruz ki, sağdan sola herkes, TSK iç tüzüğünden bu maddeyi çıkarma konusunda hemfikir. Harika! Böyle bir konsensüs, sosyal demokratından şeriatçısına, liberalinden ülkücüsüne kadar yerleştiğine göre, kim durdurur sizi! İşin kredisi AKP’nin gözyaşları arasında CHP’ye yarar ve TBMM bu işi hemen hallediverir.
İyi de, yasalar ve Anayasalar, aynı zamanda“Kötü suç işlenmeyecek” varsayımıyla değil, “işlenirse neler olur” diye yapılır. Yoksa zaten yasa olmaz. Türkiye gibi 87 yıldır her aklına esenin kökünü dinamitlediği bir ülkede, demek ki artık zaten fiili olarak bitmiş olan askeri müdaheleler dönemi, teorik olarak da son buluyor. Sonuçları da şöyle:
Birincisi, Ata’nın ölmeden 12 gün önce Ordu’ya yazdığı güven ve yetkilendirme hitabesi, daha önce söylediğim gibi Anıtkabir’in duvarından kazınmalıdır. İkincisi artık herkes bilmelidir ki, TSK bu ülkede yalnız kendisine Başbakan’ın verdiği emirleri yerine getirmekle yükümlü sinirleri alınmış bir kurumdan ibaret olacaktır: Kim iktidar olursa olsun, demokratik rejimden, hukuktan, Anayasadan saparsa, polis ve askerin kontrolünü de elinde tutarak, her rejim dışı kaymayı isterse şiddet kullanarak yapabilir. Mesela deliren bir Başbakan kalkıp camileri kapatmaya kalksa, kan gövdeyi götürse, yine iş olacağına varır! Kimsenin “One minute!” bile deme hakkı olmaz. Herkes bu gelişmeden mutlu görünüyor. Bence de bir mahsuru yok! Freni patlamış otobüs uçurumdan düşerken, bekçi mi arayacaktınız? Bu iyi veya kötü demiyorum, yalnız olağan bir saptama yapıyorum: Artık iç barışımız Başbakanların ruh haline ve insafına kalacaktır. Türkiye’de güçler ayrılığından uzaklaşma konusunda önemli bir boyut atlaması daha yaşanmakta ve Başbakanlık makamı, gücün her zerresine sahip olma konusunda muhteşem bir adım atmaktadır. Şimdi 12 Eylül’de de AKP’nin istediği sonuç çıkarsa, ülkenin her iktidarı ve onun başı, bu ülkenin kayıtsız şartsız hükümranı olabilecektir. Tabii ki yazının bu 2. bölümü teoriktir çünkü bilindiği gibi hiç bir Başbakan bu ülkede zaten demokratik saygısızlık yapmayı aklına dahi getirmez.
Bedri Baykam
Yazıları posta kutunda oku