Kosova’nın bağımsızlık ilanını Sırbistan’ın talebi üzerine BM, Milletlerarası Adalet Divanı’na götürmüştü. Divan kararının sonucunu açıkladı, gerekçeli karar metni henüz yayınlanmadı. Divan’ın kararı beklediğimiz gibi Kosova’nın bağımsızlığının hukuka uygun olduğu yönündedir. Bununla beraber, konunun hassasiyeti sebebiyle “ne şiş, ne kebap yansın” mantığının izlerini karar metni açıklanınca göreceğiz.
Öncelikle, bir bölgenin bağımsızlık ilanı ve bunun tanınması siyasi kararlardır. Bugüne kadar, bağımsızlık ilanı ile ilgili milletlerarası yargıda açılmış dava bilinmemektedir. Bağımsızlık ilanı ve tanımadan sonra hukuki bir durum ortaya çıkar. Taraflar için bunların getirdiği haklar ve yükümlülükler vardır. Hukuk kararların alınmasında değil, sonraki durumda devreye girer. Bununla beraber, Kosova’nın (benzer durumdaki ülkelerin) bağımsızlık ilanı konusunda anlaşmazlık varsa çözümü için yargıya gidilemeyeceği konusunda da bir hüküm yoktur.
17 Şubat 2007’de Kosova’nın bağımsızlık ilanından kısa bir süre sonra başta ABD ve birçok AB üyesi olmak üzere onlarca devlet tanımış, buna karşı Sırbistan’ın yargı talebi gündeme gelmişti. Milletlerarası Adalet Divanı’na uyuşmazlık içinde olan devletlerin rızası ile dava açılabilir ve Divan’ın verdiği karar bağlayıcıdır. Uluslararası örgütler ise ancak istişari görüş isteyebilir, bu karar bağlayıcı değildir. Divan’ın kararının Sırbistan aleyhine olacağı ihtimali oldukça kuvvetli idi. Benim beklentimi Sırp hukukçular da tahmin etmesi lazımdı. “Sınırların değişmezliği”, “devletin ülkesel bütünlüğü” gibi konularda gerek BM belgeleri gerekse diğer uluslararası sözleşmelerde yığınla hüküm bulunmaktadır. Sırplar bunlara ümit bağlamış olabilir ki zaten karar 4’e karşı 10 oy ile alındı. Bununla beraber insan hakları konusu da günümüz milletlerarası hukukunun temel alanlarından birini oluşturmaktadır. Ki mesela soykırım suçu sözkonusu olduğunda devletler imzalamadığı sözleşmelerle bile bağlı sayılmaktadır. Eski Yugoslayva’da Müslümanlara karşı soykırım suçu işlendiği milletlerarası yargı tarafından kabul edilmiştir. Kosova Arnavutlarına karşı Sırbistan’ın insan hakları ihlaline son vermesi yönünde Güvenlik Konseyi kararları vardır. İhlallerin sona ermemesi üzerine müdahale kararı çıkarılmıştır. Bütün bunlar bağımsızlık yolunun güvenli altyapı unsurları olarak karar metninde görülebilecektir.
Sırbistan da lehinde ve aleyhindeki bu hususları dikkate alarak BM üzerinden böyle bir talepte bulunarak, muhtemel aleyhindeki kararın kendisi için bağlayıcı olmamasını hesap etmiştir. Öte yandan AB kapılarını zorlarken Kosova’yı unutması gerektiğini düşünüp, halkını bu gerçeğe yavaş yavaş alıştırmayı, zamanı geldiğinde yargı kararlarına saygı ile “Büyük Sırbistan” rüyalarını aşmayı planlamış olabilir. Böyle bir davayı Kosova ile açmamasının bir sebebi kararın bağlayıcılık riski iken diğer bir sebep Kosova’yı taraf olarak kabul etmekle onu tanımış olma riskini göz önüne almıştır.
Böyle bir karar KKTC için sevindirici bir gelişmedir. Ancak bazı dostların “batının iki yüzlülüğü” yorumlarını bu davada haksız buluyorum. Çifte standart için başta Kosova, Bosna Hersek olmak üzere diğer Müslüman veya Türk bölgelerinde çokça malzeme var. Fakat KKTC’nin bağımsızlık ilanından sonra tanımaya karar veren Pakistan ve Bengladeş gibi ülkeleri bizim engellediğimiz hatırlanmalıdır. Kosova’nın ise bu yönde akıllı bir diplomasisi sözkonusudur. Rumların 1963’teki soykırım kararı ve uygulamalarından yaklaşık yarım asır sonra Türkiye bu iradeyi ortaya koyarsa, Kosova kararı da bu yönde önemli bir hukuki destek olacak ve her geçen gün başka devletler tarafından tanınacaktır.
Bu kararın Abhazya, Güney Osetya, Doğu Türkistan gibi bölgelerdeki bağımsızlık teşebbüsleri ile ilgisi bulunabilir. Ancak Türkiye’deki bölücü terör veya Güneydoğu konusu ile ilgisi yoktur. Uluslararası sorunların her biri kendi şartları, sorunun arkasında yer alan sözleşme veya düzenlemeler ile ele alınır. Türkiye’nin milletlerarası konu haline gelmiş bir Kürt sorunu olmadığını herkes biliyor. Her ne kadar terör örgütü ısrarla bunu milletlerarasılaştırma yolunda gayret sarfetse ve bazı yetkililer buna payanda olacak sözler söylese de. Mesela Kürtlere yönelik insan hakları ihlali olduğuna dair Güvenlik Konseyi’nce alınmış bir karar olmadığı gibi böyle bir teşebbüs de sözkonusu değildir.
Yukarıda sayılan örneklerin aksine bu ülkede kamu görevlerinde ve hizmetlerinde Kürtler aleyhine bir düzenleme veya uygulama bulunmayıp, her bir vatandaşımızın Kürt kökenli olup olmamasına bakılmadan yasama-yürütme-yargının her kademesinde görev alma hakkı vardır. En üst düzey görevlerde dahi binlerce Kürt vatandaşımız bulunmaktadır. Kamu görevlisi olarak veya kamu hizmetlerinden (devlet ihaleleri başta olmak üzere) yararlanma bakımından Kürt vatandaşlarımızın oranlarının kaç olduğunu kimse bilmiyor, böyle bir talep olmamıştır, esasen böyle bir araştırma da imkansızdır. Çünkü ülkenin her tarafında Türk-Kürt-Boşnak-Çerkez arasında beş milyonu aşkın olduğu tahmin edilen evliliklerden doğan çocukların durumu karışıktır. Et ile tırnak gibi kaynaşmış, coğrafi olarak da Türkiye’nin her tarafında yaşayan bu halkımızın durumu ile Kosova Arnavutları’nı karşılaştırmak genellikle cehalet, bazen de ihanet yüzündendir. Sırpların saldırılara başlamasından sonra Sırp ile evli bir Müslüman kalmadığı, onbinlerce çift sırf etnik gerekçelerle boşandığı halde, 30 yıldır bölücü terör yaşayan ülkemizde böyle bir gerekçe ile Türk-Kürt boşanması vaki olmamıştır.
Milletlerarası mahkeme kararının Kosova’nın bağımsızlığını teyit ederek, uluslararası örgütlerle de ilişkisini geliştirmeye vesile olacağını, Sırbistan’ın bir şekilde mevcut tanımama tutumunu yumuşak bir şekilde terk etmeye sebep olacağını düşünüyoruz. Bu süreçte KKTC açısından alınacak çok dersin bulunduğunu da tekrar belirtelim.
Prof.Dr. Alaeddin Yalçınkaya
Öncevatan, 27.07.2010
Bir yanıt yazın